Background

Görünmeyen Emek Olmaya Karşı: Ege’nin Direnişçi Kadınları – 1

Ege’nin yeşiline, havasına, zeytinine, denizine olduğu kadar bedenine, emeğine ve kimliğine de cesurca sahip çıkan Egeli kadınlar, şimdi bir de bağnazlaşmış olan cinsiyetçi kapitalizme karşı her yerde seslerini yükseltiyorlar. Egeli kadınların seslerini, geçmişten bugüne biraz daha yakından duyalım mı?

Bu yazı dizisinin amacı, kadınların emek ve siyaset alanında ortaya koydukları direnişi bölgesel bir çerçeve örneğiyle görünür hale getirmek. Zira pek çok alanda olduğu gibi bu alanda da kadın direnişleri “görünmez” kılınmış durumda. İktidarın genel olarak emeğe karşıt politikalar uyguladığı aşikar ancak kadın emeğinin tüm bu olumsuzluğun yanında maruz kaldığı özel, özgün sorunları var.

“Görünmeyen emek”, kadın emeği için artık kabul görmüş ve yerleşik hale gelmiş bir tanım. Neden “görünmeyen emek” olduğu ise, çoğu kez üzerinde fazla düşünmediğimiz bir konu. Çünkü kadın emeğinin, maruz kaldığı sistemi tanımlarken genellikle sadece “kapitalizm” belirlemesinden hareket ediliyor. Bu da kadın emeği konusunu eksik değerlendirmemize yol açıyor. Doğru tanım, cinsiyetçi, ataerkil (patriyarkal) kapitalizm. Neden böyle?

Patriyarka, kapitalizmden binyıllar önce başlamış bir egemenlik biçimi. Kadınların köle olarak görüldüğü, cadı avlarına ve yakılmalara maruz kaldığı uzun ortaçağın ardından gelen Sanayi Devrimi ve art arda patlak veren siyasi devrimler, “eşitlik, kardeşlik, özgürlük” sloganıyla kitlelere umut oldu. Ancak Fransız İhtilali’yle başlayan Cumhuriyetler, daha en baştan kadınları dışarda bıraktı, “yurttaşlık hakkı” isteyen kadınları cezalandırdı. Sanayi geliştikçe, sermayenin kadın işgücüne duyduğu ihtiyaç arttı ve kadın mücadelesinin yılmayan direnişleri sonucunda, oldukça geç dönemlerde bu ülkeler kadınlara yurttaşlık hakkı vermek zorunda kaldılar. Ancak burjuva cumhuriyetlerinin “eşitlik”ten anladığı şeyin, kağıt üstünde yazılı olan ve asla hayata geçmeyen bir eşitsizlik olduğu kısa zamanda ortaya çıktı. Kadınlar, hayatın içine katıldıkları her alanda eşitsizliğin, hatta düşmanca saldırıların duvarına çarptılar. Bugün, sadece ülkemizde değil, dünyanın hemen her yerinde kadınlar daha ucuz işgücü demek, işten çıkarmalarda ilk olarak kapı önüne konulan onlar, kariyer basamaklarında kadınların aşmak zorunda oldukları engeller ve görünmez bir cam tavanın varlığı biliniyor, kentin sokakları kadınlar için güvenli değil ve robot süpürgeden akıllı fırına kadar her türlü teknolojinin yürürlükte olduğu 21. yüzyılda bile “ev içi” yine kadının sorumluluk alanında.

Cinsiyetçi kapitalizm

Peki kapitalizm bu cinsiyetçi işleyişi ortadan kaldıramaz mı? Bizim gibi bağımlı, geri ülkeleri bir yana bırakalım; refah toplumları olarak adlandırılan kuzey yarıkürede dahi bunu yapmamasının nedeni nedir?

Çünkü kapitalizm, patriyarkadan besleniyor, sermayenin kazancı ataerki ve cinsiyetçilikle el ele yürüyerek katlanıyor. Çünkü kadının patriyarkal kapitalizmde çok boyutlu bir işlevi var: Öncelikle işgücünün (doğurganlıkla) nesil anlamında yeniden üretimi; ikinci olarak işgücünün günlük yeniden üretimi (çalışan işçinin ertesi gün yeniden işe gidebilmesi için gereken her şey: yeme içme, dinlenme, temizlik vb) ve sonuncusu emek piyasasında ucuz işgücü olarak  yer alma.

Özellikle 1980’lerin sonunda başlayan ve kapitalizmin krize karşı geliştirdiği neoliberal düzen, özelleştirme, esnek üretim gibi uygulamalarla kadının bu işlevlerini ikiye katladı. Daha önce sosyal devletin üstlendiği lojman, kreş, sağlık hizmeti gibi haklar geri alındı ve çocuk-hasta bakımı başta olmak üzere devletin kısmi olarak üstlendiği tüm işler, yeniden kadınlara yüklendi. Yani kapitalist devlet, kendi cebinden karşılamak istemediği tüm insani gereksinmeleri, ataerki sayesinde kadınlara devretti. Kadınlar çocuk ve hasta bakımının sorumlusu olarak emek piyasasından çekilmek zorunda kaldılar.

Neoliberal kapitalizmin buna da bir çaresi vardı: Esnek üretim, esnek istihdam. Kadınlar hem ataerkinin onlara yüklediği görevleri yerine getirecek hem de esnek istihdama katılacaklardı. Evden çalışma, yarı zamanlı çalışma, kadrosuz-sözleşmeli çalışma gibi çalışma biçimleri kadınların neredeyse tek seçeneği haline geldi.

Görüldüğü gibi kadınlar, bir yandan kapitalizm öte yandan patriyarka tarafından çembere alınmış durumdalar ve birindeki dayatma diğerindeki pozisyonuna geriden başlamasına neden oluyor. Kadınlar ataerkinin dayattığı kadınlık rolleri yüzünden emek piyasasında ucuz ve güvencesiz işlere mahkûm oluyor; kapitalizm ise bu zorunluluktan yararlanarak çalıştırdığı kadınların patriyarkaya direnebilmelerini engelliyor. Kadınlar sırf maddi koşulları yetersiz olduğu, hiçbir sosyal güvenceleri olmadığı için içinde olmak istemedikleri evi/rolü bırakıp gidemiyorlar.

12 Eylül “serbest sömürü”yü getirdi

Türkiye de 12 Eylül darbesini hazırlayan sebeplerden biri olan 24 Ocak ekonomik kararlarıyla, küresel neoliberal düzene adım attı. Cunta lideri Kenan Evren ve ardından serbest piyasanın mimarı olan Turgut Özal döneminde, tüm sosyal haklar geri alındı, işçi sınıfının kazanımlarına zorla el konuldu. Yeni İş Yasası çıkarılarak çalışma süreleri uzatıldı, fazla mesai ücreti kaldırıldı, işten çıkarmalar kolaylaştırılarak iş güvencesi yok edildi, taşeron firma uygulamasıyla kadrosuz-güvencesiz işçi çalıştırma getirildi. Böylece işveren sigorta priminden kurtarıldı(!), toplu sözleşme yerine çerçeve anlaşmalar yapılarak işçi sınıfının pazarlık gücü elinden alındı. Bütün bunlar genel olarak işçi sınıfının toplumsal konumunu çok geriye sürükleyen bir olguydu ama kadın işçilerin ileri sürülen bu şartlara boyun eğmesi, neoliberal sistemde çok daha kolay oluyordu. Çünkü kadının eve getirdiği gelire “ek gelir” olarak bakılmasını, çocuk ve hasta bakımı ile ev işlerinin kadına ait görülmesini sağlayan ataerki, ne yazık ki kadın işçinin kendi sınıfından da destek görmemesine yol açıyordu. Buna bir de sendikaların kadın işçi konusundaki tutumlarını da eklemek gerekiyor. Sendikalar, kadın büroları/komisyonları kurup kadın işçilerin özgün sorunlarının farkına varmaya ancak 1990’larda tek tük başladılar ve 2000’lerde bu durum biraz daha yaygınlaştı. Ancak hâlâ sendikalarda, hatta kadın işgücünün çok yaygın olduğu işkollarında örgütlü sendikalarda bile yönetim mekanizmalarında kadınların sayısı çok az. Ama ne iyi ki, başta kadın hareketinin direnci ve kararlılığı olmak üzere kadınların giderek politikleşmesi sayesinde, kadınlar artık hayatın her alanında seslerini daha çok duyuruyorlar.

Egeli kadınların direnişi

Ve kadınların seslerini en çok duyduğumuz yerlerden biri Ege. Bilirsiniz, Türkiye’de İzmirli/Egeli kadınlar, çoğu kez de olumsuz biçimde “fazla serbest” olarak değerlendirildi yıllarca. Ama iktidarın emeğimize, bedenimize, kimliğimize pervazsızca saldırdığı son yıllarda, bu değerlendirme tersine dönmek zorunda kaldı. Ege’nin yeşiline, havasına, zeytinine, denizine olduğu kadar bedenine, emeğine ve kimliğine de cesurca sahip çıkan Egeli kadınlar, şimdi bir de bağnazlaşmış olan cinsiyetçi kapitalizme karşı her yerde seslerini yükseltiyorlar.

Egeli kadınların seslerini, geçmişten bugüne biraz daha yakından duyalım mı?

  • 1828: Tarihimizdeki ilk kadın eylemi İzmirli kadınlardan

İzmir’de 1828 yılı haziran ayında ekmek fiyatları zamlandı. Bu zamma büyük tepki gösteren kadınlar, üç gün boyunca sokakları işgal etti ve bu protesto sonunda zam geri alındı.

1828’de İzmir’de buğday karaborsaya düşmüştü. Üç beş toptancı ekmek piyasasını istediği gibi yönetiyordu. Dönemin valisi Hasan Paşa, karaborsacıların talebiyle ekmeğin fiyatına zam yaptı. İzmirli kadınlar sokağa döküldü; Kadifekale, Tilkilik, Namazgah ve Damlacık mahallerinden akın akın meydanlara indiler. Karaborsacıların buğday ambarlarını bastılar, ekmek zammının geri alınması için valiye seslendiler. Üç gün süren isyan boyunca kadınlar yanlarında çocuklarıyla şehri işgal ettiler. Kolluk güçlerinin baskılarına rağmen pes etmeyen İzmirli kadınların direnişi sonucunda İzmir Valisi ekmek zammını geri çekti. Ancak bu geri adım sonunda kadınlar evlerine döndüler.

  • 1908: Uşak’ta Tarak Yağması

Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte üretimde yeni teknolojilerin kullanılması, el emeğine olan talebi azalttı, işçileri işsizlik korkusu ve düşük ücretlere mahkûm kalma durumu ile karşı karşıya bıraktı. Tüm dünyanın işçi sınıflarında görülen bir eğilim olan “makine kırıcılık” 1908’de Ege’de, Uşak’ta yaşandı. 1870’lerden itibaren özellikle Uşak, Gördes ve Kula’da halı-kilim dokuma büyük bir ticari sektör haline gelmişti. Çalışma koşulları ağırdı.  Uluslararası The Oriental Carpet Manufacturers Limited adlı şirket evlerde halı dokuyan kadınlar dışında Uşak, Kula, Gördes ve Demirci gibi geleneksel halıcılık merkezlerinde 17 halı imalathanesi açmıştı. Gelişen makineler, elle yün temizleme, yün eğirme ve boyama işi yapan köylü kadınların işini elinden alıyordu. Uşaklı kadınların bu fabrikaların kapatılmasını ve iplik ithalatının yasaklanmasını istiyorlardı. Talepleri dikkate alınmayınca 13 Mart 1908’de, Uşak merkez ve çevre köylerden toplanan, çoğu kadınlar ve çocuklardan oluşan 1.500 kişi Uşak iplik pazarında toplanarak ellerindeki çıkrık ve kirmanları havaya kaldırıp işsizliği protesto ettiler. Mekanik ve buharlı yün eğirme fabrikasına yönelen isyancı kadın işçiler, makineleri tahrip edip yün ve iplikleri yağmalayarak fabrika binalarını ateşe verdiler.

Günlerce süren protestolarda kadınlar tutuklanan 14 arkadaşlarının serbest bırakılması için kaymakamlığa yürüdüler, isyanı bastıramayan Uşak Kaymakamı görevden alındı. Bazı fabrika sahiplerinin kalan makine parçalarını koruyabilmek için çatılarını tamir etmelerine engel olan kadın isyanını bastırmak üzere Kütahya valisi ve başkomiseri gönderildi. İsyancılar, fabrikaların kapatılmasını ve iplik ithalinin yasaklanmasını talep ediyorlardı. Vali ve başkomiserin, bu talepleri İstanbul’daki üstlerine iletmesi ve isyanın son bulması için kabul edilmesini tavsiye etmesi sonucunda fabrikalar tekrar yapılmadı ve 2-3 yıl yeniden açılamadı. Uşaklı kadın işçilerin işsizlik ve ağır çalışma koşullarına karşı isyanı Osmanlı kadın emek tarihine “Tarak Yağması” olarak geçti.

  • 1960’lar: Ege’de toprak işgalleri

Türkiye’de 1950’lerde iktidara gelen Demokrat Parti iktidarı ABD’den alınmaya başlanan Marshall Yardımı’nın da katkısıyla ülkeyi “Küçük Amerika” haline getirmek istiyordu. Demiryollarının önemini kaybedip otomobil satışını destekleyen karayollarının desteklenmesi bu dönemde oldu. Toprakta makineleşmeyi gerçekleştirmek için devlet teşvik politikaları uyguladı. Ardından iktidar olan Adalet Partisi de aynı yönde devam etti ve ucuz hammadde üretimine yönelik tarım politikaları ve devlet kalkınma planları yoluyla tarımda makineleşmeyi hızlandırdı. Bütün bu politikalar küçük üreticiliği zora sokarak büyük toprak sahiplerini güçlendiriyordu. Tarımda makineleşme sonucu toprak ağalarına, tefeci ve tüccarlara olan borcu artan küçük köylüler topraklarını satarak büyük şehirlere göç etmek zorunda kaldı. Ancak köylülerin tek toplumsal tepkisi bu olmadı, mitingler ve toprak işgalleri gibi farklı mücadele biçimleri geliştirdiler. 1968-1971 arasında sol grupların da desteğiyle topraksızlığa, kırsal yoksulluğa karşı yapılan toprak işgalleri ve mitingler yaygınlaştı.

1969’da Torbalı’nın Göllüce ve Atalan köylerinde DP ve AP ile yakın olan toprak ağalarına karşı toprak işgalleri başladı. Bu iki hareket Ege’de ve ülkenin diğer yerlerindeki birçok toprak işgaline örnek oldu.

Bu köylerdeki büyük toprak sahipleri siyasi bağlantılarını kullanarak toprak reformunu engellemiş ve sermayelerini artırmışlardı. 1947’de köylerin toprak reformu dışında kalması için sınırlarını değiştirmişler, 1954’te topraklarının büyük kısmını verimsiz olarak kaydettirmişlerdi. Bu topraklarda pamuk üretiminin makineleşmesi sonucunda kadınlar çapalama, ot ayıklama, hasat gibi emek yoğun işlerde düşük ücretle çalışırken, erkekler traktör sürme, balyalama ve nakliyat işlerinde çalışıyorlardı. 1967’de ithal buğday ekimine geçince çoğunluğu kadın olan pamuk işçilerinin büyük kısmı işsiz kaldı.

28 Ocak 1969’da Atalan Köyü’ndeki kadınlar, kamu arazisi olduğu halde toprak ağaları tarafından kullanılan bir toprağı parsellere bölüp otlarını temizledi ve kiralık traktörlerle tarlaları sürmek istedi ancak jandarma müdahalesiyle karşılaştılar.

Özden Alpdağ, Akşam gazetesi, 25 Şubat 1969

İki ay sonra, 18 Mart 1969’da Göllüce köyünde de yaklaşık iki yüz kadın usulsüz biçimde toprak ağaları tarafından kullanılan kamu arazilerinde nöbet tutmaya başladı. Jandarma bu kadınlara da müdahale etti ve hamile bir kadın ile bir kadın eylemci dipçikle ağır yaralandı; dört kadın jandarma tarafından dövüldü.  Göllüce Köyü’nde de eylemlere katılan bir kadın, köye gelen Vali Muavinine anayasanın 37. Madde’sini hatırlattı. 1961 Anayasası’nın 37. Maddesi, her çiftçinin toprak sahibi olabileceğini ve bunun için devletin gerekli tedbirleri alacağını öngörüyordu.

Göllüce’de jandarma, kadınlara hücum etti”, Cumhuriyet, 18 Mart 1969

Başbakan Süleyman Demirel, 11 Şubat 1969’da kadın eylemcilerin, toprak ağalarının özel mülkiyet hakkını çiğneyerek devletin “namusuna” el uzattıklarını söyledi.  (Bu söylemdeki, özel mülkiyet hakkına el uzatmanın “namus” olması ile kadınların da bir “özel mal” olarak “namus” sayılmasındaki benzerliğe dikkat çekelim.)

Toprak işgallerini destekleyen sol gruplar ise köylülerin örgütlenmesi için mücadele ediyorlardı. Ancak hiçbirinin kadınları muhatap alan bir faaliyet yürüttükleri söylenemez. Köy kahvelerinde erkeklerle toplantılar yapılıyor, radyo dinleme saatleri düzenleniyordu. Muhtarlar ve köyde ikamet eden 5 erkekten oluşan işgal komiteleri kuruldu ve bu komiteler aracılığıyla taleplerini kamuoyuna duyurdular.

Daha sonra toprak işgalleri mahkemeye taşındığında, köylülerin savunmasını yapan solcu avukatlar, toprak mücadelesini kamu arazilerini işgal eden ağalara karşı erkekler tarafından düzenlenmiş eylemler olarak tanımladılar. Emek yoğun işleri üstlendikleri için işsiz kalma tehlikesi yaşayan, ilk olarak toprağı işgal edip jandarma dipçiğine maruz kalan o kadınlar tarihe kaydedilmedi.

  • 1970: İzmir DYO’da toplu sözleşme

1970 yılının Ekim ayında İzmir DYO Boya fabrikasında uzun süren görüşmeler sonucunda, ücretlerden sosyal haklara pek çok konuda işçilerin kazanımıyla sonuçlanan bir toplu sözleşme imzalandı. Hem işyeri hem işkolu düzeyinde imzalanan toplu sözleşmede kadın işçileri de kapsayan “aile zammı” dönemin koşullarına göre, ileri bir talep sayılabilir. Buna göre, aile zammından “dul ve aile reisi durumunda olan kadın üyeler” de yararlanıyorlardı.

  • 1971: Kadın işçilerden siyah eşarplı protesto

1970’deki başarılı toplu sözleşmeden sonra, 1971 yılı Aralık ayında İzmir DYO’da sözleşme yenileme görüşmeleri başladı. Uzun süren görüşmelere rağmen, Petrol-İş’in hayati bulduğu 12 maddede anlaşma sağlanamadı. İşverenin katı tutumunu ve işçilere yönelik saygısız davranışlarını protesto etmek amacıyla erkek işçiler sakal bırakırken, kadın işçiler de siyah eşarp taktılar. Haftalar süren görüşmeler sonuç vermeyince, 4 Şubat 1972’de grev kararı alındı. Aynı gün işveren lokavt kararını duyurdu. İşçiler, işyerinde yemek yemeyi reddetti. Sendikanın ısrarlı tutumu sonucu, 9 Şubat günü uzlaşmaya varıldı.

  • 1980 Ocak-Şubat: Tariş direnişi

22 Ocak 1980’de iktidardaki Adalet Partisi’nin, MHP ve MSP’nin desteğiyle bir üretici kooperatifi olan TARİŞ’te sendikalı işçileri işten çıkarma ve kendi yandaşlarını kadrolara yerleştirme hedefiyle giriştiği operasyon sonucunda önce TARİŞ işçilerinin, ardından Çimentepe, Gültepe gibi gecekondu semtlerinde oturan işçi ailelerinin ve Ege Üniversitesi öğrencileri ile İzmir’deki tüm demokrasi güçlerinin gerçekleştirdiği direnişin adıydı TARİŞ.  Neredeyse tüm bir kent ayağa kalkmıştı, bu anlamda 12 Eylül öncesi demokrasi savaşımında çok önemli bir mevzi anlamına geliyordu. Tabii bu önemin, iktidar da farkındaydı ve kendi propaganda araçlarıyla her gün TARİŞ’te haklarını savunan işçilere “terörist” diye saldırıyordu. İşte bu unutulmaz direnişte, TARİŞ’in incir, üzüm gibi birçok işletmesinde çalışan kadınlar polisin saldırısına karşı etten duvar olarak fabrikalarını savundular, gecekondu semtlerinde işçi eşleriyle beraber direnişe katıldılar. Yıllar sonra, 2020’de, kendisi de TARİŞ üzüm işletmelerinde çalışmış, halen yurtdışında yaşayan Hülya Karcı, o günlerden bugüne birbirlerinden kopmayan TARİŞ’li işçi arkadaşlarının desteğiyle direnişi anlatan bir belgesel gerçekleştirdi: “Bir Makas Değişimiydi TARİŞ.”
(izlemek için: https://payizfilm.com/bir-makas-degisimiydi-taris/ )

  • 6 Mayıs 1990: 50 kilometrelik İnsan zinciri

Aliağa termik santralı projesini protesto etmek için İzmir’den Aliağa’ya kadar 50 kilometre boyunca oluşturulan 50.000 kişilik insan zincirinde kuşkusuz kadınlar da vardı. Zamanın ANAP hükümetinin Japonya’ya yaptırmayı düşündüğü Aliağa termik santrali, bu eylemin sonucunda durduruldu.

Kaynakça:

  • https://www.emekveadalet.org/notlar/kadin-isci-mucadelesi-neden-onemli/
  • https://ekmekvegul.net/bellek/izmirden-fransaya-misirdan-sovyetlere-kadinlarin-ekmek-isyanlari
  • https://catlakzemin.com/13-mart-1908-usakta-makina-kirici-kadin-isciler-ve-tarak-yagmasi/
  • Bengü Kurtege Sefer, Türkiye’de Kırsal Sınıf Mücadelelerinin Mekânsal Okuması: 1960’lı Yıllarda Ege Köylerinde Toprak İşgalleri, Siyaset ve Kadın, 2023
  • https://saltonline.org/tr/2644/turkiyede-kirsal-sinif-mucadelelerinin-mekansal-okumasi-1960li-yillarda-ege-koylerinde-toprak-isgalleri-siyaset-ve-kadin
  • Selgin Zırhlı Kaplan, BEREC’TEN FLORMAR’A Petrol-İş’in yetmiş yıllık tarihinde kadınlar, https://www.petrol-is.org.tr/kadindergisi/sayi64/yetmisinciyil.htm Hacay Yılmaz, TARİŞ Olayları, Yalçın Yay., 1987
  • Nuran Gülenç, Kadın İşçi, https://www.kadinisci.org/kultur-sanat/hulya-karci-ile-bir-makas-degisimiydi-taris-belgeseli-uzerine-unutma-tozunu-islak-bir-bezle-almak-istedik/
  • https://x.com/GunlukArsiv/status/1258009590979010569

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation