Köşe Yazıları Müjgan Tekin 26 Kasım 2024
İnsanların büyük bir bölümünün yoksul, küçük bir azınlığın ise dehşetli varsıl olduğu çağlardan birinde Dünya dönmeye devam ediyordu. Eeee ne de olsa Dünya bu, toz bulutu olana değin dönüp duracaktı. İşte Dünya öylece dönüp dururken, ezilenler ve ezenler arasındaki kavga sürüp giderken, birinciler, ikincilerin çizmesi altında ezilirken tanrılardan aldıkları yetki ile büyüyen cüce-devlerin en sonuncusunun en sonuncusu Bay Diktatör Patriarkal- ki bu Patriarkal sülalesinin en sonuncu varisi olan lider Bay Diktatör Patriarkal’dır ve soyunun Zeus’a kadar dayandığı da söylenir- pek bir huzursuzdu. Huzursuzdu çünkü 25 Kasım gelmiş kapıya dayanmıştı ve yine aldığı tüm önlemler anlaşılan işe yaramayacaktı. Başına bir de 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü çıkarmışlardı. Eh, 30 yıldır örgütün ana lideri bu sonuncu Bay Patriarkal’dı. Ah ataları duysa, bugünü engelleyemediği için kendisi ile utanç duyacakları muhakkaktı.
Sonuncu Bay Patriarkal da tıpkı ataları gibi sahibi olduğunu sandığı yurttaşları korku iklimine hapsederek kendisine karşı çıkanlara akıl almaz zalimlikler yapmaktaydı. Sayesinde Dünya’nın tüm hapishaneleri hakları için mücadele edenlerle, kendisini eleştirenlerle hıncahınç dolup taşmaktaydı. Onca korkutmaya rağmen her coğrafyadan “Zeus Baba’nın sadık elçisi olmaktansa kayaya zincirli olmak daha iyidir” sesleri yükseliyordu. Artırdığı şiddete rağmen, Prometheus’un kız kardeşleri ve erkek kardeşleri çoğaldıkça çoğalıyordu.
Yamakları, kendisine ismi ile değil Bay Patriarkal diye hitap etmeyi tercih ediyordu. İsminin de pek bir önemi yoktu gerçi. Soyları Patriarkal soyundandı, mühim olan da Zeus’un torunlarından olmasıydı. Hııı, bu arada bu Bay Diktatör Patriarkal, faşist liderler örgütünün en başını temsil ettiği için işi epey ağırcaydı, hakkını teslim etmek lazım, tüm Dünya faşizmi için canla başla çalışıyordu.
Lider Bay Patriarkal, Dünya’nın çekirdeğinde yaşıyor dersek pek yanlış olmaz. Laf aramızda pek de bir gülünç, biraz Hitler’e, biraz Mussolini’ye benziyordu, alnının açıklığı ise neredeyse Trujillo ile aynıydı. En büyük hobilerinden biri kargaları bile kendinden uzaklaştıran sesi ile arada magmanın derinliklerinde şarkı söylemekti. Ama onu gülünç kılan atalarına benziyor oluşu değil, magmanın altında olursa korunacağına olan tam inancıydı. Çekirdeğin duvarları atalarının devasa tabloları ile gözüne çokça ihtişamlı gözüküyordu. Her sabah Hitler, Mussolini, Franco, Salazar, Batista, Humeyni, Trujillo ve nicelerinin tablolarına bakıp bakıp önce bir böbürleniyor, sonra da inceden inceden bir korkuya kapılıyordu. Hepsi de yenilmiş ve tarihin en karanlık çöplüğünde yerlerini almıştı. Bu gerçeği unutmak için Bay Patriarkal çekirdeğin girişine kocaman harflerle hemen hemen Dünya’nın tüm dillerinde “Gökyüzünde Tanrı, Yeryüzünde Bay Patriarkal” yazdırmıştı. Az değildi bu Bay Patriarkal. Bu sözü Dominikli atası Rafael Trujillo’dan yürütmüştü. Bilirsiniz kapitalizmin de atası olan bu Patriarka sülalesi ne de olsa yürütmeyi severdi.
24 Kasım nerdeyse devrildi devrilecekti. Haberler iyi değildi. Kadın yurttaşlar son zamanlarda iyice haddini aşar olmuştu. Öfkesinden çıldırmış gibi Dünya’nın çekirdeğindeki sarayının devasa odasında volta atıyordu. Patriarkal askerlerinden iki üç bölüğü, son havadisleri toplamak için Dünya’nın birçok coğrafyasında görevlendirmişti. Oysa atalarının yolundan gidiyordu, kadınlara gözdağı veren en baba liderlerini atamıştı ülkelerin başına. Çok dertliydi çok Bay Patriarkal. Daha ne yapsındı, ibret olsun diye İran’da Mahsa Amini’yi, “ahlak polisi” olarak bilinen irşad devriyeleri tarafından “başörtüsü kurallarına uymadığı” gerekçesiyle polis işkencesi ile öldürtmüştü. Afganistan’da Taliban rejimini sonuna kadar desteklemiş, kadınların şarkı söylemelerini, şiir okumalarını ya da toplum içinde yüksek sesle konuşmalarını yasaklattırmıştı. “Kadınlar çalışıyor diye işsizlik artıyor” diyen düzenin bakanlarını salmıştı dört bir yana. Ülkelerden birinde İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını sağlamıştı. Dost Trump sayesinde Amerika’da kadınların kürtaj hakkına da yeterince müdahale etmeye çalışmıştı. Hayır, daha ne yapsındı Bay Patriarkal! Duvarı boydan boya süsleyen tablolara döndü. Zeus’un torunları ile göz göze geldi. Nasıl baş etmişlerdi kadınlarla! Zeus’un torunları asırlardır işçi sınıfının kadınları ile de kıran kırana mücadele etmişti. En tehlikelisi de o kadınlardı. Hem erkek egemenliğine hem de erkek egemenliğinden aldığı güçle kurulan kapitalist sömürüye karşı işçi sınıfı saflarında mücadele edenler, işte onlar yok muydu onlar, bu yolu onlar açmıştı. Bu kadınlara bu cesareti veren o kadınlar!
Telaşla masasına oturdu. Çekmecesinden büyükçe bir albüm çıkardı. Albümün her bir yaprağını hırsla, hınçla, öfkeyle çevirdi. Olympe de Gouges, Paris Komünü’nde en önde savaşan kadınlar, Laura Lafargue, Elenaor Marx, Clara Zetkin, Rosa Luxemburg, Yelena Dmitriyevna Stassova, Anna ve Maria İlyiniçya, Nadejda Krupskaya, Maria Suphi, Fatma Nudiye, Zehra Kosova, Behice Boran, Didar Şensoy, Leman Fırtına, Leyla Halid… Bay Patriarkal’ın yüreği daraldı. Bitmiyorlardı da. Bitmek ne kelime, çoğalıyorlardı. Kaygı içinde Dünya’nın dört bir yanına gönderdiği askerlerini bekliyor, bir yandan da saate bakıyordu. O sırada kapısı çaldı ve beklediği askerleri sıra ile içeriye girip Bay Diktatör Patriarkal’ı Dünya’nın çeşitli dillerinde “Gökyüzünde Tanrı, Yeryüzünde Bay Patriarkal” diye selamladı. Heil Hitler selamından esinlendikleri doğruydu. Bay Diktatör Patriarkal merakla ayağa kalktı. Askerlerin önüne koyduğu sandığa baktı.
– Nedir bu?
İçlerinden biri, tiz bir sesle yanıtladı:
– Sayın Bay Patriarkal, bizden 25 Kasım için şiddeti onca artırmamıza rağmen bu kadınlar nerden cesaret alıyor da sokaklara çıkıyor, etkinlikler düzenliyor diye araştırıp bulmamızı istemiştiniz. İşte o cesaret buldukları, bu sandığın içinde.
Bay Patriarkal, bıyıklarını okşadı. Zafer kazanmış komutan edası ile gülümsedi.
– Demek elebaşlarının kellelerini alıp geldiniz. Öyleyse bu 25 Kasım’da kadının kurtuluşu mücadelesinden de, bu mücadeleyi işçi sınıfının kurtuluşuna bağlayan ve en azgın olanlarından da kurtulduk demektir. Tüm Dünya’ya duyuralım 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kaldırılmıştır. Dünya basınına derhal haber salın!
Bay Patriarkal, neşe içinde sandığı açtı. Sandık açılır açılmaz içinden üç güzeller güzeli kelebek Bay Patriarkal’ın üstüne doğru kanat çırpmaya başladı. Bay Patriarkal, bağıra çağıra hızla masasının altına girdi.
– Bu da ne? Defolun, alın şunları! Benimle dalga mı geçiyorsunuz? Kelebekleri hiç sevmem bilmiyor musunuz? Kelebeklerin kozalarından çıkmasını yasaklamamış mıydık biz! Derhal yasaklansın!
Bay Patriarkal’ın askerlerinden biri çekinerek yanıtladı:
– Efendim, siz kadınları kışkırtan, tankımıza, topumuza, copumuza, tomamıza, ahlak polisimize, zindanlarımıza rağmen korkmamalarını sağlayanları bulup getirin demediniz mi? İşte bu kelebekler, 64 yıldır o cesaretin kaynağıymış. Araştırdık, bulduk ve huzurunuza sunduk.
Bay Patriarkal iyice sinirlendi. Askerlerine aklı ile dalga geçtikleri için hakaretler yağdırmaya başladı. Kelebek 64 yıl yaşar mı hiç? Kelebeklerden mi korkuyordu yoksa koca gidi Bay Patriarkal!
Yıllar önce Dominik’te faşist Rafael Trujillo rejiminde birer tırtılken kozalarından çıkıp öz bilinçlerini kazanıp kelebeğe dönüşen Mirabal kardeşlerden Minerva Mirabal, Bay Patriarkal’ın yüzüne doğru uçup kanatları ile Bay Patriarkal’ı tokatlamaya başladı ve haykırdı:
– Çocuklarımızın bu yozlaşmış zulüm rejiminde büyümelerine izin veremeyiz; bunun için her şeyimi fedaya hazırım, canımı bile…
Bay Patriarkal, şimdi hatırlamıştı üç kelebeği, Mirabal kardeşleri! Ama korkmasına gerek yoktu. Altı üstü üç ölü kelebekle mi baş edemeyecekti? Salonda uçuşan Minerva, Patria ve Maria Teresa kardeşlerin derhal yakalanmasını emretti. Bay Patriarkal’ın askerleri bir olmuş üç kelebeği yakalamaya çalışırken doğrusu oldukça komik gözüküyordu. Maria Teresa Mirabal, olduğu yerde sağa sola zıplayarak kendisini yakalamaya çalışan Patriarkal ordusunun askerlerinden birine, en kelebekçe cesaretiyle seslendi:
– Belki de bize en yakın olan ölümdür ama ölüm düşüncesi beni korkutmuyor. Adalet için savaşmayı sürdüreceğiz. Ben bu sözü 64 yıl önce söylemiştim. Boşuna uğraşma; kelebekler adalet için uğraşmayı sürdürüyor, sürdürecek. Bir ölür, bin diriliriz.
Bay Patriarkal’ın sarayının duvarında asılı duran tablolardan biri, faşist Rafael Trujillo’nun tablosu üç kelebeğin kanat çırpışları ile yerinden oynadı ve devrildi, tıpkı yıllar önce Dominik’te Mirabal Kardeşlerin öncülüğünde halkın iradesi ile devrildiği gibi. Bay Patriarkal, Dominikli Mirabal kardeşlerin gelip de Dünya’nın çekirdeğindeki en korunaklı yerde, sarayının en korunaklı odasını dağıtmasını engelleyemedikleri için askerlerine küfürler etmeye başladı. Bu duyulursa bütün itibarı yerle yeksan olurdu. Maria Teresa şimdi duvarda asılı Batista’nın üstüne doğru kanat çırpıyordu ve kelebek dilinde bir şarkı ile Batista ile alay ediyordu:
– Batista kaçmış! Batista kaçmış! Fidel, kardeşi Raúl ve Che dedikleri Ernesto, Havana’ya girip ülkeyi kurtarmış. Cuba libre! Cuba libre!
Bay Patriarkal düşen Trujillo ve Batista’nın tablolarını telaşla yerden kaldırmaya çalışırken öfke ile bağırıyordu:
– Koparın şunların kanatlarını! Yolun o beneklerini. Öldürün!
Minerva, Patria ve Maria Teresa kardeşler neşe içinde bir ağızdan, coşku ile gülerek yanıtladı Bay Patriarkal’ı:
– 25 Kasım 1960’ta sevgili atalarınızdan Rafael Trujillo’nun emri ile tecavüz edilip uçurumdan atıldığımızda kanatlarımızı kopardığınızı sanmıştınız. Bizi öldürürlerse, kollarımız mezarımızdan çıkar, uzanır ve daha da güçleniriz demiştik. Dinlemediler. Kozasından kurtulan kelebekler bir daha ölmez, öldükleri yerden doğar, kelebeklerin ölümleri tabutlara sığmaz. Öldükleri yerden her defasında anıları ile çok daha büyük öyküler büyür Bay Diktatör Patriarkal, atalarınız bunu anladı. Siz de anlayacaksınız!
Dünya’nın çekirdeğindeki sarayın en ihtişamlı odasında bir tabur asker, üç kelebeğin kanat çırpmasını engellemek için oradan oraya zıplıyor, zıplarken birbirlerine çarpıp yere düşüyordu. Sarayın hemen dışındaki odalarda ise içeride neler olduğunu soran kadınlı, erkekli çalışanlara doğru bir kelebek uçup geldi. Bu kelebeğin adı da Dedé’ydi. Mirabal Kardeşlerin küçüğü. 25 Kasım 1960’ta ablaları gibi öldürülmemişti. Ablalarının ona mirası vardı: Mücadelelerini tüm Dünya’ya anlatıp kozasından çıkmaya cesaret edemeyen tüm tırtılları cesaretlendirip kelebeğe dönüşmelerine yardım etmek. Dedé öylesine güzel renklere sahipti ki! Her kanat çırpışında sarayın içinde yıllardır Bay Patriarkal’a çalışan yüzlerce, binlerce insan sanki nefes alıyor, özgürleşiyordu. Dedé bağırdı:
– Kelebeklerden değil Bay Patriarkal’dan korkun! Ben ve kız kardeşlerim, biz Dominikliyiz. Dominik Cumhuriyeti’nde 1950’lerde “La Era Trujillo-Trujillo Çağı” olarak bilinen totaliter bir kâbusu yaşıyorduk. Trujillo beğendiği, istediği kadını kendi ile yatmaya zorluyor, kurduğu ordu ile ülkemin insanlarının gözlerini ve ağızlarını kapalı tutmaya çalışıyordu. Trujillo, gönül eğlendireceği, tecavüz edebileceği, çok genç yaşlardaki küçük kızları bulabilmek için tüm ülkede “güzel izci” avları düzenliyordu. Bizi de partilerinden birine davet etti. Ablam Minerva hedefin kendisi olduğunu anladı ve teklifini geri çevirmeye çalıştı. Ama Trujillo zorlamaya devam edince, diktatörü davetli olduğu partide herkesin içinde tokatladı. Trujillo’ya ilk tokat atma cesaretini Minerva gösterdi. Şunu bilin ki biz de başlangıçta birer devrimci kelebek değildik. Sadece tırtıllardık. Ta ki Trujillo’yu tokatlama cesareti gösterdikten sonra ülkemin insanlarının diktatörü devirme cesaretini görünceye kadar. Trujillo ablamın tokadını yedikten sonra tüm aileme zulmetmeye başladı. Babamı zindanlara atıp işkence ettirdi. Minerva’yı ve annemi Santo Domingo’ya yaptıkları bir ziyarette kaldıkları otelde hapsettirdi ve Minerva’ya iğrenç bir teklifte bulundu. Diktatör Trujillo ile yatması halinde ailesinin serbest bırakılacağını söyledi. Minevra reddetti. Sadece bize değil tüm Dominik halkına zulmediyordu.
Kalabalık endişe ile Dedé isimli kelebeğin anlattıklarını dinliyor, bir yandan da Bay Patriarkal’ın büyük salonundan gelen seslere kulak kabartıyordu.
– Koparın kelebeklerin kanadını! Yoksa ben yolacağım sizi!
Dedé, Bay Patriarkal’ın dışarıya taşan sesine aldırış etmeden anlatmayı sürdürdü:
– Trujillo iktidarı alır almaz, doğrudan kendisine bağlı bir gizli polis örgütü kurdu ve ABD destekli otuz yıllık iktidarı boyunca muhaliflerine karşı her türlü zulmü gözünü kırpmadan yapmaktan çekinmedi. Gözaltı, tecavüz, tutuklama, işkence ve öldürme. Benim de ailem tüm bu zulümlerin en ağırına uğratıldı. Kendisi ve ailesi ülkenin tüm servetine el koydu. Dominik’in şeker sanayiinin yüzde 65’ine, ülkenin en verimli topraklarının ise yüzde 60’ına Turijillo sahipti. Dominik işçilerinin yüzde 80’i Trujillo’nun topraklarında ve işletmelerinde karın tokluğuna çalışıyordu. Zulmü arttıkça Minerva ile birlikte diğer kız kardeşlerim Patria, Maria Teresa ve eşleri de diktatörlüğe karşı birer eylemciye, devrimciye dönüştüler. Trujillo’yu devirmek için sürgündeki Dominiklilerin girişimi başarısız olunca kız kardeşlerim 14 Haziran Hareketi’nin kuruluşuna katıldı. 14 Haziran Hareketi’nin içinde bildiriler dağıtıp afişler asarak, halk arasında örgütlenmeler yapıp halkı silahlandırmaya çalıştılar. Minerva’nın mutfak masasında kestane fişeğinden patlayıcılar imal ettiler. Halk kız kardeşlerimi Las Mariposas (Kelebekler) kod adı ile tanımaya başladı. 1960 yılında neredeyse tüm ailemi hapsettiler. Kız kardeşlerim uluslararası baskı nedeniyle kısa sürede serbest bırakıldı. Fakat Trujillo, kelebekleri katletmeye kararlıydı. Bunun için alçakça bir plan yaptı. Diktatör Trujillo, kız kardeşlerimin hapisteki eşlerini dağların tepesindeki uzak bir hapishaneye gönderdi, sonra da onları ziyaret etmelerine izin verdi. Bu bir tuzaktı ve aslında onlar da dahil hepimiz biliyorduk. Dostlar, gitmemeleri için kelebekleri ikna etmeye çok çalıştı ama gittiler. Dönüş yolunda, dağ yolunda araçları rejimin polisi tarafından durduruldu. Öldürüleceklerini o anda anladı kelebekler. Patria, yakınlardan geçen bir kamyonu gördü ve kamyonun sürücüsüne kim olduklarını ve öldürüleceklerini haykırdı. Bu katliamı tüm Dünya’ya duyurmasını isteyerek haykırdı: Çocuklarımızın bu çürümüş ve tiranca rejimde büyümesine izin veremeyiz. Bu rejime karşı savaşmalıyız, gerekirse her şeyimi, hatta hayatımı bunun için feda ederim. Üç kız kardeşimi o dağ geçidinde tecavüz ederek katledip sonra araçlarının içine koyup kaza süsü vererek uçurumdan aşağı yuvarladılar.
Bay Diktatör Patriarkal’ın devasa salonundan hâlâ aynı sesler yükseliyordu:
– Kırın, koparın şu kelebeklerin kanadını! Üç kelebekle baş edemeyecek değiliz. Kelebekleri Öldürün!
Devasa odanın dışındaki kalabalık şaşkındı. Dedé, dansa davet ediyordu ve neşe içinde bir şarkı söyler gibi hem en coşkun hem en dingin sesi ile:
– Kelebeklerin öldürülmesi Trujillo’nun devrilmesini hızlandıran bir katliam oldu. Halk direnişi arttı. Altı ay sonra kendisi de ordu mensubu bir yakını tarafından düzenlenen suikastla öldürüldü. Haydi, ne duruyorsunuz açın tüm kapıları, kozasından kurtulan kelebekler, yarınlarını avuçlarına alıp güneşin al burçlarına kanat çırpa çırpa geliyorlar. Açın tüm kapıları! Bizimkiler geliyor!
Yeni gün ışımış, takvim 25 Kasım’a evrilmişti. Kozasından kurtulup üç kız kardeşine, Mirabal kardeşlerine doğru uçan milyonlarca kelebek Dünya’nın dört bir yanından şimdi Bay Patriarkal’ın Dünya’nın çekirdeğindeki çok korunaklı sarayına varmıştı. Açılan kapılardan, pencerelerden Bay Patriarkal’a doğru uçuşan milyonlarca kelebek bir ağızdan haykırıyordu, Bay Patriarkal ise devrilen tabloların altına girip kelebeklerden korunmaya çalışıyordu. Kelebekler haykırıyordu:
– Belki de bize en yakın olan ölümdür ama ölüm düşüncesi bizi korkutmuyor. Adalet için savaşmayı sürdüreceğiz! Yaşasın Kelebeklerin Zaferi!
Mirabal kardeşlere ve kozasından çıkarak özgürce kanat çırpan tüm kelebeklere…
* Bu yazı, Terzi Fikri’ye Ağıt olarak bestelenen “O Sönmez” isimli şarkıdan güç ve destek alarak yazılmıştır. Bu vesile ile Terzi Fikri’ye de selam olsun…
Not: BM Genel Kurulu 1999 yılında 25 Kasım gününü Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan etti. 25 Kasım’ın seçilme nedeni Dominik’i diktatörlükle yöneten Rafael Trujillo’ya karşıtlığıyla bilinen Mirabal Kardeşler adlı üç kız kardeşin, Trujillo’nun, “Ülkede iki tehlike var: Kilise ve Mirabal Kardeşler” şeklinde yaptığı açıklamadan günler sonra katledilmesiydi.
Editör: Şöhret Baltaş
Düzelti: Şöhret Baltaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Yazar Hakkında Bilgi
12 Eylül 1980’de İstanbul’da doğdu. Gazetecilik eğitimi aldığı fakülte yıllarında, mesleği yerinde öğrenmeli diyerek çalışma hayatına atıldı. Yeni Binyıl Gazetesi Kültür Sanat sayfasında başladığı staj eğitiminin ardından 2002 yılının sonunda TV8 belgesel bölümüne geçti. Vildan Tekin ile birlikte yazdığı ¨Karadut¨ isimli romanın yanı sıra ¨Ağıt: Ararat'tan ve Ağrı'dan Yükselen Çığlık¨, ¨Çöldeki Balıklar¨ ve ¨Raman Petrol Kartalları¨ isimli üç kitabı bulunmaktadır. Yazıları çeşitli haber sitelerinde yayımlandı ve hala yazmaya devam ediyor.
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖