Background

Kadın Perspektifinden Tükenmişlik Sendromu Kıskacı: Türkiye’deki Durum ve Olası Çözüm Yolları 

Türkiye’de kadın olmak, tarihin ve toplumsal normların derin köklerinden beslenen zorluklarla yüzleşmek demektir. Sabahın ilk ışığından başlayıp gecenin bir yarısına kadar süren zorlu bir maraton koşmak gibidir Türkiye’de kadın olmak. Çalışan bir kadın olarak, iş yerindeki profesyonel sorumluluklarınızı tamamladıktan sonra evde sizi bekleyen ev işleri, çocuk bakımı ve ailevi yükümlülüklerle başa çıkmak zorunda kalırsınız mesela. 

İçine düşmüş olduğumuz patriyarkal kapitalist düzen kadınlara roller biçmiş durumdadır. Toplumsal cinsiyet rolleri belirleyerek kadınları belirli kalıplara sokar bu düzen. Kadınlar, kendilerine dayatılan toplumsal cinsiyet rolleri ve kültürel beklentiler nedeniyle özgür bireyler olarak var olabilmek için erkeklerden çok daha fazla emek harcamak zorunda kalırlar hep bu sebeple.  İşte, evde ve hayatın her alanında, düzenin yarattığı ve cinsiyetle ilişkilendirilmiş yükler ve sorumluluklarla boğuşan kadınlar, er ya da geç bu beklentilerin, baskıların altında ezilirler ve sonucunda; kronik yorgunluk yaşayan, tükenen ve yaşam enerjisini kaybeden milyonlarca kadın gerçeğiyle karşı karşıya kalırız.  Nitekim güvenilirliği tartışmalı TÜİK verilerine göre bile, Türkiye’de çalışan kadınların %35’i yüksek düzeyde tükenmişlik yaşıyor (TÜİK, 2020).

Simone de Beauvoir’in “Kadın doğulmaz, kadın olunur” sözü, toplumsal cinsiyet rollerinin biyolojik değil, toplumsal, kültürel ve politik olduğunu çok güzel anlatır. Bu rollerin yarattığı baskı ve bitmeyen stres, kadınların er ya da geç tükenmişliğe düşmesine neden olur. Bu nedenle, tükenmişlik sendromunu ele almak, ele alırken de kadınların üzerindeki toplumsal ve kültürel baskıları görebilmek ve bunun bireysel bir sorun olmadığını, toplumsal ve politik bir mesele olduğunu anlamak önemlidir.

Tükenmişlik Sendromu Nedir?

Tükenmişlik sendromu, basit hali ile, sürekli baskı ve stresin yol açtığı fiziksel, duygusal ve zihinsel yorgunluk hali olarak tanımlanabilir. İlk olarak Freudenberger tarafından 1974 yılında tanımlanan bu kavram daha çok iş hayatı ile ilişkilendirilir ve özellikle yüksek stres altında çalışan kişilerde gözlemlenir.  Kendini genellikle enerji kaybı, iş verimliliğinde düşüş, duygusal tutarsızlık, umutsuzluk hissi ve sonunda duyarsızlaşma gibi bazı belirtilerle gösterir. Fiziksel belirtileri arasında sürekli yorgunluk, baş ağrıları ve uyku sorunları yer alırken, duygusal belirtiler arasında ise depresyon, anksiyete gibi hisler ön plandadır. Zihinsel belirtileri ise dikkat eksikliği ve karar verme zorlukları olabilir. Bu kısa kavramsal çerçeve bile tükenmişlik sendromunun insanların hayatında nasıl olumsuz etkiler yaratabileceğine dair bize bir fikir verebilir.

Tükenmişlik sendromu pek tabi ki kadınlara özgü bir problem değil ama kadınlarda görülme oranı erkeklere göre çok daha yüksek. Bunun en önemli nedenlerinden biri, iş ve ev arasındaki dengeyi kurma görev ve sorumluluklarının kadınlara yüklenmiş olmasıdır. Kadınlar, iş hayatında çalışırken aynı zamanda evdeki sorumlulukları da omuzlamak zorunda kalıyor. Bu düzen, iş ve ev arasındaki dengeyi sağlama sorumluluğunu büyük ölçüde kadınlara yüklediği için, kadınlar erkeklere kıyasla daha fazla tükenmişlik yaşamaktadır.   “Çalışan kadınlar, iş yerindeki yoğun baskının ardından evdeki sorumlulukları da üstlenir ve bu durum onların fiziksel ve duygusal kaynaklarını hızla tüketir. Sonuç olarak, kadınlar hem işte hem de evde tükenmişlik sendromu yaşar.

Tükenmişlik sırf çalışan kadınları da almaz üstelik kıskacına. Evde çalışan kadınlar da tükenir. Çünkü kendilerine yüklenen “yuvayı dişi kuş yapar”, kutsanmış “ana”lık gibi toplumsal roller, kadınların evde de yoğun bir görünmez emek harcamalarına neden olur. Bu roller, kadınların evde yaptıkları işlerin değersizleştirilmesine ve görünmez kılınmasına yol açar. 

Simone de Beauvoir’in “Kadın İkinci Cins” adlı eserinde belirttiği gibi, kadınların toplumsal cinsiyet rolleri ve beklentilerle sınırlandırılması, onların özgür bireyler olarak var olmalarını engeller. Beauvoir’in bu tespitleri, tükenmişlik sendromunun cinsiyet temelli nedenlerini anlamamıza yardımcı olur ve kadınların yaşadığı bu zorluğun toplumsal kökenlerini ortaya koymakta bize yol gösterebilir.

İş Hayatında Kadını Tükenmişliğe Götüren Faktörler

Kadınların iş hayatında karşılaştığı zorluklara, işgücüne katılım oranlarına bakarak başlayalım.  Dünya Bankası’nın 2023 verilerine göre Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranı %35 seviyesindedir, ki bu oran gelişmiş ülkeler ortalamasının oldukça altındadır. OECD ülkeleri arasında en düşük oranlardan biri Türkiye’ye aittir.  Düşük işgücüne katılım oranı, kadınların iş hayatında karşılaştıkları cinsiyet temelli eşitsizlikler, ücret adaletsizlikleri ve terfi imkanlarının sınırlı olması gibi birçok faktörle ilişkilendirilmektedir raporda.

Kadınların iş hayatında karşılaştığı bir diğer büyük sorun ise ücret eşitsizliğidir. Şehir efsanesi değil, gerçek verilerle biliyoruz ki, kurumlar kadınlara, erkek meslektaşlarına kıyasla daha düşük ücretler veriyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2021 raporuna göre, Türkiye’deki kadınlar ortalama olarak erkeklerden %16 daha az ücret alıyor. Aynı işi yapmalarına rağmen kadınların erkeklerden daha az kazanması, ekonomik olarak daha dezavantajlı bir konumda bulunmalarına ve bunun stresini yaşamalarına sebep oluyor. 

Terfi ve kariyer olanaklarının kısıtlanması da kadınların iş hayatında karşılaştığı önemli sorunlardan biridir. Türkiye’de, çalışan kadınların kariyer yolları hep çok zorlu, dikenli olmuştur. On yıllardır verilen mücadelelerin etkisiyle bilinç düzeyi gelişse ve oranlar olumlu yönde değişse de patriyarkanın kadına biçtiği cinsiyetçi rol ve beklentiler toplumun iliklerine kadar öylesine işlemiştir ki bu ilerlemeler çok güdük ve yetersiz kalmaktadır. Örneğin TÜİK’in 2023 verilerine göre üst ve orta düzey yönetici pozisyonundaki kadın oranı %19,6.   Yani kadınlar için iş gücüne katılmak bir dert, emeğinin karşılığını almak, eşit işe eşit ücret kazanmak, hak ettiği kariyeri elde etmek ayrı bir dert. 

Nancy Fraser, kapitalizmin kadın emeğini görünmez ve değersiz kıldığını belirtir. Türkiye’de kadınların ücret eşitsizliği, terfi olanaklarının sınırlanması ve evde yaşadığı tükenmişliği, Fraser’ın bu eleştirileri ışığında değerlendirmek, sorunu bireysel değil, ekonomik ve toplumsal bağlamda incelemek önemlidir. Patriyarkal kapitalist düzenin kadını bu konumlayışı, tükenmişlik sendromunun nedenlerini daha geniş bir perspektifte anlamamıza yardımcı olur ve sadece bireysel düzeyde değil, toplumsal düzeyde de değişim ihtiyacını vurgular.

Araştırmalar, kadın çalışanların önemli bir kısmının iş yerinde cinsiyetçi söylemler ve tacizle karşılaştığını gösteriyor ki bunlar paylaşılanlar üzerinden bilebildiklerimiz. Yine o toplumsal cinsiyet rollerinin yarattığı baskıyla, uğradığı tacizi dile getiremeyen nice kadın olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. 

Kadınların iş günü bitince işi biter mi peki bitmez; ikinci bir vardiyaları daha vardır kadınların. Ev işleri ve çocuk bakımı gibi sorumluluklar, kadınların iş dışı saatlerinin neredeyse tamamını kaplar. TÜİK verilerine göre, kadınların %75’i ev işleri ve çocuk bakımı gibi sorumlulukları öncelikli olarak üstlenmektedir. İş yerindeki stresle başa çıktıktan sonra, akşamları evdeki işlerle uğraşmak zorunda kalan kadınlar hem bedenen hem ruhen tükenir. Birçok kadın, işte ve evde karşılaştıkları sorumluluklar nedeniyle kendilerini sürekli bir yarışın içinde hissettiğini dile getiriyor. Çalışan kadınların %60’ından fazlası, ev işlerinin kendilerini duygusal ve fiziksel olarak tükenmiş hissettirdiğini belirtiyor (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2019).

Geleneksel Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Kültürel Dinamikler

Tekraren vurgulamakta fayda var; kadınların yaşadığı tükenmişlik sendromunun kökeninde geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri ve kültürel dinamikler çok önemli bir etkiye sahiptir. Bu roller, kadınların ev içine sıkıştırılmasını, ‘eş’ ve ‘ana’ rolüyle sınırlı görülmesine hizmet eder çünkü. Bu etkilerle kadının iş hayatındaki başarıları da genellikle göz ardı edilir veya küçümsenir.

Bu geleneksel rollerin yanı sıra, eğitim sistemi ve iş hayatında kadınlara yönelik cinsiyetçi önyargılar da derinlemesine kök salmıştır. Kız öğrencilerin genellikle sosyal bilimler ve sanat alanlarına, erkek öğrencilerin ise fen bilimleri ve mühendislik alanlarına yönlendirilmesi de bundandır. Bu tür önyargılar, kadınların eğitim ve iş hayatında eşit fırsatlara sahip olmalarını engeller.

Medya da kadınların nasıl görünmeleri ve davranmaları gerektiği konusunda güçlü etkilere sahiptir. Medyada kadınlar genellikle geleneksel roller içerisinde tasvir edilirken, bağımsız ve kariyer odaklı kadın karakterler nadiren ön plana çıkar. Bu tür medya içerikleri, toplumdaki cinsiyet rollerini pekiştirir ve kadınların toplumda daha geniş kapsamlı ve eşit roller üstlenmelerini daha da zorlaştırır.

Devlet Politikalarının Rolü

Kadınların karşılaştığı zorlukların çözümünde devlet politikalarının rolü büyüktür. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti önleme ve bu şiddetle mücadelede önemli bir uluslararası anlaşmaydı. Ancak, 2021 yılında Türkiye’nin bu sözleşmeden çekilmesi, birçok kadının hayatında geri dönülmez hasarlara yol açtı ve açmaya devam ediyor. Sözleşmeden çekilme kararı, kadınların güvenliğini tehlikeye atarken, devletin kadın haklarına yönelik taahhütlerinin zayıflığını da gözler önüne serdi. Şiddet mağduru kadınlar, sözleşmenin sağladığı korumadan mahrum kalarak daha da savunmasız hale getirildi. Bu durum, devletin kadına yönelik şiddeti önlemede ne kadar yetersiz kaldığının ve meselenin yetersizliğin ötesinde niyetle ilgili olduğunun da somut bir göstergesidir.

Türkiye’de devlet tarafından yürütülen kadın politikalarının yetersiz olduğunu her gün, yeniden acı deneyimlerle deneyimlemektedir kadınlar.  Devlet kadınların ekonomik, sosyal ve fiziksel güvenliklerini sağlamakta etkisizdir, yetersizdir.  Mevcut iktidar, kadınların toplumsal rollerini dar bir çerçeveye sokarak, onları daha çok “anne” ve “eş” rolüyle tanımlamaya çalışmaktadır. Bu yaklaşımın, kadınların toplumsal ve ekonomik hayata eşit katılımını engellemesi ve dolayısıyla genel toplumsal kalkınmayı da olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır.

Mücadele ve Çözüm Yolları: Kadınların Rolü ve Görevleri

Kadınların tükenmişlik sendromuyla mücadelesinde etkili ve uygulanabilir çözümler sunmak önemlidir. Sosyalist kadınlar bu mücadelenin ön saflarında yer alarak toplumsal ve ekonomik dönüşüm için kritik bir rol oynayabilir: Bu yolda olası bazı mücadele alanları; 

Sendikalar, kadınların iş yerlerindeki eşitsizliklerle mücadelede güçlü bir araçtır. Kadınların sendikalarda aktif rol alması ve sendikal liderlerin cinsiyet eşitliği politikalarını benimsemesi büyük önem taşır. Cinsiyetçi tutumları önlemek ve eşit ücret ile terfi fırsatlarını sağlamak için sendikalarda somut adımlar atılmalıdır. Kadınlar sendikalarda daha fazla aktif rol alarak, iş yerlerindeki haklarını koruma mücadelesine liderlik edebilir, etmelidir.

Ev içi emeğin ekonomik olarak tanınması, kadınların üzerindeki görünmez yükleri hafifletir. Evde çalışan kadınlara sosyal güvenlik sağlanması ve ev işleri ile bakım hizmetlerinin paylaşımını teşvik eden kampanyalar düzenlenmelidir. Bu konuda farkındalık yaratmak için mücadele etmek büyük önem taşır.

Kadınların politik alanda daha fazla temsil edilmesi, cinsiyet eşitliğinin sağlanması açısından kritik öneme sahiptir. Kadınların karar alma süreçlerinde aktif rol alması ve cinsiyet eşitliği bilincine sahip kadınların temsil noktalarında yer alması gereklidir. Politik temsiliyetin artırılması ve karar alma süreçlerine dahil olunması, kadınların güçlenmesi için önemli bir yoldur.

Kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmalarına hizmet edebilecek oluşumlar, örneğin kadın kooperatifleri desteklenmelidir. Bu kooperatifler, kadınların hem ekonomik hem de sosyal olarak güçlenmelerine, dayanışma ağı örmelerine katkıda bulunur çünkü. 

Eğitim müfredatlarının, toplumsal cinsiyet eşitliği doğrultusunda yeniden yapılandırılması ve kadınların kendilerini geliştirmelerine olanak tanıyan programların artırılması elzemdir. Eğitim ve bilinçlendirme kampanyalarının hayata geçirilmesi, kadınların toplumda güçlenmesi için önemlidir. Toplumun dönüşümü, değişimi için bu alan çok önemli bir mücadele alanıdır.

Yerel yönetimlerle iş birliği yapılarak, kadınların yaşam koşullarını iyileştirecek projeler geliştirilebilir, Merkezi yönetimin kadın hakları için politikalar üretmede, uygulamada yetersiz olduğu, olmayı tercih ettiği bir ülke gerçeğinde yerel yönetimler önemli bir fırsat olarak görülmeli, değerlendirilmelidir.  

Medya, kadınların güçlü ve bağımsız bireyler olarak temsil edilmesine katkıda bulunabilecek, etki yaratabilecek primer araç hala.  Kadınların başarılarını ve mücadelelerini görünür kılmak, toplumsal cinsiyet eşitliği bilincinin yaygınlaşmasına yardımcı olabilir. Medyada kadın temsili konusunda farkındalık yaratmak ve medya içeriklerinde cinsiyetçi kalıpların kırılması için çaba göstermek, önemli bir adımdır.

Kadına yönelik şiddeti önleme ve bu şiddetle mücadelede etkin politikalar geliştirilmelidir. Yasal düzenlemelerin yapılması ve şiddet mağduru kadınlar için destek mekanizmalarının oluşturulması, bu mücadelenin bir parçasıdır. Kadına yönelik şiddeti önleme mücadelesinde aktif rol oynamak ve etkili politikaların hayata geçirilmesi için mücadele etmek kritiktir.

Sonuç

Kadınların tükenmişlik sendromuyla mücadelesi bireysel bir mesele değildir, toplumsal ve ekonomik yapıların dönüşümünü gerektirir. Türkiye’de kadınların iş ve özel hayatlarındaki yüklerinin hafifletilmesi, adil ve sağlıklı bir toplumun inşası için kritik öneme sahiptir. İlerici unsurlar, sosyalistler bu dönüşümün gerçekleşmesinde daha da aktif rol oynayarak, toplumsal adalet ve eşitlik mücadelesinde öncü olmalıdırlar. 

Kadınların pek çok sorunu gibi tükenmişlik sendromu ile de baş edebilmesinin yolu bu patriyarkal kapitalist sistemin baskılarının ortadan kaldırılmasından geçmektedir. Toplumsal adalet ve eşitlik mücadelesi, kadınların özgürlüğü, refahı, akıl, beden, ruh sağlığı için vazgeçilmezdir. Bu bağlamda, en başta sosyalist kadınlar olmak üzere her bireye büyük görevler düşmektedir.

Kaynakça

  1. Freudenberger, H. J. (1974). Staff Burn-Out. Journal of Social Issues, 30(1), 159-165.
  2. Maslach, C., & Jackson, S. E. (1981). The measurement of experienced burnout. Journal of Occupational Behavior, 2(2), 99-113.
  3. Hochschild, A. R., & Machung, A. (2012). The Second Shift: Working Families and the Revolution at Home. Penguin Books.
  4. Fraser, N. (2013). Fortunes of Feminism: From State-Managed Capitalism to Neoliberal Crisis. Verso Books.
  5. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri.
  6. Dünya Bankası (2019). Türkiye’de İşgücüne Katılım Oranları.
  7. Dünya Ekonomik Forumu (2021). Global Gender Gap Report.
  8. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (2019). Türkiye’de Kadın ve Aile İstatistikleri.

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation