Köşe Yazıları Şöhret Baltaş 24 Ekim 2024
Şiddete dair ilk yazıda kadın cinayetlerine erkek egemen toplumun tepkilerini anlatmış ve kadınlarla baş edemeyen bir erkeklik krizinden söz etmiştim. 1 Bu kriz sadece ülkemizi değil bütün dünyayı etkisi altına almış durumda. İncel gibi kavramlar, Discord uygulamalarında kurulan şiddet-cinayet odaları sanal dünyanın başımıza açtıkları gibi lanse edilse de hepsi temelini erkeklik krizinden ve buna bağlı gelişen kadın düşmanlığından alıyor.
Ama ülkemizde bu düşmanlığa devletin katkısı kendine has! Devletimiz cinayet mahalli olduğu açıkça ortada olan aile’yi korumayı, kadını korumaktan daha önemli buluyor ve kadını kurtulmaya çalıştığı kutsal aile’nin içine tıkmak için elinden geleni yapıyor.
İstanbul Sözleşmesi ve 6284
Şuradan başlayalım: AKP’nin 2015’ten önceki döneminde, yani toplumsal kesimleri yanına çekmek istediği takiyye devrinde imzaladığı İstanbul Sözleşmesi, Başkanlık Rejimi devrinde bir gecede geri çekildi.
İstanbul Sözleşmesi, artık pek çok kadının bildiği gibi bir hukuki metin olmaktan çok daha fazlası. Kadına yönelik şiddeti, şiddet vuku bulmadan önce önlemeyi amaçlayan çok boyutlu bir insan hakları sözleşmesi. Beş temel ilkesi bulunuyor:
Aslında suç işlendikten sonra uygulanan cezalar konusunda, feminist hukukçular her zaman yasaların yeterli olduğunu, “daha caydırıcı bir ceza”ya değil, yasaların uygulanmasına ve en önemlisi suçun gerçekleşmesini önlemek üzere toplumsal cinsiyet politikalarının hayata geçirilmesi gerektiğine ihtiyaç olduğunu vurguladılar. Dolayısıyla Sözleşme’nin belki de en uzun erimli, kalıcı maddesi son maddeydi, yani toplumsal cinsiyet politikaları.
Sözleşme’deki şiddet tanımı ve uygulanması gereken toplumsal cinsiyet poltikaları o kadar geniş ve kapsamlı ki, birçoğunun AKP zihniyetine tamamen ters olduğunu anlamak için fazla kafa yormaya gerek yok. Küçük yaşta kız çocuklarının evlendirilmesi de bu şiddet tanımının içinde mesela; cinsiyetinden ya da cinsel yöneliminden dolayı aşağılanma ve ekonomik olarak köleleştirilme de. AKP’nin Başkanlık Rejimi’ne geçince Sözleşme’den çekilmesinin tek sebebi zihniyet değil tabii. Sözleşme’nin içerdiği şiddetle mücadele politikalarının hayata geçirilmesi için bu konuya daha fazla kaynak ayırmak gerekiyor. Adalet sisteminden kolluk güçlerine kadar devletin tüm kurumlarında toplumsal cinsiyet konusunda farkındalık eğitimleri verilmesi; şiddet konusunda uzman kadrolar kurulması; alınan önlemlere kadınların kolaylıkla erişimini sağlanması; 18 yaşından küçük kız çocuklarının korunması için özel önlemler alınması; kadınların ekonomik bağımsızlığa kavuşmalarının desteklenmesi; şiddet mağduru kadın ve çocukların barınabilecekleri sığınmaevleri açılması ve sadece bu konuya ayrılmış bir şiddet hattı kurulması gibi pek çok politikaya kaynak ayırmak gerekiyor. Bunu yapmak hem “boşuna” para harcamak, hem de cemaatler arasında bölüştürülmüş tabanı kızdırmak demek AKP için. O halde Sözleşme’den bir gecede çekilmek, yükselen tepkilere “ben yaptım oldu” demek tam Başkanlık Rejimi’ne yakışan bir hal çaresi.
6284 Sayılı Kanuna gelelim. TBMM henüz işlevsiz bir kuruma dönüşmemişken, 2012’de kabul edildi. Kadın mücadelesinin ve AİHM’in bu konuda Türkiye aleyhine verdiği kararların baskısıyla olsa da önemli bir adımdı. Kanundaki esaslar büyük ölçüde İstanbul Sözleşmesi’ne göre hazırlanmıştı ama bu kanunu yürürlüğe sokmak zorunda kalan AKP yine de kendine has dokunuşunu yaptı, kanunun adını “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” şeklinde düzenledi. Ne İsa’yı kızdıralım ne Musa’yı hesabı, kadınlara yüzünü dönüp “sizi korumak için” dedi, cemaatlere ve erkeklik savunucularına da “aileyi koruyorum” ezberini vazetti.
Kadın mücadelesinin çok önemli bir kazanımı olan 6284 Sayılı Kanun, evli olmayan kadınları da koruması, şiddet tanımını genişletmesi, önleyici ve koruyucu tedbirleri getirmesi bağlamında halen kadınları şiddetten koruma kapasitesine sahip. Ama kadın katliamı bütün hızıyla devam ederken kanunu kaldırmayı başaramayan AKP, uygulamada kanunu işlemez hale getirdi. Karakollarda 6284’ü bilmeyen ya da devletine güvenip bilmezlikten gelen memurlar; 11 yaşından büyük erkek çocuğunu almayan ve barınma koşullarını sağlamayan sığınmaevleri; şiddet mağduru kadını için koruma kararına “gerek” görmeyen hakimler ve savcılar; Sözleşme’ye dayanarak 6 aya yükseltilen uzaklaştırma kararının tekrar 1 aya indirilmesi ve failin bu karara uymasının takip edilmemesi; muhalefet yaptığı için elektronik kelepçe takan devletin öldürme tehdidinde bulunan fail erkek için bu tedbiri “gerekli” görmemesi; şiddete uğrayan kadının ilk başvuru noktası olarak kurulan Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezlerinde (ŞÖNİM) çalışanların bu alana dair bilinç ve farkındalıkları olmadığı için beklenen işlevi yerine getirememesi gibi yüzlerce örneği sayabiliriz.
Daha kadının “hayatta kalabilmesi” için gereken bu en temel sorunlar ortadayken, “hayatını yeniden kurma” kısmına sıra gelemiyor. Oysa mağdur kadının yeniden bir hayat kurabilmesi ve korkusuzca yaşayabilmesi için devletin vermesi gereken ekonomik, sosyal, hukuki ve psikolojik destekten; çocuklarına kreş-anaokulu imkanından; şiddete uğrama tehlikesine karşı kimlik bilgi ve belgelerinin, ev ve işyerinin değiştirilmesinden; tehlike oluşturan failin silahlarını kolluk kuvvetine teslim etme zorunluluğundan; failin alkol veya madde bağımlısı olması durumunda tedavisinin sağlanmasından konuşmamız gerekiyor.
Ancak kadınların hayatı, AKP için ailenin varlığını sağlayan bir detay! Bir iktidarın kaynak ayırmada öncelik tanıdığı alanlara bakarak neye önem verip vermediğini kolayca anlayabiliriz.
Kadına Günde 38 Kuruş Yeter!
Gelin, AKP’nin 2025 yılı için hazırlanan Bütçe Kanununa bakalım. 2 Bütçede “Ailenin korunması ve güçlendirilmesi için” yaklaşık 17 milyar ayrılırken, “Kadının güçlenmesi” için ayrılan pay sadece 5 milyar. Aile’nin aldığı payın üçte birinden az, toplam bütçenin ise on binde 3’ü. Bu miktarı kadın nüfusa bölersek, devletin bir kadına “güçlenmek” için 38 kuruşu yeterli gördüğü anlaşılıyor. Ailenin korunmasına ayrılan pay her geçen yıl artar, STK sayılan cemaat kurumlarına ayrılan transfer payı yükselir ve Diyanet’e aktarılan bütçe daima eğitimden yüksek olurken bu iktidarın İstanbul Sözleşmesi’nden neden bir gece vakti arkasına bakmadan kaçtığı çok açık değil mi?
Aile’ye düşman değilim, aile içindeki toplumsal cinsiyet rollerinin kadınların ve çocukların hayatına kasteden yapısına bütün itirazım. Devlet, mücadele eden kadınların neye karşı olduğunu çok iyi biliyor ama bu yanlış algıyı, baştan aşağıya klişelerden oluşan nutuklarda kullanıyor: “Aileyi yok etmek istiyorlar!” Oysa biz de kavanozda çimlenip büyümedik, hepimizin bir ailesi var ve bazılarımız yetişkin olunca bir aile kurdu. “Aile” denilen kavramın içini neyle doldurduğumuz belirleyici kısaca.
Kuran Hocanla Aile Danışmanın Ne Derse O!
Devlet “aileyi koruma” deyince neyi kastediyor peki? Elbette kadının ve kız çocuklarının ikinci sınıf olduğu, koca-baba-kayınbaba-abi-erkek evlat koalisyonunun sözünün emir sayıldığı geleneksel aile sisteminin güçlenmesini istiyor. Derdi, toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlar açısından sorgulanması değil, tersine mevcut düzenin daha da güçlendirilmesi.
Hani, ilk yazıda bir kadının söylediği “kadınlarla başa çıkamıyorlar” cümlesini kullanmıştım; işte devlet, erkeklik krizi yaşayan ataerkil toplumun kadınlarla başa çıkmasını kolaylaştırmak istiyor.
Örneğin Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, kız çocuklarının okutulması için bir güvence olan köy okullarından sonra şimdi de taşımalı sistemin sınırlandırılmasının özellikle kız çocuklarının hayatında nelere mal olduğunu bilmiyor mu sizce? Gayet iyi bildiği, Diyanet İşleri ile imzaladığı 4-6 yaş arası kuran kursu protokolüne koyduğu, “Maddi olarak yetersiz ailelerin 4-6 yaş arası çocuklarının kayt ücreti Bakanlıkça karşılanır” maddesinden anlaşılıyor. Bedavadan öğretsin imam-hocalar çocuklara itaati, sorgulamanın münafıklık olduğunu.
Yaşını başını almış kadınlar için de bir çözümü var Bakanlığın. “Ailelere dini rehberlik ve manevi danışmanlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması” için Aile Danışmanlarını devreye sokuyorlar.3 Tanımından da belli olacağı üzere bu Danışmanın, sorun yaşayan aileye söyleyeceği şey belli: Bey kardeşim, karına şefkat göster, kötü söz söyleme, el kaldırma, ama hanım kardeşim sen de beyinin bir söylediğini iki etme, gönlünü hoş et…
Mağdura destek değil tavsiye verip faili yaptırımla değil nasihatle terbiye edeceğini söyleyen bu iktidar mı önleyecek kadın cinayetlerini? Mümkün değil, çünkü fıtratlarında yok!
**
Gelecek yazıda, şiddetin diğer türlerini anlatmaya ve zirvedeki cinayet suçunun çok çeşitli suç ve “kabahatler” tarafından güçlendirildiğini göstermeye çalışacağım.
Kaynakça:
Editör: Ebru Pektaş
Redaksiyon: Ebru Pektaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Yazar Hakkında Bilgi
İzmirli. 1986’da Ege Üni. Basın Yayın Yüksekokulu’ndan mezun oldu, İstanbul’a yerleşti. Yayıncılık alanında çalıştı. Gündem gazetesi, Kadınlara Mahsus Gazete Pazartesi, Kahverenkli, Mesele, Feminist Politika dergilerinde yazdı. 2007’de Koşarken Yavaşlar Gibi, 2014’te Annemle Konuşmalar kitapları yayınlandı. Okumaya, yazmaya, düşünmeye devam ediyor...
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖