Background

Direnişin Farklı Yüzü Göçmen Kadınlar

Göç, tıpkı hayatın diğer alanlarında olduğu gibi, doğumla birlikte bize yüklenen cinsiyet rollerine göre şekilleniyor. Bu roller, kadınları ve kız çocuklarını genellikle erkeklerin peşinden giden, “bağlı göçmenler” olarak tanımlıyor. Yani bir tür gölge gibi, erkek figürlerin kararları doğrultusunda hareket eden bireyler olarak görülüyorlar. Bu algı, kadınların kendi kararlarını verme, bağımsız hareket etme kapasitelerini sınırlandırıyor. Ancak, 1980’ler ve 1990’lardaki feminist teoriler, toplumsal cinsiyetin biyolojik değil, sosyal bir inşa olduğunu ortaya koydu. Bu da, kadınların sadece eş ya da anne rolüne sıkıştırılmadığını, aktif olarak kendi kaderlerini belirleme hakkına sahip olduklarını gösterdi. Bu değişim, cinsiyet rollerinin göç üzerindeki etkilerini yeniden değerlendirmemize yol açtı.

Toplumsal cinsiyetin sosyal bir inşa olarak kabul edilmesi, göçmen kadınların deneyimlerini daha derinlemesine anlamamıza yardımcı oldu. Eskiden, kadınlar daha pasif rollerle tanımlanırken, feminist yaklaşımlar onların göç sürecinde nasıl aktif roller üstlendiklerini vurgulamaya başladı. Artık kadınlar, sadece eş ve anne olarak değil, bağımsız işçiler ve bireyler olarak da tanınıyorlar. Ancak burada bir paradoks ortaya çıkıyor: “Göçün feminizasyonu” kavramı, kadınların artan bağımsızlığını kutlarken, bu süreçte hâlâ devam eden derin yapısal eşitsizlikleri göz ardı etme tehlikesini de taşıyor.

2019 verileri uluslararası göçmen işçilerin çoğunluğunun erkeklerden oluştuğunu gösteriyor. Dünya genelinde 99 milyon erkek göçmen işçi varken, kadın göçmen işçilerin sayısı 70 milyon. Bu, erkeklerin toplam göçmen işçi nüfusunun %58,5’ini, kadınların ise %41,5’ini oluşturduğu anlamına geliyor. Bu dengesizlik, 2013 yılından bu yana devam ediyor; kadın göçmen işçilerin sayısı artmasına rağmen, erkeklerdeki artış daha hızlı. Kadınların göçmen işgücü içindeki düşük temsil oranının arkasında iki ana neden yatıyor: Kadınların göçmenler arasında daha az temsil edilmesi ve kadın göçmenlerin iş gücüne katılım oranının erkeklere göre daha düşük olması. (Migration Data Portal, n.d.)

Bu farkın altında yatan sebeplerden biri, kadın ve erkek göçmen işçilerin yoğunlaştıkları iş kollarının farklı olması. 2019 verilerine göre, kadın göçmen işçilerin neredeyse %80’i hizmet sektöründe, %14’ü sanayide ve sadece %6’sı tarımda çalışıyor. Erkek göçmen işçiler ise daha dengeli bir dağılıma sahip; sanayide %35, hizmet sektöründe %56, tarımda %8 oranında yer alıyorlar. Kadınların büyük çoğunluğunun hizmet sektöründe bulunmasının arkasında, bakım ekonomisinin giderek artan iş gücü talebi var. Özellikle sağlık ve ev içi hizmetlerde kadın işçiler öne çıkıyor, bu da bu sektörlerin kadın göçmen işçilere olan bağımlılığını artırıyor. Erkekler ise daha çok inşaat ve imalat gibi sanayi sektörlerinde yoğunlaşıyor. Bu durum, toplumun kadınlara yüklediği geleneksel bakım ve destek rollerinin iş dünyasındaki yansımalarını da ortaya koyuyor. (ILO, 2022)

Son yirmi yılda, uluslararası kadın göçmenlerin sayısında bir artış olsa da, erkek göçmenlerin oranının daha hızlı arttığı gerçeği, bu cinsiyet farklarını daha ayrıntılı bir şekilde ele almayı zorunlu kılıyor. Kadınlar, cinsiyet ayrımcılığı ve toplumsal yapıların derin köklere dayanan baskıları nedeniyle, iş gücü piyasasına erişimde zorluklar yaşıyor; yasal statü sorunlarıyla karşı karşıya kalıyorlar ve aile yükümlülükleriyle mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Kadınlar göç ettiklerinde bile, dünyanın öbür ucuna gitmeleri onların yükümlülüklerinden ve eşitsizliklerden kurtulmalarını sağlamıyor. Nerede olurlarsa olsunlar, aynı toplumsal cinsiyet rollerinin ağırlığını taşımak zorunda kalıyorlar. Göç, onlar için yeni bir başlangıç değil, var olan yüklerin başka bir coğrafyada yeniden taşınması anlamına geliyor. Kadınlar, her yerde benzer mücadeleleri vermek zorunda kalıyor; ekonomik bağımsızlıklarını kazanmak için uğraşıyor, ama aynı zamanda aile ve bakım sorumluluklarıyla da başa çıkmaya çalışıyor. Ne kadar uzağa giderlerse gitsinler, bu zorluklar peşlerini bırakmıyor, hatta bazen daha da ağırlaşıyor. 

Erkek göçmenlerin oranının kadınlardan daha hızlı artmasının arkasındaki nedenler, iş gücü piyasasındaki cinsiyet ayrımcılığı ve yapısal engellerle doğrudan ilişkili. Göçmen kadınlar, aile birleşimi programlarına katıldıklarında iş gücü piyasasına daha sınırlı erişim sağlıyorlar, bu da onların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmalarını zorlaştırıyor. Özellikle bakım hizmetleri gibi alanlarda çalışan kadınlar, düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalıyor ve bu da uzun vadede ekonomik güvenliklerini tehlikeye atıyor. Kadınların bu tür işlerde yoğunlaşması, toplumun onlara yüklediği bakım ve destek rollerinin bilinç dışında nasıl yer aldığını da gösteriyor. Yani, toplum sadece fiziksel değil, psikolojik olarak da kadınları bu rollere itiyor ve onların bağımsız hareket etmelerini sınırlıyor.

Aile yükümlülükleri, göçmen kadınların hayatında büyük bir yer kaplıyor. Çoğu zaman, evdeki sorumluluklar onların omuzlarına yükleniyor. Çocuk bakımı, yaşlı ebeveynlere destek… Bunlar, kadınların ekonomik fırsatları değerlendirmesini zorlaştıran, hatta bazen imkânsız hale getiren şeyler. Hele ki aile birleşimi programlarıyla göç eden kadınlar, bu sorumluluklar yüzünden iş gücü piyasasına katılmakta daha da zorlanıyorlar. Tam zamanlı çalışmak ya da kariyer yapmak onlar için bir lüks haline geliyor. Bu durum da doğal olarak ekonomik bağımsızlıklarını kazanmalarını engelliyor ve uzun vadede ekonomik güvencelerini tehlikeye atıyor.

Bir de toplumsal cinsiyet normları var. Hani şu, herkesin ne yapması gerektiğini belirleyen, görünmez ama çok güçlü kurallar. Birçok toplumda kadınlar hâlâ geleneksel rollerle tanımlanıyor, bu da onların toplumsal ve ekonomik fırsatlarını kısıtlıyor. Göçmen kadınlar, hem geldikleri toplumun beklentilerine hem de kendi geçmişlerinden taşıdıkları normlara uyum sağlamak zorunda kalıyorlar. Bu ikili baskı, onların kimliklerini yeniden inşa etmelerini ve bağımsız kararlar almalarını zorlaştırıyor. Öyle ki, bu baskılar altında kadınların eğitim ve meslek edinme fırsatları bile kısıtlı kalabiliyor.

Bütün bu zorlukları anlamak için, sadece sayısal verilere bakmak yetmez. Göçmen kadınların yaşadıkları sorunları toplumsal, ekonomik ve kültürel bağlamlarla birlikte ele almak gerekiyor. Göç süreci, kadınların yaşadığı eşitsizlikleri daha derinlemesine anlamamıza yardımcı olabilir. Çünkü göç, sadece bir yer değiştirme meselesi değil; aynı zamanda toplumsal cinsiyet normlarına, ekonomik eşitsizliklere ve politik baskılara karşı bir direnişin de ifadesidir. 

Kaynaklar:

Bauloz, C., Walton-Roberts, M., Jaji, R., & Lee, T. (2024). Gender and migration: Trends, gaps and urgent action. In M. McAuliffe & L. A. Oucho (Eds.), World Migration Report 2024. International Organization for Migration (IOM).

Migration Data Portal. (n.d.). Gender and migration. https://www.migrationdataportal.org/themes/ gender-and-migration

International Labour Organization (ILO). (2022). World employment and social outlook: Trends 

2022. International Labour Office. https://www.ilo.org/sites/default/files/wcmsp5/groups/public/ @dgreports/@dcomm/@publ/documents/publication/wcms_808935.pdf

OECD. (2019). International Migration Outlook 2019. OECD Publishing. https://www.oecdilibrary.org/docserver/ee76638d-en.pdf?

expires=1725347459&id=id&accname=guest&checksum=F76DB1F5541C752ADC2DF5D80A6C C783


Editör: Sinem Yıldız
Redaktör: Sabâ Esin
Tasarım ve Sosyal Medya: Elif Karçık, Esra Karçık, Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation