Background

Gaia Diyarı’nın “Şeytanları”

Hypatia’dan Bahriye’ye, Bahriye’den Türkan’a Laiklik Mücadelesi

Eksiliyorlardı. Artıyorlardı. Bazen yorulup yitirdiklerine her biri kendi dilinde ağıtlar yakıyordu. Bazen yorgunluklarından dirilip birbirlerinin omuzuna el atıp eteklerini savura savura, dans ediyorlardı. İşte bakın birbirlerine yurt olan, kadınlar diyarında ya da diyarın girişinde asılı olan tabeladaki adı ile Gaia Diyarı’nda yine şen bir dans vardı. Bu diyarda eğer sihirli kekler, gizli kapılar, sırıtan kediler, koşan tavşan, şakıyan kaplumbağalarla ilgili fantastik bir hikâye ile karşılaşmayı bekliyorsanız baştan uyaralım, hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Ne diyarın mekânı, ne diyarın özneleri size gizemli, eğlenceli, anlamı muallak bir dünya vadetmiyor. Bu diyar “şeytanlar”, “cadılar” ve “dinsizler” ile dolup taşan bir diyar. Kiminin adını bütün dünya biliyor, kiminin adını belki sadece ailesi ve yakın çevresi… Çoklar, çok fazlalar. Gaia Diyarı’nın en eskisi, eldeki tarihi verilere dayanarak söyleyebiliriz ki Hypatia. Tahminlere göre MS 370 yılında İskenderiye’de doğdu Hypatia. Bu arada hemen belirtmemiz de fayda var ki bu diyarda kıdem ya da as-üst ilişkisi yok. O nedenle Hypatia en eski olmasına rağmen Gaia Diyarı’nın, burada yaşamayı sürdüren tüm “şeytanları”, “cadıları” ve “dinsizleri” ile eşit. Hypatia tarihin bilinen ilk kadın matematikçisi. İşte o yüzden zaten ilk “şeytan”lardan.

-  Hani durup durup soruyor ya bazı beyler, “madem eşitiz neden çok az kadın bilim insanı var, neden hiç kadın filozof yok?”  diye vereyim cevabını size MS 370’den. Bu arada tanıştığımıza memnun oldum sevgili “şeytan”. Eeee muhtemelen buralarda takılıyorsan, Gaia Diyarıa’na yolun düşmüşse sende “şeytan” potansiyeli olsa gerek.  Ben Hypatia. Hııı nerde kalmıştım, bazı beyler demiştim. Evet, neden mi yokuz? Matilda etkisine maruz bırakılıyoruz da ondan, varken yokmuş gibi gözüküyoruz. İnat edip direnip görünürsek zaten kaçınılmaz olarak “şeytan”, “cadı” diye yaftalanıveriyoruz. Atina’da eğitimimi tamamlayıp İskenderiye’ye döndüğümde bir kadın olarak felsefe, matematik ve astronomi üzerine dersler vermekten hiç çekinmedim. Az çok başıma gelecekleri biliyordum. Hişşşşş bir saniye. Kulağınızı dışarıya verin… İşte yine biri meydanda bağırıyor.

Hypatia, meydandan Gaia Diyarı’na doğru yankılanan sese diğerleri ile birlikte kulak kabarttı, bir erkeğin sesiydi:

- Kadın çalışarak fuhuşa hazırlık yapar! Her çalışan kadın, gözü doymamış erkek demektir.

Gaia Diyarı’ndan sayısız şeytan, meydandan gelen sese karşı taaaa en içlerinden cıvıldaşarak büyüyen kahkahalarını tutamadı. Gaia Diyarı “şeytan” kadınların kahkahaları ile bir anda aydınlandı, çiçeklendi, tıpkı toprağın bahara kavuşmasındaki gibi bereketlendi. Kahkahalar meydandan duyulmuş olmalı ki hemen zifir gibi karanlık, puslu, kasvetli bir erkek sesi kahkahalara öfke ile yanıt verdi:

- Kahkaha atan kadın iffetsizdir. Kadınsa o da iffetli olacak. Mahrem, namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak, bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak.

Hypatia’ya hiç yabancı değildi meydandan Gaia Diyarı’na yayılan sesler. Sanki MS 300’lü yıllardan Başrahip Cyril konuşuyordu.  Üstünden 1600 yıl da geçse Başrahip Cyril, başka başka bedenlerde vücut buluyordu. Egemen sınıfın temsilcileri MS 300’lerde de yaşadığımız 2000’lerde de pragmatistti, kendi egemenliklerine zeval gelmesin diye. Dinci gericilik,her koşulda sömüren sınıfın devamı için belli ki en güzel sığınaktı. O yüzden bir sürü lakırdı, kutsal sayılan adamların, evet bu önemli adamların, yani erkek bireylerin dilinden kanun gibi ortaya saçılıyordu. Tanrısal düzenin, dünyevi olan düzene üstünlüğü ilan edilmeliydi ki siyasi iktidarlar tahakküm altına alınabilsindi. Boşuna dememişti Aziz Paul “Herkes kendisinin üstündeki otoriteye boyun eğmelidir, çünkü tanrıdan kaynaklanmayan bir otorite yoktur” diye. Ama durun bir dakika hiç kimse bu konuda Napolyon’un eline su dökemez.“Servet eşitsizlikleri olmadan bir toplum var olamaz; servet eşitsizlikleri de din olmadan meydana gelemez. Bir adam, tıka basa yiyerek şişen bir başka adamın yanı başında açlıktan ölürken ortada kendisine ‘Tanrı böyle istiyor, kiminin zengin kiminin yoksul olması tanrıdandır, ama öte dünyada, iş başka türlü olacak’ diyen bir otorite olmazsa, o adam bu farklılığı bir türlü anlamayacaktır”. Bu sözleri söyledi diye Napolyon’u sakın Papa taraftarı falan diye suçlamayın sevgili “şeytanlar”. Çünkü ona da bir cevabı vardı Napolyon’un “Benim bir Papa taraftarı olduğumu söyleyeceklerdir; oysa ben hiçbiri değilim. Halkın iyiliği için nasıl ki Mısır’da Müslüman oldum, burada da Katolik olacağım.” Ah tabii ya halk derken, kilise ile mücadele edip daha sonra çıkarları için dindarlaşan burjuvazi dahi kendi iktidarının devamı için yaptığı her şeyi halk yararına yaptığını söylemekte beis görmedi, ne tarihte ne şimdi! Gaia Diyarı’nın bir başka kadını “Kadına darağacına çıkma hakkı tanınıyor; öyleyse kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır” diyen Olympe, onu kimler giyotine yollamıştı? Fransız Devrimini birlikte yaptıkları erkekler.  Yukarıdan gelen seslere inat şen dansı ederken Gaia Diyarı’nın kadınları, Olympe’nin sözlerini hep bir ağızdan meydandan gelen sesleri bastırmak için haykırdı:

- Kadın, uyan; artık evrenin her yerinden duyulan mantığın seslerindeki haklarını yeniden tanı. Doğanın güçlü egemenliği, önyargı, fanatizm, hurafe ve yalanlarla çevrili değil artık. Gerçeğin yanan meşalesi budalalık ve zorbalık bulutlarını dağıttı çoktan.

Hypatia omuz omuza dans ettiği yanındaki kadın yoldaşına, evet onlar birbirlerine yoldaş diyorlardı çünkü MS. 300’lerden bu yana aynı yolda yürüyorlardı. Egemen sınıfların sıkı sıkıya halkları kontrol altında tutmak için kullandığı dinci gericiliğe karşı, bilimi ve insanın gerçekten özgürleşmesini savunan kadınların yoluydu yürüdükleri yol. Hypatia, dans ederken omzundan tuttuğu yoldaşına Bahriye’ye sordu:

- Tepemizde konuşan bu adamlar ortaçağ ruhban sınıfının akrabaları mı? Laicoslara hükmetmeye çalışıyorlar yine değil mi?

Ne de olsa Atina’da eğitim almıştı Hypatia. Onun dilinde Laicos deniyordu halktan olan kimselere ya da din adamı olamayan kimselere. Çünkü o tarihte ya halktın ya da ayrıcalıklı sınıfa sahip olan kilisenin üyesiydin. Bahriye, Hypatia’ya gülümsedi:

- Ta kendileri. Halktan olmayan kimseler onlar Hypatia!

Aritmetik üzerine 13 ciltlik kitap yazan, kadınların bilim üretmesi için çabalayan, bilime birçok katkı sunan Hypatia, döneminin ayrıcalıklı sınıfı rahipler için çok tehlikeliydi.  Hiç kadından bilim insanı, araştırmacı olabilir miydi?

- Sen kimsin de bize vaaz veriyorsun? Bu kadın nereden çıktı? Bu ne iş. Erkekler kadınlardan vaazmi alırmış? Bizim kadınlardan alacağımız eğitime ihtiyacımız yok!

Gaia Diyarının kadınları, meydandan duyulan ses ile bir iki saniye duraksayıp birbirlerine baktı.  Onlar bu sözlerin sonunun nereye gideceğini biliyordu. Yukarıdaki ses, Hypatia’ya değil afet ve acil durumlarla ilgili eğitim veren müftülük çalışanı Ayşe Yılmaz’a söyleniyordu, ismi lazım değil bir erkek tarafından, 2016 Türkiye’sinde. (Aslında yukarıdan duyulan seslerin hepsi bundan sonra Başrahip Cyril diye anılabilir ya da ismi lazım değil diye. Karar siz “şeytanların”. Hangisini kullanmak isterseniz Gaia Diyarı’nın kabulüdür. Ama biz o adamları bundan sonra Başrahip Cyril olarak isimlendireceğiz.Eeee, yok çünkü Başrahip Cyril’den bir farkları).

Hypatia ile Bahriye’nin, Bahriye Üçok’un arasında farklı bir bağ vardı. İkisi de dinci gericiliğin hedefindeydi. Hem de hala!Başrahip Cyril, Hypatia’yı kara büyüyle uğraşan bir cadı ilan etmişti. Şeytan’dı, dinsizdi. Başrahip Cyrillerin bir özelliği de tarihten günümüze örgütçü olmaları. Gerici cemaatleri örgütlemek konusunda bir hayli usta olduklarını kabul etmek lazım. Başrahip Cyril, cemaatini Hypatia’nın “şeytan”, “dinsiz” ve “cadı” olduğuna inandırdı. Dönemin gericileri, Hypatia’yı sokakta yakaladı ve sürükleyerek kiliseye götürdü. İstiridyelerle parçalayarak öldürdüler Hypatia’yı. Yine de rahat etmediler. “Şeytan”ı tam olarak imha etmeliydiler. Kütüphane ile birlikte yaktılar Hypatia’nın cesedini.

- Kadının fıtratında erkeğe köle olmak var.

İşte yine başka bir Başrahip Cyril, şarkıcı olmuş bir Başrahip Cyril, meydan da konuşuyor. Cemaatini, 1600 yıldır Laiklik mücadelesini sürdüren kadınlara karşı kışkırtıyordu. Bahriye, Hypatia’nın güneşten aydınlık yüzüne elini sürdü. O da tıpkı Hypatia gibi katledilmişti. “Bir kadın olarak sus” diye kiliselerde, mecliste, meydanlarda bağıran Başrahip Cyriller susturamayınca Bahriye Üçok’u, “katli vacip” demişler ve tetikçilerini devreye sokarak katletmişlerdi.

- Hypatia, küllerinden doğdum senin. Öldürdüklerini sanıyorlardı seni, bak senden 1500 küsur yıl sonra 1919’da Sivas’ta senin küllerinden doğdum ben. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Ortaçağ Türk-İslam Tarihi bölümünden mezun oldum. İlahiyat Fakültesi’nde akademisyenlik yaptım. Dünya’da ilk değildim ama Türkiye’de suikastla katledilen ilk kadın öğretim görevlisiyim. Sınıfım, sınıfındır Hypatia. Halktan olan kimselerdendim, sen gibi, senin dilinde söylendiği gibi Laicostum. Babam, daha anamın karnındayken terk edip gitmiş anamla beni. Annem yıkılmamış. Beni de alıp Trabzon’a gitmiş. Beni tek başına da olsa okutmaya karar vermiş. Trabzon’dan İstanbul’a üçüncü sınıf vapurlara binip ticaret yapmış. Çalı süpürgesi satmış, hububat satmış, terzilik yapmış. Daha dördümdeyken yaşım, elime Kuran’ı vermiş. Altı yaşında hafız olmuşum olmasına ya annem okumamı da istemiş. O yüzden hiç yılmadan çalışıp para biriktirmiş. Okutmuş beni. Okumalıydı kız çocukları, bilime ulaşmalıydı. Buna adayacaktım ben de ömrümü.  Erkek egemen bir toplumda cesur olmak bir zorunluluktu, tıpkı senin gibi Hypatia!

Hypatia, Bahriye’ye gururla, sevinçle baktı:

- Ah Bahriye hem de “tebaa” olmaktan, “yurttaş” olamaya geçmişken ülkeniz, Cumhuriyet’i ilan etmişken topraklarınızda demek laiklik kamusal güvenceye alınamamış kız kardeşim. Ne senin yaşadığın yıllarda ne de şimdi!

Yukarıda, meydanda konuşmalar sürüyordu. Kürsüden bir Başrahip Cyril iniyor diğeri çıkıyordu. Hiç boş bırakmıyorlardı.

- Türk Hanımı evinin süsüdür, erkeğinin şerefidir.

Bahriye, uzaklara daldı. Hypatia gibi sokaklarda sürünerek linç edilmemişti ama son çığlıklarını kızı Kumru duymuştu. Kumru vardı şimdi yine aklında. Onunla şakalaşmaları, onun annesine gelen tehditlerle başa çıkma yöntemleri… Derin bir nefes aldı Bahriye Üçok. Gaia Diyarı’ndan çıktı gitti zaman.  Ölümünden bir gün önce Kumru ile birlikte evlerine geldiklerinde, 5 Ekim 1990’da kapıda Express kargodan gelen bir notla karşılaşmışlardı.Notun üzerinde “Bahriye Üçok’a ait bir paketin olduğu ve kargo şirketinden elden alınması gerektiği” yazılıydı. Bahriye’nin içine bir karabasan gibi çökmüştü o not! Acaba alması gereken paketin içinde ne var diye sorup duruyordu zihni. Kumru, annesini rahatlatmak için yine şakaya vuruyordu. “Ne olacak bombadır belki de” diyordu. Sadece şakaydı Kumru’nun sözleri. Nereden bilebilirdi ki şakasının gerçek olacağını. Bahriye, zihnini dağıtmak için o gece işlerine gömüldü. Yarın Türk Hukuk Kurumu’nda paneli vardı. Bütün konsantrasyonunu panelde yapacağı konuşmaya verdi.

- O kadar çok tehdit alıyordum ki kapımdaki notu görünce bir an kaygılansam da çabucak unutmuştum notu. Daha mühim şeyler vardı. Laiklik saldırı altındaydı. Oysa laiklik ve eğitim özellikle kız çocuklarının eğitimi arasında kopmaz bir bağ vardı. Kadınlar için hayat memat meselesiydi. Ne zaman gericilik başlasa, ilk tehlike, kadın haklarınadır. Laiklik olmadan birada yaşamamız mümkün değildir. Kafamın içinde bunlar dolanıp dururken kargo şirketinden elden almam gereken paketi unutuvermiştim. Unutmadan çalışmalarıma devam edemezdim ki onca ölüm tehdidiyle. TRT’de iki yıl önce katıldığım programda söylediklerimden sonra tehditlerin dozu arttı. Bir ilahiyatçı olarak Kuran’da örtünme zorunluluğu olmadığını ayetlerle anlattım. Tepkilerle karşılaşacağımı biliyordum. İlahiyatçı olmasam belki de bu kadar rahatsız etmeyecektim gericileri. Geri adım atarsam ülkemin kadınları için yaşamsal derecede öneme sahip laiklik mücadelesinden vazgeçmiş olurdum. Geri adım atmadım. 

Gaia Diyarı’nın bir başka kadını Hizbullah tarafından günlerce süren işkence ile katledilen Konca Kuriş, Bahriye’ye yaklaştı. Ellerini tuttu sessizce. O aile içinden gelen, o nedenle de derhal susturulması gereken en sakıncalı çatlak seslerden biriydi. Müslümandı, örtülüydü ve anlamıştı ki ona öğretilen dinin kaptanı erkeklerdi. O yüzden yüksek sesle “Müslüman bir kadın olarak haklarımı istiyorum” diye haykırdığı andan itibaren, kendine Müslüman da dese “şeytan”dı artık egemen güçler tarafından desteklenen gericilerin gözünde. Konca, meydana doğru bir kez daha cesurca haykırdı, bir eli Bahriye’nin elini sımsıkı kavramışken:

- Bugünkü Kur’an meallerindeki hatalardan çok şikâyetçi olup, bunları bir dini tahrif olarak görüyorum. Şimdiye kadar Kuran’ı hep erkek egemen toplum çevirdiğinden dolayı kadınlarla ilgili olan hükümlerde çok sert çeviriler yaptıklarını büyük bir esefle kınıyorum. Ben, Rabbimin bana vermiş olduğu geniş yolda haklarımı istiyorum.

Ardından Bahriye haykırdı, bombalı saldırıya uğramadan önce söylediği sözle haykırdı:

- Bir gün gelir, zaman bizim ne kadar haklı olduğumuzu gösterir!

Zaman, Bahriye’yi haklı göstermişti. Gaia Diyarı’nın kapısı açıldı. Gaia Diyarı’nda üretilen tohumları dışarıya taşıyan ulak kadın içeri girdi. Öfkeliydi, kararlıydı. Bir nefes, dışarıda olup biteni yoldaşlarına anlatmaya koyuldu:

- Meydanda Başrahip Cyriller konuşurken diyanet camilerden fetva veriyor. Şimdi de miras hakkımıza sert sözlerle saldırıyorlar. “Karşılıklı rıza olmadan Yüce Rabbimizin koyduğu miras ölçüsünü değiştirmek ilahî adalete aykırıdır. Dolayısıyla kişinin; kız çocuklarını mirastan mahrum bırakması, kız çocuklarının da Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul hakkıdır” diye hutbe okuyorlar. Diyorlar ki “Kısa giysiler ve şeffaf kıyafetler giyilmesi, nerede ve hangi amaçla olursa olsun Allah’ın örtünme emrini ihlaldir, haramdır.” Hutbelerini bitirirken yine birilerini Şeytan ilan etmekten hiç çekinmiyorlar… "Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, bilsin ki şeytan, ancak hayâsızlığı ve kötülüğü emreder…" diye buyuruyorlar.

Zaman Bahriye’yi fazlasıyla haklı çıkarmıştı. Şimdi kadınlar kazanılmış tüm haklarının ortadan kaldırılması tehdidi ile karşı karşıyaydı. Bahriye, o karanlık günde belki de endişesini bastırmak için çalışmaya vermişti ya kendisini gün ışıyınca yeniden hatırlamıştı adına kargo şirketinden alınması gereken bir paket olduğunu. Çok da yoğun bir günüydü. Şofben bozuktu, tamirci gelecekti. Saat beşte, Tük Hukuk Kurumu Paneline hazırlanıp yetişecekti. Kumru annesine: “sen evde kal, ustaları bekle, paketini ben alırım” dedi.  Bahriye, “evham yapma” dedi kendi kendine” ve kabul etti Kumru’nun paketi alıp getirmesini. Bahriye, Kumru’nun ardından daldı gündelik telaşına. O telaş Kumru’nun Kuzgun Sokak’taki Express Kargo’dan aldığı paketi eve getirene kadar sürdü. Kumru’nun aldığı paketin ucu yırtıktı. Yırtıktan göründüğü kadarıyla da iki kitap üst üste duruyordu. Bahriye’ye dün yaptığı şakayı sürdürdü “al bombanı getirdim” dedi.Bahriye’nin içine bir kuşku düşmüştü. Reşit olmadan velisinin arzusu ile evlendirilmiş olan kızların, reşit olunca bu evliliği feshettirme hakları vardır diye yazmıştı. Tarihte tespit edebildiğim 17 hükümdar ve 12 nâibe kadının varlığı bize gösteriyor ki, İslam dini kadını toplum hizmetlerinden alıkoymamış, tersine ona sosyal hakların en önemlilerini tanımıştır. O halde İslam ülkelerinde yüzyıllar boyunca hüküm süren harem hayatının nasıl olup da başladığı ve toplumsal hizmetlerden kadının nasıl olup da uzak tutulduğu sorulabilir. Hiç şüphe yok ki, orta ve yeniçağlarda İslam kadınını hareme kapayan sebeplerin başında büyük fetihlerden sonraki servet artışları ve bunun sonucu olarak Bizans ve Sasani aristokrasisinin taklidi gelmektedir, demişti. Türbanın siyasallaştırılmasının ileriye dönük tehlikelerini dile getirmişti. En çok da örtünme zorunluğunun Kuran’da olmayışını söylediği sözler rahatsız etmişti Başrahip Cyril’den olma yeni nesil Cyrilleri.

Gülerek Kumru “al bombanı getirdim” deyince yıllardır aldığı tüm ölüm tehditleri hızla geçmişti zihninden. Kumru’nun elinden paketi alınca bir tuhaf hissetmiş ve sonra paketi tam açacakken Kumru’ya dönüp “sen benden uzak dur” deyip odadan çıkmıştı, paketi açmak için. O odadan çıktıktan sonra büyük bir patlama sesi duyuldu. Bahriye’nin kolu ve bacağı kopmuştu, hastaneye yetiştirilse bile ameliyata alınamadan gözlerini yumdu.

- Ol yedi yerimden vursalar yare vursalar yâre/ Cerrahlar derdime kılmasa çare/ Vay beni beni/ Kemendi bend ile çekseler dare çekseler dare/ Gene geçmem ala gözlü yar senden oy… oy oy…/ Padişahlar katlime ferman eylese ferman eylese /Gene geçmem ala gözlü yar senden/ Vay beni beni/ Cellatlar karşımda satır bilese satır bilese/ Gene geçmem ala gözlü yar senden oy… oy oy…

O sadece bir İlahiyatçı değildi, eğitimli bir operacıydı, söylediği aryalar bile yaşadığı dönemin Başrahip Cyrilleri tarafından eleştiri oklarına uğruyordu. Bir ilahiyatçı hiç arya söyler miydi? Bir ilahiyatçı kadın, “başörtüsü siyasal İslam’a alet ediliyor, örtünmek kuranda zorunlu değil” der miydi? Ve şimdi Gaia Diyarı Bahriye’nin sesi ile yankılanıyordu. Ahmet Adnan Saygun’un Bozlak’ı,  Bahriye’nin sesi ile Gaia Diyarı’nın duvarlarını delip Başrahip Cyrillere boyun eğmeyeceğini haykırıyordu. Gaialı yoldaşları,  Bahriye’ye eşlik ediyordu.

- Padişahlar katlime ferman eylese ferman eylese /Cellatlar karşımda satır bilese satır bilese…

Onlar, cellatların bilediği satırlar karşısında canları pahasına da olsa geri adım atmayan kadınlardı. Bahriye’nin suikastını İslami Hareket Örgütü üstlenmişti. Tesettür konusundaki düşünceleri yüzünden bu kararı aldıklarını ve “İslam’a sınır koyanları öldürmeyi borç bildiklerini” söylemişlerdi. Laiklik ve kadın mücadelesi Bahriye Üçok’u, dinci gericiliğin hedefine koymuştu.

Bahriye’nin aryasına eşlik eden Türkan, gözlerinden binlerce tohum bıraktı, dışarıya o tohumları götürecek ulak kadın, Türkan Saylan’ın gözlerinden oluk oluk akan tohumları heybesine doldurdu. Tarihin bilinen ilk “şeytan”larından Hypatia, Başrahip Cyrillerin öldükten sonra bile saldırmaya devam ettiği Türkan Saylan’a yaklaştı. Türkan’ın gözlerinden dökülen tohumlardan kalan kırıntıları parmağının ucuyla aldı, sımsıkı sıkıp yüreğine bastı tohum kırıntılarını.

- Dokunmayı seversin Türkan biliyorum. Kimselerin dokunmaya cesaret edemediği cüzzam hastalarına dokundun, eğitim kız çocukları için yaşamsal önemdedir deyip yüzlerce kız çocuğuna dokundun, Hrant katledildiğinde koşarak Agos’a gidip dostluğa dokundun, “ne şeriat, ne darbe” diyerek faşizmi ve gericiliği savunanların damarına dokundun. Şimdi burada Gaia Diyarı’nda birbirimizden doğuyoruz, bugün Bahriye’nin, Konca’nın ve senin ülkenin meydanında seslerini yükselten yeni rejimin Başrahip Cyrillerine karşı verilecek bir mücadele varsa; öpülesi gözlerinden dökülen tohumlara her zamankinden çok ihtiyaç var demektir Türkan!

Hypatia, hayatının son günlerinde bile linç edilen, saldırılara uğrayan, Fethullah Gülen Cemaati denen gerici yapılanmanın “çamur at izi kalsın” taktikleri ile karalamaya çalıştığı Türkan’ın, güneşe bakan kadınlar cesaretlensin diye tohumlar döktüğü gözlerinden öptü. Bu sevinçli anlara; kelebekler, Mirabel kardeşler kanatlarını çırparak eşlik etti.

- Dinin kamusal ve siyasal alanın belirleyicisi olmaktan çıkartılmasını savundum. Bu alanlarındini kurallarla düzenlenmesini reddettim. İnancın özel alanla sınırlı olması gerektiğini savundum. Tıpkı Bahriye gibi. Eğer böyle olmazsa bundan en çok yoksulların hatta yoksul kız çocuklarının, dokuz yaşında evlendirilmeye zorlanan kız çocuklarının, annelikten başka hiçbir vasıf verilmek istenmeyen kadınların, zarar göreceğini düşündüm. Laikliği burjuvaların bir derdi olarak değil aksine alt sınıfların yaşamsal damarı olarak gördüm. O yüzden kurdum Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni. Kız çocukları okumalı ve toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele edecek gücü kendinde bulmalı diye düşündüm. 

Türkan Saylan’ın kurduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden aldığı burslarla okuyup kadının eşitlik ve özgürlük mücadelesini sürdüren onlarca kızı, Mavili’si, Hatice’si, Ayşe’si, Türkan’a elini uzattı. Onlar Türkan’ın kardelenleriydi. Türkan’a biçilen sıfatların hiçbiri onlar kadar gerçek değildi. Çoğu, on çocuklu ailelerin erken yaşta evlendirilme tehditti ile karşı karşıya kalan kız çocuklarıydı bir zamanlar. Mavili, Hatice, Ayşe ve diğerleri ceplerinden çıkardıkları bir mektubu birlikte okumaya başladılar. Türkan’ın kız çocuklarına hitaben yıllar önce yazdığı mektubu:

- Sen sevgili kızım, artık neden kız doğmuşum demeyi bırak. Olabileceğinin en iyisi olmayı hedefle! Ailen seni iyiye, daha iyi bir yaşama yönlendirememişse, ananın yazgısı senin yazgın gibi yorumlanmışsa, karşına bir yönder olarak kesinlikle bir öğretmenin, çağdaş̧, yol gösterici, ufuk açıcı bir büyüğün çıkacaktır. Onu yüreğinle ve aklınla dinle. İşte o, senin koşullarında iken kabuğunu bir şekilde kıran ve sonra da sizlerin yolunu açmayı öz görev bilen bir benzerinizdir.

Mavili, Hatice, Ayşe ve diğerleri şimdi üstlerine düşen öz görevi biliyorlardı. Yeni rejim otoriterleşirken aynı oranda dinselleşiyordu ve Bahriye’nin dediği gibi Ne zaman gericilik başlasa, ilk tehlike, kadın haklarınaydı. Laiklik olmadan birada yaşamamız mümkün değildi. Bunu meydandan yükselen sesler ispatlıyordu.

- Kadınlar için tek kariyer Annelik! Annelerin, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir.

Dinselleşme her alanda hâkimdi artık. Emeğin tevekkülünden, kadının kamusal alandan gittikçe çekilmesinin önünün açılmasına kadar.  Depremlerde, iş kazası diye kabul ettirilmeye çalışılan katliamlarda, sellerde önce din adamları boy gösteriyordu. Kamusal alanda var olma mücadelesini sürdüren, kazanılmış haklarından vazgeçmeyen kadınlara meydanlarda barikatlar kuruluyor, coplanıyorlardı. Sömürü yine kendisini en çok din üstünden meşrulaştırmaya çalışıyordu.

Gaia Diyarı’nın tüm kadınları, Türkan Saylan’ın gözlerinden dökülen tohumları, gerici seslerin yükseldiği meydana serpmek için hazırdı. Bugün görev sadece ulak kadına ait değildi. Hep birlikte öz görevlerini bir kez daha yerine getirmeye hazırdılar. Kelebeklerin, Mirabel Kardeşlerin kanatlarında her biri bir desene dönüşecekti. Onlar; Hypatia, Olympe de Gouges, Bahriye Üçok, Konca Kuriş, Türkan Saylan, Mirabel kardeşler ve ismini sayamadığımız yüzlerce kadın, yaşamın kaynağı Gaia’nın bir parçasıydı. Onların her birinde Gaia’nın bereketli yaratıcılığı da, bereketini engelleyecek her türlü düzene karşı mücadele edecek yıkıcılığı da vardı. Gaia, onların devrimci damarıydı.  Ve şimdi meydandan yükselen seslere karşı Gaia’nın yıkıcılığını göstermeye hazırdılar. Kadınlar, Mirabel Kardeşlerin kanatlarında bin bir desen olmaya hazırlanırken içlerinden biri “Yaşar Nezihe nerede?” diye sordu. Gaia Diyarı’nın kadınları tam Yaşar Nezihe’ye seslenecekti ki kapı aralandı. Yaşar Nezihe gülümsedi, “size bir sürprizim var. Tohumları meydana serpmemize bakın kim yardım edecek” dedi ve kenara çekildi. Meğer arkasına diyanetin son hutbelerini protesto etmek için başörtüsünü çıkaran Berrin Sönmez’i saklıyormuş.  Şimdi tamamdılar. Tohumlarını serpip bir kez daha öleceklerdi, Mirabel Kardeşlerin kanatlarında meydana gitmeye hazırdılar. Ölümlerine saniyeler kala ışıldıyorlardı. Biliyorlardı tohumlardan yeniden dirileceklerdi, Başrahip Cyrillerle mücadele etmeye devam etmek için ölüp ölüp dirilecekler, hiçbir zaman bitmeyeceklerdi.

Editör: Gül Büyükbeşe
Düzelti: Gül Büyükbeşe
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Seda Bedestenci Yegâne, Sinem Yıldız
Seslendirme: Filiz Kılıç

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation