Söyleşi Hacer Dikkaya 22 Aralık 2024
Tıpkı doğal afetler gibi savaşlarda da kadınlar en büyük yüklerle boğuşmak zorunda kalırlar. Taciz ve tecavüze, işkenceye uğrar, mal gibi, köle gibi kullanılırlar. Halkını güvende hissettirmek iktidarların görevidir. Depremin yaralarını saramamışken yeni depremler yaşamak istemiyoruz.
6 Şubat depremlerinin onarılmaz yaralar açtığı, kuşkusuz en büyük yıkımın yaşandığı ve on binlerce insanın öldüğü canım şehrimiz, Hatayımız. Kadın Vardiyası’nda daha önce iki kez yazma fırsatı bulduğum o yazılarda, felaketi genel bir çerçevede aktarmaya çalışmıştım. Bu kez, geçtiğimiz günlerde TİP meclis canlı yayınına katılan sevgili Selva Irmak’la söyleşimizde daha ayrıntılı, kendisinin gözünden ve dilinden, deprem gününden bugüne yaşanılanlara değineceğiz.
Selva Irmak kimdir? Bize kendinizden bahseder misiniz?
1967 Hatay Defne doğumluyum. Sümerler Mahallesi’nde yaşıyorum Üç çocuk sahibi bir anneyim. Yıllarca özel bir bankada hizmetli olarak çalıştım. 2021 yılında emekli oldum. Emekli olduğum halde ekonomik güçlüklerden dolayı, elbette ki maaşım yetmediği için evimize yakın olan Dostluk Çay Bahçesi’nde çalışmaya başladım. Böylece ek gelir elde edip yaşamımı idame ettirmeye çalışıyordum.
Sizin gözünüzden deprem anını ve yaşadıklarınızı dinleyebilir miyiz?
Depremin yaşandığı gece çalıştığım çay bahçesine sığındık. O çay bahçesi yüzlerce insana ev oldu. İnsanlar yalınayak ve pijamalarıyla sırılsıklam, perperişan oraya doluştu. Herkes birbirinin haline ve gözlerine çaresizce bakıp iyi geleceğini düşündüğü davranışlar sergiliyordu. Ceketini, örtüsünü paylaşan ve çaresizce yan yana durup ısınmaya çalışan bir kalabalık vardı. O gece hiç aydınlanmayacak gibiydi. Sonra Türkiye İşçi Partisi’nden ve İnat Derneği’nden bir sürü genç geldi. Belki de ülkenin her şehrinden gençler… Depremin üzerinden sadece saatler geçmişti ve onlar ihtiyaçlarımızı karşılayacak yardımlarla yanımızdaydı. En azından omzumuza değecek, acımızı ve korkularımızı paylaşabileceğimiz yüksek gönüllü insanlarla çevrelenmişti etrafımız. Depremin ilk anında evim yıkıldı, ben çıkabilmiştim. Ablam benim kadar şanslı olamamıştı. Evinin enkazı altında can vermişti. Onunla birlikte eniştemi de kaybettik. Ablamın naaşına ulaşabildik fakat eniştemin naaşı üç ay sonra kimsesizler mezarlığında DNA eşleşmesiyle bulunabildi. Eniştemin vasiyetiydi; “Beni Süheyla’mın yanına gömün” derdi. Vasiyetini gerçekleştirdik. İkisinin mezarı şu an yan yana. Yasımızı tutamadık çünkü yas tutabilme lüksüne ve aklına sahip değildik. Çay bahçesi revire dönmüştü. Gençler ve doktorlar dur durak bilmeden, her an birilerine hayat veriyordu. Ben de onlara yemekler pişiriyordum.
Üzerinden neredeyse iki yıl geçti, siz hala konteynerda yaşıyorsunuz. Koşullarınızı ve konteynerda yaşamanın zorluklarını anlatır mısınız?
Bir ailenin 18 metrekarelik bir alanda yaşam sürmesi hiç kolay değil. En gerekli eşyalarınız bile olsa tıkış tıkış hissettiriyor. “Özel alan” diye bir durum söz konusu değil. Elektriğin kesilmediği, suyun olduğu günler kendimizi şanslı hissediyoruz. Hijyen problemi yaşıyoruz. Banyosu, çamaşırı, bulaşığı, yemeği; düzenli bir evde bile yapması zor olan onca işi gücü, küçücük alanlarda yapmaya çalışıyoruz. Koca hayatlar, daracık alanlar çelişkisi içinde yoğruluyoruz ve neredeyse iki yıl oldu.
Hatay’ın kalkınması ve bu sorunların çözümü için neler yapılmalı?
Yolların hızlıca yapılması gerekiyor. Yağmur yağınca çamur deryası, kuruyunca toz bulutuna dönüyor her yer, her sokak. Düzensiz bir ulaşım ağına sahibiz. Dolmuş beklerken bir saati boş boş geçiriyor, sinir harbi yaşıyoruz. Yıkıntılar ve enkazlarla dolu duraklar psikolojimizi altüst ediyor. Karanlık sokakların aydınlatılması gerekiyor. Akşam 5-6 suları şehrin merkezi sayılan bir sürü cadde ve sokak neredeyse kör nokta oluyor. Ben canlı yayında da dile getirdim. Oyumun hakkını istiyorum. Can Atalay’ın özgürlüğünü, seçimlerdeki “irademe saygıyı” talep ediyorum. Evimin önündeki yolun düzeltilmesi, sokakların aydınlatılması ve daha birçok temel hak talebim ile eşdeğerdedir seçtiğim vekile özgürlük talebim.
***
Selva Irmak’a teşekkür ediyoruz. Yazmadan geçemeyeceğim. Yanı başımızda Suriye’de yönetime cihatçı ve faşist aynı zamanda Alevi düşmanı olduğunu bildiğimiz oluşumların gelmesi yaşanan onca sıkıntıya tuz biber oluyor. Arap Alevi insanların çoğunlukta olduğu şehrimizde, insanlar kendini güvende hissetmiyor. İsrail’in; Filistin topraklarıyla yetinmeyeceği, ABD ve İsrail’in cihatçı maşalarla, mazlum halklara zulmedeceğini öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Savaşın yayılması değil durdurulması için mücadele edilmeli, birilerinin maşası olmaktan vazgeçilmeli. Tıpkı doğal afetler gibi savaşlarda da kadınlar en büyük yüklerle boğuşmak zorunda kalırlar. Taciz ve tecavüze, işkenceye uğrar, mal gibi, köle gibi kullanılırlar. Halkını güvende hissettirmek iktidarların görevidir. Depremin yaralarını saramamışken yeni depremler yaşamak istemiyoruz.
İyiye doğru ivme nereden başlarsa, başlamamasından yeğdir. Bu sebeple, şimdilik sonunda koca bir şelalenin olduğu bir akıntıya doğru savruluyormuşuz gibi gelse de, hatta belki o şelalenin dev kazanının en derin noktasında hissetsek de çoğu zaman yüzümüzü hep yukarı ve ışığa dönüp inatla, ısrarla hak ettiğimiz günleri göreceğiz.
Editör: Şöhret Baltaş
Düzelti: Şöhret Baltaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin
Seslendirme:
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖