Background

9. Yargı Paketi Kadınları Nasıl Etkileyecek?

Sorunun toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğunu ortaya koymayan, eşitliği tesis eden politikalar ve mekanizmalar üretmeyen, var olan önleyici ve koruyucu politikaları hayata geçirmeyen patriyarkal-kapitalist sistemle mücadelemiz bu sistem yıkılana kadar devam edecek, patriyarkayla mücadelemizse daha uzun sürecektir.

Sıradanlaşan Hukuksuzluk ve Kazanımlara Saldırı

Yine, yeniden bir yargı paketiyle karşı karşıyayız. Tüm usulsüzlüklerine yasal kılıf uydurmada ustalaşan AKP’nin alelacele değiştirdiği yasa sayısı on binlere ulaşmıştır herhalde. Kamu İhale Kanunu’nda yapılan sayısız değişiklikle rantın, talanın, peşkeşin önünü açarken Terörle Mücadele Kanunu’ndaki değişikliklerle de muhalifleri hapse tıkıp otoriter rejimi yargı eliyle tahsis ediyor. Hem de kapalı kapılar ardında, yangından mal kaçırırcasına.

Mesela, hukuksuzlukların maddeşelerek önümüze çıktığı bu dönemde, biz kadınların hayatını doğrudan etkileyecek yasa teklifi taslaklarının içeriğini önceden öğrenemiyoruz. Bırakın yasa taslaklarının ilgili meslek örgütleriyle sivil toplumla birlikte hazırlanmasını, milletvekillerinin bile haberi olmuyor, tamamen bakanlık nezdinde hazırlanıyor. Sonrasında da mecliste teklif edilmiş gibi bir yöntem işletiliyor. Değil bizler, meclisteki vekiller bile taslağı basına sızınca okuyabiliyor. İşte size AKP’nin ileri demokrasi adımları!

Yargı paketinin içeriğinde neler  var, neler! Noterlik Kanunu’ndan Avukatlık Kanunu’na, Medeni Kanun’dan Ceza Kanunu’na bir sürü kanun değişikliği. Düşünmenin “ajanlık”, yargının istihbarat servisi olması da yine bu pakette. Hepsi büyük reformlar şeklinde tanıtılan, anti-demokratik çağlardan da geri, o bir nefeste geçirilmeye çalışılan torba yasalardan, gecelerin köründe sunulan korsan önergelerden…

Meclis üretimi bu tamlamalar, hukuki terimler değil. Bu terimler yasa tasarı ve önerilerinin hazırlanması ve görüşülmesi aşamasında iktidarın siyasi beklentilerinin, hukuku yok saydığının anlatısı. Hazırlığından oylamasına kadar geçen bütün süreç de hukuk devleti tanımını tartışmaya açar nitelikte. Yasaları denetleme mekanizması AYM’nin oyundan çıkarıldığı, seçilmiş milletvekili Can Atalay’ın yüksek mahkeme ezilerek milletvekilliğinin düşürüldüğü günümüz Türkiyesinde, yasama erkinin oyundan çıkarılması elbet sürpriz değil. AİHM kararları tanınmaz olmuş.

Bütün bunlar olurken, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, Kobanî Kumpas Davası sonrası, “Türkiye’nin yargı erki bağımsız ve tarafsızdır. (…) Milli yargımızla ne kadar gurur duysak azdır,” diyerek kendi/milli yargısına övgüler dizmektedir.

Şimdi gelelim, bu hukuksuzluk düzeninde biz kadınları nelerin beklediğine. 9. Yargı Paketi’yle “Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı”nı öğrenmemiz aynı günlere denk geldi. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, eylem planını tanıtırken kadın kelimesini pek de kullanmayıp bol bol kutsal gördükleri aileden bahsetti. Gerçi on bir yıl önce bakanlığın adı değiştirilip kadın yerine aile denilmişti zaten ve bu plan da bakanlığının ismine uygundu. Plan genel hatlarıyla evlenmeyi teşvik etmek, boşanmaları engellemek ve doğumları artırmak üzerine. Kadın ve çocuğun canı pahasına aile birliğini korumayı seçiyor.

“Özel olan politik” derdik ya, AKP de bunu kendi çıkarları için söylüyor. Evin en ücra köşesine giriyor, bedenlerimizin her parçasıyla ilgili fikir beyan ediyor, politikayla özelimizi şekillendiriyor. Eylem planında bizim payımıza kuluçka makinesi olmak, artan ev içi emek, şiddet gördüğü eve mahkûmiyet ve sonunda belki de ölüm düşüyor.

Saray Rejimi tarafından hazırlanan 9. Yargı Paketi de benzer biçimde toplumsal cinsiyet eşitliğine ve kadın haklarına saldırıyor. Odağında da onlarca yıllık mücadelerle kazandığımız kendi soyadını kullanma hakkı, kadın ve çocuklara karşı cinsiyet temelli suçları da kapsayabilecek ucu açık bir af yer alıyor. Şimdi bu değişiklikleri inceleyelim.

Soyadımız Bizim

Medeni Yasa’nın “evlenen kadının kocasının soyadını taşımasını” gerektiren 187. Yasası kadın hareketinin bitmez mücadelesi ve kadınların ayrı ayrı açtığı davalar sonucunda Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmişti. İptal kararı da AİHM ve Anayasa kararlarıyla eşitlik ilkesine dayandırılmıştı. Karar değerlendirmesi, “Kadın ve erkek arasında kuralla öngörülen farklı muamelenin eşitlik ilkesini ihlal etti sonucuna ulaşılmıştır,” şeklinde yapılmış, 28 Nisan 2023’te Resmi Gazete’de yayımlanmış ve mahkemenin verdiği dokuz aylık süre de 28 Ocak’ta dolmuştu. Nüfus cüzdanlarını değiştirmeye giden kadınların talepleri ise nüfus müdürlüklerince reddedilmişti. TBMM’nin bu sürede gerekli yasal düzenlemeyi yapmamasıysa kanun boşluğu yaratmıyordu. Buradaki boşluk ancak uygulama için bir usul belirlenmemesi olabilirdi ve idare de bunu takdir yetkisini kadından yana kullanmayarak devam ettirdi.

Anayasa madde 90:
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır,” hükmeder.

Bu madde lafzı da bize uluslararası anlaşmaların kanun hükmünde olması sebebiyle kanun boşluğu doğmadığını ifade etse de Saray Yargısı işine geldiği şekilde, hukuksuz davranıyor ve temel kanunları torba içinde geçirmeye çalışıyor. 9. Yargı Paketindeki soyadı maddesi  teklifi, Anayasa’nın “toplumsal cinsiyet eşitliği ve devlete verdiği bu eşitliği sağlama pozitif yükümlülüğü” ile ilgili 10’uncu, “ailede eşlerin eşitliği ve kadının korunması” hakkındaki 41’inci ve AYM kararlarının bağlayıcılığını düzenleyen 153’üncü maddesini aynı anda çiğniyor.

Yine uluslararası sözleşme hükümlerine baktığımızda, soyadı hakkının en açık anlatımını BM Ayrımcılığa Karşı Sözleşme’de (CEDAW) görüyoruz. İç hukukumuzda kanun hükmünde geçen sözleşme hükümlerinde. 16’ncı maddesinde aile içi eşitlik ilkesini, 16/g fıkrasında açıkça aile adı seçimi konusunda eşlerin eşit haklara sahip olduğunu düzenlemiştir. Bu sözleşme içeriğinde toplumsal cinsiyet ve eşler arası eşitlikle ilgili çeşitli maddeler barındırır.

9. Yargı Paketi AYM kararına uymamayı, “Toplumun temeli olan aile bütünlüğüne zarar vereceği” ve kadının kendi soyadını kullanmasının çocuk üzerinde “olumsuz etki doğuracağı” iddialarıyla gerekçelendiriyor. En azından, şimdilik, “kadın-erkek eşitliği fıtrata ters” yahut “erkekler kadınlar üzerinde (koruyucu) söz sahibidirler” denmiyor.

Peki, nedir bu aile? İktidarın bir devlet politikası haline getirdiği cinsiyetçilik ülkemizde hep milli aile yapısına dayandırılır, kâh dini alıntılarla kâh değerli kadınlarımız sözleriyle şekillendirilir. Patriyarkal kapitalizm döneminde ise “kutsal aile” safsatalarının sebebi açıktır. Aile, kapitalist üretim tarzı içinde mülkiyetin aktarılmasını ve kadınların görünmeyen/ücretsiz emeği ile bedeni üzerinden emek gücünün yeniden üretilmesini düzenlendiği yer ve cinselliğiyle doğurganlığın devlet kontrolüne alınmasını sağlayan asli birimdir. Kapitalizmde erkeğin kadının bedeni ve emeği üzerine kurduğu tahakküm, sistemin yanı sıra erkeğin de çıkarınadır. Bu sayede devlet, ev içi denetimin kontrolünü baba, koca hatta ilişkilerin şekillenmesi üzerinden kayınbaba, erkek çocuk, sevgili ve daha birçok erkeğe verir. Bu iki denetim biçimi birbirini yeniden üretir.

Tüm bunları düşündüğümüzde, patriyarkal kapitalizm bizden neden nefret ediyor, neden AYM kararına karşı devlet “aile” diye bastırıyor ve yargı en ufak kazanımımızı dahi elimizden almak için hukuksuzluğa başvurmaktan çekinmiyor, anlayabiliriz. Bir kez daha görüyoruz ki kadınların kazanımları hiçbir zaman garanti altına alınmış değil, bu sebeple de bütünsel bir mücadelenin gerekliliği her gün daha fazla artıyor.

Sıra 6284’e Geldi

Hatırlarsınız, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma tartışmaları yapılırken, “Kadına yönelik şiddetin önlenmesi bakımından yasa eksiğimiz yoktur,” denildi, ayrıca da 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un dayanak sözleşmesi olduğu saklanmaya çalışıldı. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ve bu süreçte süregiden tartışmalar sırasında sözleşmenin aile kurumunu yok ettiğinden LGBT Terör Örgütü(!) lehine olduğuna kadar kadınlara ve LGBTİ+lara yönelik ayrımcılığı meşrulaştıran akıl almaz tezler kullanıldı. AKP içindeki bazı kadın vekillerin ve AKP’li kadın derneklerinin dahi karşı çıkışlarına rağmen ve kesinlikle hukuki zorunluklara uyulmadan, sözleşmeden -aslında çıkmamış olmakla birlikte- çıkıldı. Kadın eylemlerinde, “İstanbul Sözleşmesi’ni Uygula!” dövizlerinden “İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz!” dövizlerine geçtik. Mücadelemiz, halen gereklerinin yerine getirilmediği, sözleşme maddelerinin 6284’ten daha geniş olduğu ve iç hukukun karşılamaması sebebiyle olduğu kadar her kazanımızın elimizden alınması hatta tartışılmasının potansiyel faillere verdiği cesaretti.

“İç hukuk yeterli,” denildi ama sözleşmeden çıkıldığı gibi kadınlar 6284’ün uygulamasındaki sıkıntılarla yüzleşti. Acil bir şiddetten koruma anlayışıyla, kısaca kadınlar ölmesin diye hızlı verilmesi gereken kararların mahkemece verilme süresi uzadı; 6 aya kadar verilen koruma kararları 1 aya hatta bazen 15 güne düştü; kararları uzatma başvuruları soru işaretleriyle karşılandı. Uygulamadaki yetersizlik yüzünden birçok kadın koruma kararları olmasına rağmen katledildi.

Kadınlar için koruma tedbirlerine ulaşmak zorlaşırken, Saray Yargısı seçimini iktidarın çevresindeki erkeklerden yana yaptı. Kanun atanmış rektörleri öğrencilerden; eski/yeni vekil ve kaymakamları gazetecilerden korudu(!), özgürlüklere karşı kullanıldı.

Şimdi de 6284 sayılı kanunun içi 9. Yargı Paketi’yle boşaltılmaya çalışılıyor. Söz konusu kanunda hâkim tarafından, tehdit ve aşağılamada bulunmama; müşterek konutun korunana tahsisi; kişiyle iletişim kurup rahatsız etmeme; ev, iş ve okuluna yaklaşmama; silahı varsa kolluğa teslim etme gibi önleyici tedbirlerin gerekli görülenleri verilebiliyor. “Zorlama hapsi” ise çok ender uygulanan ve tedbir kararına uyulmamasının devamı durumunda verilebilen bir karar. AYM kararlarında da “zorlama hapsi kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediği” çeşitli şekillerde tekrar ediliyor.

Halihazırda 6284 sayılı kanunun 9. maddesinde tedbir kararlarına karşı itiraz yolu düzenlenmiştir. 2. fıkrada, “Hâkim tarafından verilen tedbir kararlarına itiraz üzerine dosya” şeklinde geçer ve zorlama hapis tedbir amaçlı değil, tedbir kararının ihlali halinde uygulanır. Amacı kişiyi tedbir kararının gereklerini yerine getirmeye zorlamaktır. AYM de kararlarında zorlama hapsine karşı itiraz edilemeyeceğini, bu kararın caydırıcılığı güçlendirmek için verildiğini tekrarlar. Yasada mümkün olmamasına rağmen, bilinçli olarak uygulama yönetmeliğine zorlama hapsine itiraz yolu eklenmiş, kanuna uygun olmadığından Danıştay’dan dönmüştü. Yasanın bu haliyle zorlama hapis kararına itiraz olmadığı için, “Hâkim tarafından verilen kararlara yapılan itiraz üzerine dosya” şeklinde değiştirilmek ve itiraz yolu açılmak isteniyor.

9. Yargı Paketi’ndeki değişiklik teklifinin gerekçesine, Danıştay tarafından “6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliği”ne uymadığı için yönetmelik maddesinin iptal edildiği yazılmış. Danıştay 10. Dairesi’nin verdiği karar tam olarak şu şekilde:

“6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliği’nin 34. maddesinin 1. fıkrasındaki “tedbir kararlarına aykırılık dolayısıyla verilen zorlama hapsi kararlarına karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilir.” ifadesinin İPTALİNE (…) oy birliğiyle karar verildi.”

Pek tabii torbamızdan çıkan teklif, yasa ve yönetmelik karşılaştırmasında kanunların üstünlüğünün tanınması ve Danıştay’ın da kararına uygun olarak yönetmelik maddesi değişikliğine gitmek yerine, yönetmeliği değiştirdiği yaklaşımın devamı olarak kanun maddesini değiştirmek istiyor; hukuka değil, cinsiyetçi politikalarına uygun olarak 6284’ü aşındırmaya çalışıyor. Zorlama hapse itirazla görülen duruşma, uzayan süreç, kanunun “koruma” fonksiyonunu da fiilen yürürlükten kaldırma anlamına getirecek.

Yukarıda bahsettiğim yerden devam edeyim; kapitalizmin ve patriyarkanın hem bağımsız hem iç içeliğinden bahsetmiştim. Sistemin ev içi şiddet tekelini erkeklere vermesi sonucunda 2023 yılında kadınların %65’i evinde öldürüldü; her nerede olursa olsun öldürenlerin %41’i kocaları, %14’ü birlikte olduğu erkeklerdi, devamında da tanıdık, eski koca, oğul, baba, kardeş geldi…  Katiller en yakındayken, kapitalist devlet koruma yükümlülüğünü yerine getirmektense patriyarkayla işbirliği sözleşmesinin gereklerini yerine getirdi. Kadını şiddet gördüğü eve, aileye mahkûm etmek için çıkış yoluna sürekli engeller konuyor, ekonomideki kriz dönemleri her zaman olduğu gibi bu hızı artırıyor ve bugün de engellere 9. Yargı Paketi’ndeki maddeler ve Aileyi Kurtarma Eylem Planları ekleniyor. 

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının hemen ardından 6284 kararlarının verilme ve uygulamasında artan zorluklardan hızlıca kanun metniyle oynamaya, kazanımlarımızı kırpmaya geçtiler. Boşanmayı zorlaştırmak için kurdukları komisyonların, planladıkları aile enstitülerinin, nafaka tartışmalarının, hukuk normlarıyla karışan fetvaların sonu gelmiyor. Yasa değişiklikleriyle yapılan (bu pakette bakanlık eliyle de denebilir) hukuki saldırıların artışı da önümüzdeki dönemdeki basın açıklamalarımızda daha fazla hukuk terimi kullanacağımıza işaret ediyor.

Af Dendiğinde Tedirgin Oluruz

Af denmez de, infaz yasasında değişiklik denir bazen ve gerekçe aynıdır: 9. Yargı Paketi’nin de 28. madde gerekçesinin son cümlesinde geçtiği gibi; “Düzenlemeyle, hapis cezalarının infazında adaletli bir sonuca ulaşılması hedeflenmektedir.” Kadına ve çocuğa yönelik şiddet suçlarını içeriyor mu, ilk merakımız bu olur. LGBTİ+’lar zaten hukukumuzda korunması düşünülen bir kimlik hiç olmamıştır. Kazanımlarımız kamuoyu yoklamalarıyla hep tartışmaya açılmış, elimizden alınmaya çalışılmıştır. Şiddet politikalarında geri adımın “tartışılabilirliği” fail ve potansiyel faillerin sırtını sıvazlamaktadır.

Cezalandırmanın sebepleriyle ilgili hukukçular, “Yapılan kötü davranışın kefaretini ödeterek adaleti gerçekleştirmek”, “Faili yeni suçlardan alıkoymak için ıslah etmek ve topluma kazandırmak” ve “Potansiyel suçluları suçtan caydırmak” görüşlerinden bazılarını yahut hepsini savunur. Cezanın ıslah ve topluma kazandırma gayesinin ülkemizde başarılamaması, cezaevlerindeki insanlık dışı koşullar ve sosyal çalışmaların yapılmaması gibi birçok nedene bağlanabilirken, yeni suçlardan alıkoymak da sadece içeride olduğu sürece suç işleyememesiyle mümkün olur.

Cezaların caydırıcılığı, cezaların uygulanacağına olan inançla ilgilidir. Cezaların artırımı sadece kamuoyuna yapılan bir gösteriştir ve tam tersi cezalarda çokça ve sebebi kararlarda gösterilemeyen indirimlere sebep olur. Kadına yönelik şiddet dosyalarında, erkek yargıyı arkasına alan fail, tutuklanma ihtimalinin düşük olacağına inanır. Duruşma süresince “kravat indirimi”nden “tahrik”e bol bol ceza indirimi alacağını bilir, buna bir de birkaç yılda bir çıkacak affa güvenerek de hareket etmesi eklendiğinde cezanın caydırıcılık unsuru zedelenmiş olur. Paketteki İnfaz Yasası değişikliğine karşı çıkmamız da zaten suçluların ıslah edilmemesi ve şiddetten uzaklaştırma adımları atılmaması ve elbet ki caydırıcılık unsurunun bu tekrar halinde iyice azalmasıyla alakalıdır.

Türkiye’de cezaevlerinde kalan tutuklu ve hükümlülerin Avrupa Birliği ülkelerinin ortalamasının çok üstünde olması, hapishane sayılarının artmasına rağmen yetersiz kalması sonucunda bu hükümet adalet için değil, deyim yerindeyse yer açmak için af çıkarmaktadır. Aflarda politik tutsakların, gazetecilerin, milletvekillerinin, avukatların hiçbir zaman çıkartılmaması da bunun göstergesidir. Cezaevlerini boşaltmak üzere yapılan uygulamalar bu şekilde lanse edilmese dahi pratikte aftır.

Koşullu salıvermenin amacı bir insanı bir ömür cezaevinde çürütmemek, dışarı entegre etmek ve yeniden topluma kazandırmaktır.  Hapishanelerde bu amaca yönelik uygulamalar yapılmazken; kadına ve çocuğa yönelik konusu hayatlarımız olan suçlarda, suçun tekrar edilmesine rağmen indirim söz konusu olamaz!

Saldırıya Karşı Direniş

Kadına yönelik şiddetin kapitalist sistemde tamamen çözülmesi mümkün olmasa da bizlerin başat mücadele alanlarındandır. Hukuki mücadelenin zorunluluğunu her gün karşılaştığımız cezasızlıkta, boşanma ve aile mahkemesi kararlarında, yasa teklifi ve değişikliklerinde, iktidarın ve eril ittifakının dilinde görüyoruz. Sorunun toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğunu ortaya koymayan, eşitliği tesis eden politikalar ve mekanizmalar üretmeyen, var olan önleyici ve koruyucu politikaları hayata geçirmeyen patriyarkal-kapitalist sistemle mücadelemiz bu sistem yıkılana kadar devam edecek, patriyarkayla mücadelemizse daha uzun sürecektir.

Kazanımlarımızı koruma çabasıyla kalmayıp, kazanmamız gerekenlerin mücadelesini de vermeye devam etmeli; konumumuzu koruma çabasından çıkıp ileri yürümeye çabalamalıyız. Başarıya ulaşmamızın tek yolu da kadın hareketinin bütün özneleriyle bir araya gelmek ve birleşik mücadeleyi genişletmek olacaktır.

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation