Background

Mahçup Feministlerden Feminist Aktivistlere

Şilan Geçgel

Dipnot Yayınları tarafından basılan Alışın, Her Yerdeyiz! Mahçup Feministlerden Feminist Aktivistlere isimli kitap, geçtiğimiz aylarda okurla buluştu. Birçok kadın yazarın makaleleriyle hayat verdiği; Şirin Tekeli’ye atfedilen bu eşsiz kitap, kadın mücadelesine ilişkin birçok konuyu dert ediniyor.

Biz, “Kurtulmuş kadın diye bir şey yoktur.”1 diyen sevgili Şirin Tekeli’ye hasretle bu söyleşiyi yaparken; ne yazık ki memleketin sokakları kızkardeşlerinin yasını tutan kadınların çığlıklarıyla dolmuştu. Kitabı yayına hazırlayan sevgili Funda Şenol ve Sevgi Uçan Çubukçu’yla mahçup feministleri; dünü, bugünü ve kadın mücadelesinin geleceğini konuştuk.

Öncelikle kitabın okurunun bol olmasını diliyorum. Sizler kitabın giriş yazısında değiniyorsunuz ama ilk olarak kitabın yolculuğunu sormak isterim. Kitap fikri, ismi nasıl olgunlaştı, konu başlıkları ve derlenen makaleleri nasıl seçtiniz?

Sevgi Uçan Çubukçu: Kitabın yolculuk hikayesi, Şirin Tekeli Ödül yarışmasında, benim de jüri üyesi olduğum yıllarda, diğer jüri üyesi hocalarımızla birlikte (Deniz Kandiyoti, Fatmagül Berktay, Yeşim Arat, Şemsa Özar, Ayşe Öncü, Hülya Adak, Ayşe Gül Altınay…) makaleleri değerlendirirken ortaya çıkan bir öneriydi. Ayşegül Altınay ve Hülya Adak’ın bu öneriyi hayata geçirme çabası sonucu; Funda ve bana editörlük teklifini yaptılar ve biz de onurla ve memnuniyetle kabul ettik. Benim için ayrıca özel bir anlamı olan da bir teklifti. Zira ben İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne asistan olduğum zaman, “Türkiye’de İkinci Dalga Feminizm: Sosyalist Feminist Kaktüs Dergisi ve Radikal Feminist “Feminist” Dergisi” konulu yüksek lisans tezimi yazıyordum.

Toplumsal Barış İstediğimiz İçin Emekliliğe Mecbur Bırakıldık

Feminist kimliğimi ve çalışmalarımı bilen hocalarımız asistan olduğumda bana, “Sen bu Bölüm’de Şirin Tekeli’nin geleneğini sürdüreceksin anlaşılan” demişlerdi. Bunun nedeni Şirin Tekeli de asistanlığına o bölümde başlamıştı ve YÖK’ün kuruluşuyla üniversiteden ayrılmıştı. Şimdi düşünüyorum da garip bir paralellik hakikaten… Yıllar sonra ben de ‘toplumsal barış istediğimiz” için emekliliğe mecbur bırakılarak üniversiteden erken ayrılmak zorunda kaldım. Sonrasında Ayşegül, Hülya, Begüm, Özge, Ayşe Öncü, Funda ve ben çeşitli aralıklarla kitabın nasıl ve hangi yöntem ve içerikle oluşturulacağı konusunda uzun uzun online toplantılar yaptık. Hepimizin ortaklaştığı nokta, bu kitapla temel muradımızın Şirin Tekeli’nin feminist kimliği ve çalışmalarıyla, yeni kuşakların çalışmaları arasındaki sürekliliği ortaya koyan bir bağlamı olmasıydı ve burdan hareketle yola çıktık.Kitapta yer alan makaleler, Şirin Tekeli Ödülü Makale yarışmasında teşvik ve ödül alan çalışmalardan oluşmakta. Tabii çok sayıda değerli başka çalışmalar da mevcut bu yarışma kapsamında. Ancak yazıların bir kısmı başka yerlerde daha önce yayınlandığı, bir kısmı yayınlanma tarihine yetişemediğinden kitapta yer alamadı ve tabii kitabın fiziki kapasitesi de bu sınırlılığı oluşturan bir diğer etkendi.

Şirin Tekeli’nin mahçup feminizmden feminist aktivistliğe yürüyüşünde, Yazarlar Kooperatifi’nin önemli bir yer tuttuğunu biliyoruz. Bilinç yükseltme toplantılarından siyasete; sanata, edebiyata hatta akademiye… Kadınların “mekan tutması” kadın mücadelesinin yükselmesi açısından neden bu kadar önemli?

Funda Şenol: Çünkü mekan tutmak, fiziksel bir mekana yerleşmenin ötesinde bir tecrübe. Dünyada kapladığın yeri genişletmek, kendini göstermek, kabul görmek, başkalarıyla karşılaşmak, varlığını sınamak deneyimi bir yandan. Kimliğine bir sığınak veya bir doğum yeri yaratıyorsun. Hasılı bir temsil meselesi bu. “Ben de buradayım, benim de sözüm var, itirazım var, toplumsal hareketlerin bir parçasıyım” demenin yolu.

Eve Daha Doygun da Dönebiliriz, Daha Yenik de

Daha düz anlamıyla da bir araya gelinebilecek, sohbet edilebilecek, tartışılacak, teoriden ve de hayattan, dertlerden konuşulabilecek bir yer. İlişkiler kurmak ve geliştirmek, yayınlar çıkarmak, okumak, yazmak, çeviriler yapmak için bir yere ihtiyaç var. Pandemide evin çalışma mekanına dönüşmesinin yarattığı zorlukları, bunun hepimize karabasan gibi çöktüğünü gördük. Evin dışında bir yer, farklı ufukları keşfetmemize de yarar. Eve daha doygun da dönebiliriz, daha yenik de. Ama yenilenmiş olarak döneriz. İşte mekan tutmanın önemi bu.

Sevgi Uçan Çubukçu: “Mekan” her anlamıyla çok önemli bir kavram, kadınlar ve kadınların eşitlik mücadelesi için. Örneğin Virgina Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda” sı tesadüf müdür? “Ev” dediğimiz alan kadınların hem “özne” olduğu bir mekan hem de “ezildiği, öldürüldüğü, sömürüldüğü” bir mekandır aynı zamanda.Yani demem o ki, “mekan” çok boyutlu bir kavram, feminist politika ve düşünce için çok katmanlı, çatışmalı, engelleri ve imkanları olan bir kavram. Bu anlamda çok eşitsiz, adaletsiz ve gerilimli. Aynı zamanda özgürleşme potansiyeli olan bir alandır ‘mekan’ feminizm için. O nedenle mekanın cinsiyeti üzerine çok kapsamlı ve derinlikli feminist çalışmalar vardır bütün disiplinlerde (örneğin Mekanın Poetikası gibi) Ama günümüzde düşündüğümüzde, mekanın bu çok katmanlı anlamını deneyimliyoruz bir yandan; örneğin feminist mücadele için, “zoom ortamı” da, bir “mekan tutmak” gibi aslında. Türkiye’de pandemi döneminden bugüne İstanbul Sözleşmesi mücadelesinin örgütlendiği EŞİK (Eşitlik İçin Kadın Platformu) vb örnekler, yıllardır zoom gibi online toplantılarla gerçekleşiyor. ZOOM oradaki kadınların bir mekanı yani…Bu nedenle, mekan tutmak, kadınların yan yana geldiği, güçlendiği, bilinç yükselttikleri, sorunlarını, karşı koyuşlarını hasbıhal ettikleri, “kendilerine ait oda”lar inşa ettikleri, bir alan da yarattıkları için çok önemli oldu feministler için hep.

“Çocuk yaşta çoğu başlamış oluyor. Kız çocuk evlenene kadar yapıyor. Sürekli oturduğu için bazısının yumurtalıkları gelişmemiş oluyor, ameliyat oluyor. Ciddi sırt ve boyun ağrısı oluyor. 2

Geçtiğimiz günlerde ana muhalefet partisi lideri, dokuma tezgahının önünde fotoğraf vermiş ve bu atkı dokuma gayreti dayanışma olarak haberleştirilmişti. Dokuma işçisi kadınların evde de fabrikada da dokuma işini icra ederken; bu dayanışmadan fazlasını hak ettiklerini söylemek mümkün sanıyorum. Erkek siyasetçilerin bu ve benzeri örneklerle kadın emeği ile dayanışması hakkında neler söylemek istersiniz? Ataerki ve kapitalizmin kadın bedeni ve emeğini sistematik bir saldırıya uğrattığı bir tabloda, hane içi emeği kadın dayanışması ile yeniden örmek mümkün mü?

Sevgi U. Ç: Kapitalist patriyarkal sistemin, “kadın bedeni ve emeği” üzerinden analizleri ve çözüm önerileri feminist kuram ve politikanın en önemli konularından biri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bam teli esasen. O nedenle de bugün kadına yönelik şiddeti, yoksulluğun kadınlaşmasını, eviçi emeği ya da ücretlerdeki cinsiyet eşitsizliğini ve tabii günümüzde kadınları daha da ezen ve eşitsiz kılan bakım emeği meselesini çok konuşuyoruz. Bu zamanlarda, bakım emeğinin her türünün kadınlara yüklendiği yeni kapitalist patriyarkal sistemi burdan masaya yatırmak, bu cinsiyetçi politikaları somut olarak görmemizde kritik bir önem taşıyor. Bu konulara dikkat çeken Yakın Ertürk, Fatmagül Berktay gibi feminist hocalarımızın çalışmalarına kulak kabartmak gerekir. Bu nedenle dünyada uzunca bir zamandır “mor, yeşil ekonomi programları” geliştirildiğini biliyoruz.

Sevgili Özgür Sevgi Göral, makalesinde Türkiye’de Kürt sorunu ekseninde hüküm süren asimilasyon politikaları ve özellikle 90’lar sonrası yakınlarını kaybeden kadınların arayışlarını bir devlet politikası olarak cezasızlık olarak tanımlıyor.3 Feminist politika açısından baktığımızda cezasızlık politikalarının da cinsiyetli olduğu tespiti bunu izliyor. Cezasızlık politikalarının cinsiyetli yönüyle yüzleşmek kadın hareketi için neden bu kadar önemli?

Funda Ş. : Cinskırımı yaşadığımızı üzülerek söylememiz mümkün son yıllarda. Yazarımızın da vurguladığı gibi cezasızlık bunda önemli bir etken. Fakat sadece kadına yönelik şiddet konusunda değil, kadınların tarafı oldukları hukuki süreçlerde, cinsiyet temelli ayrımcılık ve şiddetle karşılaşmak mümkün. Bununla bir iş mahkemesinde, ağır ceza veya aile mahkemesinde, idari yargıda, bir arabulucu ofisinde de karşılaşabiliriz.

Cinsiyet Politikaları Erkek Şiddetine Kapı Açıyor

Cezasızlık, şiddet ve ayrımcılığı yüreklendiren bir durum, evet. Ama asıl olarak onyıllardır hüküm süren ama İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına giden süreçte güçlenen cinsiyet politikaları erkek şiddetine kapı açıyor. Üstelik bunu sağ ve muhafazakar kesimle sınırlayamayız maalesef. Hangi politik görüşe sahip olursa olsun, bizim toplumumuzda cinsiyet eşitliği söz konusu olduğunda birtakım sınırlar, ketler var. Bunda cinsiyetçilik kadar cinsiyet körlüğü de etkili. Tabii bir de erkeklerin ayrıcalıklarını yitirme kaygıları, aile kurumunun tehdit altında olduğuna dair endişeler vs. Siz de gözlemliyorsunuzdur, bunlar sadece sağ ve mütedeyyin kesimin görüşleri değil. En yakınımızdaki erkeklerin bir kısmında bile bu tutumu gözlemleyebiliyoruz. Hukuki prosedür de cinsiyetçi tavırdan azade değil.

Sevgi U. Ç.: Kitaptaki makalelerde bu konu çok güzel ele alınıyor zaten. Ama benim de bu noktada vurgulamak istediğim şu: Elbette cezasızlık anlayışı, her türlü eşitsizliği arttıran ve adaletsizliği derinleştiren bir yaklaşım. Bu nedenle aile içi kadına yönelik şiddeti engellemek üzere oluşturulmuş en gelişkin metin olan İstanbul Sözleşmesi, aile şiddete maruz kalan tarafı güçlendirici, şiddeti önleyici ve şiddetin failini cezalandırıcı gibi bütünsel bir yaklaşımı öngörür ve devletleri bu bütünsel yaklaşımla tedbir almaya davet eder.

Türkiye’de ilk kitlesel kadın eyleminin dayağa karşı yürüyüş olması tesadüf olmasa gerek. Eskiye nazaran daha fazla bilince çıkmış; bugün sol- sosyalist siyaset ve ilerici kamuoyu tarafından da daha dikkatli irdelenen aile kurumunu tartışmaya açmak, feminist politika açısından neden önemli sizce?

Sevgi U. Ç: Ben de üniversite öğrencisi olarak Kadıköy-Yoğurtçu Parkı’ndaki o yürüyüşteydim. Evet Türkiye’de ilk kitlesel/kamusal kadın eyleminin Dayağa Karşı Miting olması hiç tesadüf değil. Kadına yönelik şiddet, kadını ikincilleştiren, ezen, bastıran patriyarkal sistemin sürekliliğini sağlayan en sistematik ve doğallaştırılmış mekanizma. O nedenle kadınların bireysel varoluşlarına, bedenlerine, kimliklerine yönelik bu baskı mekanizmasına karşı çıkma, kadınlık bilincinin ortaya çıkmasına yol açan en önemli feminist itirazdı… Kadına yönelik şiddetle mücadelenin bütün coğrafya ve kültürlerde de kadın/feminist mücadelenin ana ekseni ve ateşleyici fitili olduğunu biliyoruz ve ne yazık ki, içinden geçmekte olduğumuz bu zamanlarda bu şiddetin adeta bir cinskırım boyutunda yaşandığını, buna karşılık da kadın mücadelesinin ve bilincinin daha yaygınlaştığı ve güçlendiğini de görüyoruz, yaşıyoruz.

Patriyarkal Aile Modeli, Aile İçi Kadına Yönelik Şiddetin En Çok Yaşandığı Yapı

Tabii özel alanda kadına yönelik şiddet ya da aile içi şiddet ikinci dalga feminizmin, “özel olan politiktir” tespitiyle 80’lerden itibaren politikanın konusu haline getirerek ve bugün artık devletin ve uluslararası/uluslarüstü yapıların normatif düzenlemeler yapmasını ve önleyici tedbirler almasını sağladı. BM’in Pekin Eylem Planı, CEDAW, Avrupa Komisyonu’nun İstanbul Sözleşmesi tam da bu mücadeleler sonucu oluşan ve giderek devletlerin iç hukuklarında uygulamaya sokulan anayasal nitelikli metinler oldu. Türkiye de her şeye rağmen 1990’lı ve 2000’li yıllarda bu konularda önemli yasal ve kurumsal düzenlemeler yaparken, günümüzde İstanbul Sözleşmesi ya da 6284’ün uygulanmasına yönelik tartışmalarda gördüğümüz üzere, kadına yönelik şiddeti daha da kışkırtan bir politik dil ve yönelimi yaşıyoruz maalesef. Tabii patriyarkal aile modeli, aile içi kadına yönelik şiddetin en çok yaşandığı ve bunu mistifiye eden bir yapı. Oysa, feminizm kendi içinde daha demokratik, çoğulcu, toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı farklı aile modellerinin mümkün olduğunu tartışıyor uzun yıllardır ve bu aile modelleri yaşanıyor da her şeye rağmen. Vurgulamak gerekir ki, patriyarkal kapitalizmin dayattığı bir model olan heteroseksist, kadını ikincilleştiren toplumsal cinsiyet rollerine dayalı tek tip bir aile modeli, feminizmin tartışmaya açtığı bir alan; zaten bu aile modeli en çok kadına yönelik şiddeti üretiyor. Çünkü eşitsiz rolleri esas alan bu aile modelinin sürebilmesi, bu yüzyılda artık kamusal ve özel alanda güçlü, donanımlı bir birey/özne olan kadını dozu giderek artan bir şiddetle bastırmaya çalışıyor. Bu nedenle, her gün kadınların balkonlardan atılarak, vahşice sokakta ya da evde katledilerek öldürüldüğüne tanık oluyoruz. Hepsinin hikayesi farklı olsa da, ortak bir nedensellik olduğu çok açık: Kadınlar yaşadıkları eşitsizliğe, bunun öznesi olan hayatlarındaki erkeklerin zulmüne hayır diyor ya da daha basitçe “seni hayatımda istemiyorum” diyor, bu kadar. Bu olguların bize anlattığı ise, özetle, tek tip heteroseksist, kapitalist, patriyarkal aile modeli çöküyor; cinsiyetler arası eşitliğe dayalı demokratik, çoğulcu farklı aile modelleri talep ediliyor olmasıdır. Hiç kuşkusuz 80’lerden günümüze bu tartışmaların fitilini ateşleyen ve yeni imkanlar oluşmasını sağlayan çerçeve feminist düşünce ve politika ile ortaya çıktı.

Geçtiğimiz günlerde yaşanan kadın cinayetlerinin ardından, memleketin birçok yerinde lise ve üniversite öğrencisi genç kadınlar, katledilen kız kardeşleri için sokağa çıktı. Kadınların dünden bugüne yükselttiği isyan bayrağı, şimdilerde yaş ortalaması daha düşük genç kadınların ellerinde. Şirin Tekeli’ye atıfla; ”Daha yapacak çok şey var. Yılmak yok. Top artık, beşinci ve altıncı kuşak feministlerde”4 diyebilir miyiz?

Funda Ş. : Maalesef, sen bu soruyu sorduğundan bu yana kaç kadın-çocuk katledildi. Deliller gizlendi, failler bulunmadı/bulunamadı, yayın yasağı getirildi, protesto için sokağa dökülen kadınlar hırpalandı, kriminalize edildiler. Kadınların yaşam hakları ellerinden alınıyor. Daha kaybedecek ne kaldı? O yüzden isyan ediliyor. Erkek şiddeti göz göre göre geliyor. Kadınlar çaresizlikten sosyal medyadan yardım için adeta yakarıyor, haykırıyorlar. Neyse ki bu konuda çalışan sivil toplum örgütleri, dernekler var. Fakat onların çabası kime, neye yeter? Fiziksel ve sembolik şiddet, şiddetin diğer türleri ekonomik şiddet mesela, siber şiddet o kadar büyük, yaygın ki. Üstelik yüreklendiriliyor. Kadınların özgürleşme, şiddetsiz bir dünyada yaşama, yaşam tarzlarına göre bir düzen kurma talepleri aileyi, ahlakı çökertecek bir tavır olarak görüldüğü için sürekli karalanıyor, hedef gösteriliyorlar. LGBTİ hareketi zaten hedef tahtasında yıllardır. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması sürecinde hep bu kara propaganda yapıldı biliyorsun. Yani daha yapacak çok şey olduğu gibi, geçmişteki kazanımları yitirmeme veya yitirilenlere sahip çıkma gibi yorucu fakat kaçınılmaz sorumluluklar da var. Sisifos gibi dağın tepesine bin bir zahmetle çıkardığımız taşlar üzerimize yuvarlanıyor. Onları eski yerine koymak zorundayız.

Sevgi U. Ç. : Kesinlikle daha yapacak çok şey var, hep var… Çok şey yapma halinin kendisi de özgürleştirici bir potansiyel zaten kadınlar için. Her kuşak kendi mücadelesini veriyor elbette. Diğer yandan daha önceki kuşakların verdiği mücadele ve kazanımlar önemli bir etki yapıyor, kurumsal ve zihinsel miras oluşturuyor.

Tekeli, Bugünleri Görseydi, Bu Karanlığın İçindeki Işıkları ve Bu Potansiyeli de Görürdü.

Ben “suya yazılmıyor” lafını seviyorum, sürekliliği anlatan bir ifade olarak. Her türlü eşitsizliğe, haksızlığa karşı ortaya konan itiraz ve direniş, hemen, kısa vadede somut bir sonuç vermiyor olsa da, mutlaka bir etkisi oluyor. Şöyle örnekleyeyim: Benim kızlarım var ve eşitsiz toplumsal cinsiyet rollerine dair fikirleri benim gibi bir feminist olma hikayesiyle oluşmadı. Ama sıklıkla onların çeşitli durumlara verdiği tepkilerine, kullandıkları kavramlara vb. çok şaşırıyorum. Ben bu kavramları öğrenmek ve farkındalığı kazanmak için feminist mücadelem ve akademisyen kimliğimle çok çalıştım. Kızlarım gibi yeni kuşaklar bu ortama doğdu. Bunlar sürekliliğin olduğu dediğimiz, hissettiğimiz alanlar. Buna karşılık, kurumsal, politik ve toplumsal hayatın bunun aksi yönde gittiği dönemler ve durumlar ise çelişkileri ve çatışmaları arttıran kopuşlar yaratıyor. Tam da bu nedenle her kuşak kendi mücadelesini de ortaya koymak zorunda zaten. Umarım günümüzde yaşadığımız bu paradoksu daha eşitlikçi bir cinsiyetler dünyası inşası yönünde aşarız… Tarih karanlık dönemlerine rağmen böyle ilerledi, o nedenle her şeye rağmen karamsar değilim. Eminim, Şirin Tekeli de bugün Türkiye’de olan biteni görseydi hem çok üzülür, nasıl bu kadar geri gidebilir diye hisseder ama öte yandan bu karanlığın içindeki ışıkları ve bu potansiyeli de görürdü.

Künye: Alışın Her Yerdeyiz! Mahcup Feministlerden Feminist Aktivistlere,

Derleyenler: Funda Şenol ve Sevgi Uçan Çubukçu, Dipnot Yayınları (2024)

Katkı sunanlar: Ayşe Akalın, Burcu Binbuğa, Elifcan Çelebi, Ezgi Burak Kıyak, Gözde Orhan, Merve Koç, Nazife Kosukoğlu, Özgür Sevgi Göral, Petek Onur, Pınar Karababa Demircan, Sezen Bayhan, Yonca Güneş Yücel

Kaynakça:

  1. https://catlakzemin.com/sirin-tekeli-74-yasinda/ ↩︎
  2. Koza- Hane- Kent: İpek Halının Peçelediği Görünmez Kadın Emeği, Pınar Karababa Demircan, s. 32
    ↩︎
  3. Hayatta Kalmak, Ayakta Kalmak, Adaleti Aramak: Ağır Ceza Mahkemelerinde Makbul Mağdur Olmayan Kadınlar, Özgür Sevgi Göral, s. 253
    ↩︎
  4. Age, s.11 ↩︎

Editör: Ebru Pektaş
Redaksiyon: Özgür Genç
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation