Background

Tüm Dünyada Tek Bayrak…

“Tarih yenilenlerinin hafızasından silinir ve yeniden yazılır anılar. Resmi tarih makinesi kimi anları alır parlatır ve durmadan tekrarlayarak bir ayrı gerçeklik yaratır. Galiplerin ve avcıların gerçekliğini. Hiç yokmuş gibi olur geride kalanlar. Ta ki ona derin bir acıyla ihtiyaç duyana dek. İşte o kriz anında ezilenlerin vefası çıkar açığa.”

Walter Benjamin

 

Ortaya çıktığı günden bugüne kapitalizmin kendini denetlemek ve sınırlamak gibi bir eğilimi olmadı, doğanın sonsuz sömürüsünden, insanın ölene dek çalıştırılmasına uzanan pratikleri çerçevesinde herhangi bir kurala sahip değil. Onu sınırlandıran, karşısında kurallar koyan, onun bizzat zulmü altında hayatta kalmaya çalışanlardır: Bizim insanlarımız.

1 Mayıs’ın tarihi tam da bu savunmanın tarihidir. Sınırsız çalışmadan 16 saate, oradan 12 saate sayısız mücadelenin sonucu gelindi. Günde 8 saat çalışabilmek için ise yine bedel ödemek gerekiyordu.

Amerika’daki iç savaşın ve iktisadi krizin ardından olağanüstü bir ekonomik patlama yaşanıyordu. Bu devasa sanayileşme ve ‘gelişme’ döneminin en önemli yakıtı ise insan hayatıydı. En ucuzundan: Göçmen emeği.

Bu sanayileşmenin merkezi olan Şikago’nun emek deposunu Alman ve Bohemyalı göçmen işçiler doldurmuştu. 1,5 dolara, günde 10-12 saat ve haftada altı gün çalışıyor, korkunç koşullarda yaşıyorlardı. Hayat koşullarını düzeltmeye yönelik her örgütlenme girişimleri bugüne çok benzer şekilde cevaplandı: Patronlar işçileri işten attı, sendika üyelerini kara listeye alıp başka yerde iş bulmalarını önleyip açlığa mahkûm ettiler, lokavt ilan edip topluca işten çıkardılar, grev kırıcılar, çeteler tutup üzerlerine saldılar, aralarına casus soktular, özel güvenliklere dövdürdüler, aralarındaki etnik gerilimleri kaşıyıp işçileri bölmeye çalıştılar. Satın alınmış gazeteler patronlardan yana haber yaptı.

Sanırım mücadele eden tüm işçiler için yeterince tanıdık yöntemler…

Ancak yine de 1886’nın 1 Mayıs’ında sayıları milyonları bulan işçilerin bir genel grev örgütlemesini engelleyemediler. İşçiler tek ve bugün hâlâ geçerliliğini koruyan o sloganla birleşerek meydanları ve sokakları doldurdu: “8 saat iş, 8 saat dinlenme ve 8 saat canımız ne isterse.”

Grev sürerken polisler işçilere saldırdı. Bu saldırı sırasında polislerin üzerine bomba atıldı ve 66 polis yaralandı, yedisi öldü. Bu olay üzerine 8 anarşist işçi tutuklandı patronlar 12’den 8’e düşen çalışma saatlerinin aşırı kârlarında yarattığı gediği bu sekiz işçiye ödetmeye kararlıydı. 8’lerin dördü asıldı. Dünyanın her yerinde işçi sınıfı arasında derin bir acıyla karşılandı bu.

Bu idamlarda yaşadığı zulmü görmeyen işçi yoktu. Amerika’daki işçiler 1890 yılının 1 Mayıs’ında yeniden genel grev örgütlemeyi kararlaştırdı. Temmuz 1889’da Paris’te dünyanın çeşitli yerlerinden bir araya gelen 400 işçi temsilcisi işgününün kısaltılması talebini tartışıyordu. Fransa’dan sosyalist bir işçi Lavigne, Avustralya ve ABD’li işçilerin yaptıkları genel grev eyleminin dünya çapında yapılmasını önerdi. Bu eylem bir yıl sonra yapılacaktı. Amerika’dan gelen sendikacı Gompers, bu tarihi Amerika’daki genel grevle aynı güne denk getirmeyi önerdi. Bu tarih hatırlanacağı üzere 1 Mayıs’tı. Şöyle yazıyordu Engels:

“… şu satırları yazdığım bugün, Avrupa ve Amerika proletaryası, ilk kez harekete geçen kavga güçlerinin geçidini yapmakta, ‘tek’ bir ordu olarak, ‘tek’ bir bayrak altında ve en yakın ‘tek’ bir hedefe yönelik: Sekiz saatlik işgünü hedefine. Ve bugünün seyri, kapitalistlerin ve tüm ülkelerin toprak ağalarının gözlerine, tüm ülkelerin proleterlerinin gerçekten birleştiğini gösterecektir. Ah keşke Marx da yanımda olsa, bunu kendi gözleriyle görseydi.”


Bizim tarihimiz

Bundan 10 yıl kadar sonra 1900’lü yılların başında İstanbul’da Abdülhamid istibdadının en karanlık günlerinde Cibali Tütün Fabrikası’nın işçileri grev yapıyor. Önemli bölümü de 12 yaş civarındaki çocuk işçiler. Ve genç işçiler, kadın ve erkek işçiler, Müslüman, Yahudi ve Hristiyan işçiler. Çalışıyorlar: Hızla, dakiklik ve keskinlikle, tütünleri kesiyor, makinelere yerleştiriyor, sarıyorlar. Ortalık toz içinde. Bu yüzden çoğunun gözleri kıpkırmızı ve hasta. Ciğerlerine dolan tütün tozu pek çoğunun ölümüne yol açıyor. Üstelik parça başı çalışıyorlar, paraları tam ve zamanında ödenmiyor, günde 12 saatten fazla çalıştıkları halde yine de geçinmekte güçlük çekiyorlar.

İstibdadın karanlığında 1904 ve 1906’da ve Hürriyet’in aydınlığında 1908’de grev yapıyorlar. Aralarındaki farklara aldanmadan birleşerek grev yapıyorlar. Selanik’te grevde ustalaşan kendileri gibi işçilere kulak vererek grev yapıyorlar, İtalyan yoldaşlarına, Alman işdaşlarına uyarak grev yapıyorlar. 1911’e gelindiğinde bir sendikaları ve 2 binden fazla işçiyle greve çıkabilecek güçleri var.

Yalnız onlar mı? Anadolu-Bağdat Demiryolu işçileri, İstanbul ve İzmir Tramvay Şirketleri işçileri, Şark Demiryolları Kumpanyası, Sirkeci Şimendifer Fabrikası işçileri, Yedikule Şimendifer Fabrikası işçileri, Aydın-İzmir Demiryolu işçileri, Selanik Sigara Fabrikası işçileri, yine Selanik’te Sigara Kağıdı, Tütün, Tuğla, Bira fabrikaları işçileri, Selanik Telgraf İdaresi memurları, ticarethane ve mağaza çalışanları, Kazlıçeşme deri işçileri, Havagazı Şirketi işçi ve memurları, Kavala’da 12 binden fazla tütün rejisi işçisi, Hasköy Tersanesi işçileri ve Şirket-i Hayriye Fabrikaları işçileri, İstanbul, İzmir ve Selanik’te tramvay işçileri, mağaza çalışanlarından otel garsonlarına, temizlik işçilerinden yazmacı esnafına, mürettiplerden Adana Pamuk Fabrikası, Hereke Dokuma Fabrikası, Varna Ticaret İşletmeleri personeline yalnız 1908 yılında 100 bin işçi grevdeydi Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı kentlerinde.

Hem de bu grevlerin önemli bir bölümü kadınların grevleriydi. Kavala ve Drama’daki 14 bin tütün işçisinin örgütlediği grevin başını Vera adlı bir kadın işçi çekiyordu. Kadın işçilerin talepleri, “İşgününün yazın 9, kışın 8 saate indirilmesi, gündeliklerin 18 kuruşa çıkartılması, işyerlerinde tükürük kapları, içme suyu, havalandırma tesisatı bulundurulması” idi.

Sivas’ta çalışma koşulları o kadar berbattır ki, işçiler 16 saat çalışıp aldıkları günlük ücretle bir ekmek bile alamaz. Bu koşullara isyan eden kadın işçiler yürüyüşe geçer. Hedef Sivas Belediyesi’dir. Belediye başkanının evini taşlar ve buğday depolarına el koyarlar. İpek işçisi kadınların grevleri ve hanum birlikleri. İstanbul, Selanik, İskeçe, Vidin, Kavala, Drama, İzmir, Adana, Üsküp, Varna şehirlerinden 100’ü aşkın grevden 40’a yakını da kadın işçilerin ağırlıklı olduğu gıda ve dokuma işkollarındadır. Tütün, kumaş, deri, halı gibi işkollarında çalışan kadınlar bu grevlerde grev komiteleri oluşturmuş ve bu komitelerde etkin biçimde çalışmıştır.

Osmanlı işçi sınıfı tarih sahnesine çıkıyor.

Yine bugüne ışık tutacak şekilde tüm toplumsal kesimleri arkasında seferber ederek iktidarı 31 Mart olayının arkasından tam anlamıyla ele geçiren İttihat ve Terakki Cemiyeti bir süre sonra yeni ittifaklar edinerek eski ittifaklarını bir kenara itmişti. Grev ve protestolarla haklarını talep eden işçilere yönelik olarak Tatil-i Eşgal Kanunu çıkardı ve grevlerin yasaklanması yolunu seçti. ‘Hürriyet, Musavvat, Uhuvvet’ sloganları ile devrime koşan işçilerin kendi gücüyle özgürlükten, eşitlikten ve kardeşlikten pay almasının böylelikle önüne geçilebileceği düşünüldü.

İşte memleketimizin ilk 1 Mayıs’ı tam da bu yasaklamalara karşı doğdu, başka deneyimlerden gelen işçileri ortak bir mücadelede birleştirdi. Grev karşıtı bu yasaya karşı mücadeleyi yükselten işçiler, Rum, Türk, Yahudi, Bulgar, Müslüman ve Hristiyan, kadın ve erkek işçiler 1 Mayıs 1909’ı birlikte örgütledi. 1 Mayıs bildirisini dört dilde yazdılar. Grevi bir hürriyet olarak tanımlayıp talep ettiler. İşçileri koruyacak yasalar ve herkes için seçme ve seçilme hakkı istediler.

1 Mayıs 1909

Hürriyetin, devrimin ve işçi hareketlerinin başkenti Selanik’in tarihi bizi yalnız kendi ülkemizin değil bu 1 Mayıs ile bizim insanlarımızın her ülkedeki tarihine bağlıyor. 1 Mayıs’ın ardından Bizim İnsanlarımız o hürriyet günlerinde o kadar iyi örgütlendi ki ‘Hürriyet’in ilanının birinci yıldönümünü iktidarda olan İttihat ve Terakki’nin kutlamasından daha kalabalık, daha görkemli, daha adına yakışır yaptılar

Yıllar sonra 1 Mayıs 1977 meydanlarında öldürülsek de, 1989’da Mehmet Akif Dalcı gibi henüz 17 yaşında kurşunlansak da, gaz ve toz bulutu içinde sürüklensek, coplansak da Selanik’in sokaklarından yükselen ses bizi aynı geleceğe çağırmaya devam ediyor. Selanik Sosyalist Amele Federasyonu Genel Sekreteri Avraam Benaroya’nın sözleriyle:

“Öyle bir teşkilat kurmak istedik ki, insanlar kendi dil ve kültürlerini terk etmeden ona girebilsinler. Hatta daha iyisi, aynı bir ülkü uğrunda -sosyalizm ülküsü- çalışırken, her biri kendi kültürünü ve bireyliğini geliştirme olanağı bulabilsin.”

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation