Background

“Eleştirel Erkekliğin” Eleştirisi için Başlangıç Notları

Ebru Pektaş

En son yazımda, gündelik yaşamda, roller ve değer yargıları evreninde “erkekliğin” ne menem bir şey olduğuna dair bir girizgah yapmıştım. 

Erkek olmak zordu, bir “büyük imkânsızdı”, gurur öğütüyordu, performans baskısına, paniğe ve hınca yol açıyordu, bitmeyen bir ispat yüküydü; evde, yatakta, fabrikada, ocakta, camide, kürsüde, devrimci partide her yerde işliyordu. 

Bu sahneleri çoğaltmak mümkün demiştik.

Bu yazıda, “erkeklik çalışmalarına” damgasını vuran tüm bu betimleyici sahnelerin bizi tam olarak nereye götürdüğü hakkında bir sorgulama yapmayı deneyeceğim. Sözgelimi bu sahnelere, Tayfun Atay’ın “erkeklik en çok erkeği ezer” saptaması eşlik ettiğinde sormak kaçınılmaz hale geliyor.1 Bu cümledeki “en çok” vurgusu ne anlama geliyor? Dikkat edildiyse burada “erkeklik, erkeği de ezer” denmiyor, erkeklik “en çok” erkeği ezer deniyor.

Gerçekten de kadınların beyaz tayt giydi diye, tuzluğu uzatmadı diye, kapıyı geç açtı diye, boşandı diye, pembe telefon kılıfı kullandı diye, yabancı bir erkeğe saat sordu diye öldürüldüğü bir dünyada erkekliğin en çok erkeği ezdiğine emin miyiz?2

Retorik bir sorudur bu ama “erkeklik incelemelerinin” kimi zaman müphemliklerini ve kimi zaman “erkekliklere” hesapsız açtığı merhamet kapılarını sorgulamak anlamlı görünmektedir. O halde biraz gerilere gideceğiz…

Biraz derken işin doğrusu akademide “eleştirel erkeklik çalışmaları” alanı yarım yüzyılı geride bırakmıştır. 1970’lerde akademide başlayan, profeminist özellikler sergileyen çalışmalardan sonra 1990’ların sonunda erkek hakları aktivizminin ağırlığı hissedilmiştir. 

Kuşkusuz aradaki fark oldukça önemlidir. 

Erkek hakları aktivizmi, asıl erkeklerin ezildiğini, erkeklerin özünde “iyi” olduğunu, topluma, aileye, kadına yararlı olduğunu ama “şirazesi kaymış bir dünyada” erkeğin değersizleştirildiğini, haklarının gasp edildiğini, krize sürüklendiğini iddia eder. Günümüzün incellerinin, redpillcilerinin, mağdur erkek platformlarının “kökü dışarda” öz kaynakları bunlardır.

Eleştirel erkeklik incelemelerinde ise erkeklerin toplumsal cinsiyet rollerinden iktidar konumlarına, çıkar farklılıklarından “ezilme biçimlerine” bir dizi konu sorunsallaştırılır. Bu hat, profeministtir ve özellikle kültürel süreçlerdeki eşitsizliğin aydınlatılmasında önemli bir rol üstlenmiştir.

Peki başka?

Hem olanaklara ama hem de sorunlara işaret etmesi anlamında, eleştirel erkeklik incelemelerinin çıkışı ile dönemin postmodern ve postyapısalcı paradigmasının içiçe geçtiğini de hatırlatmak gerekir. Zira alanın klasik metinlerinde, bu izleğin tüm semptomları bulunur. 

En başta, “büyük anlatıların” reddi, bütünselliğin, totalitenin reddi, determinizme karşı olumsalcılık, özcülük ve indirgemecilik eleştirilerinin her şeyin başı ve sonu haline gelmesi sıralanabilir. Erkeklik incelemelerinde “patriarka” kavramının sorgulanması ve giderek gözlerden kaybolması bunun en belirgin örneğidir. 

Patriarka Kavramının Bir Tür “Büyük Anlatı” Olarak Görülmesi

Ağırlıkla 1980’li yıllarda yürütülen patriarka tartışması oldukça öğreticidir. Patriarka kavramı hakkındaki yaklaşımların, yalnızca çelişkisizliği, mutlaklığı, tarih-dışılığı barındırdırdığı düşünülür. Patriarka kavramı bir “büyük anlatıdır”, indirgemeci ve özcü olarak nitelenir.

“1980’li yıllarla birlikte bu durumun değişmeye başladığını ve feminist kuramcıların patriarki kavramının sınırları ötesine geçmeye başladıklarını görüyoruz. Patriarki kavramı, biyolojik indirgemeci, tarih-dışı, homojen ve tekçi erkek egemenliği yorumuna dayanan aşırı basitleştirici bir kavram olduğu gerekçesi ile eleştirilmiştir”. 3

Malcolm Waters’ın patriarka kavramını soruşturduğu bir makalesindede, üç önemli itiraz serimlenir. Bunlar içinde kavramın evrensellik iddiası, tarihdışılığı, indirgemeci olduğu, etimolojik olarak arkaik referansları gibi dönemin hâkim postmodern lügatının unsurlarını görürüz.4

Patriarka kavramına dönük bu eleştiri furyasına dönemin ideolojik atmosferi o kadar sinmiştir ki kimilerine göre “bilgi toplumundan” bahsedilen bir dünyada patriarka ölmeye yüz tutmuştur.5 Gerçekten de dönemin ruhuna uygundur; birileri tarihin sonunu ilan ederken, birileri işçi sınıfının öldüğünden, teknolojik devrimden, kapitalizmin sonundan bahsederken birileri de patriarkaya ölüm ilanı çıkartmıştır. 

Bir parantez açıp eklemek isterim. Daha yakın bir tarihte Göran Therborn da dünyanın gelişmiş kapitalist merkezleri için artık patriarkadan bahsedilemeyeceğini, artık bir tür post-patriarkanın varolduğunu iddia etmiştir. Bu haliyle kavramsal ve olgusal olarak tartışmaya değerdir kuşkusuz. 6

Sonuçta, patriarka kavramının bu şekilde parçalanması, erkeklik incelemeleri için önemli bir yatak olmuştur. Zira bu alandaki en önemli teorisyenlerden biri olan Raewyn Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar adlı kitabında, ataerkinin neden kullanışlı bir kavram olmadığını anlatır ve tüm boşlukları “hegemonik erkeklik” ve “iktidar” kavramı ile doldurur. 

Bu ise en başta politik bir sorundur. Zira artık patriarka kavramının davet ettiği evrensel kurtuluş teorileri de şaibeli hale gelir. Connell’den dinleyelim:

“(…)hem kadın kurtuluş hareketi hem de daha radikal kategorik toplumsal cinsiyet teorileri, uzlaşımsal iktidar düzenlemelerini sorgulamaktadır hiç kuşkusuz. Ama eğilimleri, bunu ‘ya hep ya hiç’ şeklinde ortaya koymaya yöneliktir. Kategoricilik, daha çok, Marksist yapısalcılıkta örtük olan devrimci ‘büyük patlama’ teorisine benzer şekilde, baskının olmadığı uzak bir gelecek ve uzak bir geçmiş tasarlar(…)Sonuç ise kadınlara metafizik bir dayanışma (‘tüm kadınlar…’), her yerde her zaman hazır bir düşman (‘tüm erkekler…’) ve yapı ile kategorilerin evrensel olması nedeniyle mevcut ilişkilerdeki mücadelenin anlamsız olduğu yönünde güçlü bir içerim sunulması olur”. 7 

Zarina Maharaj da Connell üzerine bir makalesinde, onun aydınlanma projesini canlandırmadan, eril söylem ve iktidarı yapısöküme uğrattığını söylemesi bu bakımdan anlamlıdır. 8

Binbir Surat İktidar İlişkileri ve Erkeklikler

Sonuçta erkeklerden kadınlara yönelen, bütünsel ve belirlenimci olan ezme ve sömürü ilişkisi, binbir surat iktidar ilişkileri içinde olumsal hale getirilir. Erkekler ezilen olabilir, hatta en çok onlar ezilebilir,  kadınlar eril olabilir ya da ezilenlerin “pazarlıkları” ve faillikleri vardır vs. Bu düzlemde çok çeşitli iktidar koordinatları bulunur. 

Bu kuramsal hamlenin temelinde Michel Foucault’cu “iktidar” kavrayışı vardır. Kabaca ifade etmek gerekirse, iktidar; ona sahip olanlar ve olmayanlar olarak ikiye ayrılamaz, güç ezenden ezilene tek yönlü bir vektör modeline göre anlaşılmamalıdır. İktidar daha ziyade, akışkan, her şeyi kapsayan bir araçtır, her türlü toplumsal ilişkiye içkindir, her yerdedir.

Tüm bu akışkanlık ve çokluk içinde, bütünsellik ve kategori korkusu yaşarken, öze dair olanı kavrayacakken özcü ve indirgemeci olma kaygısıyla, yapılacak şey bir tür haritacılık olacaktır. Erkeklik konumları bir bir tespit edilecektir. Ne var ki tutarlı olunacaksa pek çok erkeklik konumu (hegemonik, madun, tabii, öteki) daha tanımlandığı anda katılaşıp donacak, akışkan bir teoriye ayak bağı olacaktır.

Nitekim Connell de tanımladığı türlü “erkeklik” konumlarını çeşitli biçimlerde revize etmek (tabi kılınan -subordinated masculinity-, marjinalleştirilen -marginalized masculinity- ya da işbirlikçi -complicit masculinity-erkeklikler) durumunda kalmıştır. Zira her konum “ortak çıkar” ve kimlik gibi özcü(!) anlatılara kapı aralayan bir yeri de işaret edecektir. 9

Burada bir parantez daha açayım. Özellikle son kırk yıldır her niyete meze edilen bu özcülük ve indirgemecilik eleştirisinin Marksist yöntemle anlaşılır kılınması gerekir. Marksist yöntem için öze dair olanı bulmak, olgular arasındaki süreklilik ilişkilerini keşfetmek, soyutlama yapmak temel bir çözümleme hamlesidir. Öz-görünüş kategorisi Marksist epistemolojinin (de) en önemli uğraklarından biridir. Bu bağlamda cinsiyetli eşitsizliklerin özüne dair Marksist ya da feminist önermelerin peşinen “özcü” kabul edilmesi “öz’lerin reddine” dairdir.10 Tutarlı olunacaksa bunun sonu nominalizmdir, radikal tikelciliktir. Benzer şekilde indirgeme yapmak, soyutlamaya dair bir süreçken, her türlü indirgemenin indirgemecilik olarak yaftalanması çözümlemeyi imkânsız hale getirecektir.11

Postmodernizm “Sınıfı” Hatırlatıyor!

Patriarkanın, çoklu iktidar ilişkilerini (ne zaman devreye gireceği belli olmayan) bir “son kertede” belirlemesi ya da olumsallaşması aslında “çerçeveye dair” sorunlardır. Bir de bu çerçevenin nasıl doldurulduğuna bakmak gerekir. 

Daha açık bir ifadeyle patriarka gibi global bir kavramı yerinden edecek kadar büyük bir misyon üstlenen “erkeklikler”, sistemi nasıl belirlemektedir?

Açıkçası “patriarka” ve “erkeklikler” olarak bu iki kavramın kıyaslanmasını, farklı soyutlama düzeylerine ait kavramların ikame edilmesi olarak görüyorum. Örneğin kapitalizm kavramı ile devlet kavramını birbiri yerine kullanmak hatta bir yerden sonra artık sadece devlet kavramını kullanmak gibidir bu. Oysaki bu iki kavram farklı soyutlama düzeylerine aittir, ölçekleri başkadır.

Zaten sorun da burada. Connell’in esas kavramı olan “hegemonik erkeklik” sırtına o kadar büyük bir yük almıştır ki dönüp dolaşıp neden bunun bir  “rol teorisi” olmadığını, erkeklik incelemelerinin bir tür kültüralizme indirgenemeyeceğini anlatmaktadır bize. 

Kuşkusuz “hegemonik erkekliğin” kendini kültürel bir inşa olarak sunmaması, toplumsal cinsiyet rollerine, ideolojik kültürel dünyanın cinsiyetli ikiliklerine, kültürel örüntülerin şematizmine daraltmak istememesi oldukça önemlidir. Yaşamda cinsiyetli eşitsizliklerin varlığı ve yeniden üretilmesi, kültürel kodların çok ötesine, maddi koşullara, yeniden üretime, sınıfsallığa bağlıdır. Ancak tüm bunların çoklu ve akışkan “iktidar” ilişkilerine devşirilmesi ve etnik, ırksal, dini, cinsel diğer kesişenlerle hibritlenmesi bir kez daha ilişki ve oluşumdan çok konumların gündeme geldiği bir haritayı önümüze serer.

Sonuçta olan şudur, bu kuramsal önermede patriarka gibi sınıf da sadece varsayılmıştır. 12

Yazı çok uzadı ve tüm bu kuramsal ayrımların, kavram tercihlerinin politik sonuçlarını “speküle etmek” başka bir yazıya kalsın sevgili okuyucu…

Kaynakça:

  1. Eylem Ümit Atılgan, Haksız Tahrik, Bir Erkeklik Hakkı adlı çok değerli çalışmasında bunları detaylıca incelemiştir. Eylem Ümit Atılgan (2024), Haksız Tahrik, Bir Erkeklik Hakkı, İletişim Yayınları.
    ↩︎
  2. Tayfun Atay (2012), Çin İşi Japon İşi, Cinsiyet ve Cinsellik Üzerine Atropolojik Değiniler, Erkeklik, En Çok Erkeği Ezer,  İletişim Yayınları. ↩︎
  3. Serpil Çakır (2009), Erkeklik: İmkânsız İktidar, Ailede, Piyasada ve Sokakata Erekekler, Metis Yayınları, s.24 ↩︎
  4. Malcolm Waters, Patriarchy and Viriarchy: An exploration and reconstruction of concepts of masculine domination, Sociology, Vol. 23, No. 2 (May 1989). ↩︎
  5. Serpil Çakır, Age, s.113 ↩︎
  6. Göran Therborn, Between Sex And Power, Family in The World, 1900–2000, Routledge, s.130 ↩︎
  7. Raewyn Connel, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Ayrıntı (2016), s.102 ↩︎
  8. Zarina Maharaj, A Social Theory of Gender: Connell’s Gender and Power, Feminist Politics: Colonial/Postcolonial Worlds (Spring, 1995), No. 49,  ↩︎
  9. Raewyn Connel, Age, s.36 ↩︎
  10. Bu makale çok önemli bir yöntem okumasıdır.
    Gülnur Acar-Savran (2006), Özne-Yapı Gerilimi, “ ‘Öz’lerin Reddinden Sınıf Politikasının Reddine”, Kanat, s.59.
    ↩︎
  11. Metin Çulhaoğlu (1997), Bin Yıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, Sarmal, s.102 ↩︎
  12. Gülnur Acar-Savran (2006), Özne-Yapı Gerilimi, “Anderson’ın Reformistlere Uyarısı: Gramsci’nin Çıkmazları”, Kanat, s.171 ↩︎

Editör: Sinem Yıldız
Redaksiyon: Sinem Yıldız
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation