“Doğurganlık Hızı” Düşüşüne Yakılan Patriarkal Kapitalist Ağıtlar-2

Nüfusun yaşlanıyor oluşunun, iktidar tarafından neden ve nasıl “doğurganlık hızı” üzerinden siyasallaştırıldığını tartışan birinci yazıdan sonra, şimdi kitabın ortasındayız: Patriarkal kapitalizmin bir siyasal gündemi olan doğurganlık hızı düşüşüne müdahale için iktidarın elindeki politika araçları ve yol haritası nedir? 

Yerel ve Merkezi İktidar Ayrımı üzerine

Artık malumumuz, 31 Mart yerel seçimleri sonrasında, AKP-MHP rejimine karşı muhalefetin en büyük ve somut seçim zaferinin yarattığı yeni bir politik atmosferi soluyoruz. Günlük siyaset jargonunda daha önce aşina olmadığımız yeni bir ayrım ve iddiayı da mümkün kıldı bu kırılma: Yerel İktidar ve Merkezi İktidar. 

Yerel seçim dinamiklerinin genel seçim dinamiklerinden farkının altını çizerek, ana muhalefetin seçim zaferinin temkinli okunması gerektiğini savunanlar haklı. Ancak yerel seçimlerden ülke genelinde birinci parti olarak çıkabilen CHP’nin ‘yerel iktidar’ söyleminin, zaferine cesaret ve özgüvenle sarılmasının siyaseten başarılı bir aracı olduğunu da söyleyebiliriz. Zira bu söylem ‘merkezi iktidar’ ortaklarını huzursuz etmiş olacak ki hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de MHP lideri Bahçeli bu söylemden rahatsızlıklarını gecikmeden dile getirdiler. Ağız birliği etmişçesine, biri “yerel iktidar-merkezi iktidar söylemi ikili bir yapı ihdas etme çabası olarak ham bir hayaldir; 81 ilimizde tek bir iktidar vardır, o da 14-28 Mayıs seçimleriyle milletin ülkeyi yönetme vazifesi verdiği Cumhurbaşkanı ve kabinesidir” ; diğeri “fazladan belediye kazanmakla yerel iktidar olunmaz. Türkiye’de iktidar tektir, o da Cumhurbaşkanlığı kabinesidir,” dedi. 

Merkezi-yerel iktidar ayrımı kavramsal olarak yerinde midir, gibi bir tartışmaya girmek bu yazının konusu değil. Ama merkezi iktidar ortaklarının kararlı inkarlarını, yerel iktidar-merkezi iktidar önermesinin siyaseten bir karşılığı olduğu yönünde güçlü bir kanıt olarak değerlendirmek mümkün. Ham bir hayal mi, ikili bir yapı ihdas etme çabası mı; onu da zaman gösterecek. Ancak bu ayrımın toplumsal hayatı düzenleyen kritik politika alanlarında AKP-MHP rejimine alternatif bir hattı müjdeleyip müjdelemediği üzerine tartışmak için “doğurganlık hızı” mevzusu zengin bir alan açıyor. Çünkü içinde toplumsal cinsiyet politikası, biyopolitika, emek politikası, kent politikası, sosyal güvenlik politikası ve hatta göçmen politikasına dair önemli ipuçları barındırıyor. Bu siyasal gündemi sınıfsallaştırmanın yolu da bu ipuçlarını toplamaktan geçiyor.

***

Merkezi iktidar: Ailemiz, istikbalimizdir

Merkezi iktidar cephesinde yeni bir şey yok. Cumhurbaşkanı’nın ifadelerine yansıyan şekliyle siyasal önceliğinin içeriği “üretimin devamı ve güçlü ekonomimiz için genç nüfusa ihtiyacımız var, bunu üremeyle doğumla karşılamazsak da başka ülkelerden genç nüfus ithal etmek zorunda kalırız…” sözleriyle özetlenebilir. Üreme ve doğum denince tabii gözler “kadınlarımıza” ve onları sarıp sıkı, çok sıkı sarmalayacak aile kurumunun güçlendirilmesine dönüyor. 

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Özdemir-Göktaş, Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’nın tanıtım toplantısında tüm sosyal politikaların merkezine aileyi koyduklarını söylüyor. Doğum izni süresini uzatmayı da kapsayan özellikle maddi desteklerle çocuk doğurmayı teşvik edecek bazı adımlar atmanın hazırlığındalar. Kamu çalışanları için esnek çalışma saatleri, yarı zamanlı çalışma modelleri üzerine bakanlıklar arası ortak bir çalışma yürütüldüğü açıklandı. Bunların hepsi kadınlar, yani anne adayları için. 

Heteroseksüel çekirdek ailenin olmazsa olmazı erkekler, konu aile politikalarına gelince görünmez oluyor. Çünkü aile, patriarkal kapitalizm için kadının biyolojik ve toplumsal yeniden üretim emeğinin üzerine kuruluyor. Erkekler için doğum izni, baba adayları için esnek çalışma modellerine dair bir iz yok. Dolayısıyla, doğurganlık hızının arttırılması için ilk hedef, çalışan kadınların biyolojik yeniden üretime yani çocuk bakımına ayırabilecekleri zamanı hane gelirini düşürmeden arttırmak gibi görünüyor. 

Doğurganlık hızı ve kömür havzaları

Merkezi iktidar annelik odaklı istihdam politikalarının yanında ayrıca doğurganlık hızının en düşük olduğu 3 ilde pilot uygulama hazırlığında olduğunu duyurdu: Zonguldak, Bartın ve Karabük; bu illeri birlikte duyunca akla ilk gelen kelimeler de kömür ve maden oluyor. Türkiye’nin 1960’larda başlayan planlı kalkınma döneminde potansiyel gelişme bölgesi olarak tanımlanan bu bölge, uzunca yıllar Türkiye’nin kömür ile demir-çelik üretiminin büyük bölümünün yapıldığı havza. 

Hem üretim hem tüketim aşamalarında, ekolojik etkileri en yıkıcı olan ekstraktif süreçlerin başında gelen kömür madenciliğinin kalıcı çevresel etkileri biliniyor. Yerel ve merkezi hükümetlerin göz yumduğu denetimsiz madencilik faaliyetleri de eklenince, suyun, havanın, toprağın yani yaşamın temel kaynaklarındaki tahribatın ölçeğini bilmek epey zor. Kömür madenlerine coğrafi yakınlık ve maden isçiliğinin erkek ve kadın doğurganlığına olumsuz etkisini; erken doğum/düşük doğum kilosu gibi temel bebek sağlığı değerleri arasındaki nedenselliği epidemiyolojik araştırmalar bilimsel olarak tespit ediyor. 

Nüfusun yaşlanması verisinin iktidar katında siyasallaştırılan boyutunun biyolojik yeniden üretime indirgenmesi, kapitalizmin içsel çelişkilerinin üzerinden atlamaya yarayan politik bir tercih. Bu tercihin işlevi, yolumuz kömür havzalarına çıktığında daha da netleşiyor. İşte burada, bir önceki yazıda açtığım, kapitalist üretim ve bölüşüm ilişkilerinin dayattığı ve sınırsız büyüme eğilimiyle devamlı derinleştirdiği toplumsal yeniden üretim krizini çıplak gözle görebilmeye çok yaklaşıyoruz. Çevresel etkilerin doğurganlık/kaba doğum hızı gibi biyolojik yeniden üretim değerleri üzerindeki etkisinin ötesini; halkın geçimliklerine, temel toplum sağlığı hizmetlerine ve emeklerini (günlük ve kuşaklar arası) yeniden üretebilmek için ihtiyaç duydukları tüm temel hizmetlerin piyasalaştırılıp erişilmez hale getirilmesinin kapitalist madencilikle ilişkisini kurmak gerekiyor.

Maden ve “doğurganlık hızı” arasındaki ilişkinin hem biyolojik hem de toplumsal yeniden üretimin krizi için sınıfsallaştırılması feminist politik ekoloji yaklaşımını çağırıyor. Kabaca özetlediğim, kapitalist ekstraktivizmin, yani doğal kaynak sömürüsüne dayalı bir üretimin olan hafriyatçılığın, toplumsal etkilerine bütünlüklü bir bakış geliştirme çabasını Bakanlığın pilot uygulamalarında elbette göremeyeceğiz. Bir sonraki yazının konusu olan “ne yapmalı” tartışmasında geri döneceğim bir parantez olarak burayı açık bırakıyorum. 

***

Yerel İktidar: İstanbul’un bilgisi ve bazı “ortak akıllar”

Patriarkal kapitalist ağıtlar değerlendirmesi yaparken merkezi iktidarın söyleminin yanına eklenen yerel iktidar söyleminin ortaya çıkma emareleri üzerine de düşünmek bütünsellik için gerekli. İstanbul’un bilgisini üreten-geleceğini planlayan ortak akıl mekanizması olarak tanımlanan İstanbul Planlama Ajansı (İPA) Başkanı’nın TÜİK nüfus istatistiklerini yorumlama şeklini bu emarelerden biri olarak değerlendirebiliriz. Dr. Buğra Gökçe’nin paylaşımları, yerel iktidarın bu konudaki politik tavrını birebir temsil ediyor denemez. Ancak yerel iktidarın geliştirmeye çalıştığı ortak aklın inşasına dair fikir verir. 

İstanbul’un bilgisini üreten ortak aklın, merkezi iktidarla hemfikir olduğu temel konu doğurganlık hızımızın bir demografik tehdit haline geldiği. Sorunu tanımlaması da benzer şekilde: 2002 yılından beri doğurganlık hızının düşmesi, kadınların anne olma yaşının yükselmesi, Türkiye’nin doğurganlık hızında ileri kapitalist ülkelerin gerisine düşmüş olması, yalnız yaşayan hanelerin hatırı sayılır oranda artışı, evlenme oranlarının düşüşü… Gökçe paylaşımında, doğurganlık hızı düşüşünün en önemli sebebi “ekonomi” diyor. Ancak bu ekonomik kaygılar pahalılığa indirgenip basitleştiriliyor. 2002 yılından beri ülkede hangi dönüşümlerin yaşandığı, ücretli çalışanların üretimden aldıkları payın sistematik şekilde azalmasının yanında toplumsal yeniden üretimin temeli olan eğitim-sağlık-bakım hizmetlerinin piyasalaştırılmasının sorun edilmediğini maddi destek odaklı politika yaklaşımından çıkartıyoruz.

Yerel iktidarın öne sürdüğü politika araçları, sosyal belediyecilik şemsiyesi altına toplanarak evlenecek çiftlere maddi destek, bez ve mama desteği, küçük çocuklu annelere ücretsiz toplu taşıma kullanımı imkânı, öğrencilere beslenme desteği gibi başlıkları kapsıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2019’dan beri geliştirdiği belediye kreşlerinin bu hizmetler arasında sayılmamış olması umarım yalnızca bir tesadüftür ve bu projeye devam edilmeyeceği anlamına gelmiyordur. İPA başkanının açıklamasında doğurganlık hızının düşmesine en önemli sebebin ekonomi olarak tanımlanması, evlenmenin ve çocuk bakımının masrafına belediye ölçeğinde sosyal yardımlar ile maddi destek sağlanırsa, kadınların daha erken ve daha çok çocuk doğurmaya başlayacağı varsayımına götürüyor.

Ve bazı ortak olmayan akıllar: “Küresel cinsiyetsizleştirme projesi” ve “Suriyeliler”

Benzerliklerin yanında farklılıklar da var tabii. Merkezi iktidarın politik söyleminin önemli bir parçası, “küresel cinsiyetsizleştirme projesi” olarak gönderme yaptığı LGBTİ+ düşmanlığı: Kutsal ailemiz heteroseksüel olacak ki bol bol yavrulasınlar… Ailenin dijital tehditlere karşı korunması hedefi doğrultusunda RTÜK ile ortak yapılacak çalışmaların Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın vizyon belgesinde yer alması da aile başlığı altında hükümetin el yükselteceği baskının çoklu boyutları konusunda fikir veriyor.

Merkezi-yerel iktidar yaklaşımları konusundaki diğer önemli farklılık göç/göçmen meselesinin doğurganlık hızı ve nüfusun yaşlanması arasında kurulan ilişkide ortaya çıkıyor. Cumhurbaşkanı demecinde göçmenler, genç nüfus ithali için zorunlu kalınabilecek bir alternatif olarak değerlendiriliyor. İPA Başkanı geçici sığınma statüsündeki Suriyelilerin doğum hızının yüksekliğinden kaygıyla bahsederek gelecekte Türkiye’de yaşayan önemli bir nüfusun Suriyeliler olacağını söylüyor. Bu söylemi, geçtiğimiz haftalarda sonuçlanan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yabancı düşmanlığını merkeze alan aşırı sağcı partilerin kazandığı başarıyla birlikte düşünmek gerekiyor. Hegemonik bir nitelik kazanma potansiyeli taşıyan aşırı sağ eğilimlerle aynı sözü üretmeye bu kadar yakınsayabilen bir “sosyal belediyecilik” iddiası gerçekten kaygı verici. 

***

Bu kaygının panzehrinin, kapitalizmi ve patriarkayı aynı anda karşısına almaktan çekinmeyen bir sınıfsallaştırmadan geçtiğini iddia edip bu politik hattın inşasına dair acil gündemlerin altını çizmek de son yazının amacı olacak.

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation