Köşe Yazıları Deniz Ay 5 Haziran 2024
Her ne kadar başlıklar, “nüfus yaşlanıyor” diye atılıyorsa da yaşlı nüfusun artıyor olmasını kamu politikası açısından sorun etmiyor patriarkal kapitalizm. Siyasi malzemesini güçlü aile, iş ve aile arasında seçim yapmak zorunda kalmayacak kadın, evliliğe maddi destek-boşanmaya kurumsal köstek olmak gibi bir dizi “sistem içi” çözümlere yüklenerek çıkartmanın peşinde.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) her sene yaptığı gibi geçtiğimiz yılın nüfus verilerini açıkladı ve kamuoyunda en çok dikkat çeken başlık “nüfusumuz yaşlanıyor” oldu. Hemen akabinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk açıklamasında, nüfusun yaşlanmasının sebeplerinden biri olarak doğum oranının düşüklüğüne vurgu yapıp “Türkiye için varoluşsal tehdittir, felakettir; tolere edilir olmaktan çıkmıştır” dedi ve hükümetin meseleyi nasıl ele aldığını ilan etti.
Aynı günlerde, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yeni ‘aile’ politikasını belirleyecek stratejik planın tanıtım toplantısını yaptı. İçeriği konusunda henüz çok bilgimiz olmasa da dört bakanlığın ortak çalışmasıyla düşen doğum oranlarına müdahale etme ve tehdit altında görülen aile kurumunu destekleme yollarının devlet katında arandığını anlıyoruz. Şimdilik bildiklerimiz: Kadınların iş ve aile arasında seçim yapmak zorunda kalmaması için bazı istihdam politikaları üzerine çalışıldığı ve doğum hızının en düşük olduğu 3 ilde pilot çalışma başlatılacağı.
Bu konu üzerine yazmaya başlarken tek yazıda toparlayabileceğimi düşünüyordum1. Şu an okuduğunuz, üç yazılık mini yazı dizisinin ilk kısmı: Feminist iktisat ve toplumsal yeniden üretim çerçevesinden bakınca nüfusun yaşlanması ve bunun kamu politika konusu edilen kısmı olan ‘doğurganlık hızının düşmesi’ meselesini açacağım önce. Bu bir “ne oldu” yazısı. Sonra, doğurganlık hızı düşüşüne yakılan ağıtlar-2, iktidar katında bu duruma müdahale araçlarının nasıl şekillendiği üzerine emareleri değerlendireceğim; o da bir “ne olacak” yazısı. Üçüncü ve son yazıda da sosyalist feminist bir çabayla, “ne olmalı” sorusuna cevap üretmeye çalışıp onarım ve inşa için politika önerileri sunmaya çalışacağım.
Şimdi başlıyoruz.
***
Nüfusun yaşlanması tabii ki Türkiye’ye özgü bir süreç değil. İleri kapitalizmin, kentleşmenin ve ücretli emeğe katılımın yüksek olduğu Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinin başına bir de Japonya’yı eklersek 65 yaş üzeri nüfusun en yüksek olduğu ülkeleri görüyoruz. Bazı uzmanlar buna “ikinci büyük nüfus dönüşümü” diyor.
Nüfusun yaşlanıyor olması ifadesini de açmak gerekiyor. Bu olguyu anlamak, belli politika tercih ve önceliklerini kavramak açısından önemli.
Öncelikle bardağın dolu tarafına bakalım: Nüfusun yaşlanması, ortalama yaşam süresinin uzamasının bir göstergesi olabilir. Koruyucu sağlık önlemleri, sağlıklı yaşam şekilleri ve ilerleyen tıp bilimi sayesinde insan daha uzun yaşayabilen bir tür oldu. Yani yaşlı nüfusun oranının yüksek olması, yüksek refah ve iyilik haline bağlı olabilir. Uzun yaşamın sınıfsallığına girmeden yazıyorum bunu tabii. Bir de bardağın boş tarafına bakalım. Ortalama yaşam süresi çok uzamamış olmasına rağmen yaşlı nüfusun oranının artması, mevcut genç nüfusun azalmasından kaynaklanıyor olabilir. Burada ilk akla gelen neden göç. Yaşamını idame ettirmeyi sağlayacak geçim imkanları ortadan kalkan aktif çalışan nüfusunu başka ülkelere sistematik olarak kaptıran ülkelerde, yüksek doğum oranlarına rağmen nüfus yaşlanabilir.
Bardağın dolu ya da boş tarafına koyamayacağımız bir faktör daha var. Yani ideolojilerden bağımsız mutlak bir olumlu/olumsuz yorumu yapılamayacak olan bir konu: Doğurganlık hızının düşüyor olması. Burada analitik bir çerçeveye, politik bir tavır takınmamıza yardımcı olacak bir kavram setine ihtiyacımız görünür oluyor işte. Çünkü doğurganlık hızı, mevcut baskın toplumsal yapıda heteroseksüel aile içinde kadının biyolojik emeğinin verimliği demek. Bunun somut göstergeleri, doğurganlık hızı denince gözlerin hemen kadınların daha az, daha geç ve belki de hiç çocuk doğurmaması, evlilik oranlarının düşüp boşanma oranlarının yükseliyor olması tartışmalarına dönüşmesi.
Feminist politik iktisat yaklaşımı bize şunu söylüyor: Toplumsal yeniden üretim krizi kapitalist toplumsal düzenin yarattığı içsel çelişkilerden biridir ve bu çelişkilere değinmeden normatif bir ‘aile’ okuması yapmak mümkün değil. Toplumsal yeniden üretim en basit tanımıyla yaşamın yeniden üretimi; buna emek gücümüzün her gün yeniden üretimi, biyolojik üreme ve doğan çocukların bakımı/eğitimi, artık işgücüne katılmayan ve ihtiyaçları sürekli artma eğiliminde olan yaşlıların bakımı da giriyor. Nüfusun yaşlanmasının en basit göstergesi olarak nüfusun kendini yenileyebilmesi için eşik değer kabul edilen 2,1 doğum oranı da buradan geliyor. Eğer nüfusun aşağı yukarı yarısını oluşturan kadınlar, ortalamada 2,1 bebekten daha az doğuruyorsa nüfus yaşlanıyor deniyor. Bir diğer deyişle, nüfusun yaşlanıyor olması toplumsal yeniden üretimin bir krize girdiğinin niceliksel bir kanıtı.
Nancy Fraser, ‘Sermaye ve Bakım Çelişkisi’ makalesinde her kapitalist toplumun derin bir yeniden üretim krizi ve açmazı eğilimini beslediğini anlatır: Bir yandan, sermaye birikiminin devamı için toplumsal yeniden üretim gerekli ve zorunlu bir koşuldur. Öte taraftan, sermayenin sınırsız büyüme ve birikim eğilimi toplumsal yeniden üretim kapasitesini bizzat tüketen, stabilitesini bozan bir toplumsal yapı dayatır.2 Fraser’ın daha yakın zamanda ‘Yamyam Kapitalizm’ olarak tanımladığı bu mekanizmayı kapitalizmin geldiği yeni bir uğraktan çok, kuşaklardır derinleşen krizini devam ettirmekte girdiği açmazı anlamlandırabilmek için güçlü bir analitik çerçeve olarak değerlendiriliyor.
Toplumsal yeniden üretim kapasitesini sistematik olarak zayıflatan ve bunun üzerine düşünmeyi geri plana atan hiçbir topluluğun buna uzun süre dayanamayacağını da hatırlatıyor Nancy Fraser. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın varoluşsal sorun dediği aslında tam da bu. Ancak, tıpkı doğal kaynakları sınırsız gördüğü gibi kadın bedenini de sınırsız sömürüye açık bir kaynak olarak kabul ettiğinden, çarenin doğurganlık hızının arttırılmasında olduğunu salık veriyor. Nüfusun kendini yeniden üretemeyecek kadar tüketilmiş olmasına, sorunun kendisini üreten sistemin içinden ‘çözüm’ bulunamayacağını söylemek de sosyalist feministlere düşüyor.
***
Her ne kadar başlıklar, “nüfus yaşlanıyor” diye atılıyorsa da yaşlı nüfusun artıyor olmasını kamu politikası açısından sorun etmiyor patriarkal kapitalizm. Siyasi malzemesini güçlü aile, iş ve aile arasında seçim yapmak zorunda kalmayacak kadın, evliliğe maddi destek-boşanmaya kurumsal köstek olmak gibi bir dizi “sistem içi” çözümlere yüklenerek çıkartmanın peşinde. Çünkü iktidar, toplumsal yeniden üretim kapasitesini arttırıp güçlendirecek politikalar izleyecek olsa, “Haftalık 35 Saat”3 talebini karşılayarak şey’leri üretmek için sattığımız saatlerimizi düzenleyip, kendimizi sağlıklı bir şekilde yeniden üretebilmek için zaman tanırdı. Ama bu işgücü maliyetlerini arttırıp sermaye kârından kısmayı gerektirirdi; olmaz. Ya da yıllar içinde özelleştirdiği nitelikli temel eğitimi tekrar kamusallaştırmanın yollarını arayıp çocuk sahibi olmanın maliyetini haneler için düşürmeyi seçebilirdi. Ama bu holdingleşmiş özel okul sektöründeki patronların kalbini kırardı; olmaz. Ya da mesela, hanelerin en büyük giderlerinden biri olan konut maliyetini düşürmek için sermaye birikim aracı olmadan barınma ihtiyacını karşılamaya yönelik kiralık konut üretmenin yollarını arardı. Ama bu da ekonominin dinamosu haline getirdikleri inşaat sektörünün tadını kaçırırdı; olmaz.
Tüm olmazların içinde olası görülenler kadın bedeni üzerinden biyopolitika, hane gelirini düşürmeden annelik üzerinden istihdam politikası geliştirmek, evlilik desteği… Üstelik artık merkezi iktidar bu konuda yalnız da sayılmaz, yerel iktidar diye bir kavram girdi politik hayatımıza. Acaba hangi politika araçları devreye sokulması planlanıyor yerelde ve merkezde, ne olacak? Bu da bir sonraki yazının konusu.
Kaynakça
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖