Köşe Yazıları Müjgan Tekin 2 Mayıs 2025
“Ey işçi…
Mayıs birde bu birleşme gününde
Bişüphe bugün kalmadı bir mâni önünde…”
Gece.
Nisan’ın son gecesi… Ertesi 1 Mayıs! Demek isterdik ki memlekette tüm makineler istop, çarklar durmuş. Demek isterdik ki işçiler, emekçiler “boynundaki esaret bağını parçalayıp, kesip atmak” için durdurmuş çarkları, istop ettirmiş makineleri. Lakin sabah yine çalışacak çarklar ve şafakla birlikte dökülecek yüzler, binler yollara. Yok efendim, gönül isterdi ki sadece meydanlara dökülsün emekçi ama ne yazık ki büyükçe bir kısmı fabrikalara, plazalara… Resmi tatil, doğrusunuz. Neyse neyse, şimdi daha mühim bir meselemiz var! Çarklar, makineler bir yana, sosyalistmetreyi açma vakti.
Kim sosyalist kim değil, onu ölçebilme yeteneğine sahip üç bey, tek tek girdiler odaya. Cılız ışıklı bir lambayı yakıp yuvarlak masanın etrafına, tüm beylik ağırlıklarıyla oturdular. En sosyalist olanı çantasından çıkardı sosyalistmetreyi, koydu siyah yuvarlak masanın en ortasına. Diğeri, yanında getirdiği kocaman bir sözlüğü bıraktı sosyalistmetrenin yanına. Üçüncüsü öyle bir mutlaklıkla, öyle bir kendinden eminlikle ve kibirle, vakit kaybetmeden çalıştırdı sosyalistmetreyi ve ciddiyetle ilk sözü aldı:
– Yaşar Nezihe Bükülmez, yalnız ve yoksul bir kadın. İşte tüm bu psikoloji içinde sadece dört şiir. Kimilerine göre de dokuz şiir. Biz bu dört ya da ne fark eder, dokuz şiirle mi bu kadına sosyalist şair diyeceğiz! Belli ki yalnızlığının hezeyanlarını atlatabilmek için kendine tutunacak bir dal aramış. Bir aidiyet istemiş ve gelip geçici bir hevesle dört tanecik veya işte her neyse dokuz tanecik sosyalist içerikli denebilecek şiir yazmış. Geri kalanı aşkları, kendi hayatı, Urfa sıra gecelerinde okunan gazeller mazeller… Siz ne diyorsunuz?
Alnı geniş, bıyıkları oldukça gür, eleştirmen ağırlığının bütün karizmasını bakışlarına hapsetmiş adam, eliyle çenesini ovuşturdu. Masanın ortasında duran sözlüğe uzandı. Şöyle bir göz attı.
– Beyler, burada derin derin izaha gerek duymuyorum. Hepimiz sosyalistin kime dendiğini bilecek teorik donanıma sahibiz. Şu elimdeki sözlük, en basit hali ile sınıfsız bir toplum idealine inanan, üretim araçlarının toplumsal mülkiyetini savunan, kapitalizmi eleştiren kişilere sosyalist dendiğini söylüyor. Ancak kriterler bunlarla sınırlı mıdır, değil midir işte bizim aradığımız sorulardan biri de bu olmalı diye düşünüyorum.
En sosyalist olduğunu düşünen, müstehzi bir gülümseme ile Yaşar Nezihe Bükülmez’in iki kitabını ceketinin cebinden çıkardı.
– Bu tartışma bana kalırsa boşuna zaman kaybıdır. Bahsi geçen hanımefendi bir sosyalist olarak ne yapmış söyler misiniz? İki kitap yazmış ya da işte üç! Bir Deste Menekşe ve Feryatlarım… Aşkları, evlilikleri, çocukları… Üstelik beyler, kendisine okuduğu kitaplar sorulduğunda Tecvid-i Karabaş, Mızraklı İlmihal, Tuhfe-i Vehbi ve Fuzuli’nin kitaplarını okuduğunu söylemiş. Başkaca bir eğitimi de yok. İlla sosyalist diyeceksek bu kitaplardan okuduğu kadar beyler! Anlatabilmişimdir umarım.
Odanın duvarlarına, beylerin kibirli gülüşleri çarpıp yankılandı. Alnı geniş, bıyıkları oldukça gür olan eleştirmen:
– Diyorsunuz ki Türkçedeki ilk “1 Mayıs” şiirini yazması bir tesadüf. Ya da Mürettipler grevinde matbaa patronlarına yazdığı “Gazete Sahiplerine” şiiri. Bana kalırsa kendine çevre edinmeye çalışan eğitimsiz bir kadının şiirleri diyebiliriz elbette.
Sosyalistmetreyi çalıştıran, kendinden çok emin olan araya girdi:
– Bu durumda uzun uzun tartışmaya gerek yok beyler, haklısınız. Karamsar ve hırçın şiirleri olan Yaşar Nezihe Hanım, şair olsa dahi bir “proleter şaire” değildir. Sosyalistliği oldukça tartışmalıdır. Sosyalistmetreye göre kararımız da zaten bu yönde olmalıdır.
En sosyalist olanı çantasından çıkardığı sosyalistmetreyi tam geri koymak üzereyken odanın sessizliğini, yere sertçe basan topukların çıkardığı “tak tak tak”lar bozdu. Beyler, tam karşılarında dikilen kadına bakakaldı. Bir elinde makas taşıyan yüzü peçeli kadın, masaya iyice yaklaştı. Üstüne yönelen tuhaf bakışlara kafa tutan bir tavır ile elindeki makası masaya bıraktı ve uzanıp sosyalistmetreyi aldı.
– Siz beyler, oturduğunuz yerden, sosyalistmetreniz ile hem de Nisan’ın son gecesi, 1 Mayıs’ın öncesi, benim sosyalist şair olup olamayacağımı mı ölçüp tartıyorsunuz? Bunu yapmaktan hiç mi vazgeçmeyeceksiniz? Dinleyin öyleyse, ben Yaşar Nezihe Bükülmez.
Yaşar Nezihe, sol eli ile yüzündeki peçeyi çekip çıkardı. Masanın ortasına fırlattı. Tıpkı 1913 yılında Kadınlar Dünyası dergisinde ilk kez Müslüman kadınların peçesiz fotoğraflarının yer almasına destek olup peçesini çıkardığı gün gibi. Beyler şaşkındı. Birbirlerine baktılar. Yaşar Nezihe, onların bir şey söylemesine fırsat vermedi. Bu defa başındaki örtüyü de çıkarıp attı. Hem de hayatında ilk kez yaptı bunu. Masanın üstünde duran makası eline aldı. Saçlarından bir tutam kesti, sol avucuna düşen saç tellerini usulca masaya bıraktı. Saç tellerinin arasından parıldayan bir yıldız gibi küçük bir kız çocuğu da düşüverdi masaya. Yaşar Nezihe’ye döndü. Nezihe’den aldığı şefkatli cesaretle sosyalistmetrenin üzerine fırladı. Zeytin karası gözleri, hafif acımsı ama bir o kadar da buğday tanesi umudunun sarısı ile gülümsedi:
– Yağ satarım, bal satarım, ustam ölmüş ben satarım dememi bekliyorsunuz değil mi? Bir küçük kız çocuğuyum ya hani. Hani çocuklar oyun oynar, çocuk oldukları için. Siz de olmuşsunuzdur çocuk. Ama bazen bazı çocuklar oyun oynayamaz. Bazen bazı yoksul ve annesiz kalmış çocuklar oyun oynayamaz, şeker de yiyemez!
Yaşar Nezihe’nin kestiği saçlarından düşen küçük kız çocuğu, cebinden çıkardığı tebeşirle, siyah yuvarlak masaya papatya, devedikeni, ebegümeci çizmeye başladı, şaşkın bakışlara aldırış etmeden.
– Silivrikapı’nın fakir bir sokağında, fırtınanın çatıları titrettiği bir kış gecesinde doğdum ben. Doğduğum gece evimizde damla gaz yokmuş! Annemi altı yaşımda kaybettim. Dört kızı ölmüş bir ailenin tek kızı idim. Ben yaşayayım diye adımı Yaşar koymuşlar. Yaşamışım da, alın terine katık çokça çile ile. Yoksulluk içerisinde büyüdüm. Ailemiz, belediyede kantar memuru olan babam sarhoş Kadri Efendi, kötürüm ve yaşlı bir amca ile zalim bir teyzeden oluşuyordu. Biliyor musunuz, bana “kendi gelen” adını takmıştı hoca efendi. Babamdan habersiz korka korka mektebin yolunu tuttum, dedim “ben öksüzüm hoca efendi, beni okutunuz!” İşte o yüzden “kendi gelen” koymuş hoca efendi benim adımı. Silivrikapı’da, Baruthane Yokuşu üzerindeki Hünkar İmamı Sokağı’ndaydı evimiz. Evimizin yakınındaki dere kenarlarında papatya, ısırgan otu, deve dikeni, ebegümeci tohumları toplayarak aktarlara satıp kazandığımın kırk parasını mahalle mektebinin hocasına, kırk parasını da kalfaya vererek bir süre okuma isteğimi doyurmak için çabaladım. Fakat bu şekilde ancak bir yıl mahalle mektebine devam edebildim. Haklısınız aldığım eğitim bu kadarcıktır.
Zeytin karası gözleri, hafif acımsı ama bir o kadar da buğday tanesi umudunun sarısı ile bilmiş bilmiş gülümsedi küçük Nezihe ve sosyalistmetrenin üstünde bir tur döneledi ellerini çırpa çırpa, beylerin dudaklarına sürdü kendi tarihinden kalma bir çocuk şarkısını: Taa uzakta bir vapur düüüt /Taaaa uzakta bir vapur düttt/ Diye öter acı acı/ Ya hele şu arabacı/ Geçer gider tıkır tıkır/Biri satar sütlü salep/ Gazeteci geliyor bak/ Bir düziye bağırarak/ Tanin, Tasvir, Sabah, İkdam! Gazeteci yok mu Peyam?/ Fakat saat diyor tik tak / Mektep vakti geçiyor kalk!
Küçük Nezihe, sosyalistmetrenin üstünden masaya atladı. Seke seke beylerin önüne gelip oturdu, gözlerinin içine baka baka:
– Benim anamın adı Kaya idi. Ama babam Kaya ismini sevmemiş ve Eda yapmış anamın adını. Babamdan gelen üzüntülerini içine atmış atmış, 25’inde içine attıklarını kan olarak kusmaya başlamış. Anam öldüğünde 6 yaşımdaydım. O günden sonra her günüm sokakta geçti benim, anam yoktu ki beni bir makineye versin veyahut dizinin dibinde terbiye etsin. Bir yıl gidebildim mektebe. Babam, mektebe gittiğimi öğrenince koptu kızılca kıyamet, Baruthane yokuşundaki anasız evimizde.“Pezevengin kızı! Babıali’ye katip mi olacaksın” diye tartaklayınca babam cılız bedenimi, henüz dokuzumda kaçtım evden. Ya babama boyun eğecektim ya da içimdeki okuma hırsının peşinden gidecektim. Gazeteci yok mu Peyam?/ Fakat saat diyor tik tak / Mektep vakti geçiyor kalk! Kendi imkânlarımla dere kenarından topladığım otları aktarlara sata sata dokuzumda anca bir yıl gidebildim mektebe… Büyüdüm, tek başıma yettim evladıma baba da oldum da, babam öksüz kızına bir ana olamadı, bir baba bile olamadı. Ondandır belki şiirlerimdeki keder.
Yaşar Nezihe, siyah yuvarlak masanın üstünde oturan zeytin karası gözleri, hafif acımsı ama bir o kadar da buğday tanesi umudunun sarısı ile bilmiş bilmiş gülümseyen küçük Nezihe’nin saçlarını okşadı, gözyaşlarından damıttığı tuzlar ile sarmaya çalıştı çocuk Nezihe’nin yaralarını. Yerlerine mıhlanmış adamlara baktı. Ve saçından bir tutam daha kesip önlerine bıraktı. Simsiyah saç tellerinin arasından kızıl gülüşlü genç bir kadın düşüverdi bu defa masaya… Korkusuzca, cesurca masanın etrafında bir tur attı.
– Demek sosyalistmetrenize göre sosyalist bir şair değilim ben öyle mi? Yoksuldum, yoksulluğumdan sebep eğitimsizdim. Dokuzumda başladım çalışmaya, komşu kadınlardan öğrendiğim dikiş-nakış işleriyle idame ettirdim hayatımı. Ne mi yaptım beyler “Proleter şaire” olmak için? Bu soruyu mu yatırdınız siyah, yuvarlak masanıza? Şimdi dinleyin beni! İlk şiirimi 15 yaşımda Malumat gazetesinde yayınlattım. Kendi adımı kullanamadım. Mazlume ve Mahmure takma adlarıyla yayınladım ilk şiirlerimi. Babam, zorla kendimden 27 yaş büyük Atıf Zahir Efendi ile evlendirdi beni. Zahir Efendi, bir yıl sonra çocuğum olmuyor diye boşadı beni, oysa benden önceki üç evliliğinden de yoktu Zahir Efendi’nin çocuğu! Sonra ikinci evlilik… Çok afili, bakın duyun ismini Mühendis Fevzi Bey. Beş buçuk sene dayandım Mühendis Fevzi Bey’e. Üç çocuk Sedad, Suat, Vedat. Biliyor musunuz beyler, hovardanın tekiydi Mühendis Fevzi Bey. Üç çocukla bir başıma, âşık olduğu bir kadının peşine takılıp bırakıp gitti bizi Fevzi Bey. Affetmedim Fevzi Bey’i, ne pahasına olursa olsun affetmedim.
Duraksadı kızıl gülüşlü genç Nezihe. Yutkundu. Boğazına gelip düğümlenen en acı hatıralardaydı belli ki sıra. Toparlandı, yuvarlak masanın etrafında öylece kıpırtısız oturan adamlara iyice yaklaştı. Gözlerini, şaşkın adamların gözlerine dikti:
– Sedad’ım ve Suat’ım kuru tahtalar üzerinde, yoksulluktan öldü benim. İki evladımı açlıktan kollarımda kaybettim ben. Vazgeçtim de yaşamdan, Vedat’ımın çocuk gülüşlerine sarılarak yeniden tutundum hayata, umutlar büyüttüm oğlum için, yoksul oğullar ve yoksul kızlar için. Siz ne sanıyorsunuz beyler hayatı? Vedat yaşasın diye suya salça katık edip çorba yapmak için alnımın teri ile çalıştım ben. Proleter şaire olmasam ne yazar, emekçiyim ben beyler, etimle kemiğimle emekçiyim. Çocuklarımın ölüsünün toprağına mücadele ile biriktirdiğim kanımı akıttım ben.
Kızıl gülüşlü Nezihe, sosyalistmetreye döndü yüzünü, en gür sesi ile haykırdı:
– Bana bak sosyalistmetre ölç hadi sosyalistliğimi. Mahalle ekmeği çıkmazsa iş fenalaşıyor/çoluk çocuk dökülüp yollara aç ağlaşıyor/o gün hamur çamur ekmekler on beşe satılır/ paran da yoksa yetim yavrularla aç yatılır/ elimde iğne kalem var da ben de muhtacım…/yetim Vedat’ım ile kırk sekiz saattir açım/ çalışmak isterim iş yok bu hâle hayranım/bu aç yetime bakıp ağlarım perişanım…Okuduğumu sadece şiir mi sanıyorsunuz hııı, o benim hayatım beyler, ben şiirlerimi edebiyatın ölçütlerine uydurmadım, edebiyatı hayatın/hayatımın ölçütlerine göre şekillendirdim. 9 yaşında babama rağmen paramı kazanıp mektebe gittim, aldatan kocayı boşamayı da bildim. Dinleyin beyler. Üçüncü evliliğimi yine afili meslekli gazeteci, yazar bir adamla yaptım. İlk aşkımdı. Bir de ne göreyim adamın iki karısı daha var da o kadınlarla aynı evde yaşamamı ister. Sizin o kederli, hezeyanlı şair Nezihe (!) öğrenir öğrenmez bu durumu boşadı o adamı. Boyun eğmediğim tarih bugün değildi, unutmayın beyler.
Kızıl gülüşlü Yaşar Nezihe, dokuzunda ekmeğe koşan, ömrünün geri kalanında ekmeği böle bölüştüre yiyen Yaşar Nezihe, sosyalistmetreye meydan okuyordu. Tuttu saçlarından bir tutam daha kesti. Düşen her saç teli, direniş dolu bir hayat yolculuğunun durağı gibiydi. Osmanlı’dan Cumhuriyete hiç geri adım atmayan bir kadının, her durağı direnişin en gerçek hali ile doluydu. Kendine Bükülmez soyadını seçişinin bir anlamı vardı elbet. Masaya düşen siyah saç tellerinin arasından eylem güzeli bir kadının ışığı yayılıverdi yuvarlak masaya.
– Hangi Nezihe’yi sosyalistmetreye koydunuz? Oğluna içirdiği duru suya eklediği salçayı alabilmek için dikiş dikeni mi, oğlunu okutmak için Darphane’de işçilik yapanı mı, yoksa eğitimini beğenmediğiniz için şiirlerini de görmek istemediğiniz şair Nezihe’yi mi?
41 yaşında, ait olduğu sınıfın bayramına şiir yazan kadını mı? Türkiye’deki ilk siyasi kadın partisi olan Kadınlar Halk Fırkası’nın kurucu üyelerinden biri olan Yaşar’ı mı?
Dinleyin beni. 1923’ün 1 Mayıs’ını anlatacağım size. 1. Dünya Savaşı’nın galiplerinin işgali altındaki İstanbul’u. Amele Cemiyeti üyesi kırklarındaki bir kadın. Bir yandan, askeri fabrika, fırın, tütün, demiryolu, tünel, tramvay, telefon, gazhane işçileri ile birlikte eylemleri hazırlayan, pankartlara sekiz saatlik çalışma süresi, hafta tatili ve sendika-grev hakkı taleplerini yazan bir Yaşar Nezihe. Bir yandan da Aydınlık dergisine “1 Mayıs İçin” şiirini yazan Nezihe. Öfkeli, coşkulu ve işgal altında bile umutlu, yoksul, direnen bir kadının sınıfına seslenişidir o şiir. O sesleniş ki Türkçe yazılan ilk 1 Mayıs şiiri ama yine de sizin sosyalistmetrenize göre sosyalist değilse Nezihe eyvallah! Amele Cemiyeti’ne üyeyim diye, grevlere destek veriyorum diye, şiirler yazıp sınıfı kışkırtıyorum diye 1925 yılında yürürlüğe giren Takrir-i Sükûn Kanunu gereğince komünistlikten gözaltına alınmama rağmen geçemiyorsam sizin sosyalismetrenizin kriterlerinden eyvallah!
Gece, güne dönüyordu.Yaşar Nezihe, eğilip masanın üstüne tel tel bıraktığı saçlarını; babasına kafa tutan, mektebe kendiliğinden giden, “beni okutun” diyen küçük kız çocuğu Nezihe’yi; iki çocuğunu açlıktan ölüme veren, geride kalan tek çocuğunu okutmak için alnının teri ile çalışan, kadın mücadelesine, sınıf mücadelesine bedeni ile şiirleri ile omuz veren kızıl gülüşlü kadın Nezihe’yi ve masanın orta yerine fırlattığı peçesini, örtüsünü toplamaya koyuldu. Sosyalistmereyi eline aldı. Sosyalizmin, sosyalist edebiyatın; sadece iyi eğitimli, görece burjuva ailelerde doğmuş bir tür erkek işi olduğunu düşünen beylere döndü. Tam son sözlerini söylemeye hazırlanıyordu ki odanın duvarlarını çatlatan bir ses duyuldu. Uğultu halindeki ses gitgide yaklaştı. Kadınlı erkekli sesler kulakları delik deşik eden bir haykırışa döndü. Sesler yaklaştıkça sosyalistmetre Yaşar Nezihe’nin elinde çatlamaya başladı. Odanın yıkılan duvarlarından içeriye ilk Nazım Usta (Nazım Hikmet) girdi. Yaşar Nezihe’nin önünde eğilip, neredeyse yüz yıl önce yaptığı gibi elini öptü!
– Abla, seni almaya geldik. Haydi, 1 Mayıs’a!
Nazım Hikmet’in hemen ardından Maria Suphi belirdi, Behice Hanım ve Yaşar Nezihe’ye bir mektup ile seslenen Sennur Sezer ile kol kolaydılar. Şişli Meydanı’nın üç kızı Çiğdem, Meliha, Şükran, 1977’nin kanlı 1 Mayıs’ına kanları akan Diran Nigiz, Hacer İpek Saman, Hatice Altun, Jale Yeşilnil, Kadriye Duman, Leyla Altıparmak, Meral Cebren, Nazan Ünaldı, Sibel Açıkalın… İsimleri dövizlerde hiçbir zaman taşınmayacak binlerce isimsiz kadın, binlerce isimsiz erkek bir ağızdan Yaşar Nezihe Bükülmez’in yazdığı ilk Türkçe 1 Mayıs şiirini okuyordu, sosyalistmetreyi un ufak ede ede!
Ey işçi
Bugün hür yaşamak hakkı seninken
Patronlar o hakkı, senin almışlar elinden.
Sa’yınla edersin de “tufeyli”leri zengin
Kalbinde niçin yok ona karşı, yine bir kin?
Rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;
Lakin seni fakr etmede günden güne berbâd.
Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
Azm et de esaret bağı kopsun bileğinden,
Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.
Ey işçi
Mayıs birde bu birleşme gününde
Bîşüphe, bugün kalmadı bir mani önünde.
Baştanbaşa işte koca dünya hareketsiz;
Yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz.
Patron da fakir işçilerin kadrini bilsin,
Ta’zimile hürmetle sana başlar eğilsin,
Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi,
Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi.
Herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay
Sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say.
Birgün bırakınca işi halk şaşkına döndü,
Ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü.
Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;
Sen olmasan etmezdi teali medeniyet.
Boynundan esaret bağını parçala, kes, at!
Kuvvetedir hak. Hakkını haksızlara anlat.
Bütün bir yaşamı direniş ile geçen, Nazım Hikmet’in her gördüğünde önünde eğilip “abla ver elini öpeyim” dediği, 1930 sonrası bazı sosyalistlerin, sosyalistliğini sorguladığı ve daha sonra da dönem dönem bazı çalışmalarda bu sorgulayışın sürdüğü kutup yıldızlarımızdan Yaşar Nezihe Bükülmez’e saygıyla…
Not: Yazıda italik olarak kullanılan kısımlar Yaşar Nezihe’nin kendisine aittir.
Editör: Şöhret Baltaş
Düzelti: Şöhret Baltaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Seslendirme: Figen Algül
Yazar Hakkında Bilgi
12 Eylül 1980’de İstanbul’da doğdu. Gazetecilik eğitimi aldığı fakülte yıllarında, mesleği yerinde öğrenmeli diyerek çalışma hayatına atıldı. Yeni Binyıl Gazetesi Kültür Sanat sayfasında başladığı staj eğitiminin ardından 2002 yılının sonunda TV8 belgesel bölümüne geçti. Vildan Tekin ile birlikte yazdığı ¨Karadut¨ isimli romanın yanı sıra ¨Ağıt: Ararat'tan ve Ağrı'dan Yükselen Çığlık¨, ¨Çöldeki Balıklar¨ ve ¨Raman Petrol Kartalları¨ isimli üç kitabı bulunmaktadır. Yazıları çeşitli haber sitelerinde yayımlandı ve hala yazmaya devam ediyor.
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖