Background

“Faşizm ve Kadınlar” Sorunu

Ebru Pektaş

Son yılların, ayların ve haftaların –malesef– en bereketli gündemi olarak “faşizm”, çeşitli biçimlerde tartışılmaya devam ediyor. Elbette okurken de yazarken de çok şey öğreniyoruz ve fakat görüyoruz ki faşizmle ilgili pek çok klasik metinde, kadının adı dahi geçmemektedir. Belki de bir yerlerde Horkheimer, “Erkek egemenliğinden söz etmek istemeyen kişi, faşizmi ağzına almamalıdır,” demiştir. Belki de Dimitrov, “En gerici, en mizojin, en ataerkil, en erkek üstünlükçü unsurların açık diktatörlüğü olarak faşizmden” bahsetmek gereğini söylemiştir. Ama ben göremedim!

Evet, şaka bir yana, aslında ortada bir de “faşizm ve kadınlar sorunu” bulunmaktadır.1

O halde, “faşizm ve kadınlar sorununu” bir soruyla tanımlamaya çalışalım. Klasik faşizmden bugünkü neofaşist rejimlere uzanan çizgide, “kadına uygulanan aşırılaşmış baskı” ile faşist/neofaşist siyasal üstyapı arasında, özsel, tanımlayıcı, farklı tikelliklerde ya da tarihselliklerde süreklilik arz eden bir ilişki var mıdır? 

Yani faşizmi faşizm yapan şeylerden biri, tam da bu cinsiyetli baskı olabilir mi?

Bence tam da böyledir.

Zira faşizm derken özel türde bir “devlet biçimini” işaret ediyorsak, erkek egemenliğinin birincil, yapısal aygıtlarındaki (aile, özel mülkiyet, devlet) dönüşüm de gündemdedir. Kaçınılmaz olarak buradaki dönüşümü “özsel” nitelikte ele almak gerekir. Diğer bir deyişle faşizm, ataerkiyi de özel türde dönüştürür. 

Nitekim, farklı örneklere, ülkelere ve deneyimlere baktığımızda süreklilik arz eden politikaların varlığı burada anlam kazanır.

Almanya ve İtalya gibi klasik örneklerde öne çıkan kimi örnekleri hatırlayalım. 2

Kadınlara eşit ücretin yasaklanması! 

1927’de İtalya, kadın işçi ücretlerini eşdeğer erkek işçi ücretlerinin yarısına indirdi. Resmi belgelerde Almanya, eşit işe eşit ücreti “halkın (erkekler olmalı) duygularına”, “manevi değerlere” havale ediyordu. İstenen, kadını çalışma yaşamından dışlamak ya da ona, orada en berbat koşulları sunmaktı. Bu konuda sistematik bir politika güdülüyordu.

Almanya’da “Kinder, Kirche, Küche” (Çocuk, Kilise, Mutfak) sloganı da bunun devlet politikası olarak özetiydi. Yine de bu slogan, çoğu zaman propagandif bir mit olmanın ötesine geçemiyordu. Evet, kadın çalışmamalıydı ama çalışacaksa da eşit haklara ya da ücrete sahip olamazdı. Dolayısıyla ucuz ve niteliksizleştirilmiş emek olarak kadın emeği sömürüsü hele ki de savaş koşullarında vazgeçilmezdi.

Faşist sanayiye “becerisiz” kadınlar lazım!

“Faşist sanayi kapitalizminin(…) emeği beceriden bağımsızlaştırma, diğer bir deyişle, işçiyi becerisizleştirme/vasıfsızlaştırma süreci, kadınların işçileştirilme süreciyle paralel ilerletilmiştir.”3

Faşist ideolojiye göre, “kadın, erkek gibi işe odaklanamazdı, zihinsel olarak çocuklarının esenliği üzerine fantezi kurmasına izin verecek bir esnekliğe ihtiyaç duyuyordu. Kadın zihni, mesleki eğitim, girişim ve karar verme gibi yüklerden azade kılınmalıydı. Kadın, makinenin içini görmemeli, nasıl çalıştığını öğrenmemeliydi! Düşünme ve beceri gerektirmeyen konveyör kayışlarındaki rutin, hızlı ve mükerrer çalışma tam da kadınların ihtiyaç duyduğu türden bir çalışma olarak formüle edildi. Kadının ev içi rolünün rasyonelleştirilmiş üretime bağlanması, boş zaman ve dinlenme sorununu da ortadan kaldırıyordu. Zira onun üretim dışında gerçekleştirdiği doğal mesleği (annelik ve eşlik), onu üretime yeniden dönebilecek ölçüde dinlendiriyordu.”4

Kadının nitelik kazanmış emeğine tahammül yoktu. Nazi Almanyasında evli doktor ve devlet memuru kadınların işten çıkartılması, orta öğretimde kadın öğretmenlerin sayılarının azaltılması, üniversitede kürsü profesörlüğüne kadın atanmasının önlenmesi, 1936’dan itibaren yargıçlık mesleğinin kadınlara yasaklanması gibi uygulamalar gündeme geldi.

1929’da kamu istihdamında öncelik çocuklu babalara verildi, 1933’te kadınların memurluk sınavına girişi kısıtlandı ve nihayet 1938’de kamu işletmelerinde kadın istihdamına yüzde 10 kotası getirildi.

Kısacası, emekçi nüfusun yarısını oluşturan bir kitle olarak kadınlar, sermayeye rağmen ve sermaye için zor politikalarının, aşırılaşmış disiplin ve baskının nesnesi haline getirildi.

Doğum kontrolünün yasaklanması!

Tüm faşist ideolojilerde ortak denilebilecek bir nitelik, kadının, “bir kuluçka makinası” olarak görülmesi; onun “doğa durumuna”, belli bir biyolojik niteliğe hapsedilmesidir. Nazi Almanyasında, “Alman kızlarının yalnızca bir Alman’la evlenirse ve çocuk yaparsa ‘gerçek Alman’ haline gelecekleri propaganda ediliyordu. Yani kadın aslında eksiktir, yarımdır anne olamazsa. Üstelik burada öjenik bir temel de vardır. Zira amaçlanan şey, genel olarak nüfusun artması değil, belli nitelikteki (“gerçek Alman”) nüfusun artmasıdır.

1934’den itibaren, Alman kadınların “en az 4, ortalama 6-7 çocuk” doğurmalarını teşvik etmek üzere, prim ve gamalı haç madalyası dağıtımı kampanyaları başlatılmıştı. İtalya’da da benzer şekilde (1927) doğum oranlarını yükseltme seferberliği ile doğum kontrolü ve aile planlaması hakkında bilgilendirici yayınlar ve eğitim yasaklamıştı.

Erkeğe şerefini koruma hakkı!

1942’de yürürlüğe giren ceza kanununda (İtalya), öfkeli babaya, kocaya ya da erkek kardeşe, şereflerini koruma durumunda kızı, karıyı ya da kız kardeşi öldürme “hakkı” verilmişti. 

Kız çocukları matematik öğrenmesin!

İtalya, kız çocuklarına liselerde edebiyat ve felsefe okutulmasını, Almanya ise kız çocuklarına ortaöğretimde matematik ve Latince eğitimini yasaklamıştı. Kızların üniversite okumalarını engellemek için İtalya (1928) kız öğrencilere iki kat harç ödeme yükümlülüğü getirmişti. Öyle ki bazı durumlarda başvurulmasın diye sınavla giriş kaldırılmıştı.

Tüm bunlarla kadınların önceki yüzyılda kazandığı temel yurttaşlık hakları geçersiz kılınmıştı.

“Kadınları demokrasinin çirkefinden korumak”

Kadınlar için kanlı mücadelelerin konusu olmuş “oy hakkı” da aynı yurttaşlık haklarının iptali bağlamında tasfiye edilmişti. İtalya’da 1923’te 12 milyon seçmen yaşındaki kadından yalnızca bir milyonu oy kullanabilmekteydi. Zira oy vermek için okur-yazar olmak, vergi vermek veya “savaş dulu ” madalyası taşıyanlardan “iffetlerini korudukları” bilinenlerden olmak(!) gibi kıstaslar vardı. 

Goebbels de, kadınları siyasal haklarından yoksun bırakma kararını, “Kadınlara saygısız olduğumuzdan değil, aksine çok saygılı olduğumuzdan onları parlamenter demokrasinin çifkefinden koruduk,” sözleriyle savunmuştur.

İdeolojinin ve söylemin ötesinde, faşizmdeki “biraz daha fazla” baskı anlamında bir derece meselesinden farklıdır. Karşımızdaki çok daha niteliksel bir yeniliktir. Nitekim önceki yüzyılın kazanımlarından sonra klasik faşizmlerin büyük bir eril intikam ve karşı-devrim olarak şekillenmesi anlamlıdır.

Sonuçta klasik faşizmlerde, doğum yanlısı politika, kürtaj ve doğum kontrolünün kısıtlanması, yasaklanması, kadın bedeninin çeşitli biçimlerde denetlenmesi, medeni hakların tasfiyesi, okuma ve çalışma haklarının kısıtlanması, kadının eve hapsedilmek istenmesi, kadın emeğinin vasıfsızlaştırılması ve daha da ucuzlatılması gibi oldukça hacimli politikalar silsilesinden bahsetmek mümkündür.

Tüm bunların az ya da çok, çeşitli biçimlerde hemen her kapitalist-patriarkal örnekte görülebildiğini de söyleyebiliriz. Ne var ki bu “her yerde ve her şeyde faşizm var” türü bir kestirmeciliği, faşizme içselleşmiş özel türdeki ataerkiyi anlamamızı engeller. Bununla birlikte bugünün neofaşist siyasal yapılarına baktığımızda hem süreklilik arz eden hem de yenilik de taşıyan yanlar vardır.

Sözgelimi bugünün dünyasında katı doktriner faşist ideolojinin yerini daha çok, çeşitli ideolojik motiflerin keyfi biçimde birbirine tutturulduğu “torba ideolojiler” almıştır. Daha önce bir yazımızda belirttiğimiz gibi bu motifler ağır düzeyde cinsiyetçilik , redpiilci türden erkek hakları aktivizmi, kadınların temel kazanımlarına cepheden saldırı, hâlâ ve hararetle kürtaj karşıtlığı, homofobi (özellikle gay evliliklerine karşıtlık Avrupa’da), “kutsal aile” yüceltmeleri, sapkın elitlere, şımarık zenginlere karşı halkın öz değerlerini bayrak edinen popülizm, ulusun bekasını tehlikeye atan “yabancı” ve kökü dışarıda kültürel saldırılara karşı yerli ve milli bir kültür özlemi vb. olarak sıralanabilir.5

Benzerlik ve farklılıklarıyla tüm bu tartışmaların Türkiye özgüllüğüne doğru odaklanması gerekmektedir.

Kaynakça:

  1. Bu güzel ifade Şirin Tekeli’ye aittir. Tekeli, faşizm ile kadınlar ilişkisine dair bana oldukça tartışmalı görünen bir tez ortaya atar. Buna göre faşizmin en çok ezdiği ama en çok da onay devşirmeyi başardığı kitle kadınlar olmuştur.

    “Faşizm ve Kadınlar”, Şirin Tekeli.
    https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/8316
    ↩︎
  2. Buradaki tarihsel olgulara ilişkin bilgileri büyük oranda Funda Alikoç’tan ve Şirin Tekeli’den aldım.
    “Faşizmin İnşasında ve İktidarında Kadınlar”,

    Fulya Alikoç
    https://teoriveeylem.net/tr/2022/01/05/fasizmin-insasinda-ve-iktidarinda-kadinlar/


    Faşizm ve Kadınlar”, Şirin Tekeli.
    https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/8316
    ↩︎
  3. https://teoriveeylem.net/tr/2022/01/05/fasizmin-insasinda-ve-iktidarinda-kadinlar/
    ↩︎
  4. https://teoriveeylem.net/tr/2022/01/05/fasizmin-insasinda-ve-iktidarinda-kadinlar/
    ↩︎
  5. Alev Özkazanç, Bir Musibet: Yeni türkiye’de Erillik, Şiddet ve Feminist Siyaset, Dipnot Yayınları (2020), s.29
    ↩︎

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation