Köşe Yazıları Şöhret Baltaş 18 Ocak 2025
2024 yılı kadın cinayetleri ve şüpheli kadın ölümlerinin en çok gerçekleştiği yıl olarak kayda geçti. Kadın örgütleri bu durumun tesadüfi olmadığını, faillerin erkek egemen politikaların doludizgin uygulanmasından cesaret aldığını vurgularken, iktidar kadın’ı görmüyor ve bu yüzden, kadınları öldüren faillerin adli sicil kaydı olmasına rağmen serbest bırakılmış erkekler olduğu gerçeğini umursamıyor. Muhalif gazetecilere hiç vakit kaybetmeden taktığı elektronik kelepçeyi, her nedense açıkça öldürme tehdidinde bulunan erkeklere takmıyor. Birçok şüpheli kadın ölümünün dosyası, “intihar” diyerek kapatılıyor, yaslı ana babalar kızları için aradıkları adaleti sosyal medyada haykırmaktan başka çare bulamıyor. Kadınlar canlarını korumak için başvurdukları adli makamlardan koruma güvencesi yerine “kapını açma” benzeri tavsiyelerle(!) ayrılıyorlar.
İktidar kadın’ı görmüyor, çünkü kadın’a değil aile’ye bakıyor. Aile Enstitüsü ile Nüfus Politikaları Kurulu kuruyor, yoksul gençlere evlilik ve çocuk yardımı vadediyor, düşük evlenme ve doğum oranını yükseltmeyi amaçlıyor. Kuşkusuz muhafazakar zihniyet ile sermaye, bu konuda da işbirliği yapıyor ve bir taşla iki kuş vurmak istiyorlar: Kadını “aile” içinde tarif ederek, yani kadının tüm kişilik haklarını aileye devrederek, “aile yapısını ve değerlerini korumak” siyasal İslam’ın; düşük nüfus hızı artışının önlenerek bol miktarda ucuz işgücüne kavuşmak da patronların avlamayı umduğu kuş!
Ne siyasi iktidar ne de sermaye doğurganlık hızını esas olarak ekonomik zorlukların, işsizlik ve güvencesizliğin, geleceğe dair umutsuzluğun düşürdüğünü görmek istemiyor. İktidar “Aileyi koruma” adı altında kadının insan haklarını yok eden politikaları hayata geçiriyor:
Fert = Erkek
2024 böyle geçmişken, yeni yılın ilk ayında Aile Yılı tanıtımıyla karşılaşıyoruz. Kadınlar ve kız çocukları öldürülürken, cinsel saldırı ve tehdit altındayken ve devlet ne kadınları ne de kız çocuklarını koru(ya)mazken, iktidarın “aile” ezberini temcit pilavı gibi önümüze koyması şaşırtıcı değil. Çünkü “aile” onlar için yüce bir kavram, “kutsal müessese”… Bu kurumun içinde kadın ezilmiş, çocuk hırpalanmış, ne gam; aile yaşasın yeter!
Aile Yılı’nın tanıtım toplantısında da vurgulanan bu: Aile toplumun temel taşıdır. Güçlü fertler güçlü aileyi, güçlü aileler güçlü milleti ve devleti yaratır.
Kadınları güçlendirmek gibi bir program söz konusu olmadığına göre, anlıyoruz ki “fert”ten kasıt erkek birey. Güçlü erkek bireyler aileye hükmedecek ki, güçlü devlet de millete hükmetsin: Yaşasın ataerkiyle otoritarizm ve militarizmin mükemmel işbirliği…
Peki bu kutsal müesseseyi bozan, doğum ve evlenme hızını düşürüp memleketin kalkınmasına taş koyan kim? Tabii ki dijital platformlar, milli ve manevi olmayan değerlerin peşinden sürüklenen kültürel yapı ve hepsinin başını çeken de eşcinseller.
Şimdi döngü şöyle işliyor: Dijital platformları LGBT zihniyet ele geçiriyor, kendi anlayışına göre programlar yayınlayıp gençlerin zihnine giriyor, fıtratlarını bozuyor, böylece gençler aile kurmak yerine darmadağın olup gidiyorlar. Böylece aile kurumunun kutsallığı azalıyor. Bir de bunlar öyle yapılar ki, fıtratı, ahlakı ve aileyi savunan herkesi ağır bir baskıya maruz bırakıyorlar.
Burada bütün mecralarda cezalar yağdıran, dilediği gibi kapatıp açan RTÜK aklınıza gelebilir; tek bir paylaşım ile içeriye atılan, kapısı kırılıp gözaltına alınan insanlar da. Acaba biz başka bir dünyada mı yaşıyoruz diye düşünebilirsiniz. Düşünmeyin. Post-truth ya da Hakikat sonrası siyaset dedikleri tam da böyle bir şey. Hiçbir veriyle ve olguyla desteklenmeyen bir mesajı, tekrar tekrar öne sürerek gerçek olduğunu kabul ettirme işi.
Çok Maneviyat – Az Maddiyat
Aile Yılı’nda manevi değerleri canlandırmak yetmiyor, işin bir de maddi kısmına bakmak lazım tabii. Evlenecek gençlere faizsiz kredi verilecek, doğum yardımı yapılacakmış. 150 bin lira vereceklermiş gençlere, 48 ay vadeli ve faizsiz. Gençler evlenip de sıra çocuk sahibi olmaya gelince de, ilk çocuk için 5 bin, ikinci için her ay 1500, sonrakiler için de her ay 5 bin lira yardım edilecekmiş. Son dönemde marketlerde bebek bezi ve mamaya alarm takıldığını düşünürsek, gençleri ne kadar teşvik edeceği şüpheli…
Ama bu önemli miktar, annelerin hesabına yatırılacakmış (kadının banka hesabı varsa tabii). Üçüncü çocuğa verilen parayı göz önüne alırsak, herhangi bir kreş, anaokulu veya bakıcı ücretinin bu paranın en az beş katı olduğunu düşünen iktidar, buna da çare bulmuş: Esnek ve uzaktan çalışma modelleriyle kadının hem annelik yapıp hem de çalışmasını sağlayacaklarmış… Yaşasın muhafazakar ve neoliberal model!
Peki ne olacak? Aile Yılı’nda kadını aile içine hapsedip görünmez kılmayı başaracaklar mı?
Bu soruya cevap vermek için önce “Başardılar mı?” diye soralım. Tarihe bakmak, geleceği öngörmek için hem bilgi hem de umut verir zira.
1886, Şükufezar: “Saçı uzun aklı kısa değiliz!”
Bundan 139 yıl önce, 18 Ocak 1886’da Şükufezar dergisi “Saçı uzun aklı kısa” deyişine karşı mücadele başlattığını açıkladı. Arife Hanım tarafından çıkarılan ve tüm yazarları kadın olan ilk Müslüman kadın dergisiydi Şükufezar. Arife Hanım’la birlikte Fatma Nevber, Münire, Fatma Nigar, Fatma Naima gibi isimler yazılarını eş ve babalarının isimleri ile değil kendi isimleriyle yazıyorlardı.
Dergi, neredeyse bir kalıp haline gelen “Saçı uzun aklı kısa” deyimine karşı mücadele amacı taşıdığını ilk sayısında şöyle ifade ediyordu: “Biz ki saçı uzun aklı kısa diye erkeklerin hande-i istihzasına (alaycı gülüşüne) hedef olmuş bir taifeyiz. Bunun aksini ispat etmeye çalışacağız. Erkekliği kadınlığa kadınlığı erkekliğe tercih etmeyerek şâhrâh-ı say ve amelde (gayret ve çalışma yolunda) mümkün olduğu kadar pây-endâz-ı sebât olacağız (sebatla adım atacağız). Yazacağımız şeye haklı haksız itiraz vârid olacakmış. Fakat bizim vazifemizde bile olmayacaktır. Haklı olan itirazı risalemizde ma‘ü’l-memnuniye derc edeceğimizden (memnuniyetle ekleyeceğimizden) şayan-ı tahsin görülür (beğenmeye değer görülür). Fakat haksız vuku bulacak itiraza elimizden geldiği kadar mukabele etmek daire-i hürriyetimiz dâhilindedir. Hiç esef etmeyiz.”1
Şükufezar, yazıların yanı sıra kadın okurlardan gelen mektupları ve şiirleri de yayınlıyordu; kadın yazınında mektupların, günlüklerin taşıdığı önemi düşününce, kendisinden sonra gelen kadın dergilerinin yazarlarına alan açtığı muhakkak.
1985: Dayağa Karşı Dayanışma
Şükufezar’dan bir yüzyıl sonra, 10 Eylül 1985’te Çankırı’da bir hakim, şiddet gördüğü kocasından boşanmak isteyen üç çocuklu ve dördüncüye hamile bir kadının davasını redderek şöyle bir “gerekçe” yazma gafletinde bulundu: “Koca karısına ‘kahpe’ dese de, ‘orospu’ dese de önemli olmayıp, kadının şerefinin kocasına ait olduğu; kavganın, evliliğin tadı tuzu olduğu; evliliği pekiştirdiği;, bölgenin örf ve adetlerinde ‘Karının sırtını sopasız, karnını sıpasız bırakmamak gerekir’ anlayışı olduğundan geçimsizliğe yeterli delil bulunmadığı…”2
Hakim Mustafa Durmuş, nelere sebep olacağını bilseydi muhtemelen ağzını kapatıp davayı onaylardı. Ama ucube bir zihniyetin utanmazca bir dışavurumu olarak, kadınların ayaklanmasının fitilini ateşledi. Önce Eskişehir’de sekiz avukat kadın, bu kararı protesto etti. Sonra İstanbul’daki kadınlar hakime karşı manevi tazminat davası açmak için 4 Nisan 1987’de Sultanahmet Adliyesi’nde toplandılar. 1 TL manevi tazminat talebiyle açılan dava “olayın tarafı olmadıkları” gerekçesiyle reddedildi ama kadınlar hakimi HSYK’ya şikayet ederek şiddetle kınama ve yer değiştirme cezası almasını sağladılar. (O zamanlar HSYK böyle cezalar verebiliyordu!)
Kadınlar yola devam ettiler ve uzun tartışmaların ardından dayağı protesto eylemi düzenlemeye karar verdiler. Böylece Dayağa Karşı Kampanya başlatıldı ve 17 Mayıs 1987’de Yoğurtçu Parkı’nda binlerce kadının katıldığı “Dayağa Karşı Kadın Yürüyüşü” düzenlendi. Ne mutlu ki, o güzel güne tanık olanlardan biriydim. 3
Gerek düzenleyicilerin, gerekse katılanların sadece kadın olduğu ilk yürüyüştü ve umulanın çok üstünde bir kalabalık olarak yürüdük. Kampanya için bestelenen “Kadınlar Vardır” şarkısını kısa sürede ezberleyip hep bir ağızdan söyledik. Dayağın çıktığı cenneti istemiyoruz, Yeter söz kadınların, Haklı dayak yoktur, Utanma şikayet et, Dayak aileden çıkmadır diye bağırdık.
Mitingin hemen ardından Kariye Müzesi’nde düzenlenen şenlikten elde edilen gelirle basılan Bağır Herkes Duysun kitabıolağanüstü bir ilgi gördü ve adeta mitingdeki gibi hep bir ağızdan bağırmaya başladı kadınlar, öyle ki sağır erkek toplum bu çığlığı duymazlıktan gelemedi. 4
Artık “Kadınlar Vardı”, beğensin beğenmesin, herkes bunu kabul etmek zorundaydı.
Biz kazanacağız
Bir zamanlar “Saçı uzun aklı kısa” diyen çoğunluğa karşı sesini yükselten, geçen yüzyılda “Karnından sıpayı sırtından sopayı” diyen hakime ve benzerlerine dünyayı dar eden kadınlar, iki yüzyıldır mücadeleden vazgeçmediler. Üstelik her defasında daha da çoğalarak, erkek topluma var olduklarını, ayakta olduklarını gösterdiler.
Bugün kadınlar daha azını değil, erkeklere tanınan hakların hepsini istiyorlar. Geceler, sokaklar, meydanlar bizim diyorlar; Bedenimiz yaşamımız kimliğimiz bizim diyorlar; Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz diyorlar ve her kim bu yürüyüşün önüne çıkarsa çıksın engelleri aşa aşa yürüyorlar. Muhafazakar veya liberal, cüppeli veya kravatlı baylar ne kadar uğraşırsa uğraşsın, nehir çoktan taştı yatağından, akıyor. Kirpiğiniz yere düşmesin kız kardeşlerim, 2025 Kadın Yılı olacak. 5
Kaynaklar:
Editör: Ebru Pektaş
Düzelti: Ebru Pektaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin
Seslendirme: Füsun Özgeç
Yazar Hakkında Bilgi
İzmirli. 1986’da Ege Üni. Basın Yayın Yüksekokulu’ndan mezun oldu, İstanbul’a yerleşti. Yayıncılık alanında çalıştı. Gündem gazetesi, Kadınlara Mahsus Gazete Pazartesi, Kahverenkli, Mesele, Feminist Politika dergilerinde yazdı. 2007’de Koşarken Yavaşlar Gibi, 2014’te Annemle Konuşmalar kitapları yayınlandı. Okumaya, yazmaya, düşünmeye devam ediyor...
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖