Background

Cumhuriyet 101: Herkes İçin Cumhuriyet Mümkün mü?*

Tuğba Sivri

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 101. yıldönümünde muhafazakâr iktidar ve ortaklarının toplumsal gündeme dâhil etmeye çalıştığı konular şeriat, okullarda kız-erkek ayrı eğitim, Medeni Kanun’un değiştirilmesi, LGBTİ+’yla mücadele gibi toplumsal cinsiyet temelli politikaları kapsıyor. Şüphesiz siyasal iktidarın kendini bu alanlarla var etmeye çalışması ve toplumsal yargıları bu tür tartışmalarda kendi lehine çekme çabası, yaklaşık 10 yıldır bahsedilen “Yeni Türkiye”nin nasıl bir rejimle yönetileceğine yön verme saiki barındırıyor.

Bu bağlamda cumhuriyeti yeniden düşünmenin; cumhuriyetin kadınlar, LGBTİ+’lar, işçiler, etnik ve dini azınlıklar gibi toplumun ekonomik ve siyasal iktidarından uzak kesimleri için ne vaat ettiğini yeniden tartışmanın yararlı olacağı kanaatindeyim. Zira tamamen çoğunlukçuluğa hapsedilmiş bir demokrasi anlayışının yine iktidar eliyle son 20 yılda halka dayatılması, cumhuriyetin -demokrasi de dâhil olmak üzere- gerçek kazanımlarının üstünün örtülmesinde büyük rol oynadı. Bu nedenle belki de 100. yılında yeni bir cumhuriyetin içeriğini belirlemek, toplumsal ortak değerleri tahakküm ilişkilerini yok edecek şekilde yeniden kurmak tam da ihtiyacımız olan şey olabilir.

Çoğunluk Şeriat İstiyorsa Şeriat Gelmeli mi?

Cenk Saraçoğlu, “Cumhuriyeti tartışmak: Bir yöntem önerisi” adlı yazısında, cumhuriyeti hem bir fikir hem de bir siyasi proje olarak ele alıyor ve bugün cumhuriyetten bahsederken belli sabitlerden bahsedip bahsedemeyeceğimizi tartışıyor.1 Bu bağlamda “egemenliğin halka ait olduğu” bir rejim olarak cumhuriyetin sabitlerini şöyle özetliyor: “Bugün Cumhuriyet fikri, egemenliğin halka ait olduğu, kamu yararının her türlü özel çıkara üstün olduğu, toplumsal yaşam için bağlayıcı ve sınırlayıcı bir etik-politik çerçevenin zorunlu olduğu, kamu yararı ve tahakkümü önlemek adına müdahalenin meşruiyeti ve yurttaşlık düzleminde eşitlenmiş olanların aktif siyasal varoluşunun gerekligi gibi nosyonların oluşturduğu bütün olarak düşünülebilir.”

Bu sabitler, özellikle kadınlar, LGBTİ+’lar, azınlıklar ve bunları kesen alt sınıflar adına, onların lehine bir müdahalenin, “çoğunluğun özgürlüğünün kısıtlanması” değil; aksine özgürlüğün tesisi için gerekli olduğunu anlatıyor. Zira çoğunluğun şeriat, idam ya da bir adım ileri gidersek pogrom, soykırım talep etmesine dayanarak alınacak bir karar özgürlük/demokrasi anlamına gelmediği gibi aksine, tahakküme yol açacaktır. Bu bağlamda “bağlayıcı ve sınırlayıcı bir etik-politik çerçeve”, toplumun bir bütün olarak kalmasını sağlayacak olan şeydir.

Günümüze geldiğimizde bu sabitleri biraz somutlaştırmayı denersek kamu yararı için en elzem ilkelerden birinin laiklik olduğunu söylememiz gerekir. Laiklik, özellikle alt-orta sınıf kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+’lar için hayati önem taşıyor. İktidarın 4+4+4 sistemiyle başlayan, imam hatipleştirme süreciyle devam eden ve nihayetinde ÇEDES uygulamasıyla daha da derinleşen “dindar nesil yetiştirme” ideali, özellikle kız çocuklarının okulsuzlaştırılması, cinsiyet ayrımına dayalı bir eğitim sisteminin yerleşmesi ve geleneksel ataerkinin güç kazanması anlamına geliyor. Bu noktada, tıpkı kamuya açık alanda içki yasağı gibi, bu tür uygulamaların herkesten önce alt/alt-orta sınıf kız çocukları için geçerli olacağını, eğitim ve iş hayatından uzaklaştırılan kız çocuklarının genç yaşta evlendirilmek, ev içi sömürü ve şiddet gibi sorunlarla uğraşacağını öngörmek zor değil.
Peki, uzun yıllardır laiklik kelimesine “dayatmacı/despotik” anlamlar yükleyen ve halka anti-laisizm propagandası yapan iktidarın kültürel kodlarının yerine laikliğin elzemliğini -özellikle kadınlar için hayati oluşunu- imleyecek yeni kodları nasıl bulmalıyız? Sanırım öncelikle kültürel alanda bu kodları kurmamız gerektiği gerçeğiyle yüzleşmemiz lazım.

“Yeni” Cumhuriyet Simgesel Alanda Nasıl Kurulabilir?

20 yıllık siyasal iktidarı boyunca AKP’nin en sık kullandığı söylemlerden biri “Siyasal iktidarı kurduk, kültürel iktidarı da kuracağız” oldu. Özellikle son birkaç senede kültürel alanda atılan adımlar (konser yasakları, sanatçılara yönelik hedef göstermeler, RTÜK cezaları, ekonomik desteğin yokluğu vs.) bu alanda kurulmak istenen hegemonyanın ancak tahakkümle gerçekleşebileceğini gösteriyor. Çünkü hegemonya, fiziksel güç kullanımı olmaksızın, halkta rıza üreterek kurulur ve bu sayede kendini meşru kılar. Ancak tahakküm, yukarıda saydığım uygulamalar gibi güç kullanımı anlamına gelir.

Gelinen noktada, AKP’nin bu güç kullanımı kültürel “hegemonyanın” kurulamayışından ziyade daha sert ve radikal bir yöne doğru çekilmek istenen kültürel toplumsal değerlerin hızla benimsetilmesi gayesi güdüyor. Zira 2013 Gezi Direnişi sonrası her türlü sokak hareketinin, başta LGBTİ+ ve feminist hareket olmak üzere kriminalize edilmesi, özellikle genç nesilde karşılığını bulmuş görünüyor.

Ancak diğer yandan halkın büyük bir kesiminin “eski cumhuriyet değerleri” nostaljisi yaşadığını, bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti özelinde özellikle laiklik kavramının kadınlar, hele de alt sınıf kadınlar için ne kadar önemli olduğunun anlaşıldığını söylemek mümkün. Bu durum, yeni bir cumhuriyetin toplumsal ortak değerlerini halkın çok daha geniş kesimlerini kapsayacak şekilde yeniden kurmamız için bir fırsat sunuyor. Bunu Türkiye Kadın Milli Voleybol Takımı örneğinde cisimleştirmeye çalışacağım.

Yeni Bir Cumhuriyetin Simgeleri: “Filenin Sultanları”

Samsun Atakum’da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir ortaokulda akademik başarı gösteren kız çocuklarına takdir teşekkür belgesi değil, ‘İslam’ın kızı’ belgesi verildiği ortaya çıktı.”2, “Yönetmelik değişti: 4-6 yaş çocukların eğitim programını Diyanet düzenleyecek”3, “Cami anonsu sokağa verildi: ‘Filenin Sultanları kâfirdir’”4. 16 Eylül 2023’te önüme düşen bazı haberler bunlar. İktidarın yoğun şekilde dindarlaştırma politikası, nihayetinde özellikle kadınların ve kız çocuklarının hedef gösterilmesine ve bedel ödemesine neden oluyor. Bilhassa Kadın Milli Voleybol Takımı’na yönelik bir cami imamının pogrom daveti minvalindeki sözleri, kültürel alanda verilen savaşın saldırı boyutunu gözler önüne seriyor.

Ancak belli meselelere bu denli güçlü tepki verilmesi, aynı zamanda bu konularda güçlü direncin olduğu gerçeğini de aşikâr etmek anlamına geliyor. Michael Ryan ve Douglas Kellner’ın Politik Kamera adlı kült eserlerinde “muhafazakâr filmlerin bir tür evrik olumsuzlama ile işaret ettikleri şey, muhafazakâr tepkileri gerekli kılan güçlerin varlığıdır”5 diyerek ifade ettikleri dirençten bahsediyorum. Milli takıma yönelik saldırılar, özellikle iki lezbiyen kadın oyuncuya yönelik nefret söylemleri, sertleştikleri ölçüde takımın toplumsal sembolik anlamının gücünü ifşa ediyor.

Burada odaklanmamız gereken noktanın, milli takım oyuncularının özellikle alt sınıf kız çocukları için hem bir model hem de umut kaynağı haline gelmesi olduğunu düşünüyorum. “İlk başta dediler ki sen kızsın, şort giyemezsin, erkeklerin yanında oynayamazsın. Hep beni dışladılar erkeklere göre. Erkek hocan var, oran buran görünür dediler.” Bu sözler 13 yaşındaki hentbolcu Merve Akpınar’ın bir röportajında ağlayarak yaptığı konuşmasından. Milli takım başarı kazandıkça sosyal medyada bu röportajın da yeniden yayılmaya başladığını, Urfa’dan çıkan bu küçük hentbolcu özelinde alt-orta sınıf genç kızların kamusal alana katılımı için milli takımın bir sembol haline geldiğini gözlemledim. Bir yandan oyuncuların kılık kıyafetlerinden cinsel yönelimlerine kadar tüm kişisel özellikleri birer aşağılama aracı haline getirilirken diğer yandan güçlü bir sahipleniş, sporun bir araya getirme gücüyle de ilintili bir toplum olma hissi yükselişe geçti. İşte tam bu nedenle Kadın Milli Voleybol Takımı’nın bir “yeni cumhuriyet” simgesi olabileceğini düşünüyorum.

Özellikle Türkiye’de tamamen erkeklerin hegemon olduğu ve endüstriyel futbolun başat görüldüğü spor alanında hem “kız oyunu” sayılan voleybolu tüm ülkenin ekran başında izlediği bir spora dönüştüren hem de “kadın sporunun” önemsiz addedildiği bir ülkeye uluslararası başarılar getiren Kadın Milli Voleybol Takımı, simgesel bir iktidarı kırıyor. Bir yandan alt/alt-orta sınıf kız çocuklarına onların da spor yapabileceklerini gösteren bir temsil sunarken diğer yandan kadınların kıyafetlerine, hareketlerine, duruşlarına müdahalede bulunmak isteyen İslamcı muhafazakârlığa karşı simgesel bir direniş gösteriyorlar.

Bu direnişin önemli bir simgesi de cinsel kimliği nedeniyle herkesten çok hedef gösterilen başarılı voleybolcu Ebrar Karakurt oldu. Karakurt’un kimliğini gizlemeyen ve saldırılar karşısında geri adım atmayan tavrı, her gün iktidar kanadından yeni bir saldırıya maruz kalan LGBTİ+’lar için oldukça güçlendirici oldu. Burada tekrar edelim: Verilen muhafazakâr reaksiyon ne kadar güçlüyse karşı konulmak istenen hareket de bir o kadar güçlü demektir.

Burada bir diğer noktayı es geçmemek, bu yeni cumhuriyetin simgesel düzlemde tüm toplumu kapsayacak şekilde kurulması için önemli görünüyor. Yukarıda andığımız, “Filenin Sultanları kâfirdir” diyen imamın sözlerine tekrar bakacak olursak başörtülü futbol oyuncuları için de aşağılayıcı ifadeler kullandığını görüyoruz. Özellikle başörtülü kadınların kamusal alanda görünür olması, en çok İslamcı/muhafazakâr erkeklerin rahatsızlık duyduğu bir gelişme. Her ne kadar üniversitelerde başörtü yasağının mağduriyetini en çok İslamcı muhafazakâr erkekler kullanmış/kullanıyor olsa da aslında kadınların kamusal alana başörtüleriyle de olsa katılmaları ataerkil imtiyazlarını tehdit ediyor. Bu nedenle farklı kadınların bir araya gelmesi en çok bu ataerkil iktidar için tehlikeli.

Eşitlikçi, Yeni Bir Toplumsal Sözleşmenin Tam Zamanı

Cumhuriyet’in yüzüncü yılı, gerçek bir rejim kriziyle karşı karşıya olduğumuz bir anı imlerken tüm bu sıkışmışlıktan kurtulmanın yolu kadınların, LGBTİ+’ların, işçilerin ve azınlıkların haklarının korunma altına alındığı yeni bir toplumsal sözleşmeden geçiyor. Burada kadınlara bir “milli rol” yüklemeden, milliyetçi ve cinsiyetçi hezeyanlara kapılmadan, toplum olmanın gereğini sağlamak üzere bir birliktelik nosyonu yaratmak gerekiyor. Aksi takdirde varılacak yer yine laisizm-şeriat karşıtlığı gibi bir dikotomiden ötesi olmayacaktır.

Kadın Voleybol Takımı’nın başarıları, kadın sanatçıların şiddet karşıtı konumlanmaları, kadına yönelik şiddetin hiç olmadığı kadar merkezi anlatı haline geldiği popüler kültür ürünleri aslında simgesel alandaki bir dönüşüme işaret ediyor. Muhafazakâr tepkilerin şiddetine bakarak bu dönüşümün gücünü anlayabiliriz. Burada dikkat etmemiz gereken, simgesel düzende kurulacak yeni anlamlar sisteminin kimseyi dışarıda bırakmamasını sağlamak; en çok saldırılan grupların başında gelen Kürtlerin, LGBTİ+’ların, Alevilerin ve bu gibi dini/etnik ve cinsel azınlıkların, bu simgesel düzlemdeki gücü ve öneminin farkına vararak baskın unsurların keyfi uğruna harcanmasının önüme geçmek olmalı.

Milli takımdan Ebrar Karakurt’un tek başına sadece kimliğini inkâr etmeden var oluşunun bu denli şiddetli bir karşılık bulması, aslında son 40 yıldır verilen feminist mücadelenin en temel sloganlarından “Kadınlar vardır/LGBTİ’ler vardır”ın neden önemli olduğunu gösteriyor. Sosyal medyadaki güncel tartışmalara bakarsak aynı durumun “Kürt meselesi” için de geçerli olduğunu, devletin “Kürt yoktur”la başlayan inkâr politikasına kültürel alanda bir geri dönüşün söz konusu olduğunu görebiliyoruz. Bu nedenle simgesel düzlemde varlığın kabul edilmesi, devamında yeni toplumsal sözleşmenin şeklini ve seyrini de belirleme gücünü elde etmek anlamına geliyor. Tahakkümden azade bir “halk egemenliği” için halkın tanımını ezilenlerin tümünü kapsayacak şekilde yapmazsak ne kadınlar, ne LGBTİ+lar, ne Kürtler ne de şu anda özgürlük talep eden herhangi bir muhalif topluluğun kurtuluşu mümkün değil. Ve kadınların öncü olmadığı bir harekette laikliğin aslında sınıfsal bir mesele olduğu gerçeği “muhafazakâr halkın hassasiyetleri” gibi tamamen siyasi iktidar tarafından kurulmuş gerçeklik altında ezilmeye mahkûm.

* Bu yazıyı geçtiğimiz yıl (2023), Cumhuriyet’in yüzüncü yılı münasebetiyle “başka bir cumhuriyet mümkün” diye düşünerek yazmıştım. Geçtiğimiz yıldan bu yana kadına yönelik şiddet çok daha ürkütücü bir boyut kazanırken, yükselen faşist akımların da daha sert ve buna rağmen anaakımlaşabilen bir güç kazandığını gördük. Bu yüzden bu yazıyı biraz düzenleyerek yeniden paylaşmanın, cumhuriyet tartışmasını “herkes için cumhuriyet mümkün mü?” üzerinden gündeme taşımanın yararlı olabileceğini düşündüm.

Bu yazı daha önce Mor Çizgi Blog’da yayınlanmıştır. https://morcizgimiz.wordpress.com/2023/09/16/yeni-bir-cumhuriyetin-simgesel-kurulusu-filenin-sultanlarinin-basardiklari/

Kaynakça:

  1. Cenk Saraçoğlu, “Cumhuriyeti tartışmak: Bir yöntem önerisi”, Gazete Duvar, 2023, https://www.gazeteduvar.com.tr/cumhuriyeti-tartismak-bir-yontem-onerisi-makale-1586252
    ↩︎
  2. https://x.com/Darkwebhaber/status/1702957173897105798?s=20
    ↩︎
  3. https://x.com/bianet_org/status/1702740314790732030?s=20y
    ↩︎
  4. https://x.com/bianet_org/status/1702740314790732030?s=20 ↩︎
  5. Michael Ryan, Douglas Kellner, Politik Kamera: Çağdaş Hollywood Sinemasının İdeolojisi ve Politikası, Ayrıntı, 2010, s. 39. ↩︎

Editör: Ebru Pektaş
Redaksiyon: Sabâ Esin
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation