Background

Kadın Ve Kız Çocuklarına Destek Olan STK’lara Darbe

Kaynak:  https://news.un.org/en/story/2023/07/1138792

Dünya genelinde kadınları ve kız çocuklarını destekleyen Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) birçoğu kesilen fonlar yüzünden kapanma tehlikesiyle karşı karşıya ve bu durum bazı yerlerdeki kadınlar ve çocukların ölüm tehdidiyle dahi karşı karşıya gelmesi demek.

Uluslararası yardımlar 2024’te son altı yılın ardından ilk kez azaldı. Kanada, Fransa, Almanya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri gibi büyük bağışçı hükümetler dış yardım bütçelerinde kesintiye gittiklerini duyurdu. ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nı (USAID) neredeyse tamamen dağıttı ve milyarlarca dolarlık yardım projelerini iptal etti.

UN Women’a (Birleşmiş Milletler Kadın Birimi) göre, 2025 yılı için gereken 46 milyar doların (40,6 milyar euro) yalnızca %11,1’i fonlandı. Bu da tüm yardım sisteminin küçülmesine ve yeniden yapılandırılmasına neden oluyor.

Yetkililer bunun sadece kâğıt üstündeki bir istatistikten daha öte günlük olarak yaşanan ve bu organizasyonların özünde engellemeye çalıştığı şeylere dönüştüğünü belirtiyor. Genç kızlar eğitim hakkından mahrum bırakılıyor, çocuk işçiliğine zorlanıyor ya da erken yaşta evlendiriliyor; mülteci kamplarındaki hamile kadınlar ebe desteği olmadan doğum yapmak zorunda kalıyor; tecavüzden kurtulan kadınlar, seks işçileri ve HIV hastaları barınaksız ve desteksiz bırakılıyor. Bunlar varsayımsal senaryolar ya da abartılı uyarılar değil; Gazze’den Ukrayna’ya kadar savaş ve kriz bölgelerinde kadınları ve kız çocuklarını destekleyen STK’ları etkileyen büyük çaplı dış yardım kesintilerinin gerçek ve güncel sonuçları.

Kesintilerden insani krizlerin ön saflarında faaliyet gösteren kadınların öncülük ettiği ve kadın hakları odaklı gruplar en sert darbeyi aldı. UN Women’ın yakın tarihli bir raporuna göre bu kuruluşların neredeyse yarısı, fon eksikliği nedeniyle önümüzdeki altı ay içinde kapanma riskiyle karşı karşıya. Mart ayında 44 ülkedeki 411 kadın liderliğindeki ve kadın hakları odaklı kuruluşla yapılan bir ankette de, grupların neredeyse dörtte üçünün hâlihazırda personel çıkardığı ve yarısından fazlasının programlarını fon kesintileri nedeniyle askıya aldığı ortaya çıktı.

Bahsi geçen son kesintilerden önce bile, dünya genelindeki insani yardım kuruluşları hâlihazırda toplam kalkınma yardımlarındaki azalmayla başa çıkmakta zorlanıyordu. STK’lar, bu finansman sıkışıklığının Trump yönetiminin USAID’e yaptığı kesintilerle daha da ağırlaştığını söylüyor. ABD Başkanı, geçen ay bu kesintileri kendisi de yıkıcı olarak nitelendirirken, diğer ülkelerin de elini taşın altına koyması ve para harcaması gerektiğini söyledi.

Geçtiğimiz yıl, Birleşmiş Milletler kayıtlarına göre küresel yardım fonlarının %38’i ABD tarafından sağlandı. ABD hükümeti verilerine göre, 2024 yılında yaklaşık 61 milyar dolar (69 milyar euro) dış yardım yapıldı ve bunun yarısından fazlası USAID aracılığıyla dağıtıldı. ABD dışında, sekiz Avrupa ülkesi ve Avrupa Birliği de önümüzdeki dört yıl içinde toplamda yaklaşık 30 milyar euro tutarında kalkınma yardımı kesintisi açıkladı ya da uygulamaya koydu.

UN Women’ın araştırmalarına ve uzmanlara göre, bu yardım kesintileri, uluslararası STK’lar ve BM kuruluşlarına kıyasla yerel, kadın liderliğindeki ve kadın hakları odaklı grupları orantısız şekilde etkiliyor.

Ankete katılan kadın liderliğindeki ve kadın hakları odaklı kuruluşların neredeyse üçte ikisi (%62), kadınlara ve kız çocuklarına yönelik hizmetleri azaltmak zorunda kaldıklarını belirtti. Her beş kuruluştan dördü ise dış yardım kesintilerinin, hayat kurtarıcı hizmetlere erişimi ciddi biçimde baltalayacağını öngörüyor.

STK’larda çalışan uzmanlara göre Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Gazze ve Ukrayna gibi yerlerde, kadın liderliğindeki gruplar, çoğu zaman toplumlarının bel kemiğini oluşturuyor ve ilk müdahaleyi yapanlar olarak hayat kurtarıcı yardımları sağlayan aktörler haline geliyorlar.

İnsani krizler sırasında hayati hizmetler çöktüğünde, kadınlar ve kız çocukları genellikle daha fazla bakım sorumluluğu üstlenmek zorunda kalıyor; örneğin aile için yiyecek ve su temin etmek, hasta bireylerle ilgilenmek gibi. Ayrıca, ailelerini önceliklendirmek adına kendi sağlıkları ve beslenmelerinden feragat etmeye daha yatkın oluyorlar ve gelir elde etme fırsatları da genellikle daha sınırlı oluyor. Onların düştüğü bu zor durumlardaysa fonları kesilen bu kurumların onlara destek olmasını bekliyoruz.

Ukrayna’da yalnızca bağışçılardan aldığı fonlarla faaliyet gösteren yerel bir kadın hakları örgütü, UN Women’a yaptığı açıklamada, fonlardaki azalma nedeniyle “içinde bulundukları durumun son derece vahim olduğunu” ifade etti. “Destek olmaya çalıştığımız kişilerin çoğu şiddetten kurtulmuş kadınlar, HIV pozitif kadınlar, eski mahkûmlar, seks işçileri acilen uyum desteklerine ve sosyal hizmetlere ihtiyaç duyuyor. Ancak fon kesintileri nedeniyle şu anda yalnızca telefonla danışmanlık verebiliyoruz,” dedi adı açıklanmayan STK.

Birçok yardım uzmanı da kadınlar ve kız çocuklarına yönelik insani yardım programlarının korunması ve önceliklendirilmesi gerektiğini belirtiyor. Bu doğrultuda, yerel kadın örgütlerine daha fazla yatırım yapılması ve sağlanan fonlarda daha fazla esneklik tanınması gerektiğini, böylece uzun vadeli destek sağlanabileceğini vurguluyorlar. Bu örgütlerin zayıflatılmasının toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların güçlenmesi konusunda kaydedilen kazanımları ve ilerlemeleri de geri alabileceği ayrıca toplumsal cinsiyet karşıtı hareketleri daha da cesaretlendirebileceği öne sürülüyor.

Çevirmenin Yorumu

Dünyanın neresinde olursa olsun, yapılan zulmün ve yaşanan acıların kaynakları kendileri değilmişçesine; bu zulmün sebep olduğu yaraları sarmaya uğraşan sivil toplum örgütlerine akan suyu kesmeyi kendilerine hak görmeleri de ne kadar anlamlı değil mi? Sanki Ukrayna kendi kendine savaşa girmiş gibi, sanki Filistin gibi bir yer zaten hiç yokmuş gibi, sanki açlıktan, sefaletten kırılan ve doğum sırasında ölüm oranları Avrupa’nın belki 200 yıl önceki haline denk olan Afrika ülkelerini sömürmek için başkaları sıraya girmiş gibi ikiyüzlüce oralarda yaşananları görmezden gelmeleri emperyalist ülkelerin gerçekte ne olduğunu bize bir kez daha gösteriyor. Gir, tüm kaynaklarına el koy, topraklarını işgal et, insanlarını sür ya da öldür. Sonra da geride kalanların yardımına gidecek elleri tek tek kes. İnsanlığa bu zulmü reva görenlerden, yaptıkları hiçbir şeyin sorumluluğunu almama kibrinde olanlardan dünyanın neresinde, hangi ülkenin içinde olursa olsun hep beraber kurtulacağımız günün hayaliyle yaşıyoruz.

Kaynak: https://www.euronews.com/2025/06/04/they-will-die-foreign-aid-cuts-hit-women-and-girls-the-hardest-as-ngos-face-closure

Çeviren ve Derleyen: Ezgi Gürsu


Netanyahu, Savaşını ‘‘Müslüman Kadınların Hakları’’ Söyleviyle Meşru Kılmaya Çalışıyor

İsrail’in hava saldırılarında öldürülen askeri personelin cenazesinde İranlı kadınlar, Hürremabad, 16 Haziran 2025.  Taraneh Bazdari/EPA

Orduları Gazze’de sivilleri katletmeye devam ederken, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, İranlı kadınların özgürlüğünü savunduğunu iddia ettiği bir propaganda konuşması yapıyor.[1] Ancak bu, emperyalist ikiyüzlülüğün daha fazla savaş ve yıkım uğruna uyguladığı çifte standarda ilk kez tanık oluşumuz değil.

Netanyahu, İran İslam rejiminin kadın hakları konusundaki korkunç sicilini öne sürerek İran’a karşı yürüttüğü savaşı meşru kılmaya çalışıyor. Oysa unutulmamalıdır ki, 7 Ekim’den bu yana Gazze’de öldürülen 28 binden fazla kadın ve çocuğun[2] sorumluluğu bizzat kendisine aittir.

İran’daki rejim karşıtlarına seslendiği röportajda Netanyahu, ‘‘Sizi yoksullaştırdılar; sefalet, terör ve ölüm getirdiler. Bu cesur ve inanılmaz kadın Mahsa Amini’yi, yalnızca saçını örtmediği için kaldırımda kanlar içinde bırakarak öldürdüler’’ diyerek, aslında Filistinlilere uyguladığı şiddetin aynısına karşı İranlıları ayaklanmaya çağırıyordu.

Fakat emperyalistlerin, işgalcilerin ve istilacıların savaşlarını meşrulaştırmak için Müslüman kadınların bedenlerini ve haklarını birer silah olarak kullandıklarını çok iyi biliyoruz.

Bir Mısırlı olarak, 1883 ve 1907 yılları arasında Mısır’ın fiili hükümdarı konumundaki Evelyn Baring gibi sömürgecilerin, bir yandan Mısır’da kadın haklarını savunuyormuş gibi görünürken, diğer yandan kendi ülkelerinde kadınların oy hakkına karşı çıktıklarını hatırlıyorum. Üstelik gerçekte Mısırlı kadınları özgürleştirmekten oldukça uzak olan Baring, işgal karşıtlarının ve Avrupa etkisine direnenlerin, Batı’nın safında yer alıyor gibi görünmeden geleneksel ya da dini uygulamaları eleştirmelerini neredeyse imkânsız hale getirmişti.

Müslüman kökenli bir kadın olarak, ABD’nin Afganistan’ı işgal ederken bu müdahaleyi, amacının Taliban’ın zulmünden Afgan kadınları ‘kurtarmak’ olduğunu söyleyerek haklı çıkarmaya çalıştığını da unutmadım. Ancak o yıkıcı işgalin üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra, Taliban yeniden iktidara geldi. Daha da üzücü ve utanç verici olanı; Afgan feministlerin aksine, ABD’deki beyaz feministlerin bu işgali desteklemeleri ve emperyalist güçlerin kadın haklarını kendi çıkarları doğrultusunda araçsallaştırmalarının ardındaki tehlikeyi görememeleridir. Örneğin Feminist Çoğunluk Vakfı’nın (Feminist Majority Foundation) önde gelen isimleri, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın etkinliklerine katıldılar ve üst düzey yetkililerle görüşmeler gerçekleştirdiler. Hatta Ms. dergisinin 2002 bahar sayısında, ABD’nin Afganistan işgali ‘umut koalisyonu’ olarak tanımlandı.

Netanyahu ise İranlılara hitap ettiği bir başka televizyon konuşmasında şöyle diyordu: ‘Hedefimize ulaşırken, sizin de özgürlüğünüze kavuşmanız için yolu açıyoruz. Bu, ayağa kalkıp sesinizi duyurmanız için bir fırsattır. Kadın, yaşam, özgürlük.  Zan, zendegi, azadi.’’

22 yaşındaki Kürt kadın Mahsa Amini’nin, İran’da rejimin ‘‘ahlak polisi’’ tarafından başörtüsü yönetmeliğine uymadığı gerekçesiyle gözaltına alındıktan birkaç gün sonra, Eylül 2022’de hayatını kaybetmesi, feminist ‘Kadın, Yaşam, Özgürlük’ devrimini tetikledi. O günden bu yana İran’daki kadınlar, queer bireyler ve marjinalleştirilmiş azınlıklar yalnızca zorunlu başörtüsü yasasına karşı değil, aynı zamanda yıllardır süregelen sistematik baskılara karşı da direnişe geçtiler. O zaman da özgürlükleri için Netanyahu’ya ihtiyaçları yoktu, şimdi de yok. Aksine, Netanyahu’nun bu cesur ayaklanmayı kendi çıkarları uğruna kullanma çabası, İran’da zaten ‘Batılı’ ve yabancı bir ideoloji olarak damgalanan feminizmi itibarsızlaştırmanın en hızlı yoludur. Savaşlar ve işgaller, devrimleri beslemez; onları zayıflatır, tahrip eder. Bir Mısırlı olarak, 2011’deki 25 Ocak Devrimimizin[3] dış güçler tarafından yönlendirildiğini iddia ederek halk hareketini karalamaya çalışan Mısır rejiminin çabalarını da çok iyi hatırlıyorum.

Kadın haklarının ‘liberal’ ve ‘Batılı’ değerlerini korumak, daima güç, maddi kaynak veya her ikisi için duyulan arzuyla motive edilen bir istila, savaş veya sömürgeleştirme projesi için oldukça kolay bir ahlaki örtüdür. O halde, Batılı liderler kadınların bedensel özerkliğine gerçekten bu kadar önem veriyorlarsa, kendi ülkelerine daha yakından bakmalıdırlar. Burka ve Taliban’dan kadınları ‘koruduğunu’ söyleyen George W. Bush, göreve başladığı ilk gün, kürtaj hizmetleri veya danışmanlık sunan tüm uluslararası aile planlaması kuruluşlarına fon sağlamayı kesen kişidir.

Peki, beyaz feministler beyin ölümü gerçekleşmiş siyah bir kadının bedeninden prematüre bir bebeğin çıkarıldığı bir ülkenin, yani ABD’nin işgalini de talep ederler miydi?[4] Beyin ölümü gerçekleşen kadının annesi April Newkirk, doktorların aileye, Georgia eyaletinin kürtaj karşıtı yasaları gereği, beyin ölümüne rağmen hamileliği sürdürmek zorunda olduklarını söylediklerini aktardı. İran’ın ‘‘ahlak polisi’’ tarafından temsil edilen patriarkal-teokratik yapı, zorunlu başörtüsü uygulaması gibi doğrudan müdahalelerle kendini gösterdiği için daha kolay teşhis edilebilir. Ancak ABD’deki Hristiyan köktendincilerin dayattığı zorunlu hamilelik, teokrasi temelli patriarkal düzenin modern bir tezahürü değil de nedir?

Savaşlar ve işgaller kadınları özgürleştirmez. İnanmıyorsanız, bunu Afganistan kadınlarına sorun. Her seferinde emperyalist bir güç, kadınları ‘‘kendi’’ erkeklerinden ‘‘kurtardığını’’ iddia ettiğinde, işgalciler çekildikten sonra o erkekler ‘‘kendi kadınları’’ üzerindeki kontrolü yeniden sağlamaya çalışırlar. Taliban ‘’2.0’’, birkaç sağlık hizmeti ve sınırlı sayıdaki resmi kurum dışında, kız çocuklarının eğitimini; kadınların ise kamu ve özel sektörde çalışmalarını yasakladı. Kadınların, bir erkek akrabaları eşlik etmeden kara ya da hava yoluyla uzun mesafeli seyahat etmeleri yasaklandı. Aynı şekilde, erkek bir akraba olmaksızın park, spor salonu, hamam gibi kamusal alanları ziyaret etmeleri de engellendi. Hatta kadınlara özel güzellik salonları bile kapatıldı.

Bir feminist olarak, İran’daki kadınların ‘’Kadın, Yaşam Özgürlük’’ sloganlarıyla ayağa kalkmalarına hayranlık duyuyor ve onları yürekten alkışlıyorum. Ve eminim ki İranlı feministler, düşmanlarının düşmanının dostları olmadığını gayet iyi biliyorlardır.

Çevirmenin Yorumu:

Bir feminist olarak, Eltahawy’nin kaygısını ve haklı öfkesini paylaşıyorum. Zira 7 Ekim’den bu yana Gazze’de 28 binden fazla kadın ve çocuk katledildi. Ve bu katliamın sorumlusu, sözde İranlı kadınları ‘’kurtararak’’ feminizmin bayraktarlığını yapmaya yeltenen Netanyahu’nun bizzat kendisidir.  Elbette İran İslam rejiminin ağır insan hakları ihlallerini, kadınlar üzerindeki işkenceye varan sistematik baskı ve şiddetini görmezden gelmek mümkün değil. Her ay onlarca kadının ‘’şeref, iffet, haysiyet zedelenmesi’’ gibi namusa (!) ilişkin gerekçelerle öldürülmesine ceza indirimi uygulayan bir rejim, hiçbir koşulda aklanamaz. Ancak bir soykırım suçlusunun kadın hakları söylemini düşmanına karşı sinsi bir koz olarak kullanması, İranlı kız kardeşlerimiz için bir kurtuluş yolu değil, yalnızca ölümcül bir tuzaktır.

Nitekim Netanyahu’nun yegâne amacı, ülkesinin jeopolitik çıkarlarını gözetmek; yani Orta Doğu’yu İsrail’in hâkimiyeti altına almak ve İsrail’e yönelen küçük ya da büyük tüm tehditleri tek tek ortadan kaldıracak şekilde bölgeyi yeniden şekillendirmektir. Şayet bir gün, İsrail’in müdahalesiyle İran’daki molla rejimi yıkılıp yerine seküler ve özgürlükçü bir hükümet getirilse dahi, bu hükümet İsrail’in bölgedeki stratejik çıkarlarının bir uzantısı olmayı reddettiği anda, İran halkı kendisini yine İsrail’in hiçbir etik ve ahlaki sınır tanımayan zorbalığıyla karşı karşıya bulacaktır. Bu nedenle ben de umuyorum ki, İranlı feministler düşmanlarının düşmanının, aslında denize düştüklerinde sarılacakları zehirli bir yılandan ibaret olduğunun farkındadırlar.

Dipnotlar:

[1] Netanyahu’nun propaganda konuşması örneği için bkz. Benjamin Netanyahu, “Netanyahu: İranlı Kadınlar Özgürlüğü Hak Ediyor” YouTube video, 1:26, Haziran 13, 2025. https://www.youtube.com/watch?v=fO8WlACdCB8 [ç.n]

2 UN Women, Gazze’de Ekim 2023’ten bu yana 28 bin kadın ve kız çocuğunun öldürüldüğünü tahmin ediyor. Mayıs 2025. https://www.unwomen.org/en/news-stories/news/2025/05/un-women-estimates-over-28000-women-and-girls-killed-in-gaza-since-october-2023. [ç.n]

3 2011 Mısır Devrimi, 2010-2011 Tunus’taki Yasemin Devrimi’nin etkisiyle başlayan ve 25 Ocak 2011 itibarıyla Mısır’da mevcut yönetime karşı halkın kitlesel olarak sokağa döküldüğü protestoları, gösterileri ve sivil itaatsizlik eylemlerini kapsayan bir halk hareketidir. [ç.n]

4 “Kürtaj Karşıtı Yasalar Gereği Beyin Ölümü Gerçekleşen Georgialı Kadın Doğum Yaptı.” The Guardian, Haziran 17, 2025, https://www.theguardian.com/us-news/2025/jun/17/brain-dead-georgia-woman-delivers-baby [ç.n]

Kaynak: https://www.theguardian.com/commentisfree/2025/jun/19/netanyahu-muslim-womens-rights-justify-war-hypocrisy-gaza-iran

Çeviren ve Derleyen: Nazlıcan Karaali


Pakistan’da Çocuk Evliliğine Yasak

Pakistan Senatosu 19 Mayıs’ta çocuk evliliğini yasaklayan yasayı geçirdi. Dini partiler yasaya karşı çıksa da diğer bölgelerin de aynı şeyi yapması umuluyor. Metin Aktas/Anadolu Ajansı/Getty Image

Pakistan, kadın ve çocuk haklarına yönelik baskıların arttığı bir dönemde önemli bir yasal düzenlemeye imza attı. Başkent İslamabad’da kabul edilen yeni yasa ile çocuk evliliği yasaklandı ve 18 yaş altındaki bireylerin evlenmesine yardım edenlere 7 yıla kadar hapis cezası getirildi.

Geçtiğimiz hafta Pakistan Senatosu’nda çocuk evliliğini yasaklayan yasa tasarısı üzerine yapılan hararetli oturumda Senatör Naseema Ehsan söz almıştı. “Ben 13 yaşında evlendim ve çocuk evliliğinin yasaklanmasını istiyorum” diye anlatan 50 yaşındaki senatör, yaşadığı deneyimi meclis kürsüsünde paylaştı. “Benim şansım varlıklı bir aileye gelin gitmekti ama Pakistanlı kadınların çoğu benim kadar şanslı değil. Her çocuğun benimki gibi destekleyici bir eşi olmuyor.” sözleriyle meclis salonunda yankı uyandıran Ehsan’ın konuşması, milletvekilleri tarafından alkışlandı.

Ardından Pakistan’ın başkenti İslamabad’da çocuk evliliğini yasaklayan yasa, meclis ve senatodan geçerek yasalaştı. Yasa uyarınca 18 yaşından küçük bireylerin evlenmesi tamamen yasaklanırken, bu tür evliliklere aracı olanlara 7 yıla kadar hapis cezası verilecek. Aynı zamanda, 18 yaş altındaki biriyle evlilik içi cinsel ilişki de ‘yasal tecavüz’ (statutory rape) kapsamına alınarak cezalandırılacak.

Yasanın kabul edilmesinin ardından tekrar Senatör Naseema Ehsan, 13 yaşında nasıl zorla evlendirildiğini anlattı ve “Çocuk yaşta evlendirilmenin nasıl bir cehennem olduğunu biliyorum. Bu yasa, gelecekteki kız çocuklarının hayatını değiştirecek.” ifadelerini kullandı.

Pakistan’da her yıl binlerce çocuk, çoğunlukla aile baskısı, toplumsal normlar ve yoksulluk nedeniyle erken yaşta evlendiriliyor. Ülkedeki kız çocuklarının yaklaşık %29’u, 18 yaşına gelmeden evlendiriliyor. Bu durum, çocukların eğitimden kopmasına, sağlık sorunlarına ve sistematik cinsel şiddete maruz kalmalarına yol açıyor.

Birleşmiş Milletler Kadın Örgütü (UN Women) temsilcileri; bu yasanın, kadın ve çocuk haklarının küresel ölçekte gerilediği bir dönemde önemli bir umut işareti olduğunu vurgularken, insan hakları savunucuları da yasanın uygulanmasının yakından takip edilmesi gerektiğinin altını çizdi.

Ancak yasa, bazı muhafazakâr çevrelerin ve dini kurumların sert tepkisini çekti. İslamî Danışma Konseyi, düzenlemeyi ‘İslam dışı’ olarak nitelendirdi. Bazı siyasi ve dini gruplar ise bunun aile yaşamına müdahale olduğunu ve kültürel değerleri tehdit ettiğini savundu.

İnsan hakları savunucuları ise bu eleştirilerin, çocuk yaşta evlilikleri meşrulaştırmaya ve kadınların bedenleri ve yaşamları üzerindeki patriyarkal denetimi sürdürmeye yönelik olduğunu belirtiyor. Pakistanlı feminist aktivistlere göre, yasa önemli bir adım olsa da, asıl mesele yoksulluk, eğitimsizlik ve toplumsal baskılarla mücadele edilmeden çocuk yaşta evliliklerin tamamen ortadan kaldırılamayacağı.

Çevirmenin Yorumu:

Bu haber, dünyanın dört bir yanında kadın ve çocukların yaşam hakkına yönelik saldırıların arttığı ve aşırı sağcılığın normalleştirilmeye çalışıldığı bir konjonktürde böylesine önemli bir kazanımın örgütlenebileceğini bizlere hatırlatmış oldu. Mücadeleden başka seçeneği olmayan kadınlar olarak biliyoruz ki, bu tür yasalar elbette tek başına yeterli değil. Zira çocuk yaşta evlilikleri doğuran iktisadi, kültürel ve patriyarkal baskı koşulları değişmeden, gerçek anlamda bir eşitlikten bahsedemeyiz.

Ayrıca kadının bedeninin ve çocukların yaşamının, dinî ve geleneksel kurumların denetiminden çıkarılması; kamusal ve laik bir zeminde korunması gerekir. Bu yasa, örgütlü kadın hareketlerinin uzun soluklu mücadelesinin sonucudur ve dünyanın her yerinde dayanışmayı büyütmemiz gereken bir sürecin göstergesidir. 

Kaynak: https://www.theguardian.com/global-development/2025/may/27/pakistan-sends-important-signal-of-hope-in-a-gloomy-world-of-pushbacks-on-womens-rights-child-marriage-ban-islamabad?utm_source=chatgpt.com

Çeviren ve Derleyen: Buket Yalçın


Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin Doğusunda Cinsel Şiddet: Süregelen Acil Bir Durum

Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin doğusundaki Goma’daki Mungunga 3 sağlık merkezinde, MSF psikoloğu Jean cinsel şiddet mağduruna danışmanlık yapıyor. Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Mayıs 2025

MSF (Sınır Tanımayan Doktorlar/ Médecins Sans Frontières) ekipleri, yıllardır DKC’nin (Demokratik Kongo Cumhuriyeti) doğusundaki cinsel şiddetin ürkütücü boyutlarına dikkat çekiyor. MSF’nin tedavi ettiği mağdur sayısı, Kongo ordusu, M23/AFC (Congo Nehri İttifakı) silahlı grubu ve müttefikleri arasındaki çatışmaların yeniden başlamasından bu yana, son üç yılda hızla arttı. Özellikle Kuzey Kivu eyaletindeki kriz çok ciddi durumda: 2024’te MSF ekipleri neredeyse 40 bin mağdura tedavi sundu.

Bu endişe verici eğilim 2025’te de devam ediyor. Ocak ayından bu yana, MSF ekipleri Kuzey ve Güney Kivu eyaletlerinde destekledikleri sağlık merkezlerinde çok sayıda cinsel şiddet mağduruna müdahale etti. MSF Kuzey Kivu Programı Sorumlusu François Calas, “Bölgedeki bağlam değişti ama kadınları orantısız şekilde etkileyen cinsel şiddet sorunu değişmedi, cinsel şiddet, acil tıbbi müdahale gerektiren bir durumdur.” diyor.

Kuzey Kivu’da, Goma’daki 650 binden fazla yerinden edilmiş kişiye ev sahipliği yapan kampların dağılmasından sonra birçok yerinden edilmiş kadın, köylerine dönemedikleri veya dönmeyi istemedikleri için genellikle çocuklarıyla birlikte sığınmak zorunda kalıyor. “Kadınların çoğu, kaldıkları misafir ailelerin evlerinde veya topluluk merkezlerinde cinsel şiddete maruz kalıyor,” diyor Calas. “Çoğu zaman barınma karşılığında cinsel ilişkiye zorlanıyorlar. Nerede olurlarsa olsunlar, güvende değiller.”

2025 yılında bildirilen vakaların çoğu, kimliği tespit edilemeyen ve silahlı kişiler tarafından silah zoruyla gerçekleştirildi. Bu durum, siviller ve askerî unsurlar arasında yaygın silah bulundurma ve bölgedeki güvenlik boşluğunun bir sonucu. “Goma’da birçok hasta, güvenlik zafiyetinin arttığı gecelerde evlerinde soyulduklarında, eşleri kaçırılıp öldürüldüğünde tecavüze uğradıklarını anlatıyor,” diyor Calas.

“Silahlı adamlar saat 22.30 civarında evimize geldi,” diyor Nasha, bir okulun avlusunda kendi barınağını kurmuş olan bir kadın. “Bazı adamlar öldürüldü, bazı kadınlara – bana da – tecavüz edildi. Üç adam, kocamın ve sekiz çocuğumun gözleri önünde bana tecavüz etmek istedi. Kocam direndi… onu öldürdüler.” Goma ve Saké çevresinde, birçok mağdur yolda veya tarlada saldırıya uğradığını söylüyor.

Güney Kivu eyaletinin Kalehe ve Uvira bölgelerinde, MSF ekipleri 2025 başından bu yana yaklaşık 700 cinsel şiddet mağdurunu tedavi etti. Toplanan tanıklıkların çoğunda, eylemler silah tehdidi altında gerçekleştirilmiş. “Rakamlar gerçekte olduğundan daha düşük çünkü sağlık hizmetlerine erişim önünde birçok engel var,” diyor MSF Güney Kivu Tıbbi Faaliyetler Sorumlusu Luders Leriche. “Misilleme korkusu, damgalanma, coğrafi uzaklık ve tedavi kapasitesi eksikliği nedeniyle…”

Belirli bölgelerdeki yüksek veya düşük vaka sayıları, sorunun ölçeğinden çok tedaviye erişim kapasitesini yansıtıyor.

Cinsel şiddetin – çoğunlukla kadınları ve hatta çocukları etkileyen – fiziksel ve psikolojik etkileri uzun zamandır belgelenmiş durumda. Mağdur olan erkeklerin sayısı daha az olsa da, bu da endişe verici bir durum. Sağlık ve ruhsal etkilerin ötesinde, sosyal sonuçları yıkıcı: aileden ve toplumdan dışlanma, damgalanma, boşanma, intihar düşünceleri ve saldırıya uğradıkları yerlerde yaşamaya devam etmede büyük zorluklar. Tedavi hizmetlerine erişim gitgide zorlaşıyor. Kuzey ve Güney Kivu’daki bazı sağlık merkezlerinin cinsel şiddet mağdurlarını tedavi etmek için ihtiyaç duydukları ilaç ve kitleri tükendi.

“Savaşın sürmesi nedeniyle tedarik zincirlerinde yaşanan aksaklıkların yanı sıra, küresel insani yardım kesintileri de geleceğe dair ciddi endişeler doğuruyor,” diyor Calas. “Bu kadınları ve çocukları asla yalnız bırakamayız. Onların bakımı mutlak önceliğimizdir.“

MSF, mağdurların tedavisinin desteklenmesinin yanı sıra, tüm aktörlere sivillerin korunmasını ve sağlık hizmetlerine erişimlerini sağlamak için her türlü çabayı göstermeleri çağrısında bulunuyor.

Not: Hasta mahremiyetini korumak amacıyla bazı isimler değiştirilmiştir.

Kaynak: https://www.msf.org/sexual-violence-eastern-drc-persistent-emergency

Çeviren ve Derleyen: Ecem Kavaz


Kadınların Siyasi Liderlik Temsiliyeti Geriliyor: 2025’te Üst Düzey Yürütme Görevlerinde Daha Az Kadın

UN Women’ın en son yayını “Kadın Siyasi Liderler 2025”, kadınların yürütme pozisyonlarındaki siyasi liderliğinin sadece duraklamakla kalmadığını, aynı zamanda gerilediğini ortaya koyuyor. Kadınların Devlet veya Hükûmet Başkanı ya da kilit bakanlık pozisyonlarında sürekli olarak yetersiz temsil edilmesi, yaygın engellerin ve siyasi liderlikte toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik kırılgan ve dengesiz bir bağlılığın altını çiziyor.

Bugün yalnızca 27 ülke [1], bir kadın Devlet veya Hükûmet Başkanı tarafından yönetiliyor – bu sayı beş yıl önce 21 idi. Buna karşılık, 103 ülke, tarihinde hiçbir zaman en yüksek yürütme makamında bir kadına yer vermemiş durumda. Bu dengesizlik, bakanlık düzeyinde de görülüyor: Kadınlar, dünya genelinde bakanlık düzeyinde yürütme yetkisi olan kabine üyeliklerinin yalnızca yüzde 22,9’unu elinde tutuyor – bu oran 2024’te yüzde 23,3’tü. Bu, kadın kabine üyelerinin sayısında ilk kez bir düşüş yaşandığını gösteriyor.

Kadın-erkek eşitliğine dayalı (en az yüzde 50 kadın) kabinelerin sayısı da geçen yılki 15’ten yalnızca 9’a düştü[2]. Aynı zamanda, hiç kadın bakana sahip olmayan ülke sayısı, yalnızca bir yıl içinde yediden dokuza yükseldi. Toplumsal cinsiyet eşitliğinden hâlâ uzak olunmasına rağmen, Avrupa ve Kuzey Amerika (yüzde 31,4) ile Latin Amerika ve Karayipler (yüzde 30,4) bölgeleri kadın bakanların küresel dağılımında başı çekiyor. Buna karşın, Güney ve Orta Asya sadece yüzde 9 ile en geride kalıyor.

“Dünyanın kapsayıcı karar alma mekanizmalarına en çok ihtiyaç duyduğu bu dönemde, kadınların siyasi liderliği geriliyor,” diyor UN Women İcra Direktörü Sima Bahous. “Kadınlar en üst düzey liderlikten dışlandığında hepimiz kaybederiz; toplumlar daha adil, daha duyarlı yönetim biçimlerini kaybeder.”

Kadınların temsiline ilişkin bu düşüş, kadın haklarına yönelik küresel bir geri çekilmenin ve hem çevrim içi hem çevrim dışı ortamlarda siyasetteki kadınlara yönelik şiddet dalgasının yaşandığı bir döneme denk geliyor. Fiziksel ve dijital alanlarda kendini gösteren bu şiddet, birçok kadını siyasi kariyer edinmekten ya da kariyerine devam etmekten alıkoyuyor. Bu durum, temsilde toplumsal cinsiyet eşitliğini ciddi biçimde zedeliyor.

Mevcut toplumsal cinsiyet normları ve uygulamaları, bakanlık görevlerinin nasıl dağıtıldığını büyük ölçüde etkiliyor. Erkekler, ulusal ve küresel öncelikleri belirleyen kabine görevlerinin çoğunluğunu elinde tutuyor:

Savunma: %87

Maliye ve mali işler: %84

Dışişleri: %82

Kadınlar ise en çok şu alanlara atanıyor:

Toplumsal cinsiyet eşitliği: %87

Aile ve çocuk işleri: %71

Bu zorluklara ek olarak, hükümet politikalarında toplumsal cinsiyet eşitliğini kurumsallaştırmak açısından kritik öneme sahip toplumsal cinsiyet eşitliği bakanlıklarının sayısı da düşüyor.
2020 yılında yaklaşık 80 bakanlık varken[3], bu sayı 2024’te 76’ya, 2025’te ise 74’e geriledi.

Notlar:

[1] Aşağıdaki ülkelerde Devlet veya Hükûmet Başkanlığı görevinde bir kadın bulunmaktadır:
 Barbados, Bosna-Hersek, Danimarka, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Dominika, Honduras, İzlanda, Hindistan, İtalya, Letonya, Lihtenştayn, Malta, Marshall Adaları, Meksika, Monako, Namibya, Kuzey Makedonya, Peru, Moldova Cumhuriyeti, Samoa, San Marino, Slovenya, İsviçre, Tayland, Trinidad ve Tobago, Tunus ve Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti.

[2] En az yüzde 50 kadın bakana sahip olan ülkeler:
 Nikaragua (%64,3), Finlandiya (%61,1), İzlanda ve Lihtenştayn (%60), Estonya (%58,3), Andorra, Şili, İspanya ve Birleşik Krallık (tümü %50).

[3] Veriler: Parlamentolar Arası Birlik (Inter-Parliamentary Union) tarafından derlenmiştir.

Kaynak: https://www.unwomen.org/en/news-stories/press-release/2025/06/womens-political-leadership-declines-with-fewer-women-in-executive-office-in-2025

Çeviren ve Derleyen: Ecem Kavaz

Editör: Telli Kayalar
Düzelti: Telli Kayalar
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Seslendirme: Filiz Kılıç

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation