Background

Çalışan Anne Olmak

‘Akşam olup da yemek yenince ve ben zaten günün büyük kısmını alışveriş, pişirme, hazırlık ve sonunda bulaşıkları toplama ile geçirdiğimde, eşim, çok çalıştım yoğun bir gündü diyerek telefonu eline alıyor, iş arkadaşları ile yazışıyor, çocuklarım arkadaşları ile yazışıyor ve ben salonda kendimi yapayalnız televizyona bakarken buluyorum.

O zamanlar bizim için muhteşem gözüküyordu, yokluğun içindeki varlıktı. Geriye dönüp baktığımda giyinip soyunduğun, ayakkabı kokusu olan penceresi olmayan bu odada mola kullanmak nasıl da büyük haksızlıktı. Ama dinlenme odası olmayan diğerlerini düşününce bizim durumumuz çok iyi sayılırdı. Mutluyduk. Tüm günü ayakta geçirenler olarak oturacak alanımız vardı. Ayakkabısını açıkta bırakanla kavga edecek cesareti, daha sağlıklı dinlenme odasına ihtiyacımız var deme cesareti ile yer değiştirebilseydik çok daha farklı olabilirdi. Ama cesaret ile savaşan paranın gücü idi. Ve baştan savaşı kaybediyordu.  Zaten ödemeleri zor yetiştiriyorduk. Bir de kafede çaya her gün nasıl para verelim?

O da işte o penceresiz, havasız odada, mola saatinde oturmuş ağlıyordu. Sessiz, sakin. Sanki boşluğa bakıyor da gözyaşları, bize artık müsaade demişler, o da onlara hâkim olamamış sessizce onu terk etmelerine kayıtsız kalmıştı. 

Yavaşça yanına oturdum. ‘İyi misin?’ diye sordum. Başını hayır anlamında salladı. ‘Ne oldu? Anlatmak ister misin?’ dedim. ‘Anneme anne dedi.’ dedi. 

‘Anneme anne dedi.’ Üç kelimeli ilk bakışta anlamsız bu söz öbeğinin yüreğe yükünü, verdiği acıyı ancak çalışan anneler bilir. O zamanlar anne değildim, evli bile değildim. Sadece bir arkadaş dertleşmesi olarak dinledim. Konuya yabancı olduğum için teselli cümleleri de bulamadım. Zaten onun da konuşmaya mecali yoktu, tüm gücünü işe ve bu ızdıraba dayanmaya harcıyordu. 

Yıllar sonra anne olup da oğlumu 3 aylıkken babaannesine emanet edip işe giderken eski iş arkadaşımı düşünerek ağladım. Oğlum kime anne diyecekti? Sıra bana da gelmişti. Sıra zaten mutlaka gelirdi, bunu fark edemedikçe daha birçok acı için sırada olduğumuzu ancak gelince idrak edebiliyorduk.

Bir kadının iç dünyasında kimseye söyleyemediği bir iç savaş vardır. Anlatsa ‘Amma abartıyorsun sen de.’  ya da ‘Sanki tek çalışan anne sensin, bak herkes nasıl yapıyor, sen de yaparsın.’,  ‘O kadar şikayetçiysen otur evinde, sana çalış diyen mi var?’ cümleleri ilk duyacakları olacaktır.

Bu iç savaşta hedef herkesin sağ kalması, mutlu olmasıdır. Bilin bakalım zaiyat nerden verilir? Kendini feda etmeyi öğrendi mi, seçti mi, mecbur mu kaldı ayrı bir dertleşme konusu. Somut gerçek ise çok cepheli bir savaşın ortasındaki kadındır. 

O savaşı veren cesur kadın her gün o savaş alanından perperişan ayrılır ertesi gün yeniden savaş meydanına gelmek için. Bazen günlerce mevziyi bırakamaz, uykusuz, bitap kaosun içinde savrulur. Çocuğun hastalanması işte bu yüzden en büyük kabustur. 

Kadın kendini bu savaşın ortasında nasıl bulmuştur? Var olmayı ve üretmeyi öğretilen, istenilen, beklenilen gibi değil kendi gibi gerçekleştirmek ister. Ve kendi olmanın bedeli çok ağırdır. 

Dünyanın döngüsüne baktığınızda bir alışveriş sistemi var. Maddi ve manevi bu alışveriş ilişkisinde kadın var olmak için ekonomik özgürlüğünü elde etmek ister. Bağımlı olmamak, istediklerini gerçekleştirmek için bir onay ya da karar mekanizmasına tabi olmamak için ilk şart budur. Para kazanmak için okumak/çalışmak/okuyup çalışmak seçeneklerinden biri ile yola çıkar. Her yolun dikeni, engeli yola hastır. 

İş hayatının giriş kapısından giriş meşakkatlidir. Bekarsa evleneceği için, evli ise çocuk doğuracağı için, çocuğu varsa çocuk ona muhtaç olduğu için, çocuğu büyükse artık yaşlı olduğu için doğru eleman değildir. En çok da bu bakış açısı yüzünden 2023 yılında Türkiye’de kadınların iş gücüne katılım oranı %35,8 iken, erkeklerde bu oran %71,2 olarak kaydedilmiştir. Bu oran, OECD ve Avrupa Birliği ülkeleri ortalamalarının oldukça altındadır. 

Yükselmesi ya da yönetici olması ise daha da büyük derttir. Çocuk da yaparım kariyer de diyen kadının emdiği süt burnundan fitil fitil gelir. Türkiye’de iş hayatındaki 8,8 milyon kadının %36,3’ü (3,2 milyon) 15 yaş altında çocuklarının bakımından sorumludur. Bu annelerin yarısı, yani yaklaşık 1,5 milyonu, çocuklarının bakımını kreş, bakıcı veya akraba desteği olmadan yürütmektedir. Yani siz kar yağdığı için okulları tatil yaptığınızı gece 23:00’te duyurduğunuzda 1,5 milyon kadın ertesi gün çocuğu kime nasıl emanet edeceğinin ya da işten izin almanın stresini yaşıyor. Bu stresi yaşatmanız kadının suçu değil sizin organizasyonsuzluğunuzdur. 

Tüm bu engellere rağmen okuyan ya da okumadan da olsa iş hayatına adım atabilen kadının yeni engeli tüm bu engellerden çetindir. Çocuk sahibi bir kadının savaş cephesi artar. Eşi ile mücadele edecek ve onu ikna edecek ki işe gidebilsin. Çünkü çocuğunu çok seven ve düşünen birçok baba karısının çalışmak yerine çocuğuna bakması gerektiğine inanır. 

Asıl burada sorgulanması gereken bir çocuğun bakımında neden tek sorumlunun anne olarak görüldüğü olmalıdır. Kadına yardım eden erkek değil bizim aradığımız. Çocuk yetiştirmeye görev ve sorumlulukları adil bir şekilde bölüşen hayat yoldaşları olarak bakabilmek için ilk adımı burada atmamız gerekiyor. Şimdi bu konuyu park edip biz kadının, annenin çetin yoluna devam edelim.

Eşini ikna etmeyi başarırsa çocuğa kim bakacak sorununu çözmesi gerekir. Annesi, kayınvalidesi, bakıcı kadın, kreş seçenekleri arasından en iyiyi seçer demek isterdim, ancak çoğu zaman kadının zaten seçeneği yoktur, mecburiyeti vardır; her mecburiyetin de tabi ki yine farklı bedelleri. 

Kreş ya da bakıcı kadın için bütçe engeli, saat kısıtları, anne ve kayınvalidede ise çok daha duygusal bedeller ödenir. Senin yapmak istediklerin çok farklı olsa da bakan kişi aslında karar verir birçok şeye, çocuğun güvendedir ama sözler arasına sıkıştırılan kelimeler ile sen zaten o güvenli alanın bedelini fazlası ile ödersin de makbuzu olmadığı için fark edilmez. 

Bulursun kendin gibi bir kız kardeş dertleşirsin, okuldaki, işteki, evdeki zorlukları konuşup rahatlamak ve mevziiye geri dönmek için güç toplarsın.  Toplarsın da konuşsan da konuşamasan da asıl savaş içindedir. Çoğu zaman o kısmı anlatamazsın başkasına çünkü kendine anlatmak bile acı verir. Üstelik cevabını yıllar verecektir. 

Doğru mu yapıyorum? Çocuğumu seviyorum. Tabii ki onun her anına tanık olmak istiyorum, bakımından eğitimine sorumlu olmak istiyorum. Ama özgür de olmak istiyorum. Çocuğuma ya da kendime evime almak istediğim en ufak bir nesne için izin mi alacağım? Ya sonrası, varsa eğer 75 yıl ömrüm, çocuğum bana sadece 15 yıllık misafir. Hadi olsun 20 yıl. 30’umda anne olsam 20 yıl çocukla geçse kalan 25 yıl ne yapacağım? 

O 25 yılını düşünmeyip, planlamayan bu yüzden de yalnızlığının bedelini etrafındakilere ödeten biri mi olacağım? Asabi, sinirli, ilgi isteyen ama hep yalnız hisseden, birileri gelsin diye bekleyen biri mi olacağım?

Yoksa benim de merkezinde kendimin olduğu bir hayatım, o hayatta bir uğraşım, üretimim, kazancım, meraklarım, tanıştıklarım da olabilir mi? O zaman işte gerçekten kendi ayakları üzerinde duran bir kadın olarak kendimi inşa ederken çocuğuma da ışık olsam, o kendini bulma yolculuğuna çıktığında ben dökük yıkık virane bir ev yerine, güçlü, dimdik bir deniz feneri olsam. 

Orta yaş üzeri bir kadın iş hayatına başladığında kendisi ile sohbet etme fırsatım olmuştu. İş yerinin WhatsApp grubundan rahatsız olup olmadığını sordum. Sonuçta kişisel telefonu gruba eklenmişti. Cevabı beni sarsmıştı: ‘Akşam olup da yemek yenince ve ben zaten günün büyük kısmını alışveriş, pişirme, hazırlık ve sonunda bulaşıkları toplama ile geçirdiğimde, eşim, çok çalıştım yoğun bir gündü diyerek telefonu eline alıyor, iş arkadaşları ile yazışıyor, çocuklarım arkadaşları ile yazışıyor ve ben salonda kendimi yapayalnız televizyona bakarken buluyorum. Aslında televizyon seyretmiyorum ama yapacak bir şeyim de yoktu. Ama şimdi var. İş yerindeki WhatsApp grubundaki yazışmaları takip ediyorum. Cevap yazıyorum. Benim de arkadaşlarım var. Artık yalnız değilim. Sadece eşim değil çocuklarımın da bana bakışı değişti.’

OECD verilerine göre, Türkiye’de kadınların istihdama katılım oranı %26-29 arasında olup, üye ülkeler arasında en düşük seviyededir. Örneğin, İzlanda’da bu oran %77, Almanya’da %73 ve OECD ortalaması %59’dur.

Kadın çalıştığında ne kadar çok ekonomik, sosyal ve kültürel sorunun çözüldüğünü acaba gerçekten düşünüyor ve hesaplıyor muyuz? Hayır. 

Eğer sistemi doğuran kadının çalışabileceği, üretebileceği şekilde kurgularsak, okul, iş, ev hayatında kadını insan olarak kabul etmeyi, ihtiyaçlarını görmeyi başarırsak, kuracağımız sistemde bunu referans alırsak sonuçları da bambaşka olacak. 

Huysuz, yaşlı kadınların nasıl da neşeli, hareketli yaş almışlara dönüştüğünü görmek sadece kadınlara değil, erkeklere, gençlere ve çocuklara, tüm topluma iyi gelecek. 

Bu arada yine bir parantez açmadan edemeyeceğim. Erkeklerin de yaşlılık sürecinin ayrı kabuslara gebe olmasının temeli kapitalist sistemin insanı önemsemek değil sömürüp, tüketip posa gibi atmak üzerine kurulu olması ile çok ilintili. İnsan odaklı olmadığı için yaşlılık planı da yok. Köşede dursun ölsün diye beklemek yerine yıllanmış insanı bir tecrübe ve deneyim kaynağı olarak görüp değer üretiminin parçası olarak konumlandıracak sosyal bir sistem kurmak sadece kadını değil, erkeği değil, insanı kurtaracak. Kahvehanelerde çürüyen sadece sigara dumanına maruz kalan ciğerler değil, üretebilecek zihinler, deneyim paylaşabilecek sözler.

Tam da bu noktada insana değer veren bir çalışma sisteminde, kadının ihtiyaçlarını göz ardı etmeyen, çocuk bakımında sadece kadını değil erkeği de sorumlu gören ve görevlerine destek olan sistemler kurmalıyız. 

İş gücünü işverene göre değil emekçiye göre dizayn etmeliyiz. Doğum öncesi, sonrası ve 2 yaşa kadar çocuk bakımı için çalışma süreleri kadın ve erkek için düzenlenmeli. İşin verimsiz olacağına dair algının ne kadar yanlış olduğunu doğru bir sistem kurup teşvik edersek göreceğiz. Birçok sektörde part-time çalışanlara karşı da ciddi ön yargılar vardı ancak yapılan çalışmalarda part-time çalışanların çok daha verimli iş ürettikleri tespit edilmiştir. Kadınların da güvenli ve adil bir çalışma ortamı sağlandığında bu fırsatı çok iyi değerlendireceklerine eminim. Üstelik bakımı erkek ile bölüştüklerinde onların da iş hayatından kopmadıklarını, sımsıkı üretmeye, değer yaratmaya odaklandıklarını göreceğiz.

Bu bağlamda kreşler bir ayrıcalık değil sigorta gibi zorunlu bir uygulama haline gelmeli. Üstelik kreşlerde verilecek okul öncesi eğitim desteği ile toplumun gelişimine verilebilecek katkının da ne kadar büyük olduğu tartışmasızdır. İnsanların geleceği ne olduğu belirsiz vakıflar, yurtlar eliyle tarikatlara bırakılamayacak kadar değerli. Devletin sorumluluğunu bilmesi, alması ve görevini tam yerine getirmesi gerekmektedir. 

Daha güzel bir dünyada yaşayabiliriz. Bunu birlikte başarabiliriz. Tek yapmamız gereken öğrenme zihniyeti ile geleceği hayal etmek. Geçmişin, kültürün bize getirdiğini sorgulamadan kabul etmek yerine geleceğin vaatlerine ulaşmada geliştirerek, değiştirerek, dönüştürerek daha iyisini istemek suç değil. Kadına verilen her değer katlanarak dünyaya değer katmaya devam edecek. Kadının gücüne olan inancımla…

Editör: Ebru Pektaş
Düzelti: Sabâ Esin
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin
Seslendirme: Filiz Kılıç

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation