Gündem Kadın Vardiyası 15 Temmuz 2024
Kadınların evlendikten sonra soyadlarını nasıl kullandıkları, dünya genelinde farklı kültürel ve yasal normlara göre değişiklik göstermektedir. Bu uygulamalar, kişisel kimliklerin şekillenmesinde önemli rol oynarken, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hakları ile ilgili daha geniş meseleleri de yansıtmaktadır.
İspanya’da uzun yıllar boyunca yürürlükte olan yasa, çocuklara iki soyadı verilmesini öngörüyordu. Bunlardan biri babadan, diğeri anneden geliyordu. Ancak yasal düzenleme gereği, babanın soyadı önce yazılıyordu. Josefa León Madrid’in hikayesi, bu geleneğin kadınların haklarını nasıl ihlal ettiğini açıkça ortaya koydu.
Josefa, kısa süreli bir ilişkiden sonra hamile kaldı ve 2006 yılında kızı doğduğunda ona sadece kendi soyadını vermek istedi. Ancak İspanya’daki yasal düzenlemeler gereği, çocukların kimlik belgelerinde babanın soyadı önce yazılıyor ve bu durum genellikle annenin soyadının ikinci sırada yer almasına yol açıyordu.
Josefa, kızının kimliğinde sadece annesinin soyadının yer almasını sağlamak için İspanya’da büyük bir hukuki mücadele verdi. Bu mücadele, sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı. Mahkeme, 2021 yılında İspanya’nın bu uygulamasının cinsiyet temelli ayrımcılık içerdiğine karar vererek Josefa’nın lehine bir karar verdi. Ve bu karar İspanya’da kadın hakları mücadelesi için önemli bir dönüm noktası olmasıyla birlikte, ülkedeki ataerkil normların değişmeye başladığını da gösterdi.
Costa Rica, son 18 yaşını doldurmuş bireylere soyadlarının sırasını değiştirme özgürlüğü tanıyan ilerici bir hukuki reformu hayata geçirmiştir. Bu değişiklik, babanın soyadının önceliklendirilme zorunluluğunu ortadan kaldırarak bireylere tercih ettikleri sırayı seçme özerkliği sunmaktadır.
Geleneksel olarak Costa Rikalılar iki soyadı kullanırlar ve genellikle babanın soyadı önce gelir. Ancak yeni yasal değişiklikle birlikte, Medeni Kanun’un 49. maddesi incelenerek, soyadlarının sırasını belirleyen zorunluluğun anayasaya ve uluslararası ayrımcılıkla mücadele mevzuatına aykırı olduğu tespit edilmiştir.
Anayasa yargıçları, soyadlarının sırasını erkekler lehine belirlemenin makul ve objektif temellere dayanmadığını, aslında bunun aileye dair patriyarkal ve anlamsız bir görüşten kaynaklandığını belirtmiştir. Bu ileriye dönük adım, kişisel gelişimin serbestliği ve kimlik hakkıyla ilgili özgürlükleri genişletirmektedir. Bu yeni düzenleme aynı cinsiyetteki çiftler ve sadece annenin soyadını taşıyan bireyler için ayrıca hukuki süreçlerin başlatılması gerekliliğini de açıklığa kavuşturmuştur.
Japonya’da kadınlar evlendikten sonra soyadlarını korumak için mücadele ediyor. Evlilik sonrası çiftlerin aynı soyadını kullanma zorunluluğu uzun yıllardan beri tartışma konusu olmaya devam ediyor. 1898’de yürürlüğe giren eski Medeni Kanun, kadınların eşlerinin soyadını almasını öngörüyordu. 1947’de yapılan değişiklikle teorik olarak çiftlerin soyadı konusunda seçim yapabileceği belirtildi, ancak uygulamada çiftlerin %95’inde hâlâ erkeğin soyadı yazılıyordu.
Son yıllarda halk arasında bu kuralın isteğe bağlı hale getirilmesi yönünde artan bir destek var. Ancak Liberal Demokrat Parti içindeki muhafazakâr kesim, bu değişikliğin aile birliğini tehdit edeceğini öne sürerek karşı çıkıyor. Japonya’nın en büyük iş dünyası lobisi Keidanren, evlilik sonrası ayrı soyadı kullanma seçeneğini savunarak yasal değişiklik çağrısında bulundu. Bu çağrı, ülkedeki kadınları güçlendirme çabalarının ve kadınların iş dünyasındaki varlığının artmasıyla da destekleniyor.
Yüksek Mahkeme, 2015 ve 2021’de yasayı anayasaya aykırı bulsa da, parlamentonun bu konuda adım atması gerektiğini belirtti. Japonya, bu konuda evli çiftlere aynı soyadını kullanma zorunluluğu getiren tek ülke ve halkın çoğunluğu ayrı soyadlarını kullanabilme seçeneğinin sunulmasını istiyor.
Dünya genelindeki soyadı uygulamaları, toplumsal cinsiyet rollerini ve kadınların toplumsal konumlarını yansıtan önemli göstergelerdir. Joséfa León Madrid’in İspanya’daki yasal zaferi, annenin soyadını koruma hakkının kabulüyle, İspanya’da ataerkil normların değiştiğini gösteren önemli bir dönüm noktasıdır. Costa Rica’daki eşitlikçi yaşam ve Japonya’daki soyadı konusundaki tartışmalar, kadın haklarının ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin gelişiminde kritik rol oynamaktadır. Bu uygulamaların değerlendirilmesi, kadınların kimliklerini koruma ve eşit haklara sahip olma mücadelelerinde önemli bir adım teşkil etmektedir.
Kaynaklar:
Netflix’in popüler belgesel dizisi “The Man with 1000 Kids”, Hollanda’da büyük bir tartışma yaratan Jonathan Jacob Meijer’in hikayesini anlatıyor. Meijer, 550’den fazla çocuğun biyolojik babası olarak tespit edildi ve sperm bağışlarıyla büyük bir skandala imza attı. Bu olay, Hollanda’da doğurganlık sahtekarlığı, yasal boşluklar ve kadın hakları konularında önemli tartışmalara yol açtı. Film, Meijer’in eylemlerinin etik ve hukuki boyutlarını ele alarak, bu skandalın bireyler ve toplum üzerindeki etkilerini gözler önüne seriyor.
Hollanda’da Tepkiler ve Yorumlar
Bu skandal, Hollanda’da yeterince ses getirmedi. Meijer’in eylemleri ilk olarak Stichting Donorkind isimli bir çocuk hakları organizasyonu tarafından gündeme getirildi ve ardından Hollanda’nın Lahey kentinde mahkemeye taşındı. Mahkeme, Meijer’in sperm bağışlamasını yasakladı ve bu yasağı ihlal etmesi durumunda 100.000 euro ceza ödemesine karar verdi. Ancak bu kararın etkili bir denetim mekanizmasıyla desteklenmemesinden dolayı, birçok kişi tarafından yetersiz bulundu.
Genetik Manipülasyon ve “Bleaching the Africa” Söylemi
Meijer’in bu eylemleri, genetik çeşitliliği azaltma ve belirli gen havuzlarının baskın hale gelmesi bağlamında büyük eleştiriler aldı. Çünkü bu durum, genetik manipülasyon ve beyaz Avrupa kökenli genlerin yaygınlaştırılması olarak değerlendirildi. “Bleaching the Africa” olarak bilinen söylem, Meijer’in eylemlerinin bir yansıması olarak görülürken ve bu tür eylemler, toplumsal eşitlik ve çeşitlilik açısından büyük tehlikeler arz etmekteydi.
Çocuklar ve Kandırılan Aileler Üzerindeki Etkiler
Doğan çocuklar ve kandırılan aileler üzerinde derin psikolojik etkiler bırakan bu olay, kadınların bedenleri üzerinde aldıkları kararların kontrolünü kaybetmelerine yol açtı. Bunun yanında çocuklar, biyolojik babaları üzerinden yüzlerce yarı kardeşe sahip olduklarını öğrendiklerinde kimlik krizi yaşayabilirler.
Hukuki Düzenlemelerin Yetersizliği
Hollanda’daki mevcut hukuki düzenlemeler, sperm bağışçılarının bu tür suistimallerini engellemekte yetersiz kaldı. Mahkemenin Meijer’e verdiği ceza, bir daha yapmaması durumunda öngörülen 100.000 euro para cezası ile sınırlı kaldı, ancak bu cezanın etkin bir şekilde uygulanması ve denetlenmesi konusunda hâlâ ciddi boşluklar mevcut.
Önceki Olaylar ve Süregelen Sorunlar
Bu olay, Hollanda’da yaşanan ilk skandal değil. Daha önce Jan Wildschut isimli bir doktor, benzer bir şekilde sperm bağışlarını suistimal ederek birçok çocuğun biyolojik babası olmuştu. Bu tür olayların tekrarlanması, Hollanda’daki sperm bağışı ve doğurganlık klinikleri üzerindeki denetim eksikliklerini gözler önüne serdi.
Medyanın Rolü ve Şeffaflık Eksikliği
Hollanda medyası, bu tür olayları yeterince şeffaf bir şekilde ele almamakla eleştiriliyor. Çünkü Meijer’in adının ve eylemlerinin uzun süre gizli kalması, mağdurların güvenliğini tehlikeye atıyor ve toplumsal bilincin oluşmasını engelliyor. Medyanın bu konudaki sorumluluğunu yerine getirmemesi, daha güçlü ve etkin denetim mekanizmalarının oluşturulmasını da zorlaştırıyor.
Irkçı ve Seksist Yapılar
Bu tür olaylar, hem ırkçı hem de seksist zihniyetin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Kadınların ve çocukların haklarının ihlal edilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği ve insan hakları açısından büyük bir sorun teşkil ediyor. Kadınların bedenleri üzerindeki kontrolün ihlal edilmesi ve çocukların kimlik krizi yaşaması, bu tür olayların ne kadar derin ve karmaşık sorunlara yol açabileceğini gösteriyor.
Günümüzdeki Etkileri ve Kadın Hareketine Yansımaları
Bu skandal, Hollanda’da ve dünya genelinde sperm bağışıyla ilgili yasal düzenlemelerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Kadın hareketleri, bu tür olayların tekrar yaşanmaması için daha sıkı düzenlemeler ve denetim mekanizmaları talep ediyor. Bu olay, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hakları mücadelesi için önemli bir dönüm noktası olarak görülüyor. Kadınların bedenleri üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmaları ve çocukların haklarının korunması için daha güçlü yasal değişikliklerin oluşturulması şarttır.
Kaynakça :
Kaynaklar:
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖