Background

“Nispeten Kolay”lıklar Dünyasında Yeni Bir Utanç : Le Scouarnec Davası

Geçtiğimiz aylarda büyük bir etki yaratan Gisèle Pelicot davasının ardından, Fransa bu kez de şimdiye kadar görülen en büyük pedofili skandallarından biriyle çalkalanıyor. 74 yaşındaki cerrah Le Scouarnec, 1989 ile 2014 yılları arasında çoğu o dönemde reşit olmayan 299 hastasına yönelik tecavüz ve cinsel saldırı suçlarından yargılanıyor.

Emekliliğine birkaç ay kala tutuklanan 74 yaşındaki Joël Le Scouarnec’in davası 24 Şubat Pazartesi günü Vannes’teki Morbihan Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlandı. 299 mağdura yönelik tecavüz veya nitelikli cinsel saldırı suçlarından çoğunu kabul eden cerrahın mağdurlarının olayların yaşandığı dönemdeki yaş ortalaması ise 11.

Eski cerrah aynı zamanda küçük torununa karşı cinsel istismarda bulunduğunu da kabul ederken, tanık kürsüsünde konuşan oğlu “muazzam bir öfke” hissettiğini dile getirdi. Sanığın “kara defterlerine”, torununa yönelik cinsel saldırılar hakkında yaklaşık yirmi kez yazdığı ve ilk notları da torunu henüz bir buçuk aylıkken aldığı ortaya çıktı. Sanığın diğer oğulları da bir zamanlar “örnek bir baba” olarak görülen Joël Le Scouarnec’in “sapıklığının, tüm aile üzerinde atom bombası etkisi yarattığını” söylediler.

Utanç Kronolojisi ve Görmezden Gelinenler

Le Scouarnec, ne 25 sene boyunca yaptıklarını herkesten saklamayı başarmış bir dahi ne de olması gerektiği gibi işleyen bir sisteminin gözden kaçırdığı tekil bir vaka. Aksine, tıpkı eşi Gisèle’i yıllar boyunca kimyasallarla uyutup onlarca erkeğin tecavüzüne maruz bırakan Dominique Pelicot gibi, içinde bulunduğu sistemin beslenip büyümesine izin verdiği geniş çaplı bir çürümenin parçası. 74 yaşındaki cerrahın, neredeyse tüm meslek hayatı boyunca cinsel istismarlarına devam etmesine olanak sağlayan bu utanç kronolojisine bir göz atmak da Le Scouarnec’ler ve Dominique Pelicot’ların “örnek bir baba” ve “iyi bir komşu” rollerini neden uzun yıllar boyunca sürdürebildiklerini açıklıyor.

1985 yılında Nantes Tıp Fakültesi’nden mezun olan Le Scouarnec’in adı 2004 yılında FBI tarafından, ABD merkezli bir Rus çocuk istismarı sitesinde kredi kartını kullandığı tespit edilerek, Fransız polisine iletilmişti. Ancak cerrah kısa bir gözaltından sonra serbest bırakıldı. Aradan bir yıl geçtikten sonra da çocuk istismarı içeren görselleri indirmek suçundan Vannes Mahkemesi tarafından dört ay ertelenmiş hapis cezasına çarptırılmış ve buna rağmen mahkeme, cerrahın mesleğini yapmasına dair herhangi bir kısıtlama getirmemişti.

2006 yılında ise Quimperlé’de bir doktor, Le Scouarnec’i Tabipler Odası’na bildirdi. Dört ay sonra, doktorun sabıka kaydı konseye ulaştı ve çalıştığı Quimperlé Hastanesi bilgilendirildi. Ancak cerrahı hastalardan uzaklaştırmak için bu defa da hiçbir önlem alınmadı. 2017 yılına gelindiğinde ise komşusu, Le Scouarnec’in bahçelerini ayıran çit üzerinden 6 yaşındaki kızına istismarda bulunduğunu belirterek şikayette bulundu. Evine yapılan aramalarda yüzlerce tecavüz ve cinsel saldırıyı tarif eden dijital dosyalar, ayrıca 300.000 çocuk istismarı içeren fotoğraf ve video tespit edildi. Mart 2020’de ilk davası başladı ve Le Scouarnec bu süreçte dört mağdur için yargılanırken suçunu itiraf etti. Ancak Covid-19 nedeniyle dava tamamlanamadan durduruldu. Yedi yıl süren soruşturmanın ardından, yürütülen incelemeler nihayet Nisan 2024’te tamamlandı ve dava 24 Şubat 2025’ten itibaren görülmeye başlandı.

Fransa’da birçok aktivist ve avukat, Joël Le Scouarnec’in, daha önceki mahkumiyetine ve bir meslektaşının Tabipler Odası’na yaptığı uyarıya rağmen, meslek hayatı süresince cinsel istismarlara devam edebilmiş olmasına tepki gösteriyor.

Le Scouarnec’in yıllar boyunca istismarları engellenmeden sürdürebilmesiyle benzer şekilde Dominique Pelicot da hakim karşısındayken, yaptıklarının “nispeten kolay” olduğunu ifade etmişti. Aile hekiminin reçetesiyle, birkaç yıl boyunca 780’den fazla tablet temin eden fail, Gisèle Pelicot’nun bilincini kaybetmesine neden olacak ilaçları internette tanıdığı bir hemşireden aldığı tavsiyelerle yemeklerin içine karıştırdığını itiraf etmiş ve bunları yaparken fazla sorunla karşılaşmadığını belirtmişti.

Faillerin yolunu açan bu “nispeten kolaylıklar” dünyasının tabii ki Fransa’yla sınırlı kalmadığını, nefes alıp verdiğimiz her yerin bu kolaylık ilmekleriyle örülü olduğunu çok iyi biliyoruz. Le Scouarnec’u, Pelicot’yu, henüz adını duymadığımız, yıllar sonra ancak şanslıysak yargılanabilecek tüm failleri büyüten dünyada hayatta kalabilmek de ancak onu tanımak ve karşısında hep birlikte durabilmekle mümkün.

Kaynaklar:

https://www.slate.fr/sante/affaire-viols-mazan-abus-prescription-benzodiazepines-medecins-defi-reperage-soumission-chimique-medicaments-drogue-gisele-dominique-pelicot

https://www.francetvinfo.fr/faits-divers/affaire-des-viols-de-mazan/c-etait-relativement-facile-au-proces-des-viols-de-mazan-dominique-pelicot-revient-sur-la-maniere-dont-il-droguait-son-epouse_6845660.html

https://www.ouest-france.fr/societe/justice/affaire-le-scouarnec/proces-le-scouarnec-cartes-deroule-parcours-inquietant-ancien-chirurgien-accuse-pedocriminalite

https://fr.euronews.com/2025/02/25/lancien-chirurgien-joel-le-scouarnec-juge-dans-la-plus-grande-affaire-dabus-sexuels-sur-mi

https://www.liberation.fr/societe/sante/affaire-le-scouarnec-la-scandaleuse-passivite-de-lordre-des-medecins-20250225_KJ35RWKBZFGVJGYZQ5FT7FMLEA

Çeviren ve Derleyen: Nehir Arslan


Suriye’de Kurulan Yeni Hükümet Kadın Haklarının Geleceği İçin Bir Tehdittir

Uluslararası toplum bir yandan Suriye’deki iç savaşın sona ermesini ve Esad rejiminin çöküşünü kutlarken, diğer yandan Suriye’de kadın haklarının geleceği hakkındaki endişeler giderek artıyor.

Dr. Fatemeh Sadeghi ve Dr. Virinda Narain, Esad rejiminin ardından Suriye’de kadınların Hayat Tahrir El-Şam (HTŞ) yönetimi altında baskı görmeye devam ettiğini ve bölgede kadın haklarının ciddi bir tehdit altında olduğunu vurguluyorlar. Zira İran, Afganistan ve çoğunluğu Müslüman olan diğer ülkelerde, güç geçişi dönemlerinde kurulan siyasal İslamcı iktidarlar, kadınların büyük mücadelelerle kazandığı özgürlükleri adım adım yok etmişti. Bu bağlamda, istikrar ve adalet arayışındaki Suriye’de, kadınların seslerinin, taleplerinin ve haklarının siyasal İslamcı yönetimler tarafından görmezden gelinmemesi son derece hayati bir önem taşımaktadır.

HTŞ’nin Kadınlara Yönelik Kötü Muamelesi

8 Aralık 2024 tarihinde, HTŞ liderliğindeki silahlı İslamcı ve cihatçı güçler, Suriye’de 53 yıllık Esad ailesi yönetimine son vermişti. HTŞ lideri Ahmed eş-Şara (cihatçı ismiyle Ebu Muhammed el-Colani), ‘ılımlı’ bir tutum sergileyeceklerini ve esas olarak ülke yönetimine odaklanacaklarını iddia etse de örgütün kadınlara yönelik gerici tutumu, Suriye’de kadın haklarının geleceğine dair ciddi endişeler doğurmaktadır. Örneğin, Suriye hükümet sözcüsü Obeida Arnaout’un bir Lübnan televizyon kanalına verdiği demeçte, kadınların ‘doğaları gereği’ bazı siyasi ve hukuki roller için uygun olmadığını söylemesi, Suriye’deki birçok kadının öfkesi ve tepkisiyle karşılaştı.

2017 yılından beri HTŞ, İdlib’de kurdukları şeriat kanunlarına dayalı proto-devlet ile uluslararası medyada tartışmalara yol açmıştı. Esad rejiminin düşüşünün ardından Suriye’nin yönetimini ele geçiren bu cihatçı grup, özellikle İdlib’de, katı yasalar uygulayarak kadınların hareket özgürlüğünü, kıyafet seçimlerini ve kamusal hayata katılımlarını ciddi şekilde kısıtlıyor. Örneğin kadınlar, şeriat yasaları doğrultusunda, kamusal alana girebilmek için yanlarında bir erkek vasi bulundurmak zorundalar. Ayrıca HTŞ’ye bağlı ahlak polisi, kıyafet kurallarına uymayan kadınlara para cezası verebilmekte, onları utandırmakta ya da gözaltına alabilmektedir. Kadınların hayatı büyük ölçüde ev içi rollerle sınırlandırılmakta ve bu sınırlamalara karşı çıkanlar da sert yaptırımlarla cezalandırılmaktadır. Dahası, aktivistler ve insani yardım çalışanları ise sürekli olarak taciz, tutuklama ve tehditlerle karşı karşıya kalıyorlar.

Neticede 13 yıl süren yıkıcı iç savaşın ardından Suriyeli kadınların maruz kaldığı bu baskıcı koşullar son derece kaygı vericidir.

‘Zihinlerdeki Devrim’

Suriye’nin siyasi geçiş sürecine dair tartışmalar, İslami ideolojinin çeşitli radikal yorumlarının, kadınların en temel haklarını ve toplum içindeki rollerini nasıl şekillendireceğine yeterince dikkat çekmemiştir.

Orta Doğu’nun çalkantılı tarihinden örneklerle düşünmek gerekirse, 1979 Devrimi’nin ardından, Ayetullah Humeyni liderliğindeki siyasal İslamcı yönetim altında İranlı kadınlar, zorunlu başörtüsü yasalarının yanı sıra siyasi ve ekonomik katılım kısıtlamaları nedeniyle pek çok haklarını kaybettiler. Benzer şekilde, Taliban’ın 2021’de Afganistan’da yeniden iktidara gelmesiyle birlikte kadınların eğitim ve istihdama erişimi tamamen yasaklandı. Öte yandan, IŞİD’in 2014’te yükselişinin ardından Ezidi kadınlar köleleştirilmiş, toplu tecavüz ise Irak ve Suriye’de sistematik bir savaş silahına dönüşmüştür.

O halde kadın hakları savunucuları tarafından yeterli ve kararlı bir mücadele verilmediği takdirde, Suriyeli kadınlar büyük olasılıkla Afganistan, İran ve Irak’taki kız kardeşleriyle aynı kaderi paylaşacak ve onlarca yıllık kazanımlarının birilerinin kirli siyasi çıkarları uğruna yok oluşuna tanıklık edeceklerdir.

Öte yandan iç savaş süresince Suriyeli kadınlar, ailelerinin ve toplumlarının bel kemiği olmuş; kimi zaman lider, kimi zaman insani yardım gönüllüsü kimi zamansa vizyoner olarak önemli roller üstlenmişlerdir. Ancak, tüm bu direnişe ve fedakarlığa rağmen kadınlar, Suriye’nin geleceğini belirleme sürecine ne yazık ki hâlâ dahil edilmemişlerdir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1325 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, kadınların ülkenin geleceğini şekillendirecek barış müzakerelerine etkin ve anlamlı bir şekilde katılımı elzemdir.

Mısır asıllı Amerikalı yazar Mona Eltahawy’nin de söylediği gibi, kadın bedeni üzerindeki savaş ancak köklü bir zihniyet devrimiyle kazanılabilir.

Kadın Hakları Meselesine Acilen Odaklanılmalıdır

Uluslararası toplum, yerel ve sivil toplumu güçlendirmeye ve kadın haklarını savunmaya odaklanarak, Suriye’nin daha kapsayıcı ve adil bir ülke inşa etme olasılığını artırmalıdır.

Batılı hükümetler ise, HTŞ’yi terörist bir örgüt olarak tanımlamalarına rağmen onu meşru bir ortak olarak kabul etmenin yollarını aramak yerine, 2015 tarihli BM kararında da vurgulandığı gibi, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir siyasi geçiş sürecini desteklemeye teşvik edilmelidir.

Bu karar, tam yürütme yetkisine sahip kapsayıcı bir geçiş hükümetinin kurulmasını, yeni bir anayasanın hazırlanmasını, 18 ay içinde Birleşmiş Milletler gözetiminde seçimlerin gerçekleştirilmesini ve mülteciler ile yurtdışında yaşayan Suriyeliler de dahil olmak üzere tüm Suriyelilere oy hakkı tanınmasını öngörmektedir.

Suriye’de kazanılan özgürlük, aynı zamanda İslamcı militanlar tarafından yönetilen bir hükümet altında yaşama kaygısını ve olası yeni kısıtlamalar konusundaki endişeleri de beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda, HTŞ lideri Ahmed eş-Şara’nın anayasa taslağının hazırlanmasının üç yıl, seçimlerin yapılmasının ise dört yıl sürebileceğini belirtmesi, otoriter bir rejimin yalnızca başka bir otoriter rejimle değiştirildiği yönündeki düşünceleri haklı çıkarır gibidir.

Çevirmenin Notu:

Orta Doğu’da kadınlara yönelik bitmek bilmeyen ‘Vahşet Döngüsü’son bulmalıdır.Orta Doğu, son birkaç on yıldır baskıcı diktatörlükler ile kadın haklarını tehdit eden otoriter İslamcı rejimler arasında sıkışıp kalmış bir kısır döngünün pençesindedir. Bir diktatörlük çöktüğünde, oluşan güç boşluğunu çoğunlukla siyasal İslamcı başka bir rejim doldururken; bu yeni rejim de kısa süre içinde halkın özgürlük ve demokrasi taleplerine karşılık veremeyerek yeni bir baskıcı yönetimin doğmasına zemin hazırlıyor. Nitekim İran’da Şah’ın otoriter yönetimi, yerini Humeyni’nin teokratik rejimine bırakırken, kadınların seçme ve seçilme hakları gibi temel özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlandı. Mısır’da ise Hüsnü Mübarek’in devrilmesi, kadın haklarını çok daha fazla baskılayan ve toplumu muhafazakâr bir yapıya yönlendiren Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesine yol açmıştı.

Ne yazık ki, Esad’ın otoriter yönetiminin ardından İslamcı militer bir örgüt olan HTŞ’nin iktidara gelişi, Suriye’nin de benzer bir kaderi paylaşılacağına dair güçlü sinyaller vermektedir. Ancak asıl mesele, Suriye halkının bu yıkıcı döngüyü ilerleyen süreçte kırıp kıramayacağı ve toplumsal barışı sağlayarak kadınlara ve azınlıklara eşit haklar tanıyan, kapsayıcı bir yönetim inşa edip edemeyeceğidir.

Bu bağlamda, Suriye’nin özgür, eşitlikçi ve demokratik bir geleceği, kadınların güçlü sesi ve etkin katılımı olmadan inşa edilemez. 13 yılı aşkın süredir devam eden savaş boyunca Suriyeli kadınlar, toplumlarının temel direği olmuş, ailelerini ayakta tutmuş ve sivil toplumda kararlılıkla mücadele etmiştir. Ancak tüm bu çabalarına rağmen, kadınların sistematik bir şekilde devlet yönetiminden ve barış müzakerelerinden dışlanması kabul edilemez bir durumdur. Suriye’de kalıcı ve adil bir barışın tesisi, ancak kadınların siyasi, ekonomik ve sosyal süreçlerde hak ettikleri konumu elde etmesiyle mümkündür. Orta Doğu’daki bitmek bilmeyen vahşet döngüsü, ezilen kadınların direnişi ve özgür sesleriyle son bulacaktır.

Kaynaklar:

  1. Sadeghi, F., & Narain, V. (2025). Women are at risk under Syria’s new government, and the international community must push for women’s rights. The Conversation. https://theconversation.com/women-are-at-risk-under-syrias-new-government-and-the-international-community-must-push-for-womens-rights-246753
  2. Al-Omari, D. (2025, February 19). Syria govt spokesman’s sexist remarks spark fears for women. The New Arab.https://www.newarab.com/news/syria-govt-spokesmans-sexist-remarks-spark-fears-women

Çeviren ve Derleyen: Nazlıcan Karaali


Almanya’da Çalışan Kadınların Çoğu Geçim Güvencesinden Yoksun

Geçtiğimiz günlerde Alman Sendikalar Birliği (DGB) tarafından paylaşılan verilerin de gösterdiği gibi Almanya’daki çalışan kadınların çoğu hâlâ ekonomik bağımsızlıktan uzakken, hayatlarının birçok döneminde de maddi güvencesizlikle karşı karşıyalar. Özellikle de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün yaklaştığı bu günlerde ekonomik eşitsizliğin altını defaatle çizmek gerekiyor. 

Uzun vadede bakıldığında, Almanya’da çalışan birçok kadın yalnızca kendi gelirleriyle geçimlerini sağlayamıyor. İşsiz kalma ya da emeklilik gibi çalışma hayatının dışında kaldıkları dönemler içinse finansal olarak herhangi bir güvenceye sahip değiller.

Alman Sendikalar Birliği’nin (DGB) bir araştırmasına göre Almanya’da çalışan kadınların yüzde 53’ü, yaşam boyu kendi gelirleriyle geçinmek için yeterli mali güvenceden yoksun. Kadınların geliri, uzun vadede bağımsız bir geçim sağlamak için ise yeterli değil. Özellikle de çalışma hayatından ayrı kalınan dönemlerde, yani çalışamaz durumda kalma, işsizlik veya emeklilik benzeri süreçlerde, kadınlar büyük bir ekonomik belirsizlik içinde kalıyorlar.

Bununla birlikte, çalışan kadınların yüzde 70’i ise yalnızca kendi gelirleriyle uzun vadede hem kendileri hem de çocukları için geçim sağlayamıyor. Bu veriler, DGB’nin açıkladığı resmi istatistiklere göre yapılan hesaplamalara dayanıyor.

Kadınlar İstihdama Daha Az Katılıyor

DGB’ye göre, kadınların ekonomik güvencesizlik içinde olmasının temel nedenlerinden biri erkeklere oranla çok daha sık ve daha uzun süre iş hayatına ara vermeleri. Ayrıca kadınlar iş hayatına döndüklerinde çoğu zaman part time çalışmak zorunda kalmaları bir yana saatlik ücretleri de ortalama olarak erkeklerden %20 daha düşük bırakılıyor.

Özellikle çocukları küçük yaş grubunda olan çiftlerde, hala erkekler ana gelir kaynağı olmayı sürdürüyor. Almanya hükümetinin açıklamış olduğu Väterreport (Baba Raporu) verilerine göre, çiftlerin yüzde 44’ünde erkekler tam zamanlı çalışırken kadınlar yarı zamanlı çalışıyor. Çiftlerin yüzde 26’sında ise sadece erkek çalışıyor. Verilerin yalnızca yüzde 14’ünde ise her iki ebeveyn de tam zamanlı çalışabiliyor ve sadece yüzde 3’ünde kadınlar tek başına çalışıp eve para getirebiliyor.

“Dikkat Çekici” Veriler

DGB Başkan Yardımcısı Elke Hannack ev içi emeğin, yaşlı bakımının ve ev işlerinin daha adil paylaşılması gerektiğini vurgularken; paylaşılan son verilerin de “şok edici” olarak nitelendirilmesi gerektiğini düşünüyor. Ayrıca, kadınların işgücüne daha güçlü katılımını sağlamak için kamu yatırımlarının artırılmasına ihtiyaç duyulduğunu belirtti.

“Daha fazla kamu kreşi açılmalı.” diyen Hannack, babaların da bakım sorumluluklarını daha fazla üstlenmesi gerektiğini söyledi. Bunun için doğum izninde babalara ayrılan ayların artırılması ve çocuk doğduğunda ikinci ebeveynin 10 günlük ücretli izin hakkına sahip olması gibi somut önerilerde bulundu.

Kaynak: https://www.tagesschau.de/wirtschaft/arbeitsmarkt/frauen-erwerbstaetig-existenzsicherung-100.html 

Çeviren ve Derleyen: Buket Yalçın


Hindistan’da Mahkemenin Tecavüzle Suçlanan Adamı Serbest Bırakması Öfkeye Yol Açtı

Bir Hindistan mahkemesinin, bir adamın eşine zorla “doğal olmayan cinsel ilişkide bulunmasının” suç olmadığına dair verdiği karar büyük öfkeye yol açtı ve evli kadınların daha iyi korunmasına dair çağrıları yeniletti. Tartışmalı karar, Hindistan’ın ısrarla suç saymayı reddettiği evlilik içi tecavüz meselesini tekrar gündeme getirdi. 

Bu hafta başlarında, Hindistan’ın merkezindeki Chhattisgarh eyaletinde bir yüksek mahkeme hakimi, 2019’da bir alt mahkeme tarafından, eşine tecavüz ve doğal olmayan cinsel ilişkide bulunmakla suçlu bulunan 40 yaşındaki bir adamı serbest bıraktı. Kadın, iddia edilen saldırıdan saatler sonra hayatını kaybetmişti. 

Alt mahkeme, adamı “cinayete varmayan kasıtlı adam öldürme” suçundan da suçlu bulmuştu. Mahkeme, her bir suç için “10 yıl ağır hapis” cezası vermişti ve tüm cezaların eşzamanlı olarak uygulanmasına karar vermişti. 

Ancak pazartesi günü, Yüksek Mahkeme Hakimi Narendra Kumar Vyas, Hindistan’ın evlilik içi tecavüzü tanımadığını öne sürerek adamın tüm suçlamalardan beraatine karar verdi ve kocanın, rıza olmadan cinsel ilişkide bulunmasının ya da doğal olmayan cinsel eylem gerçekleştirmesinin suç olmadığını söyledi. 

Bu karar, aktivistler, avukatlar ve kadınlar tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı ve Hindistan’da evlilik içi tecavüzün suç sayılması çağrıları yeniden gündeme geldi. 

“Bu adamın serbest bırakılması kabul edilemez. Bu karar yasal olarak doğru olabilir, ancak etik ve ahlaki açıdan korkunçtur,” diyor avukat ve toplumsal cinsiyet hakları aktivisti Sukriti Chauhan. “Böyle bir suçu göz ardı eden bir karar, hukuk sistemimizin en karanlık anıdır,” diye ekliyor. 

Kadınlara Yönelik Şiddet Oldukça Yaygın 

Savcılığa göre olay, 11 Aralık 2017 gecesi gerçekleşti. Koca, mağdurun rızası olmadan cinsel ilişkide bulundu. Adam işe gittikten sonra, kadın yardım istemek için kocasının kız kardeşine ve başka bir yakınına başvurdu. Onlar da onu hastaneye götürdü ancak kadın birkaç saat içinde yaşamını yitirdi. 

Polise verdiği ifade ve bir sulh hakimine verdiği ölmeden önceki beyanında kadın, “kocası tarafından zorla cinsel ilişkiye maruz kaldığı için rahatsızlandığını” belirtti. Otopsi raporuna göre “ölüm nedeni peritonit ve rektal yırtık” yani karın ve rektum bölgesinde ağır yaralanmalardı. 

Ancak Yargıç Vyas, “ölmeden önceki beyanın güvenilirliğini” sorgularken bazı tanıkların ifadelerini geri çektiğine dikkat çekerek, en önemlisi de Hindistan’ın evlilik içi tecavüzü bir suç olarak görmediğini öne sürerek sanığı beraat ettirdi. 

Hindistan’da Evlilik İçi Tecavüz Tartışması 

Hindistan; Pakistan, Afganistan ve Suudi Arabistan da dahil olmak üzere, evlilik içi tecavüzün suç olarak kabul edilmediği 30’dan fazla ülke arasında yer alıyor. 

Son yıllarda Hindistan Ceza Kanunu’nun 1860’tan beri yürürlükte olan 375. maddesinin kaldırılması için birçok dilekçe verilmiştir. Bu sömürge dönemi yasası, tecavüzün “istisnalarını” belirtiyor ve bu istisnalardan biri de “kendi karısıyla” 15 yaşından büyükse cinsel ilişkiye girebilmesi olarak geçiyor. Britanya, 1991’de evlilik içi tecavüzü suç sayarken, Hindistan yakın zamanda ceza kanununu yeniden düzenlemesine rağmen bu gerici yasayı korumaya devam etmiştir. 

Hindistan hükümeti ve erkek hakları aktivistleri, evlilik içi tecavüzü suç saymanın “aşırı sert” olacağını iddia ediyor. Ekim ayında, hükümet Yüksek Mahkemeye, evlilik içi tecavüzün suç sayılmasının “evlilik kurumunda ciddi bozulmalara yol açabileceğini” söyledi. 

Yetkililer, evli kadınları cinsel şiddete karşı korumak için yeterli yasa olduğunu öne sürüyor. Ancak kampanyacılar, Hindistan’ın kadınların bedenleri üzerindeki haklarını yok saymak için çağ dışı yasalara sığınamayacağını belirtiyor. 

“Anayasanın yatak odanıza giremeyeceğini söyleyen birçok kişi var,” diyor Chauhan. “Ancak anayasa tüm vatandaşlara olduğu gibi kadınlara da güvenlik ve emniyet hakkı vermez mi? Kadınların bu seviyede şiddete maruz kalmasına sessiz kalmamız nasıl mümkün olabilir?” diye soruyor. 

Hindistan’da evlilik içinde şiddet oldukça yaygın. 

Hükümetin yakın tarihli bir araştırmasına göre, evli kadınların %32’si eşleri tarafından fiziksel, cinsel veya duygusal şiddete maruz kalıyor ve 18-49 yaş arasındaki cinsel şiddet mağduru kadınların %82’si suçluların mevcut eşleri olduğunu belirtiyor. 

Avukat Priyanka Shukla’ya göre, şiddetin gerçek boyutu bu istatistiklerden çok daha büyük çünkü çoğu kadın, özellikle cinsel şiddet nedeniyle utanarak şikayette bulunmuyor. “Kadınlar şikayet ettiklerinde genellikle inanılmıyor, herkes bunun sahte olduğunu söylüyor. Ancak bir kadın öldüğünde veya saldırı özellikle korkunç olduğunda bu tür vakalar ciddiye alınıyor” diyor. 

Sukriti Chauhan ise hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylüyor, ta ki yasa değişene kadar. “Evlilik içi tecavüzü suç saymalıyız. Bu kadar korkunç bir olaydan sonra eşin adalet bulamaması, sadece öfkeye dayalı değil, ciddi ve iyi planlanmış bir ulusal kampanya gerektiriyor”. 

Çevirmenin Notu: 

Bu haberi bir Hindistan kaynağından aktarmayı tercih ederdim, ancak konuyla ilgili en kapsamlı İngilizce kaynak olarak buna ulaşabildiğim için Britanya merkezli bir haber ajansına başvurmak zorunda kaldım. Okuyucunun bilmesi gereken önemli bir nokta, Hindistan’da yaşanan suçların ve vahim durumun gerçek olduğudur. Ancak, Britanya’nın Hindistan’ı “sömürge sonrası gerici yasalarla ilerleyememekle” suçlaması büyük bir ironi taşımaktadır. Britanya’nın sömürge yönetimi bir “ilerleme” olmadığı gibi, Hindistan gibi ülkelerin hukuki ve toplumsal gelişimine hasar veren en önemli etkenlerden biri olmuştur. 

Ayrıca, haberin orijinal bağlamını koruyabilmek adına “doğal olmayan ilişki” gibi ifadeleri büyük ölçüde olduğu gibi bıraktım. Bu terimlerin sorunlu olduğunu kabul etmekle birlikte, haberin aktarılış biçimini değiştirmemek adına bu ifadeyi olduğu gibi aldım. 

 
Kaynak: https://www.bbc.com/news/articles/cm29drxjlxmo 

Çeviren ve Derleyen: Ecem Kavaz 


2025’te Kadın Hakları: Umut, Direnç ve Mücadele

2025 yılı, 1995’te kabul edilen Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu’nun 30. yıldönümünü işaret ediyor. Bu dönüm noktası, kadın hakları konusunda önemli ilerlemeler kaydedilmesine rağmen, dünya genelinde toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı bir gerilemenin yaşandığı bir zamana denk geliyor.

Kadın haklarında gerileme yeni bir olgu değil. Oy hakkından ücretli çalışmaya, eşit fırsatlardan özgür olmaya kadar zorlukla kazanılmış haklar, çoğumuzun hatırlayamayacağı zamanlardan beri feministler tarafından verilen mücadelelerin sonucudur. Bu mücadele boyunca kazanımlar ve ilerleme olduğu kadar duraklama ve gerilemelerle de zaman zaman mücadele edilmiştir.

UN Women, dünya genelinden feministler ve aktivistlerle konuşarak onlara bugün neyin umut verdiğini ve direnişin onlar için ne anlama geldiğini sordu. Verdikleri yanıtlar açıkça gösteriyor ki kadın haklarına, ilerlemeye ve toplumsal cinsiyet eşitliğine olan inançları, dünya nüfusunun büyük çoğunluğu bugün otokratik rejimler altında yaşıyor olmasına rağmen, sarsılmamıştır.

“Kadınlar ve kız çocukları, eşit haklara sahip olmak için bir otuz yıl daha beklemeyecek.”

Gerilemeyi Anlamak     

“Toplumsal cinsiyet eşitliğinde gerileme genellikle korkudan kaynaklanır—gücü, ayrıcalıkları ve kontrolü kaybetme korkusundan,” diyor şiddetten kurtulan, aktivist ve UN Women Afrika İyi Niyet Elçisi Jaha Dukureh. “Umutsuzlukla, hiçbir eylem gerçekleşmez. Umut pasif değildir—o, radikal bir eylemdir,” diye hatırlatıyor. “O, bizi mücadele etmeye, hayal kurmaya ve daha iyi bir geleceğe inanmaya zorlar, hatta engeller aşılmaz gibi göründüğünde bile.” Bunların ardından genç feministlere tavsiyelerini ekliyor. “Birçok kez bunalmış hissettim… Beni ayakta tutan şey, ‘nedenimi’ hatırlamaktır —mücadele ettiğim kadınlar ve kızlar, bunlar arasında gençliğim ve kızım Khadija da var. Diğer aktivistlerle konuşmak, gerektiğinde ara vermek ve değişimin bir maraton olduğunu, hızlı bir koşu olmadığını kendime hatırlatmak beni ayakta tutuyor.”

“Kadınlar, hayatta kalanlar ve marjinalleştirilen gruplar daha fazla eşitlik talep edip uzun süredir var olan baskı sistemlerine meydan okudukça, mevcut durumdan faydalananlar tehdit altında hissediyor. Sosyal medya hem ilerlemeyi hem de tepkiyi daha da görünür hale getirdi. Sistemler sorgulandığında insanlara daha sert karşılık verir—ama bu da bizim gerçekten bir etki yarattığımız anlamına gelir.” diye de ekliyor Dukureh.

Irkçılık karşıtı bir feminist aktivist, Brezilyalı sivil toplum kuruluşu Criola’nın kurucu ortağı ve genel koordinatörü olan LúciaXavier “Şiddet en büyük tehdit olup, ırkçılık onun temelidir. Bu şiddet sadece hayatlarımızı tehdit etmekle kalmaz, aynı zamanda gelecek nesillerin hayatlarını da tehdit eder. Bize hayat için başka olasılıkları hayal etme ve hayal kurma imkânı vermez. Özellikle kölelik döneminden bugüne kadar gelmiş ve hala ayakta duran herkes, değişim için mücadele etmeye devam etme yeteneğine sahiptir. Bana ilham veren ve umut veren şey ise, kadınların aktivizmi” şeklinde fikrini ortaya koyuyor.

“Umutsuzluğa kapılma zamanı değil, ayağa kalkmalı, sesimizi yükseltmeli ve orada olmalıyız! Bunu bizden daha verimli yapacak kimse yok” diyor Leymah Gbowee, Nobel Barış Ödülü Sahibi, Liberyalı barış aktivisti ve kadın hakları savunucusu.

“Bize yönelik en büyük tehdit, patriyarkanın derinlere kök salmış hakimiyetidir.” diyor Tarana Burke. “Bu işe hayatınızı adamanın tek bir doğru yolu yoktur, çünkü bunun duygusal iniş çıkışlarla dolu olacağını bilmeniz gerekir, umutsuzluk da dahil,” diye ekliyor. “Kendi kalbinizi ve ihtiyaçlarınızı takip edin. Bazı insanlar, umutsuzluk anlarından etkilenir. Eğer bu sizin için de geçerliyse, buna odaklanın. Ama herkes bu şekilde var olmamıştır. Umutsuzluk ve tükenmişlik zamanlarında hatırlanması gereken; her bir şeyin önemli olduğudur, kendi iyileşmeniz de dahil.”

Bugün kadın haklarını nasıl destekleyebiliriz?

Dünya çapındaki aktivistlere, kadın haklarını nasıl destekleyebileceğimiz konusunda ipuçları sorduk. İşte söyledikleri:

  • Konuyla ilgili olarak kendinizi eğitin.
  • Kaynak yetersizliklerini gidermek için yerel örgütlere ve kadın hareketlerine bağış yapın.
  • Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddeti önlemeye yardımcı olun, insanlara güvensiz durumları tanıma ve harekete geçme için gerekli araçları ve farkındalığı kazandırın.
  • Kadınların ve marjinalleşmiş grupların seslerini duyurun.
  • Liderleri yaptıklarından ve yapmadıklarından sorumlu tutun.
  • Kadınların deneyimlerini dinleyin ve onlara inanın.

Kaynak: https://www.unwomen.org/en/news-stories/feature-story/2025/02/womens-rights-in-2025-hope-resilience-and-the-fight-against-backlash

Çeviren ve Derleyen: Ezgi Gürsu

Editör: Özgür Genç
Düzelti: Özgür Genç
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Seslendirme: Seda Bedestenci Yegâne

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation