Background

Anne Öyküleri – 3: Devrimci Aysel                                   

Lanet bir soğuk vardı. Gece don yapmıştı hava. Köy takır tukurdu. Yanaklarını, ellerini, gözkapaklarını  ısıran görünmez bir canavar peşindeydi. Ağzından çıkan buhar bile havada dondu donacaktı. ani 7 Mart’ta melekler iner, baharı bağırıp söylerlerdi1 , bu sene inememişlerdi belli ki. Baktılar ki geçen sene bahar zemheriye döndü, ne yapsınlar, topyekûn greve çıkmışlardı. İş halkın başına düşmüştü de halkın aklı başına düşmüş müydü, orasını görecekti. Değişen bir şey yok, ki tî be nan u av, ki têrbe dîl’da yâr dîxwaze2 durur.  Birilerinden de birilerine güller gider.

Çocukları dinlememekle iyi etmemişlerdi. Hiç değilse on-on beş gün sonra gelseler, böyle kuduz gibi ısıran soğuk kalmazdı. Seçim telaşına koştur koştur yetişmişlerdi memlekete. 14 Mayıs’tan sonra kimsede pek bir umut da yoktu gerçi. Aysel soğuktan korunmak için başına sardığı örtülerden, kat kat şallardan içinde küçücük gözüken yüzünü yukarı kaldırdı. Gözleri alacaklıydı. Geldiği büyük şehirdeki açların gözlerinin hakları, borçla doğan bebelerin hakları, kendilerinden vazgeçilen emeklilerin hakları, gelecekten umudunu kesmiş gençlerin haklarıyla dolup taşmıştı gözleri:

–        Bana bakın 7 Mart melekleri azıcık diri olun öyle bırakmayın hemen kendinizi, altmış altı yaşıma geldim, acıyı da bal eyledim, sıratı da yol eyledim kaç seçim devirdim  ama bahardan hiç vazgeçmedim. Getireceğiz sonunda o baharı, hııı me li hev kir?3 Siz ister inin ister inmeyin, tüm dünya için  gün, bir gün mutlaka o gün olacak.

Aysel ağzından çıkan buzlu nefesle bir yandan ellerini ısıtmaya çalışıyor bir yandan da telefonu soğuktan etkilenip donup kalmasın diye hızlı hızlı köyün tepeliğine doğru yürüyordu. Torunların özlemi soğuktan fenaydı. Telefon bir o tepeden çekiyordu.  Eylül, Boran, İdil büyümüştü. Barış, Mahir, Rodin, oyyy, anegurban, onlar daha yavruydu, hele Ada kuş, tohum tohum. Kızlar, Seher’de toplanacaktı bugün. Bir taşla üç kuş uçuracaktı yüreğine Aysel. Mahir, Rodin, Ada…

Tepeye vardığında şanslıydı, rüzgâr hızını  biraz kaybetmişti. Aysel yine yukarıya bakıp, “7 Mart melekleri, gönlümü almak için Mikail’le mi konuştunuz kız?” dedi. Taaaa içinin en şafaklı yerinden bir gülümsemeyle kızların en büyüğü Seher’in telefonunu görüntülü aradı. Düşmedi. Görüntüden vazgeçti, seslerini duymaya razıydı. Normal aramadan çevirdi numarayı. Üçüncü çalışta telefon açıldı.

–          Anekurban Seher, hele iyi herkes?
–          Anneanne ben Mahir. Nasılsın?
–          Yavrum, kuzum, tu delala vî dilî ye sen4,  annen nerde?
–          Teyzemler bizde anneanne. Özledim seni, iyi misin?
–          İyiyim Mahirim.  Ne yapıyorsunuz, kahvaltı mı yediniz?
–          Evet anneanne, Birsen Teyzem, Dilek Teyzem, Vildan Teyzem burada. Oyun oynayacağız sonra. Ama bu senin bebek torunun Ada, uyumuyor ki bir türlü.

Aysel’in gözleri hasretten yaşardı ya,  bir gören olsa soğuğa atacaktı bahaneyi. Demek Ada kuşu uyumuyor.

–          Mahir, sen telefonu bir Ada’ya doğru götür hele.

Mahir, telefonu teyzesi Birsen’e verdi.

–         Anekurban, sesimi dışarı ver hele.

Birsen bir yandan ayağındaki Ada’yı sallamayı sürdürürken bir yandan da hoparlörü açtı.

–        Porê dayika min sor e/ Porê hevala min sor e/  Paşika gulya bi mor e/ Şûştina xelkê çi zor e/  Paşika gulya bi mor e/ Şûştina xelkê çi zor e/ Porê delala min sor e/ Porê hevala min sor e/ Paşika guliya bi mor e/ Bi şûştina xelkê çi zor e…5

Aysel’in Hınıs’tan, dağlardan, derelerden, katar katar trenlerin çufff çuflarından aşıp İstanbul’a varan anakadın sesi, Ada kuş bebeğin gözlerine uyku oldu. Aysel vaktinde Mahir’le Rodin’i uyuturken söylediği türküyü Ada kuşundan esirger miydi hiç? Ne dağlar ne taşlar durabilirdi anakadının önünde.  

Ada bir o yana bir bu yana sallanırken gözlerine uyku çöktü. Seher Birsen’in elinden telefonu aldı. Uzaklaşıp mutfağa gitti. Aysel’in söyleyecekleri vardı.

Dün ikindi vakti, Ferat’ın Şilan gelmişti. Aysel’e, “Senin okuman yazman var demi Aysel Abla?” diye sormuştu. Aysel gururla, “Var tabii, kursa gittim ben İstanbul’da, öğrendim okuma yazmayı,” deyince Şilan da ağzındaki baklayı çıkarmış, Aysel’e seçimlerde Ferat’ın listesinden muhtar azalığı teklif etmişti. 

–         Vayyyyy vayyyy vayyyy, valla ne diyeyim, biran bile düşünme, kabul et anne.
–         İyi güzel dersin anegurban da ben yapabilir miyim ki?
–        Kız Aysel, sen değil aza, muhtar adayı olsan en iyisini yaparsın. Bugüne kadar yaptıklarının yanında azalık sana kurban olsun kız… Şimdi git eve, kim olduğunu hatırla sonra da  kabul et, dedi Seher.

Sahi kimdi Aysel? Telefonu kapatıp yola düştü. Gelirkenki soğuk kırılmış mıydı ne? 

Eve vardığında kocası Kemal, sobayı iyice körüklemiş, sıcaktan divanda içi geçmişti. Aysel sobanın üstünde kaynayan demlikten bir bardak çay doldurup camın kenarına geçti. Kıtlama yaparak çayını içmeye başladı. Kulağında bir çocuk  sesi yankılandı. Zaman devrildi, evrildi; anakadın Aysel’den çocuk Aysel’e vardı.

–          Dayika a delal, bir daha bırakma beni…

Aysel on üç yaşındayken haykırmış anasına, “Bir daha bırakma beni,” diye. Elli iki mevsim gelip geçmiş, güneş dört bin yedi yüz kırk beş kere doğup batmış da ancak anasına ana, babasına baba diyebilmiş.  Töre bu ya, büyüğe karşı çıkılır mı? Aysel doğduğunda amcası istemiş Aysel’i; demiş, “Bizim çocuğumuz olmuyor, sizde var nasıl olsa, bu yeni doğan bizim olsun.” Sormamışlar ki anacığına, almışlar kucağından vermişler amcasının karısının memesine. Hele bir, “Varmem,” de, de de gör bak, kanından nasıl da yakarlar kına6.  Aysel bunu on altısında kocaya verildiğinde anlamış. Hele bir, “Varmam,” de, de de gör bak, nasıl yakarlar kanından kına.

On üçüne varana kadar amcayı baba, yengeyi ana bellemiş. Sonra bak sen şu hayatın cilvesine,  amcasının bebesi oluvermiş. Kendi dölünden dururken ne gerek var başkasının dölünden olana bakmaya deyiverip yollamışlar Aysel’i,  bebekken geldiği eve gerisin geri. Gerçi sekizinden beri Aysel bakmış ya onlara, bahane gerek işte. Demişler bu senin asıl anan, bu da senin asıl baban. Sanmış ki Aysel hiç olamadığı çocuk olacak baba evinde. Oynayamadığı oyunları oynayacak, anasına saçlarını ördürecek. Bir sabahcık olsun erken uyanmayacak, dünyanın tekerleğini ilk o ittirmeyecek.  Daha on altısına vardığında Aysel’in çocukluktan çıktığına hükmü vermişler. Eeee, bir yıldır kirleniyormuş Aysel, vakti tamammış. Kirlendi mi başını biran önce bağlamak gerekmiş, kız kısmının. Böyle buyur etmiş bıyıklar, sakallar. O  bıyıklılardan biri babası demiş, “Kocaya kaçıp adımı çıkarır, yüzümü  yere düşürür. Evlenecek.” Hele bir evlenme, evlenme de kanında…

Aysel yerinden kalkıp sobanın üstünden bir çay daha doldurdu. Kemal’in homurtularına aldırış etmeden düşündü. Duvarda asılı duran babasının fotoğrafına baktı. Ölünceye kadar sevgi dilendiği babasına sitemle mırıldandı:

–          Derdê dilekî, jî barê deh mîlan girantir e.7 Senin şu benim gönlüme verdiğin derdin yanında çektiklerim devede kulak bile değil bavo8.  Pir Ali, mürşit Muhammed ve Ehl-i beyt yüzü suyu hürmetine üçler, beşler, yediler, on ikiler, on dörtler, on yediler ve kırklar bana yardımcı olsun, yol göstersin.

Ne zaman yüreğine taşıyabileceğinden ağır bir kuş otursa üçlerden, beşlerden, kırklardan yardım isterdi. Kemaller’in evine on altısında gelin gittiğinde, kapının eşiğinden girerken başlamıştı Aysel’in yedilerden, on ikilerden, on yedilerden yardım istemesi. Bavosundan umudunu kestiğinde… Belindeki kırmızı kuşak bekâretinin değil de ırgatlığının, köleliğinin kurdelesiymiş.  Meğer o günden sonra gözü daha yaşlı, yüreği daha ateşli olacakmış Aysel’in. Gelin on altısında, damat yirmi üçünde. Allah var, Kemal iyi insandı, ağzı var dili yoktu, merhametten nasiplenmiş, üstüne erenlerin ruhu sinmiş bir çocuk adamdı.

Gerçi yetmemişti işte sadece iyilik, Aysel’in gördüğü zulümleri engellemeye. Boncuk boncuk yaşlar süzüldü Aysel’in gözünden. Ne zaman kaybettiği ilk yavrusunu hatırlasa içini çeke çeke, kimseler duymadan ağlardı. Aysel yirmi nüfuslu evin kölesiydi artık. Yokluk bir yandan, iyilikten nasibini almamış yoksunluk bir yandan… Gelin olmak meğer insanlıktan çıkmakmış diye düşündüğü günler günleri kovalarken; yorgunluktan, fıkaralıktan günden güne erirken bir de gebe kalıvermişti. Aysel daha on altısında, başında yirmi baş nüfus… Yok yoktan eyle yedir. Yok yoktan eyle içir. En kötüsü de sabun yok. Onlar alışmış da Aysel on altısına kadar çok çekse de hiç sabunsuzluk çekmemiş. En kötüsü de sabun yok.  Varsın olsun, içinde yeni bir yaşam yeşeriyor ya varsın sabun olmasın deyip avutmuş kendini. On yedisinde kucağına vermişler ilk bebesini. Asıl ondan sonra başlayacakmış Aysel’in çilesi… Ne bebeğini öpüp koklayabilmiş ne de bebeğine ninniler söyleyebilmiş. Yasakmış Aysel’in çocuğunu sevmesi. Ayıpmış kadın kısmısının evdeki er kişilerin, büyüklerin yanında bebesini sevmesi. Ne zaman fırsatını bulsa gizli gizli kokusunu içine çekmiş yavrusunun. Yine öyle anlardan birinde, Kemal’in evde olmadığı bir gece, Aysel bebeğin çok ateşli olduğunu fark etmiş. Çaresizlikle Kemal’in büyük abisinin kapısını çalmış:

–            Rabe rabe bra. Rabe  zarok dışeute rabe.9 Uyan bra uyan!

Aysel başörtüsünün ucuyla gözünden tomur tomur akan yaşları sildi. O günleri yüreğinin en derininde yeniden yaşıyordu. Uyanmıştı abi uyanmasına ama keşke de uyanmasaydı. Esip gürlemişti. Evin düzenini bozuyordu bu küçük gelin. Yeni icatlar çıkarıyordu. Allah’ın verdiği canı Allah almak isterse alırdı, yenisini verirdi. Kadın kısmısı kendi aklıyla hareket ederse böyle olurdu. Kemal gelsin konuşacaktı.

Sene 1975… Aysel on yedisinde. Aysel’in kara günlerinden en karasının gün doğumu. Çatak Köyü uykuda. Toprak uykuda, ağaç uykuda, börtü böcek uykuda, kızaran ekin uykuda. Bir feryadı figanla, Aysel’in damarlarından fışkıran, yüreğinden kopan acının zelzelesiyle uyanacaklarından habersiz uykuda Hınıs.

–          Dile min şewitand. Zarokemın çuuuuuuu…10

Toprak ağlar, ağaç ağlar, börtü böcek ağlar, kızaran ekin ağlar Aysel’in feryadına da gelin geldiği evden bir vahhh diyen çıkmaz. Aysel kucağında yedi aylık yavrusunun ölüsüyle saatlerce ağıtlar yakar. Göğe varır anakadının yakarışları da yanı başına duyuramaz acısını. Kurşun olur tırnakları, sapladıkça on yedilik körpe avuçlarına kanatır da kanatır. Hanice vakit dili lâl olur, babasına haber salar, “Gel beni al, götür,” der. Gelir babası.

–          Kız çıktığın eve kadın olarak ancak misafirliğe gelirsin ya da helallik almaya cenazenle gelirsin. Senin evin burası!

Aysel çayına kıtlama yaptığı şekerden sertçe ısırıp babasının duvardaki fotoğrafıyla göz göze geldi. Baktı, baktı, baktı, “Pir Sultan ruhunu pak etsin,” dedi, döndü yüzünü pencereye. Baktı, baktı, baktı, uzaklardan kendine el sallayan körpe Aysel’i gördü. Telaşla koşuyordu. Kucağında bebesi Seher, bir elinde dört yaşındaki oğlu Mehmet. Can havliyle koşuyor Aysel. En büyükleri Kenan nerede? Kenan yok, Kenan hayvanları otlatmaya gittiydi. Aysel’in ardından da elinde silahla kocasının abisi… Onun ardında da hayvanları otlatmaktan gelen Kenan’ın feryadı.

–          Anneeee, beni de götür. Dejmin bernede day11

Aysel kulağında ardında bıraktığı en büyük çocuğu Kenan’ın sesiyle, kucağında Seher, bir elinde Mehmet, koştu, koştu, koştu. Soluğu kesilecek gibi oldu. Bir ağaca yaslanıp ardına baktı. Gelen giden yoktu. Atlatmıştı. Mehmet kendisinden iki yaş büyük abisi için ağlıyordu. Acı acı güldü Aysel, silahla kovalanacak suçunu hatırladı. Çay içmişti Aysel, köleydi ya herkesten önce ve herkesin önünde demlikten nasıl da çay döküp içerdi. Nasıl saymazdı büyüklerini. Aysel elindeki yarısı dolu çay bardağını kafasına dikti.

–          Jiyana rojekîye bi rûmet, ji jiyana salaye bi koletî çêtire..12 Size de boyun eğmedim ya.

Aysel, Mehmet ve Seher’le birlikte epey yürüdükten sonra, köyleri aştıktan sonra bir tanıdıklarının yanına varmıştı. Bir ay boyunca o tanıdıklarına misafir olmuş, boşa koymuş, doluya koymuş bir karar vermişti. İstanbul’a gideceklerdi. Kocası ister gelsin ister gelmesindi, Aysel üç çocuğunu da alıp gidecekti. Kocasına haber saldı. Aysel’in kararına razıydı Kemal. İlk kez başkaldırdı Aysel’den aldığı cesaretle abilerine ve helal ekmek kil olsa kopmaz, haram ekmek halat da olsa kopar diyerek dil bilmez, yol bilmez halde düştüler İstanbul yollarına.

Oy anam ki oy, biri altı yaşında, biri dört yaşında, biri daha yaşında değil, üç çocukla vardılar cehenneme. Sessiz, sakin, konuşmaz bir adam Kemal. İş başa düştü mü yine. Önce Kemal’i işe kattı, sonra baktı beş boğaza yetmez adamın getirdiği para, başladı harıl harıl kazak örmeye, elbise dikmeye. O da yetmedi. Geceleri ördü, dikti. Gündüzleri bahçe ekmeye, ektiklerini satmaya başladı. Gün günü kovaladı, ayın şafağı boğazın üstüne yüzlerce kez düştü. Dilek ile Birsen doğdu. Beş çocuğun bakımı daha da zorlaşınca, Seher biraz büyüyünce ona emanet etti Dilek ile Birsen’i, makine parçaları yapan bir fabrikanın mutfağına işçi oldu. Fabrikaya gittiği ilk günün sabahında Seher’e bir söz verdi. Seher de, Dilek de, Birsen de büyüyecek, okuyacak, erkeğin eline bakmayacaktı; “Eğer de benim adım Aysel ise bu gök, bu yer duysun, sizi kimseye ezdirmeyeceğim.”

Kadın kısmı çalışır mı, kadın namustur diye konuşan onlarca sakala, bıyığa, “Konuşun, he babam konuşun, erkek kısmının çalışması şeref de benim çalışmam niye leke oluyormuş, ha? Çocuklarına bir sokum ekmek götürmek için Ayseller de çalışacak, belleyin bunu o tahta kurusunun kemirdiği kafalarınıza,” deyip işçi oldu fabrikaya. Baktı ki fabrikada da aslında konuşan sakallar, bıyıklar onlar adına kararlar veriyor, “Hınıs’ta, o evden ölümüm çıkmasına nasıl izin vermediysem burada niye izin verecekmişim sömürülmeye,” dedi. Fabrikaya gelen sendikanın temsilcileriyle toplantılara katıldı. Proletarya olduğunu öğrendi. Kadın proletaryanın daha çok ezildiğini öğrendi. Bu düzende fabrikada çalışan erkeklerden daha düşük ücretlere çalışmak zorunda olduğunu, kadın kısmısı oldukları için kıyafetlerine de dikkat etmeleri gerektiğini öğrendi. Sigortalarının eksik yatırıldığını öğrendi. Sordu, sordukça öğrendi. Bir akşam iş çıkışı sendikadan Nurdan dikildi karşısına.

–          Aysel Abla  bu fabrikada temsilciye ihtiyacımız var.
–          Var tabii, ben diyordum size. Çok iyi düşünmüşsünüz.
–          Öyleyse aç kulaklarını iyi dinle, bu fabrikayı sen örgütleyeceksin. Sendika temsilcisi sen olacaksın.
–         Anegurban senin  ne dediğini kulakların duyuyor? Ben  o dediğini nasıl yapayım? Okumam yok yazmam yok. Nasıl örgütleyeceğim bizimkileri? Ben bilmem o işleri, yok başkasına verin siz o görevi.

                                    ***

Aysel  öğle arasında fabrikanın yemekhanesinde bir sandalyenin üstüne çıkmış işçilere konuşuyordu.

–    Beni dinleyin öküz kardeşlerim!

Bir anda yemekhaneden uğultular yükselmeye başladı.

–        Ne diyor bu kadın!
–        Öküz sensin! Yuhhhh olsun be, biz de dinliyoruz aval aval seni.
–        Aysel Abla ayıp oluyor ama.

Aysel, kendinden emin ve gür sesi ile:

–     Dinleyin hele. Safkan aygırların yanında hepimiz öküzüz. Bir dinleyin hele. Bizim oralarda bir Ermeni masalı anlatırdı büyükler. Safkan olan aygır, öküze aşağılayarak bakarmış çünkü o aygır değerli taşlarla süslüymüş. Krallar, prensler başka soylular tarafından en iyi kalite buğdayla beslenirmiş. Size de aygır gibi aşağılayarak bakanlar var mı yok mu, soruyorum kardeşlerim?”

Kalabalıktan yine sesler yükselmeye başlamıştı:

–          Var, olmaz olur mu?
–          İçerdeler onlar Aysel Abla içerdeler. Bizimle yemezler!

Aysel, anlaşıldığını düşünmenin verdiği güvenle:

–          İşte o öküz demiş ki soyluların aygırına, “ben öyle çalışıp, çabalıyor ve yoruluyorum ki, sen ve efendilerin benim ürettiklerimi yiyebiliyorsunuz. Ben işi durdurursam, senin kralların, senin prenslerin ve sen kendin açlıktan ölürsünüz”. Doğru mu kardeşlerim!

Yemekhanede kısa süre bir sessizlik oldu. Herkes birbirine bakıp başını salladı.

–          Doğru diyor Aysel Abla!
–          Haklısın vallahi de ne yapacağız?

Aysel en cesur haliyle kocaman gülümseyerek;

–          Hakkımızı almayı kıyamete bırakmayacağız. Sendikalı olacağız, birlik olacağız, diri olacağız! Vermiyorlar mı greve gideceğiz.

                                                                                 ***

Baharı getirecek 7 Mart melekleri de grevdeydi kesin, yoksa martın ortasına doğru karlar düşer miydi hiç. Aysel mırıldanarak yerinden kalktı.

–          Ha-ha-ha tey-tey teyyyy… Hakkın ara sor da gel. Düğün olsun grevler, davullara vur da gel… Kavgadan kaçmak olmaz yüreğini al da gel!

Gocuğunu üstüne geçirirken bir yandan olduğu yerde halay çekiyor bir yandan da mırıldanıyordu. Telefonunu alıp eldivenin içine sardı, cebine koydu. Tam kapıdan çıkacakken Kemal uyanıp arkasından seslendi?

–          Nereye gidiyorsun kadın bu soğukta?
–          Kavgaya  devam edeceğimi kızlara  haber etmeye gidiyorum.

***

Aysel’in içi içine sığmıyordu. Hızlı adımlarla tepeye doğru yürüyordu. Bir elinde amcasına doğar doğmaz evlatlık verilen çocuk Aysel’in eli, diğer elinde on altısında kocaya verilen beli kırmızı kuşaklı Aysel’in eli. Onları da yanına katmış, kızlara haber vermeye gidiyordu. Tepeye vardığında derin bir nefes aldı. Seher’in numarasını çevirdi.

–          Seher  sen misin anegurban?  Ben düşündüm aza olacağım ama sonraki seçimlerde de muhtar adayı olacağım. Ferat’a da diyeceğim, ‘Niye bu köyün muhtarları hep erkek?’ Bu işleri öğrenip ben olacağım muhtar.
–          Helal olsun kız Aysel sana! Yürü be, kim tutar seni!  Dur bekle, herkese söyleyeyim. Ahaliiiii, Aysel kararını vermiş, aza olacakmış. Bir sonraki seçimlerde de muhtar adayı olacakmış. Devrimci Aysel be,  yürü…

İstanbul’da alkışlar kopuyordu. Rodin gözlerini kocaman açıp Dilek’e:

–          Devrimci ne demek anne? diye sordu.

Dilek, şöyle bir düşündü:

–          Hııı, söyle bakalım Seher Teyzesi, devrimci ne demek?
–          Devrimci, şey… Şimdi en iyi Vildan Teyze anlatır, demi, Vildan Teyze ne demek devrimci?

Vildan erik yanak, bal dudak Mahir’le göz göze geldi. Mahir’e göz kırptı. Onlar konuşmadan da anlaşırdı.

Mahir ayağa fırladı, abi edasıyla Rodin’e dönüp heyecanla;

–          Anneannem demek oğlum işte. Dev-rim-ci Ay- sel!” diye bağırdı.

Canımın canı, kız kardeşim Vildan’ın ahretliği Seherimizin annesi Aysel’e…

*Kürtçe çeviriler için öyküye destek olan kıymetlim Edip çocuğa, Edip Altunbıçak’a teşekkürler.




Dipnotlar:

  1. Hewt adari de melegi ameyê var vatê u qêrayê, wesari. Zazaca bir atasözü. ↩︎
  2. Aç olan aş, tok olan aşk ister. ↩︎
  3. Anlaştık mı? ↩︎
  4. Gönlümün güzelisin. ↩︎
  5. Porê Delala Min Sor e şarkısından ↩︎
  6. Hasan Hüseyin’in Kandan Kına Yakılmaz şiirinin isminden ilhamla. ↩︎
  7. Gönüldeki bir dert sırtlandığın on yükten ağırdır. ↩︎
  8. Baba ↩︎
  9. Kalk, kalk abi yanıyor bu yavrucak. ↩︎
  10. Ciğerim, ciğerim söndü, gitti yavrum. ↩︎
  11. Bırakma beni anne. ↩︎
  12. Bir gün onurlu yaşam, yıllarca boyun eğip kölece yaşamaktan iyidir. ↩︎

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation