Background

Bedenimiz Bizim

Size bir hikâye anlatmak istiyorum, bir dava değil, bir vaka değil, bir hikâye, bir kadın hikâyesi. 

Mart ayında bir kadın (M.C.) bebeğini sokağa bıraktığı için yargılandı ve 20 yıla kadar hapis istemiyle hazırlanan iddianame 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. 1

Şubat ayının son günlerinde Diyarbakır Sur ilçesinde metruk bir evin merdivenlerinde poşet içerisinde terk edilmiş bir bebek bulundu. Bebeğin sesini duyan mahalle sakinleri durumu polise bildirdiler. Metruk evden alınan erkek bebek, sağlık ekiplerinin müdahalesi sonrası hastaneye kaldırıldı.  

Polis, çevredeki güvenlik kameralarını inceledikten sonra bebeği bırakanın M.C. (26) olduğunu tespit etti, kadını yakalayıp gözaltına aldı. Haberde, bebeği evden çıkaran delikanlı, yerel basına dehşete düştüğünü, bebeği kurtarıp eve götürdüğünü, ısınması için sobanın yanına yatırdığını anlattı ve ekledi: “Madem bakamıyorsunuz çocuk esirgeme yurduna götürün. Küçücük bebeği niye ölüme terk ediyorsunuz?” Konuşmak, “iyilikçi” sözleri havaya savurmak ne kadar kolay. Bir kadının, kimliğini beyan ederek bebeğini devlet yurduna vermesi için gereken prosedürü merak edenler ilgili dipnota bakabilir. 2

M.C. ifadesinde şunları söyledi: “23 Şubat’ta bulunduğum otelde tek başıma doğurdum. Maddi durumum olmadığı için bebeğe bakamayacağımı düşündüm. Bundan dolayı bilmediğim bir sokakta harabe bir binanın önüne bebeği bıraktım.”

Mahkeme kadını “alt soydan akrabayı kasten öldürmeye teşebbüs” suçundan 20 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargıladı. İddianamede şöyle deniyordu: “Şüphelinin mevcut eyleminin bebeğin beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumu, mağdur bebeği metruk bir yere bıraktığı göz önünde bulundurulduğunda, eyleminin ‘alt soya yönelik kasten öldürmeye teşebbüs’ olarak değerlendirildiği ve üzerine atılı suçu işlediği anlaşılmıştır.”

Hikâyenin bildiğimiz kısmı bu. Bir kadın var, gebe kalmış, doğurmuş, bebeğe bakamayacağını düşünmüş ve (mahallelinin bebeğin sesini duyabileceği bir yerdeki) metruk bir binaya terk etmiş. Bilmediğimiz kısımlara dair sorular sorarak başlayalım.

Nerdeler?

İlk soruyu ben anneannemden öğrendim. 11-12 yaşlarındaydım. Gazetede bir haber vardı: “Canavar anne bebeğini sokağa bıraktı” diye bir manşet. Anneanneme gösterdim, “Babası nerdeymiş? Çocuk sadece annenin miymiş?” dedi. İlk anda afalladım. Çocuğun annesine ait olduğu, nasıl yerleşik bir ezberse, o yaştaki bir çocuğun zihninde bile çoktan köklenmiş. Sonraki yıllarda karşılaştığım her benzer haberde ilk sorum bu oldu. (Evet, anneannem akıllı bir kadındı, erkek toplumda yaşadığı sıkıntıları, yer yer feminist bir tecrübeye dönüştürebilmişti.)

Büyüdükçe bu ilk sorunun yanına başka sorular da eklendi tabii. Toplum nerdeydi? Aile, akrabalar, komşular, ahbap ve arkadaşlar, mahalleli, köylü, memleketli…. Şu her şey olup bittikten sonra “iyi insan” madalyasıyla dırdır eden ahali…. Nerdeydi?

Peki devlet neredeydi? Hukukuyla, sosyal hakkıyla, geçim güvencesiyle, ücretsiz ve erişilebilir sağlık hizmetiyle nerdeydi?

Cevapları biz kadınlar iyi biliyoruz değil mi? Bir kadın “uygunsuz” bir biçimde gebe kalırsa, aileden başlayarak bütün toplumun yardım eli uzatmadığı gibi onu cezalandırdığını, bu cezanın evden kovulmakla öldürülmek arasında değişen ağır işkence ve hak ihlaliyle uygulandığını biliyoruz. Hiç kimsenin bebeğin babasını aramadığını, erkeği sorumlu tutmayı aklından bile geçirmediğini de.

Devlete gelince… Tarihe bakalım önce. Türkiye’de Cumhuriyet sonrasında savaşlar nedeniyle azalan nüfusu “yerine koymak” amacıyla gebeliği önleyici alet ve ilaçların satışı dahi yasaktı. Çocuk düşürmeyi engellemek için düşük yapan kadınlara “nesli korumadığı” gerekçesiyle ağır cezalar öngörüldü. Kürtaj ise zaten “Türklüğe ihanet”ti.

1965’te nüfus kontrolü diye bir başlık devletin gündemi olunca doğum kontrolü yasak olmaktan çıkarıldı ama tıbbi zorunluluk dışında kürtaj yasak olmaya devam etti. Bütün bu yasaklı yıllarda hekimlerin yaptığı bir araştırmanın sonucu korkunç: 1979’da yapılan tahminlere göre yılda 500 bin düşük yapılıyor ve bu nedenle yaklaşık 25 bin kadın hayatını kaybediyordu. 1980’de doğurganlık dönemindeki kadınların yüzde 98’inin en az bir kere çocuk düşürmeye çalıştığı gözlendi. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 1981’de 450 bin düşük vakasından 350 bini kadınların kendi tercihiyle oluyordu. Kürtajın yasak olması nedeniyle her yıl 10 ila 15 bin kadın düşük yaparken hayatını kaybediyor, en az bir o kadar kadın da sakat kalıyordu. 3

Bütün bu verilerin göz ardı edilemeyecek şekilde ortaya konması ile devletin nüfus politikası uygulama gereği çakıştı ve kürtaj 1983’te, yani Cumhuriyet’in kuruluşundan tam 60 yıl sonra yasallaştı. 

Kürtajın yeniden kadınların gündemine girmesi, 2012’de AKP döneminde oldu. “Kürtaj cinayettir” olarak özetlenebilecek AKP görüşü, kadın örgütlerinin ve meydanlarda toplanan binlerce kadının yoğun tepkisiyle karşılaşınca her zamanki takiyeye başvuruldu; yasal değişikliği diledikleri gibi yapmaktan vazgeçtiler ama fiiliyatta kürtajı o kadar zorlaştırdılar ki, fiili kürtaj yasağı yürürlüğe girmiş oldu. 

Halen, yasaya göre 10 haftaya kadar olan gebeliklerin isteğe bağlı olarak kürtajla sonlandırılmasına izin veriliyor. Ancak bu hakkını ücretsiz kullanmak isteyen kadınların, hakka erişimi söz konusu değil, çünkü kadının isteğiyle kürtaj yapan devlet hastanesi yok!

Mesela İstanbul’da yaşayan, 27 yaşındaki bir kadın yaşadığı deneyimi şöyle anlatıyor: “Sağlık kuruluşlarının hepsi beni geri çevirdiler. Kürtaj yapmıyoruz, dediler. Buna hakkım olduğunu söylesem de reddettiler.” Özel hastanelerin masrafını karşılayamayan kadın, sonunda nispeten uygun bir özel klinik buluyor, oradaki jinekolog da partnerini ikna edip evlenmesini ve çocuğunu doğurmasını tavsiye ediyor! 4

Bir başka kadın, küçük bir yerde yaşadığı için laf olur diye korkmuş ve büyük şehire gelmiş. Ancak 20’den fazla devlet hastanesi kadının kürtaj talebini reddetmiş. Sonunda özel bir kliniğe yaptırmış. Oradaki doktorun söyledikleri ise kadınların nasıl düşmanca bir uygulamayla karşı karşıya olduklarını açıkça gösteriyor: “Doktor bana ‘Bacaklarını aç, hamile kalmak için bacaklarını açabiliyorsan şimdi de yapabilirsin’ dedi. Ona bir daha bakamadım, hemşire de hiçbir şey söylemedi. Çok utanmıştım.” 5

Keşke asıl utanması gerekenler utansa… Ama utanmak şöyle dursun, 2012’den bu yana kürtajın ücretsiz gerçekleştirildiği aile planlama merkezleri kapatıldı, aile hekimlerinin spiral takması yasaklandı ve doğum kontrol yöntemleri fiili olarak engellendi, devlet hastanelerinin “atanan” rektörlerine talimatlar gönderildi. Hastaneler halen ya kürtaj yapmıyor ya da dalga geçer gibi yasal süre olan 10 hafta geçtikten sonraya randevu veriyor. Kürtaj yaptıran kadın bunun hasta-doktor arasında kalacağına inanmasına rağmen özel hayatın gizliliği hakkı ihlal edilerek e-nabız sisteminde ilan ediliyor, kocanın izni olmadan tıbbi gereklilik olsa dahi kürtaj yapılmıyor ve sonuçta kürtaj adı konmadan yasaklanmış oluyor.

Aynılar Aynı Yere

6 Nisan 1969’da MHP’li ülkücüler Hacettepe Üniversitesi’nde düzenlenen Uluslararası Doğum Kontrol seminerini basar. Bu seminer bir komplodur onlara göre. Türk ırkının yok olmasını hedefleyen uluslararası bir komplo! Onlar da ırkın korunması için tek bildikleri yöntemi kullanırlar, basıp dövmek… 19 Nisan’da MHP başkanı Alparslan Türkeş bu baskını onaylar ve “Doğum kontrolü suikasttır” der.

2012’de kürtaj bu kez suikast değil de katliamdır. “Her kürtaj Uludere’dir” der zamanın başbakanı olan Tayyip Erdoğan.

Irk, millet, din, inanç değişiyor ama zihniyet hep aynı.  Siyah takım elbiseleriyle, cüretlerini erkek olmaktan alarak kadınların ömürlerini programlıyorlar…

Çünkü bu zihniyet kadın bedenini basit bir “üreme aracı” olarak görüyor ve kadınlara “devlet için” doğurma ve iyi vatandaş yetiştirme görevini veriyor. Bu arada kaç bin kadının hayatı son buluyor, ziyan oluyor, onların umurunda değil.

M.C.’nin hikâyesi tam da bunu anlatmıyor mu? M.C. otelde yalnız başına, kendi canını tehlikeye atarak doğururken, baba-aile-toplum-eş dost-devlet-kamu kurumları nerdeydiniz? Kadın bu büyük çaresizliği tam dokuz ay yaşarken nerdeydiniz? Hiçbir devlet kurumu bu kadına ne istediğini sormadığı için, sağlık hizmetlerine erişemediği için, erkek egemen toplum kadını yalnızlaştırdığı için bu kadın doğurmak zorunda kaldığı bebeğini, kimbilir ne büyük bir panikle o metruk binaya bırakırken nerdeydiniz? 

Bütün yaşamsal süreçlerde görünmez olan sizler, birden ortaya çıkıp kadını, “alt soydan akrabayı kasten öldürmeye teşebbüs” suçlamasıyla 20 yıla kadar cezayla yargılamayı uygun bulurken hiç mi aklınızdan geçmedi bu sorular?

Geçmedi tabii, geçmeyecek de. Çünkü biz kadınlar biliyoruz ki hayatımız bizim, bedenimiz bizim, kararımız bizim. Biz hep beraber bunu yüksek sesle dillendirmedikçe kimse sesimizi duymayacak.

Soru sormak iyidir, soru sormayı asla bırakmayalım.


Kaynaklar: 

  1. https://www.milliyet.com.tr/gundem/bebegini-sokaga-terk-etti-20-yil-hapsi-istendi-otelde-tek-basina-dogurdum-7101758 ↩︎
  2. Korunmaya muhtaç çocuğun İl Sosyal Hizmet Müdürlüklerince doğrudan veya dolaylı müracaatı alınır. Çocuk kurum bakımına alınmasında aciliyet gösteriyor ise acil valilik onayı ile kuruma yerleştirilir, daha sonra işlemleri tamamlanır. İlk müracaat üzerine ilk görüşme yapılarak çocuk kayıt altına alınır. Daha sonra sosyal hizmet uzmanı çocuğun ikametine gider ve çocuk ve ailesi hakkında mesleki teknik ve yöntemleri kullanarak yapılan gözlem ve görüşme ile elde ettiği bilgilere dayalı detaylı sosyal inceleme raporu hazırlar. Bu aşamada uzman çocuğa verilecek hizmeti tanımlar ve çocuk ile ailesini bilgilendirir. Burada uzman aileye ve çocuğa güven verici, doyurucu bilgi ile yaklaşmalıdır. Evrak ve belge tamamlama süreci bittikten sonra kurum bakımına alınmasına karar verilen müracaatçı çocuk yaş ve cinsiyet durumuna uygun bir kuruluşa yerleştirilmek üzere karar alınır ve çağrı yapılır. Kaynak: https://www.sosyalhizmetuzmani.org/yetistirmeyurduiletisim.htm#:~:text=Korunmaya%20muhta%C3%A7%20%C3%A7ocu %C4%9Fun%20%C4%B0l%20Sosyal,yap%C4%B1larak%20%C3%A7ocuk%20kay%C4%B1t%20alt%C4%B1na%20al%C4%B1n%C4%B1r.
    ↩︎
  3. https://ekmekvegul.net/gundem/turkiyede-kurtajin-tarihi ↩︎
  4. https://www.indyturk.com/node/528686/d%C3%BCnya/guardian-t%C3%BCrkiyede-k%C3%BCrtaj%C4%B1-ele-ald%C4%B1-yasal-olsa-da-neredeyse-yasakl%C4%B1
    ↩︎
  5. https://www.indyturk.com/node/528686/d%C3%BCnya/guardian-t%C3%BCrkiyede-k%C3%BCrtaj%C4%B1-ele-ald%C4%B1-yasal-olsa-da-neredeyse-yasakl%C4%B1
    ↩︎

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation