Background

Şiddet Her Yerde – 3

Suça Giden Yol “Kabahatler”le Döşenir

Kadına yönelik şiddete dair ilk yazıdan beri temel aldığım görsele tekrar bakalım mı?

Piramitte görüldüğü gibi üçüncü basamaktan sonra, failin sayısı giderek artıyor. Çünkü son beş basamakta tarif edilen şiddet biçimlerini, kadınların çoğunluğu yaşıyor ve dolayısıyla “fail” olmayan erkek yok denecek kadar az. Kendini fiziksel şiddet uygulamadığı, bağırıp çağırmadığı için mükemmel ve evde salata yapıp tabağını bulaşık makinesine koymak suretiyle de çok eşitlikçi sayan bir dolu erkek, nasıl olup da “fail” oluyor? Çünkü ne şiddet sadece fiziksel ne de eşitliğin kapsamı bu kadar dar. 

Şiddet, hayatımızın her alanına yayılmış bir olgu. Bu kadar yaygın olduğu için, “doğal” veya meşru sanılıyor ve bu yüzden de son derece tehlikeli. Bir erkeğin bir kadına vurması, cinsel saldırıda bulunması en azından toplumsal olarak kabul edilemez bulunurken, alt basamaklarda yer alan şiddet biçimleri öylesine yaygın ki, hiçbir çekince olmadan uygulanıyor, bazılarınca onaylanmasa bile kabulleniliyor. Bu sayede, toplumun yarısını oluşturan kadınlar, daha küçücük yaşlardan başlayarak nasıl yaşamak ve nasıl yaşamamak zorunda olduklarını adeta bir “el kitabı”ndan öğrenmiş gibi ezber ediyorlar. Tenha bir altgeçitten hızla geçip gitmeniz gerektiğini, dikkat çekecek şekilde kahkaha atmanın yol açacağı sonuçları hiçbir kitap yazmıyor; sokaklarda nasıl yürüyeceğimizden nerde nasıl davranacağımıza kadar bütün bir hayatımızı bize dikte eden bir ataerkil sistem görüyor bu işi. Hem de kolayca. Tıpkı sobaya elini değip yakınca bir daha sobaya yaklaşmayan çocuğunki gibi doğrudan deneyimler yaşatarak yapıyor bunu. Bekletmeden. Anında. Tıpkı o eli yanan çocuk gibi, kısa sürede elimizi uzatırsak yanacağımız şeyleri kavrarız. Ve şiddet böylece hayatın bütün hücrelerine yayılır.

Görünmeyen şiddet

Kadın hakları savunucuları, bu görünmeyen şiddeti şöyle kategorize ediyorlar:

Duygusal-psikolojik şiddet: Bağırıp çağırma, küfretme, korkutma, tehdit etme, hakaret, küçük düşürme, aşağılama, mağdurun hayatını denetleme, sürekli aşağılayıp eleştirerek değersizleştirme. 

Ekonomik şiddet: Kendi geliri olmayan ya da olduğu halde kocasına vermek zorunda olan kadının bağımlı hale getirilmesi, kadının çalışmasına izin verilmemesi, istemediği bir işte zorla çalıştırılması, iş hayatında sırf kadın olduğu için kariyer yapamaması, eşit işe eşit ücret verilmemesi. 

Rıza almadan dokunma: Evde, sokakta, okulda, işyerinde, sosyal ilişkilerde kadının rızası olup olmadığı sorulmaksızın, “abice, babaca, arkadaşça” dokunmalar. Hani, tedirgin olduğumuz halde, konduramadığımız için sustuğumuz dokunmalar. Öğretmenin omzunu okşaması, patronun veya şefin sırtını sıvazlaması, arkadaşının bacağına dokunması…

Sözlü taciz: Bazen sokakta laf atma, bazen sosyal medyada. Cinsel imalarla, açık saçık şakalarla utandırma; sokakta, sosyal medyada veya telefonla ısrarlı takip, taciz. 

Kişisel alanların ihlali: Odaya izinsizce girilmesinden sosyal medya şifrelerini bilmeye, kişisel mesajları okumaktan fotoğrafını izinsiz paylaşmaya kadar, özel alana saygı gösterilmemesini içeriyor ki, bunlar çoğu kez aşkın doğal halleri olarak kabul ediliyor, ettiriliyor. Kıskançlığın, kontrolcülüğün, sahiplenmenin, kişinin varlık alanına saygı duymamanın ne aşkla ne tutkuyla ilgisi yok oysa. Ama erkek toplum sahip olma, kontrol altına alma, kısıtlama gibi eşitsiz ilişki göstergelerini “aşk” adı verilen cicili bicili paketin içinde sunduğundan fark etmek çok daha zor hale geliyor.

Flört şiddeti: İlişki konusunda deneyimi olmayan genç kızların burnuna uzatılan “aşk kılavuzlarında” yazılı olan ezberlerden gücünü alıyor. Mesela genç kız, kafasında kodladığı aşk tanımına göre, erkek öfkelendiğinde alttan alması gerektiğini, erkek kıskançlık gerekçesiyle kısıtlarsa, ne giyeceğine, kimlerle görüşeceğine karar verirse normal karşılamanı, çünkü sebebinin “aşk” olduğunu söylüyor. Öyle bir meret ki bu erkek aşkı,  beklenmedik zamanlarda telefon edip seni kontrol etmeye, telefonunu ve bilgisayarını izinsiz karıştırmaya hakkı olduğuna canı gönülden inanıyor. Hayır dediğin halde yakınlaşmak için zorlamaya, içkiliyken, bilincin yerinde değilken cinsel olarak yaklaşmaya hakkı olduğuna inandığı gibi.

Oysa bunların tümü aşktan değil, egemenlikten kaynaklanıyor. Çünkü eşit ilişkilerin olmadığı hiçbir yerde aşk yok, ezen ve ezilen var. Ezen ve ezilen arasında ise aşk değil, olsa olsa bağımlılık gelişiyor.

Bunları fark etmek, ortada aşk varken çok zor. Kadınlar, “Her zaman böyle değil, ben kızdırdım, beni çok seviyor” gibi gerekçeler bulmaya her zaman hazır. Çünkü bu toplum bize haklı değil suçlu ve sorumlu olmayı öğretiyor. Kendimize erkeklerin gözüyle bakıyor ve neyin doğru neyin yanlış olduğuna onların gözünden bakarak karar veriyoruz. Bu daimi baskı içimizde hiç hafiflemeyen bir değersizlik, suçluluk duygusuna neden oluyor.

Kabul edilebilir kabahatler!

Piramidin en altındaki iki basamakta kadın düşmanı şakalar, cinsiyetçi küfürler, kadını değersizleştiren söylemler var. “Kadınlar zengin/maço/sert sever”den tutun kadınların hesapçı olmasına, kafasında dolaşan tilkilere, erkeğin saflığına karşılık kadının fesatlığına veya tersinden zayıf / duygusal / aklı kısa /zavallı kadın imajına kadar her ortamda bu söylemlere gülünüp geçiliyor. Her mesajın sonuna nokta gibi konulan amk, oç kısaltmalarına da öyle. Bedenle ilgili şakaları (büyük göğüs, büyük kalça, şişmanlık veya tam tersi küçük göğüs, düz kalça, zayıflık) unutmayalım… Tüm bunlar genç kadınları özgüvensiz hale getiriyor, bazen erkek dünyaya benzemeye çalışarak bazen de devletin istediği “makbul kadın” hapishanesinde yaşayarak varolmaya çalışıyorlar.

İşte faili ve mağduru çok sayıda olan şiddet biçimleri. Üstelik toplumsal cinsiyet konusuna duyarlı olduğunu söyleyenler bile bunları zararsız buluyor, “şaka işte” deyip hafifsiyor, “duyar kasmak” diye aşağılıyor, en fazla “kabahat” mertebesinde görüyor. Oysa suça giden yolun taşları bu kabahatlerle örülüyor.

Grafiğin alt basamaklarında, neden bu kadar çok fail erkeğin bulunduğu çok açık, öyle değil mi? Kendisini solda ifade eden, eşitlikçi olduğunu kabul eden erkekler arasında da bu örneklerin sayısı hiç de az değil. Birçok taciz iddiası ve ifşada kadının beyanını esas alıp disiplin sürecini işletecekleri yerde konuyu kapatan, kadını kurumdan uzaklaştıran sendikalar, dernekler, partiler yok mu tarihimizde?

O halde Kadın cinayetleri politiktir diyerek başlamak zorundayız. Öldürülen kadınlara vicdanen üzüldüğümüz için değil, bir egemenlik biçiminin dışavurumu olarak cinsiyetçiliğin her türüne karşı çıkmayı bir politik duruş haline getirmeliyiz. Üzüntü gelip geçer, vicdan yatışır, ama politik duruş kalıcıdır, sonuç alıcıdır.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine bir politik ilke olarak karşı durmak; samimi bir muhasebe yapmak, yüzleşmek ve iktidarın sunduğu nimetleri reddetmek demektir. Kadınların daha fazla sosyalleşebilmesi için yükü paylaşmak; gündelik hayatı birilerinin sırtına atıp politika yapmamak; kadın olarak yaşamanın farklılıklarına kafa yormak demektir. Cinsiyet iktidarını gördüğümüz her yerde karşı çıkmak, deşifre etmek demektir. Egemenliğin olduğu her yerde ezen ve ezilen’in olduğunu bilmek, ya ezenden ya da ezilenden yana olduğunu açıkça ifade etmek ve hayata geçirmek demek.

Bu yüzden şiddete karşı politik tutum, çok boyutlu, çok büyük bir şemsiye, altında değiştirmemiz gereken binlerce şey var. Bu düzenin sarsılmaz gibi görünen bir ayağını, patriyarkayı yıkmadan; bunu politik mücadelenin bir parçası haline getirmeden eşitlikten, özgürlükten söz etmeye de hiç kimsenin hakkı yok. 

Editör: Ebru Pektaş
Redaksiyon: Ebru Pektaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation