Köşe Yazıları Nalan Ermiş 13 Haziran 2024
Filistin İçin Bin Genç Hareketi, “Katil İsrail 9 aydır Filistin’de soykırım işlerken Azerbaycan Türkiye el ele bu soykırıma milyonlarca varil petrol taşımaktadır. Bu ikiyüzlü ticarete dur demek için cuma günü saat 15.00’da SOCAR Türkiye önündeyiz. Tüm Filistin dostlarını bekliyoruz.” şeklindeki çağrısıyla 31 Mayıs’ta SOCAR Türkiye önünde bir eylem düzenledi. Her durum ve şart altında pozisyonunu sermayeden yana alan AKP hükümeti, eylem sebebiyle gençlere yönelik operasyon başlattı. Filistin İçin Bin Genç Hareketi tarafından sosyal medya kanalıyla duyurulduğu üzere, operasyonlar sırasında göz altına alınan genç kadınlara çıplak arama yapıldı. Tıpkı, yakın geçmişimizde Gezi’den, Boğaziçi Eylemlerinden, 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşlerinden, Onur Yürüyüşlerinden ya da toplumsal muhalefetin -kitlesel ya da değil- her ses yükseltişinin ardından konuştuğumuz gibi, bugün de çıplak aramayı konuşuyoruz.
Şunu ifade etmek gerekir ki, toplumsal muhalefeti hizaya getirmek, sindirmek ve nihayetinde yok etmek maksadıyla kolluk ve cezaevleri eliyle türlü işkence ve eziyetin uygulanması olduk olası bir “gelenek”. Devletin bu konudaki sicili hiç de temiz değil. Çıplak arama da bu işkence geleneğinin olmazsa olmaz bir parçası. Aynı zamanda devlet tarafından en inkâr edileni, en sıradanlaştırılanı.
Bedenin, kişiliğin, kimliğin, fikrin hiçe sayıldığı ve insanı aşağılayan, onur ve haysiyetini zedeleyen çıplak arama, aynı zamanda iktidarın beden üzerinden inşa etmeye çalıştığı eril tahakküm ilişkisinin ayan beyan ortada olduğu bir alan. Kadınların bedenleri üzerinden kontrol edildiği ve denetlendiği ataerkil toplum düzeninde, çıplak arama kadınların üzerindeki ataerkil baskıyı yeniden üretmeye yarayan, oldukça da işlevsel bir araç. Bu yönüyle çıplak arama mağdurunun -ekseriyetle- kadınlar olması tesadüf değil.
Nedir çıplak arama?
Otoriterleşmenin sınırlarının genişlemesi ve toplum üzerindeki devlet baskısının artmasıyla doğru orantılı şekilde artışa geçen işkence ve eziyetin, adıyla sanıyla ortaya konması bile başlı başına bir mesele. Öyle ki, devlet tüm kişi ve kurumları ile ya işkenceyi inkâr ediyor ya da bir kılıf uyduruyor. Şöyle bir hafıza tazeleyelim, geçtiğimiz yıllarda Halkların Demokratik Partisi (HDP)’nin göz altında ve cezaevlerinde çıplak arama işkencesini Meclis gündemine taşımasının ardından AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, çıplak aramaya ilişkin bu açıklamaları reddedip üzerine “Bir kadını çıplak arayacaksın, dakikasında bundan rahatsızlığını beyan eder, bir sene beklemez. Onurlu kadın, ahlaklı kadın bir sene beklemez.” şeklinde bir yanıt vermişti. Bence yanıtın meali şu, “hemen söylenmediği için işkence, çıplak arama yoktur. Aradan zaman geçtikten sonra bu dile getiren kadın ahlaksız, onursuzdur, sözlerine itibar etmeyiz.” Yani kadınların yaşadığı işkence yok sayıldı, bir de bu yok saymanın gerekçesine tanıdık olduğumuz “mağdur suçlayıcılık” ekleniverdi. “Onun da o saatte orada ne işi varmış?” bu denkleme hiç mi hiç oturmadı tabii, “o da söyleseymiş.”e getirildi. Tanıdığımız tavır, evet. Cinsel saldırıya uğrayan kadınlara, cinsel istismara uğrayan çocuklara “neden bu zamana kadar söylememiş?” diyenlerden, bunları soranlara itibar edip failleri aklayan mahkeme kararlarından ezberledik bizler bu tavrı. Yine aynı hikâye. İşkence faillerinin konuşulacağı ve cezalandırılacağı yerde, işkenceyi dile getiremeyen kadınlar dile dolandı. Sanki kadınların ve çocukların yaşadığı tacizi, şiddeti dile getirmesi ataerkil toplumda çok kolaymış gibi, sanki işkenceye, çıplak aramaya karşı koyanlar ya da bunların yaşandığını dile getirenler hakkında yine devlet eliyle peş peşe soruşturmalar açılmıyormuş gibi…
Yasal dayanak bağlamında konuyu ele aldığımızda çıplak aramanın anayasada ya da yasada düzenlenmiş bir mesele olmadığını ifade etmek mümkün. Çıplak aramanın düzenlendiği yani faillerin eylemlerinin hukuka uygun olduğu iddiasının yasal dayanağı olarak işaret edilen metin bir yönetmelik maddesi. Adli Arama ve Önleme Yönetmeliği Madde 28. Bu maddedeki “çıplak arama” ibaresi kaldırılarak işkenceye yeni bir ad verildi bu arada o da “detaylı arama”. Uygulamada “ince arama” dendiğini de işitmişsinizdir. Adıyla sanıyla ortaya koymak bir mesele demiştim, oraya döneyim. Adına, sanına ne derseniz deyin, çıplak arama işkencedir, insanlık suçudur.
Burada pek çok açıdan problem var ve bunları adım adım ele almak gerekiyor.
Ataerkiyi yeniden üreten ve dahi çoğu zaman cinsel işkenceye dönüşen çıplak aramaya nasıl maruz bırakıldıklarını kadınlar “altımdaki iç çamaşırını çıkartıp üç kere çök kalk yaptım.” ya da “Ceza İnfaz Kurumu’nun kamera kayıtlarını incelerseniz benim orada dört beş tane erkek gardiyanın içerisinde bacakları çıplak geçtiğimi görebilirsiniz.” şeklinde anlatıyor.1
Doğrudan cezaevi infaz kurumunun kameralarına yansıyan görüntülere yer verildiği haber yazısında yer alanlarsa şöyle; “kalabalık infaz koruma memurları, kadını darp ediyor, saçlarından tutup çekiyorlar. Kadının ellerini arkada tutarken kafasını duvara yaslıyorlar. Bu sırada iki kadın infaz koruma memuru, mahkûmun kıyafetlerini parçalayarak çıkartıyor. Kadın mahkûm çırılçıplak kalıyor. 4 infaz koruma memuru tarafından duvar köşesine sıkıştırılıyor.”2
Yönetmelikte çıplak aramanın adının değiştirildiğini ifade etmiştim, buna ek olarak hukuki açıdan birtakım usuli güvenceler de getirildiğini ekleyeyim. Nihai olarak düzenlemenin esaslarını şu şekilde özetlemek mümkün; kişinin kanunlara göre izin verilmeyecek bir şeyi taşıdığına ilişkin makul bir şüphe varsa ve arama işlemi başka şekilde amacına ulaşmayacaksa, bu aramanın neden gerekli görüldüğü ve nasıl yapılacağı ortaya konarak, kişinin utanma duygusunu en az ihlal edilecek şekilde, önce bedenin üst kısmındaki giysilerin çıkarılması, bedenin alt kısmındaki giysilerin ise bu giysiler giyildikten sonra çıkartılması yoluyla arama işleminin sonlandırılması. Bu değişiklik yapıldı da kadınlara yönelik çıplak arama son mu buldu? Yine, elbette hayır. Çünkü iktidarın, baskı ve şiddetle toplumsal muhalefeti sindirme politikaları, köhneleşmiş ataerkil zihniyeti dönüşmedikçe işkence suçlarına her gün bir yenisi eklenmeye devam edecek. Bu değişiklikler ise, insanlık dışı olan çıplak arama uygulamasının tamamen kaldırılmasına dek verdiğimiz mücadelenin hukuksal alanı için bizlere birer imkân olabilir ancak.
Vesileyle hatırlatalım, Gezi Direnişi sırasında göz altına alınan Mücella Yapıcı ve Cansu Yapıcı’nın göz altı sırasında maruz kaldığı çıplak aramanın sorumluların ceza alması için verilen hukuk mücadelesinde, “işkence ve eziyet” suçundan 3 polis hakkında dava açılmıştı. Geçtiğimiz gün duruşması görülen dosyada savcı esas hakkında mütalaası ile “işkence suçunun oluşabilmesi için fiillerin sistematik ve belirli bir süreç içinde yapılması gerektiğini” ifade ederken polislerin görevi kötüye kullanma suçundan cezalandırılmasını istemişse de bu dava çıplak arama eyleminin işkence suçuna sebebiyet veren eylem olması açısından bir ilk ve bu açından da oldukça önemli.3 İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye devam eden davanın duruşması 17 Ekim’de.4 Davada çıkacak kararın, tüm işkence faillerinin yargılandığı ve cezalandırıldığı, nihayetinde çıplak arama işkencesinin son bulduğu güne dek devam edecek mücadelemiz için umut olması dileğiyle…
Dipnotlar:
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖