Köşe Yazıları Ebru Pektaş 22 Şubat 2025
“Kadın erkek el ele özgür günlere!” ya da “Kadın erkek el ele mücadeleye!” sloganlarını hatırlayanlar vardır. Daha çok karma 8 Mart mitinglerinde kullanılan sloganlardı bunlar. Hem yaklaşan 8 Mart hem de son yazımda yarım bıraktığım “birlikte mücadele” başlığını bu sloganların da çağrıştırdıkları üzerinden ele almak istiyorum. Zira bu konudaki tartışmalar hiç eskimiyor.
8 Mart özelinde baktığımızda, muazzam bir tartışma iştahıyla karşılaşıyoruz, başka hangi gün böyledir bilemiyorum. 8 Mart’ın adı, tarihi, kökeni, erkekli mi erkeksiz mi olacağı, emekçi kadın mı yoksa kadın mı denileceği, hangi gündemlerin ya da hangi ruh hallerinin (matem, ciddiyet, kadın neşesiyle başkaldırı, ironi, mizah) güne uygun olup olmadığı gibi, harareti hâlâ üstünde konular var.
Kuşkusuz tüm bunlar ayrı ayrı tartışılmayı hak eden ama sadece tartışarak da tüketilmesi mümkün olmayan konular. Yine de mücadeleyle geçen yıllara, on yıllara rağmen dönüp dolaşıp aynı yerlerde (‘erkekli mi erkeksiz mi?’ gibi) olmamak ve başlangıç noktamızı daha ileriye taşımak önemlidir.
O halde öncelikle belirtmek gerekir ki “erkekler de katılsın” ısrarı muazzam bir tersine çevirmeyi içeriyor. Zira kadınların ayrı örgütlenmesi, ayrı toplanması, ayrı eylem yapması gibi konuların tamamı en başta bir tepkinin ürünüdür. Kadınlar son iki yüzyıldaki pek çok örnekte erkek egemen örgütler tarafından dışlandı, yok sayıldı ve hatta aşağılandı.
Yani bu hikaye aslında “kadınlar da katılsın” diyerek başladı. Kadınlar yurttaş kabul edilmediklerinde, Meclise alınmadıklarında, oy kullanamadıklarında kendi kulüplerini kurdular. Kadınlar çok uzun yıllar sendikalara da alınmadılar. 1. Enternasyonal’e (1864) kadınları almak istemeyen (Marx ve Engels’in şerhi vardı), bunun için oylama talep eden dönemin sosyalist, devrimci ya da anarşist erkeklerini de hatırlayalım. Bunlar çok eski örneklerse, devrim ve ütopya muştulayan ’68 Yeni Solunun erkek egemen yapısını, buna karşı örgütlenen radikal feminizmi hatırlayalım. Her şeye rağmen reel sosyalizmlerin daha eşitlikçi katılımcı politikalarını öne sürmek isteyenlere de 1981 gibi geç bir tarihte
bile Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’ndeki kadın oranının yüzde 4 olduğunu bildirmek mümkün. (1950’li yıllarda da benzer bir orandaydı.)
Tekrar “erkekler de katılsın” meselesine dönersek, bir söyleşide Fatmagül Berktay’ın ifade ettiği gibi bin yıldır her şeyi kadınsız yapanlar, tek bir şeyden -8 Marttan- eksik kalmaya itiraz ediyorlar!
Dolayısıyla bu tepkinin belli bir tarihsellik çerçevesinde doğru konumlanması gerekir. Ancak konu sadece bu değildir.
Kadınların politik özneliğinin erkekler tarafından gölgelenmemesi gerekir.
Patriyarkaya karşı mücadele, ezenlerle, sömürenlerle, taciz edenlerle ya da bunları yapmasa da bunlar sayesinde kazanılan erkek üstünlüğünü ve ayrıcalığını yaşayanlarla birlikte verilemez. Kadınlar ve elbette LGBTİ+’lar, içinde yaşadığımız patriyarkal düzende eziliyor, sömürülüyor, aşağılanıyor ve horlanıyorsa, politik özneliklerini kendileri kuracaktır.
Tam da bu noktada “ama iyi erkekler, devrimciler, yoldaşlarımız da var” denildiğini duyar gibiyim. Kuşkusuz varlar, var olsunlar! Ne var ki politik özne, iyilikle olunan bir şey değildir. Erkek egemenliğine karşı politik öznelik, insanların toplumsal cinsiyet hiyerarşisindeki konumundan yani toplumsal koşullarından bağımsız olarak “yüksek bilinçle”, eşitlikçi fikirlerle, iyi niyetle kazanacakları bir şey değildir. Ezen ezilen çatışmasının maddi koşulları vardır, salt bilinçle aşılamaz.
Kadınların özneliğini gölgeleyen, “ataerkiye karşı birlikte mücadele” talebinin sessiz biçimde varsaydığı şey bambaşkadır. Buna göre erkek egemenliğine rağmen, erkeklerin bir bölümü ideolojileri, bilinçleri, kültürleri sayesinde erkekliğin tüm eşitsiz, sömürücü, hegemonik ilişki biçimlerinden arınmışlardır. Bu erkek grubunda taciz, şiddet, sömürü, zorbalık, emeğe el koyma gibi olaylara asla rastlanmamıştır, rastlanmayacaktır! Bu erkek grubu, toplumun, ailenin, işyerinin vs ona sunduğu büyük ya da küçük erkek ayrıcalıklarını hep kenara itmiştir, itecektir!
Bu masalı uzatmaya gerek var mı? Demokrat, anarşist ya da sosyalist örgütlerde, sendikalarda yaşanan erkek şiddeti ve taciz vakıalarını hatırlatıp geçiyorum! Masala lüzum yok!
Kadınlar maddi tüm veçheleriyle birlikte erkekliğe ve erkek egemenliğine karşı bir politik özne olarak belirmek zorundadır. Gülnur Acar-Savran bu maddi koşulları çok iyi ifade ediyor: “Erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliğine karşı çıkabilmek için aile, evlilik, kadın emeği, beden, hukuk, piyasa, devlet, üretim, yeniden üretime ilişkin somut politikalar geliştirmek gerekir. Ve bu politikalar ikili toplumsal cinsiyet düzeninin içinden geçen, yani kadınları erkekler karşısında bir politik özne, kadın-erkek çatışmasının tarafı olarak kuran politikalar olmak zorunda.”1
Buradaki “kadın-erkek çatışması” ifadesini, erkekliğe ve erkek egemenliğine karşı mücadele olarak yorumluyorum. Bu erkekliğin ve erkek egemenliğinin taşıyıcılarının erkekler olduğunu da biliyoruz. Aman öyle demeyelim mi diyorsunuz? Siz bilirsiniz ama sermaye sınıfının, burjuvazinin gündeme hiç gelmediği bir antikapitalizm ne kadar anlamlıysa, erkeklerin gündeme gelmediği bir “erkek egemenliği düşmanlığı” da o kadar anlamlıdır!
8 Mart’ın “emek ekseni”
“Erkekler ille de katılsın” tezinin, “iyi erkekler de vardır” boş argümanı dışında yaslandığı başka bir yer daha var. Buna göre 8 Mart isterse yine kadınların olsundu ama buradaki eksen “emekti”. Nitekim 8 Mart’ın Uluslarası Kadınlar Günü adıyla Clara Zetkin’in önerisine ve katledilen işçi kadınların anısına dayandığı biliniyor. Buradaki uca çekiştirme “emek ekseninin” cinsiyetsiz bir alan olarak kurgulanmasında yatıyor ki “erkek yoldaşlara” buradan yer açılabilsin!
Oysaki emeği eksene almak demek, onu cinsiyetsiz kılmak demek değildir. Emeği cinsiyetli bir kategori olarak almak ve bunu erkek egemenliğinin biricik maddi dayanağı olarak eksene koymak mümkün ve gereklidir.
Kadınların ev içinden başlayarak görünmez kılınmış emekleri, bakımdan hijyene yemek hazırlamaktan hasta bakımına uzanan bin bir türlü emek süreci, erkek egemenliğinin en önemli maddi dinamikleridir. Kadınların emeğine karşılıksız olarak el konulması, kadınların emek sürecinde erkekler gibi “özgür emekçi” olmalarını da engeller. Kadınların uzun on yıllar boyunca yasada da tanımlanarak koca izni olmaksızın çalışamaması bunun tipik örneğidir. Kadınlar emek piyasasına girebilmek, “özgür emekçi” olabilmek için okumak, meslek edinmek, iş bulabilmek, iş görüşmesinde tacize uğramamak,
emekleri için erkeklerle eşit ücret talep etmek, hamile kalmama sözleşmeleri yapmak, hamile kalırsa işten çıkarılmaya karşı direnmek, doğum sonrası haklarını istemek, patron, şef ya da iş arkadaşının cinsel tacizine, cinsiyetli mobbinge direnmek gibi gündemlerle boğuşmak durumundadır. Bu süreçlerin tamamında patriyarkanın konturlarını görüyoruz.
Kapitalizm ve ataerkinin çıkar ortaklığı, bir toplumsal egemenlik ve iktidar ilişkisi olmaksızın yürüyemez. Bu ise daha somut bir ölçeğe doğru adım atmamızı, 8 Mart’ları somut bir toplumsal formasyonda, adı ve sanıyla iktidarın ve devletin hedef alındığı bir mücadele momenti olarak kurmamızı sağlar. Patriyarkanın yeniden ve yeniden üretilmesini sağlayan bu zemindir. Örneğin yıllardır söylüyoruz, ülkemizde milyonlarca kadın, çocuk bakma yükümlülükleri nedeniyle ve ücretsiz kreş bulunmadığı için istihdama bile katılamıyor. Hiçbir erkek evde çocuk bakmak zorunda olduğu için
iş aramaktan geri durmuyor ya da işe girmemezlik yapmıyor. İşin aslı, kapitalizm için evde çocuğa kadının mı erkeğin mi bakacağı tümüyle önemsizdir, yeter ki kreş hakkı denmesin, emek giderleri artmasın. Ama patriyarka için evde çocuğa kimin bakacağı önemlidir ve bu kesinlikle kadındır.
Patriyarka ve kapitalizm burada çok güzel uzlaşırlar. Üstelik bu uzlaşıyı devlet katında politikalara, yasalara da çevirirler; rejimlere, ideolojilere de tahvil ederler. Bizim örneğimizde, devlet haline gelen AKP rejimi, gündelik yaşamı dinselleştirerek, laikliği yok ederek, kreşi Kuran kurslarıyla ikame ederek bakım emeğinin patriyarkal hattını daha da belirginleştirmektedir. Malumunuz, kutsal aile ideolojisiyle de sömürü düzeneğini perçinlemektedir.
Sonuçta kadınlar için emek ekseni denilen şey, erkeklerden farklı olarak önce “özgür işçi olma eşiğinin” geçilmesinden başlıyor. Bu eşikte ise erkek şiddeti “ekonomi dışı zor” olarak iş örmektedir. Şiddet hâlâ kadının emeğini de varlığını da ciddi biçimde belirlemektedir. Yaşam hakkının sistematik ihlali, özgürlüklerin kısıtlanması, laikliğin yok edilmesi, zorbalık ve emeğe el koyma henüz eşikteki konulardır. Bunları aşmanın yolu, söylem savaşlarına başvurmak ya da “kadın” kategorisinin başına “emekçi” kavramı getirmek değildir.
Tüm bunlar bize, neden 8 Mart Uluslararası Kadınlar Gününü, 1 Mayıs’tan farklı ele aldığımızı ve neden bu hattın öznesinin kadınlar olduğunu gösteriyor.
Tekrar başlığa dönersek, evet sosyalizm için “kadın erkek el ele birlikte mücadele” edeceğiz. Ama patriyarkaya karşı erkekler bizim özne olduğumuzu kabul edecekler.
Kabul edecekler çünkü, vardık, varız, var olacağız!
Kabul edecekler çünkü, kadınların kurtuluşu kadınların kendi eseri olacak!
Kaynaklar:
Editör: Şöhret Baltaş
Düzelti: Şöhret Baltaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin
Seslendirme: Filiz Kılıç
Yazar Hakkında Bilgi
Sosyalist feminist yazar. 2001 Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji mezunu. İleri Haber portalında toplumsal cinsiyet odaklı köşe yazarlığı yaptı.(2014-2023) Toplumsal Cinsiyetin Anahtar kavramları: Cinsellik, Şiddet, Emek adlı kitabı 2017 yılında İleri Kitaplığı Yayınevinden çıkmıştır. İleri Kitaplığı Yayınevi'nden çıkan ve makaleleriyle katkıda bulunduğu kitaplar şunlardır: Türkiye'nin Laiklik Kavgası, Sosyalizmin Yön Arayışı, Lenin Okuma Kılavuzu, Engels Okuma Kılavuzu, Marx Okuma Kılavuzu, Direngen Komüniste Yazılar. Kadın Kurtuluş Hareketi, Ütopyalar ve Devrimler adlı kitabı ise 2021 yılında Yordam Kitap'tan yayınlanmıştır.
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖