Background

NEO ile CON’un mutlu evliliğinin meyvesi: Muhafazakâr demokrasi 

Kadın Vardiyası’ndaki ilk yazım, Egeli kadınlar özelinde kadın emeğinin çeşitli direniş biçimlerini anlatıyordu. Kadın emekçilerin görünürlüğünün artması ile kadın yoksulluğunun yükselişi arasındaki paralelliğe işaret etmek için neoliberal politikalara az da olsa değinmiştim.

Bu ilk “köşe” yazısında, ne demek istediğimi daha detaylı anlatmak istiyorum.

Meşhur burjuva devrimleri sırasında “bireysel özgürlük” hararetle vurgulanan bir kavramdı. Herkes de bu özgürlükten payını alacağını sanıyordu. Anayasa kitapçıkları süslü özgürlük cümleleriyle başladı. Ancak çok kısa zamanda bu söylemin dev br yalan olduğu ortaya çıktı. Tüccar ve sanayicinin özgürlükten kastı, serbest piyasa özgürlüğüydü. Nitekim liberal kapitalizmin babası sayılan ünlü ekonomist Adam Smith, 1776’da  yazdığı Toplumların Refahı’nda şöyle buyuruyordu: “Laissez faire, laissez passer!” (Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler! ) 

Kim dilediğini yapıyordu? Sermaye sahipleri. Kim sınırlara takılmadan her yere geçebiliyordu? Piyasadaki mallar.

Bu kocaman bir yalandı ama en azından kağıt üzerindeki özgürlük vaadi, yoksulların siyaseten ve hukuken hak arayabilmelerine yarıyordu.

Liberal “bırakınız yapsınlar” dönemi 1929 Dünya Krizi ile son buldu. Serbest piyasanın “kendiliğinden” dengeye oturacağı iddiası fos çıktı, devletin teşvikine ihtiyaç duyan sermaye sahipleriyle birlikte yüzbinlerce işçi ve küçük esnaf yıkıma sürüklendi. Kapitalizmin kendisini sürdürebilmek için piyasayı belli bir dengede tutmak üzere devleti yardıma çağırdı. Bu krizin ardından detaylı bir işbölümüne dayanan bant sistemi, yani Fordizm dünyada egemen oldu. Bunun siyasetteki karşılığı, ekonomist Keynes’in adından kaynaklanan Keynesyen sosyal devlet anlayışı oldu.

1980’lere kadar gelişmiş ülkelerde “refah devleti” olarak yaşanan bu sistem de, 1980’lerde krize girince ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher ve Türkiye’de 12 Eylül cuntasının “düzlediği” yolda boy gösteren Özal, neoliberalizm denen yeni “çözüm” yolunun öncüleri oldular.

Nedir neoliberalizm?

Neoliberalizm, tıpkı atası liberalizm gibi, piyasanın “görünmez el”inin her şeyi ideal dengeye getireceğini savunuyor. Ama sadece piyasa için “serbest”lik istiyor. Piyasada gölgesini bile istemediği devletin, toplumsal tepkileri bastırmakta gayet kararlı bir sopa olmasını talep ediyor. Neoliberalizmde devlet sadece kolluk gücünden ibaret. 

Neoliberalizmin kurucusu Milton Friedman’a göre, “mevcut refah sistemimizin en büyük zaaflarından biri, yalnızca ailenin temelini oyması, onu tahrip etmesi değil, fakat aynı zamanda hayır faaliyetinin yeşermesini engellemesi” idi. Dolayısıyla devletin elini çektiği her alanda, birtakım vakıflar, dernekler, sivil toplum kurumları hayati işlevler edindiler. Yani Türkiye’de yoksulların çaresizce tarikat ve vakıfların yardımına mahkum olması boş yere değil, devletin artık görmediği/görmek istemediği yoksullar, nereden uzanırsa uzansın ve bedeli ne olursa olsun o cemaatlerin uzattığı eli tuttular.

Türkiye’de Turgut Özal, kamu kurumlarındaki bürokrasinin hantallığını yerden yere vuruyordu ama çaresi bürokrasideki yozlaşma ve partizanlıkla mücadele değil de “özelleştirme” idi! Özal, “benim memurum işini bilir” lafıyla rüşveti de meşrulaştıran bir siyasetçi olark tarihe geçti.

Yıllar içinde, dar gelirlileri kollayan kamu kurumlarının hepsi tek tek özelleştirildi, sosyal haklar parası olanın alabildiği hizmetler haline dönüştürüldü. Elektrik, su, telefon, doğalgaz, sağlık gibi en temel yurttaş hakları, para karşılığı satın alınabilen bir meta haline geldi. Karşı çıkanlar bastırıldı ve serbest piyasa ile polis devletin beraberliğinden oluşan bir rejim biçimi ortaya çıktı. Serbest piyasa, rejimin “liberal” yanıyken, ona karşı çıkan herkesi susturacak güçlü devlet de rejimin despotik yanıydı. Devletin çekildiği her alanda aile, köy, cemaat, tarikat gibi unsurların güçlendirildi, toplumun hızla muhafazakarlaşması sağlandı.

Başlıktaki neoliberalizm’in “Neo”su ile conservatism’in (muhafazakârlık) “Con” da böylece evlendi! Ortaya çıkardıkları dünya ise her geçen gün daha korkunç hale geliyor.

Neoliberalizm, ataerkiden besleniyor

Neoliberalizm kamu yararını kovaladığı her yerde muhafazakârlığı çağırmak zorunda. Bu bizim ülkemizde Müslüman parti ile vuku bulurken ABD ve Avrupa’da “Hıristiyan Demokrat” partiler eliyle yürütülüyor. Thatcher, 1970’lerin sonlarında ailenin ve dinin önemini anlatarak “Bütün kadınlar evlerine geri dönsün” diye buyurmuştu. Küresel sermaye rejimi memnun edecek şu formülü buldu: “Kadın-erkek eşitliğinin sağlanması açısından kadınların aile yaşamlarıyla uyumlu işlerde çalışması.” Bu, kadınların esnek, güvencesiz, parça başı, mevsimlik işlerde çalışması anlamına geliyor; örgütlü emekten ödü kopan sermaye, neo-con evliliğinden örgütsüz kadın emeğini devşirirken, ataerkil egemenlikle el ele yürüyor.

Küresel sermayenin ihtiyaçlarına cevap veren ve Yeni Sağ da denen muhafazakârlık, burjuva demokrasisini dahi hazmedemeyen emek karşıtı ve anti-komünist bir yaklaşıma sahip. Aile değerleri, dindarlık ve milliyetçilik üzerine kurgulanan, yani ataerkinin “ikiz kardeşi” olan bu ideolojik yapı, içerde her türlü muhalefetin bastırılması, dışarda da yüksek silahlanma harcamalarıyla yürütülen bölgesel stratejiler şeklinde tezahür ediyor.

Küreselleşen üretim bandında en ucuz ve kolay çalıştırılanlar kadınlar. Küresel sermayenin taşeronu olan şirketlerin yerel işliklerinde kadınlar Hindistan’dan Meksika’ya kadar her yerde esnek, güvencesiz halde, köleleştirilmiş olarak çalıştırılıyorlar. Cinsel ve fiziksel şiddet ile kadın cinayetleri bu bölgelerde hızla artıyor, kadın ve çocuk ticareti görülmemiş rakamlara ulaşıyor. Şirketler öyle vahşi bir egemenlik peşindeler ki, işyerinde tacizi cezalandıran hükümet yasalarına dahi karşı çıkıyorlar.

Neoliberal niye muhafazakâr olur?

Devletin sorumluluğundan alınan ödevlerin, kime yükleneceği sorusu, neoliberalleri muhafazakâr yapıyor. Devletin yerine aileyi, hayır kurumlarını, dini, gelenekleri koyarak açılan boşluğu yamamaya gayret ediyorlar. Kreş ve bakımevleri gibi sosyal sorumluluklardan kaçan muhafazakaar devlet, aileyi cinsiyetçi işbölümü üzerinden korumayı uygun görüyor, çünkü üstlenmediği işleri bedavaya yapan kadın emeği cinsiyet rolünü sorgularsa düzeni bozulur.

Bu yüzden ataerkil kapitalizm, bakımını sahiplenmediği çocuk ve yaşlıları kadınlara; yoksulları hayır kurumlarının ilgisine bırakıyor; hak arayışı yerine cami önlerinde dağıtılan sadaka tek seçenek oluyor. Devletin kaçtığı her alan ataerki, gelenek ve dinle dolduruluyor. Piyasa vahşetinin üzerini örtmek için geleneksel kavramlar kullanılıyor, annelerin ve kadınların fedakarlığı kutsanıyor ve böylece egemenlik ilişkileri görünmez kılınıyor.

AKP kadın istihdamını artırmaya çalıştığını söylüyor ama nüfusun yaşlandığını söyleyerek “en az üç çocuk” hedefi de koyuyor. Çelişkili görünüyor ama değil. Çünkü kadın istihdamı derken, esnek ve güvencesiz işler kastediliyor, “kadının çalışma koşulları ile aile hayatı uyumlu hale getiriliyor”. Yarı-zamanlı, çağrı üzerine çalışma gibi, kadının hem ataerki hem de kapitalizm tarafından tam anlamıyla sömürüsünü kolaylaştıracak bir programı burnumuzun önüne uzatıyor.

Kısaca şunu söylüyor: Aslında kadının asli yeri evi, asli rolü karılık ve annelik ama çalışacaksa asıl rol ve görevini unutmadan ona sunacağımız iş modeline razı olsun.

Ev eksenli çalışan kadınlar, işçi haklarına dair hiçbir düzenlemeden yararlanmadan; sosyal güvenceleri olmadan; baba-koca kontrolüne açık; sendikasız, örgütsüz ve işverenle pazarlık gücü olmadan çalışıyorlar. Ev eksenli çalışanların yüzde 86’sı kadınlardan oluşuyor ve bunun nedeni toplumsal cinsiyet temelli işbölümü. Ataerkil yapı sayesinde kadınlar, ucuz işgücü piyasasını oluşturuyor.

Ataerki yıkılmadan olmaz

Devletin yerine getirmediği hizmetleri yüklenmesi beklenen kadınlar, ataerkinin “emrinde” görünmeyen emek harcarken, kapitalizm için de ucuz, itaatkâr, örgütsüz işgücünü oluşturuyorlar. Neoliberalizmin ataerkiden beslenerek yarattığı bu ucuz emek piyasası, sadece kadınları vurmakla kalmıyor. Kadınları gözeterek çıkarılan esnek istihdam yasası, bu güvencesizliğin yaygınlaşmasına ve tüm emekçilerin hak ve mevzi kaybı yaşamasına yol açıyor. 

Dolayısıyla işçi sınıfının haklar mücadelesinde sorun sadece ekonomik ya da sadece genel haklar değil, piyasa koşullarına karşı mücadele edilirken ataerki ve muhafazakârlığa karşı ilkelere de sahip çıkmak, kadınlara özgü olduğu varsayılan (doğum izni başta olmak üzere, taciz vb konular) sorunlar için mücadele etmek büyük bir önem taşıyor. Kadınların özgül sorunu olarak görülen tüm taleplerin bütün emekçilerin talepleri haline getirilmesi gerekiyor. Zira neoliberalizm ile ataerkinin uzlaşması, kapitalizmin tarihinde az görülür bir örnek oluşturuyor. 

Bu mutlu evliliği bizim mutsuzluğumuz pahasına yürütenlerin her ikisine birden isyan etmeden olmaz. Kadının görünmeyen emeğine sahip çıkmadan, emeğin hiçbir parçasının kazanması mümkün değil. Tam da bunun bilinciyle, son yıllarda kadınlar her yerde korkmadan direniyorlar; bir yandan sermayeye, bir yandan cinsiyetçi düzene. Çünkü bıçak kemikte.

 

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation