Background

Mayısın İkinci Pazarı

Tarihler boyu fedakârlık öyküleriyle yüceltilmiştir annelik. Ayrıca öldükten sonraki huzur da garantidir: Gitmek için herkesin can attığı “cennet, annelerin ayaklarının altında”dır. Toplumun gözünde en makbul kadın, fedakârlığı sorgulanmamak şartıyla anne olmayı “başarmış” kadındır. Gönüllü köleler yaratmanın tılsımlı sözcüğüne dönüşmüştür “annelik”.

 

2020’de yapılan bir sosyal farkındalık deneyiyle ilgili çarpıcı bir video seyretmiştim. O dönem yaygın olarak paylaşılmıştı, aranızdan izleyenler de olmuştur. On kadar insanla iş görüşmesi yapılıyordu ve eleman alınacak işin niteliği oldukça ağır koşullar içeriyordu. Bir kere belirli mesai saati olmayacak şekilde ve 365 gün çalışacaksınız, hafta sonu, bayram vs. tatili dahi yok. Ayrıca iletişim beceriniz çok iyi olacak, iyi bir aşçı, iyi bir bakıcı, hemşire olacaksınız. İş arkadaşlarınızın dağıttıklarını toparlayacak, pisliklerini temizleyeceksiniz. Biraz psikoloji, biraz pedagoji, biraz ekonomi bileceksiniz. İş arkadaşlarınızın gece-gündüz birçok ihtiyaçlarını karşılayacak, ayrıca sevginizi de eksik etmeyeceksiniz. Karşılığında da hiç para almayacaksınız. Tabii görüşmeye girenler tüm bunları duyduklarında kulaklarına inanamıyor, bu koşulda çalışacak kimseyi bulamayacaklarını söylüyorlar. Görüşmeci de tam tersine, bu koşullarda milyonlarca insanın hali hazırda çalıştığını söylüyor ve “Anneler” diyor. Sonra gözyaşları sel oluyor falan. 

Gerçekten de çarpıcı bir farkındalık yaratıyor, hem denekler hem izleyenler açısından. Peki, bu farkındalık neye yol açtı? Koca bir sıfıra. Neden? Çünkü anneler hâlâ aynı koşullarda çalışıyor.

Tarihler boyu fedakârlık öyküleriyle yüceltilmiştir annelik. Ayrıca öldükten sonraki huzur da garantidir: Gitmek için herkesin can attığı “cennet, annelerin ayaklarının altında”dır. Toplumun gözünde en makbul kadın, fedakârlığı sorgulanmamak şartıyla anne olmayı “başarmış” kadındır. Gönüllü köleler yaratmanın tılsımlı sözcüğüne dönüşmüştür “annelik”. Hem duygumuzu hem emeğimizi böyle seve seve sömürtmeye başka nasıl razı geliriz ki zaten? Hatta yeterince fedakârlık yapmadığımızda kendi anneliğimizi sorgularız. 

Yazının girişinde sözünü ettiğim, yapılma amacı “annenizin kıymetini bilin” olan deneydeki koşulları alt alta yazdığınızda annelerin daha açık ifadeyle “anne kadınlar”ın “kutsal aile”, “fedakâr anne” masallarıyla soslanarak aslında nasıl bir sömürünün altında olduğu çırçıplak ortaya çıkıyor.

Evet, tüm sınıflı toplumlarda “aile ve annelik” sömürünün sürebilmesi için oldukça kullanışlı sosyal, kültürel ve ekonomik ögeler olmuştur. Özellikle de emekçi sınıflarda aile korunmak zorundadır. İş gücünün devamının sağlanması için o çocuklar doğmak zorundadır. Yani doğan çocukların bakımı asıl olarak devlete ait olmalıdır. Yaşlı ve hasta bakımı da aslen devletin sorumluluğundadır ama aile aracılığıyla bu sorumluluk kadının sırtına yüklenir; yarın işinin başına karnı doymuş, cinsel ihtiyacı karşılanmış, dinlenmiş olarak erkeği göndermek de. Ailenin korunması, kadının aile içinde kalması, çalışıyorsa da bu aile yapısını zedelemeden çalışması bu nedenle bugün de -eskiye nazaran büyük kadın mücadeleleriyle bir ölçüde kırılsa da- bir devlet politikası olarak sürmektedir. Ailenin gerici yapısı buradan da gelir.

Kollontay, “Cinsler Arası İlişkiler ve Sınıf Mücadelesi” adlı yazısında kapitalist ailenin ortadan kaldırılmasının, kadının üzerinden bakım ve hijyen işlerinin alınmasının işçi hükümeti için çok önemli adımlar olduğunun altını çizer. 1

Halk mutfakları, çamaşırhaneler, kreşler, bakım evleri açılması gerektiğini söyler ve asıl o zaman -aynı zamanda birçok zorunluluklarla bir arada kalan- eşlerin ve çocuk-ebeveyn ilişkisinin gerçek sevgi ve saygı üzerinden kurulabileceğini savunur. Aileyi bu haliyle ikiyüzlü ilişkilerin kaynağı olarak görür. Gerçekten de üzerinden bakım yükümlülüğü alınmış, üretime aktif katılan, sosyal bir hayatı, ekonomik özgürlüğü olan bir anne daha huzurlu, daha üretken, daha renkli olmaz mı?

Kadının kurtuluş mücadelesinde aile ve anneliğin bugünkü tanımına karşı mücadele yürütmek zorunludur. Bunu söylerken aile içi şiddetin yarattığı ezilmeyi hesaba katmıyorum bile. Aile içi şiddet olmasa bile bugün aile de annelik de kadının ayağındaki önemli prangalardır. Çocuğuna bakmak, evini temizlemek, her gün ailenin yemeğini yapmak zorunda kalan kadın tabii ki sanatla, siyasetle onların gerektirdiği emeği verecek kadar ilgilenemez. Tüm dünyası neredeyse evinin sınırlarıyla çevrelenir, televizyonun ona “açtığı” pencereden dünyaya bakar. Dolayısıyla annelik bugünkü haliyle yüceltildikçe, fedakârlığı övüldükçe kadının tutsaklığı da büyür. 

“Anne” sözünün bile insanın imgeleminde sıcacık bir şey oluşturduğunu bilerek, annesini çok seven ve kendisi de anne olan bir kadın olarak yazıyorum bunları.

Ne tuhaf ki, sadece doğurganlığımız, yani bir canlının türünü devam ettirmek için sahip olduğu en doğal üreme içgüdüsü nedeniyle insan dişisinin başına örülen bunca çoraptan kurtulmak bugün özgürlük, eşitlik mücadelemizin ana konularından biri olmuş durumda. Hem doğurmak hem özgür kalmak mümkün oysa. 

 

 

  1. A. Kollontay, Sovyet Kadını Seçme Yazılar, Yordam Kitap (2023) ↩︎

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation