Background

Yeni Müfredat Taslağı: “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ve İstanbul Sözleşmesi 

Nalan Ermiş

Malumunuz; Millî Eğitim Bakanlığı geçtiğimiz günlerde “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” isimli yeni müfredat taslağını kamuoyunun görüşüne sundu. Taslak, 1 ortak metin ve 26 farklı öğretim programı metinden oluşuyor. Binlerce sayfadan oluşan bu taslağı inceleyip taslak hakkında görüş bildirmek için kamuoyuna 1 hafta süre verildi. Yangından mal kaçırılıyor yine!

Eğitim, çocuk hakları, pedagoji, psikoloji vs. alanlarında çalışanlar/örgütler/STK’lar/sendikalar, yine siyasi partiler bu taslak metinlere dair itirazlarını dile getirdiler, getirmeye de devam ediyorlar. Taslak bir bütün olarak bilimsel ve laik eğitim anlayışından uzak, çağ dışı, milli ve dini açıdan tek tipleştirme amacı güden, farklılıkları dışlayan ve bu yönüyle eşitlik ilkesini hiçe sayan, Anayasal güvence altındaki nitelikli eğitim hakkına ket vuran nitelikte değerlendiriliyor. Bu başlıkların yanı sıra, eğitim gibi önemli bir konuya ilişkin ve bu denli kapsamlı bir metnin kim ya da kimlerle kaleme alındığı, bu kişi/kurumların belirlenmesinde nasıl bir metot izlendiği, metne ilişkin görüş bildirmek için kamuoyuna verilen 1 hafta sürenin yetersizliği, metin dilinin sadelikten uzak olması ve daha pek çok başlık dile gelen itirazlar arasında.

Bu kadar eleştiriye burada yer verdikten sonra, bir nevi tutum belgesi diyebileceğimiz ortak metinde kadına dair ne var ne yok dersiniz? Tahmin edeceğiniz üzere, toplumsal cinsiyet kavramının esamesi okunmuyor, 110 sayfadan oluşan ortak metinde, içinde kadın sözcüğü geçen bir cümle var, eksik olmasınlar!

Bu taslak, eğitim alanına toplumsal cinsiyet perspektifiyle bakmaktan ve eğitim politikalarını buradan doğru geliştirmekten dolasıyla kadını güçlendirerek kadının toplumdaki ikincil statüsünü ortadan kaldıracak nitelikte olmaktan o kadar uzak ki… Bir yandan da kadını ancak ve ancak aile içinde tanımlamaktan öte gitmeyen AKP rejimi zihniyetinin birebir izdüşümü. 

Zira taslakta kadına yönelik şiddetin temellerine, toplumdaki ataerkil sömürü ilişkilerine, kadın ve erkek kimliklerine biçilen rollerin reddiyesinin gerekliliğine, bu rollerin nereden neşet ettiğine ve bunlara ilişkin mücadeleye yer verilmediği görülürken “aile kurumunun önemini benimseyerek devamlılığı için çaba gösterme” lerden tutalım da “aile içi mahremiyeti koruma” lara kadar “huzurlu bir aile ve dolasıyla huzurlu bir toplum” için gerekenlerin başlık başlık ele alındığını görüyoruz. 

Adına “huzurlu bir aile ve dolasıyla huzurlu bir toplum” dedikleri ama aslında her biri kadınların ve çocukların gerçekliği olan ve bu söylemle normalleştirilmeye çalışılan şiddet ve sömürüyü başlık başlık ele alalım mı o zaman biz de? Kadına, çocuğa yaşatılan her türlü şiddet, istismar aile kurumunun devam etmesi için meşru görülür mesela. Evin temizliği, evdeki yaşlının, çocuğun bakımı olsa olsa kadının yapacağı iştir. Aile kurumunun kutsallığı içindir ki kadının yaşam hakkının bile elinden alındığı olur! Aile kurumu olarak kadının emeğine, kazancına el konur, zaten olsa da “destek” mahiyetindeki bu emeğin sahibi hiçbir zaman kadın olmamıştır. Aile kurumu devam edecek diye kadınlar istemediği gebelikleri yaşamak zorunda kalır. Bunlar yoksa aile kurumunun iflasından da sorumlu olan kadındır ya zaten. Aile kurumu adı altında kadının bedeni, emeği hep kontrol altında tutulur. Ve uğranılan her türlü şiddet o aile mahremiyeti içinde saklanmalıdır.

Çok beklerler! Kadınlar, kadınların eşitlik hakkının ve buna dair taleplerinin “huzurlu aile” ve dolasıyla “huzurlu toplum”un önünde engel olduğu algısını her alanda yerleştirmek için izlenen politikalara karşı nasıl mücadele ettiyse, bu taslağa karşı da mücadele etmeye devam edecek.

Neden İstanbul Sözleşmesi’nde İnat Etmeliyiz?

Tam adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan İstanbul Sözleşmesi çoğu zihinde kadına yönelik şiddetle mücadeleyle özdeşleşmiştir ki özdeşliğin yanlış bir tarafı yoktur ama eksik bıraktığı çok mesele vardır. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik her türlü şiddetle mücadele etmenin imkân ve olanaklarını yaratma konusunda taraf devletlere sorumluluklar yükler. 

Bununla beraber Sözleşme’nin alameti farikalarından biri, taraf devletlere Sözleşme’den kaynaklanan yükümlülükler uygulanırken toplumsal cinsiyet perspektifini dâhil etme, kadın erkek eşitliği ve kadınları güçlendiren politikaları teşvik etme ve etkili bir şekilde uygulama sorumluluğunu getirmesidir. Yine taraf devletlere ülke çapında etkili, kapsayıcı ve eşgüdümlü politikaların uygulanması, buna dair bütüncül bir mücadele yürütme, bahsedilen politikaların tüm ilgili organlar, kurumlar ve örgütlerle etkili iş birliği içerisinde uygulanmasını sağlama ve bu uygulamalara hükümet organları, ulusal, bölgesel ve yerel parlamentolar ve yetkililer, ulusal insan hakları kurumları ve sivil toplum örgütleri gibi tüm ilgili aktörleri dahil etme sorumluluğunu yüklemesidir. 1

Sözleşme’nin sadece 2 maddesinden süzüp derlediğim esaslar açıkça şunu gösteriyor ki, yeni müfredat taslağı da dahil AKP rejiminin cüret edip kalkıştığı tüm kadın düşmanı politikalarına karşı izleyeceğimiz yolların başat pusulası İstanbul Sözleşmesi. 

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının ardından bir süre sonra belli çevrelerin -muhalefet çevreleri hariç değil- “Ama kadına karşı şiddetle mücadelede 6284 sayılı kanun hala yürürlükte.” türevi ifadeleri dile getirdiğini duymuşsunuzdur ki bu doğru, anılan yasa hala yürürlükte ve bu yasanın uygulanması için her gün, her dakika mücadele etmeye devam ediyoruz. Değinmek istediğim konu ise şu; bu tarz ifadeleri dile getirenlerin “ülkenin derdi bol, hala yürürlükte olan yasa da var, İstanbul Sözleşmesi de kalıversin.” tadında ve fikrimce İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin gündemin de Sözleşme’den çekilme kararın ardından örülen mücadelenin de sönümlenmesine neden olan bir tavra sahip olduğu. Fakat az önce de dile getirdiğim gibi; İstanbul Sözleşmesi, sadece kadına yönelik şiddetle mücadelede değil toplumsal yaşamın her bir alanında bütüncül politikalar geliştirmek için devlet başta olmak üzere toplumun tüm bileşenlerinin toplumsal cinsiyet perspektifiyle hareket etmesine dair bir araçtır. Öte yandan meydanlardan, sokaklardan, Meclis’ten, her yerden haykırdığımız gibi tek adam kararıyla uluslararası sözleşmeden çekilmenin hukuksuzluğu, bu hukuksuzluğu görmeyerek bağımsız ve tarafsız yargı kavramını iğdiş edip kendini tasdik merciinden öteye konumlandırmayan yargı makamları, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının ülke için rejim değişikliğine giden yola döşenen taşlarından biri olması da meselenin önemini aynı ciddiyetle korumaktadır. Bu nedenlerledir ki bizler bu kararı tanımadık, tanımayacağız. 

Kulağa verdiği tınıyla ilerici gibi duran “Türkiye Yüzyılı” söylemiyle soslanmış AKP rejimi son dönem hamlelerinin, geride bıraktığımız yüzyılı aratacak cinsten gericilikle malul olduğu bu günlerde, her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var İstanbul Sözleşmesi’ni konuşmaya, uygulatmaya, Sözleşme’de ısrarcı olmaya…

  1. Y.N. İşbu düzenlemeler için Sözleşme’nin 6. ve 7. Maddesine bakılabilir.
    ↩︎

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation