DosyaHaziran 2025Söyleşi Şilan Geçgel 13 Haziran 2025
“Kürt siyasetinde kadınsız bir karar alınmayışı, kadınsız herhangi bir mekanizma kurulmayışı, aksi takdirde kararların da mekanizmaların da meşru görülmediği bir sistemimiz var. Bu sistem aynı zamanda hem içte hem dışta devam eden erkek egemenliğine karşı da en etkili öz savunmamız.”
Kadın ve Direniş dosyamız; bazen ağabeye, babaya ve kocaya bazen ise patrona, sermayeye ve düzene başkaldıran kadınlardan ilham alıyor. Her koşul ve şartta birbirlerini ve farklı görüşleri duymaya ilk önce kadınlar hazır oluyor; her toplumsal olayda en ileri mevziide ve en önemlisi ortak mücadele bayrağı altında ilk önce kadınlar buluşuyor.
Bugün köşemizde, derdini de dermanını da aynı topraklarda bulan kadınlar adına; TJA’lı Av. Ruşen Seydaoğlu var. Sevgili Ruşen’le, Kürt kadın hareketinin soluksuz yolculuğunu, inşa edilen kadın mevziilerini ve barış hayalini konuştuk.
İlk olarak Kürt kadınlarının siyasetteki temsiliyetiyle başlamak isterim. Kadın kotası, eş başkanlık sistemi gibi uygulamalar hangi ihtiyaçlar sonucu ortaya çıktı ve kadınlar açısından bugün ne ifade ediyor?
Kürt kadınların siyaset arenasına girmeleri oldukça uzun bir geçmişe dayanıyor. Kadın kotası eş başkanlık gibi uygulamalarımız biraz daha siyasetin, siyasi partilerle ilgili kısmı. Ama 90’larda, Kürtlerin varlık yokluk kıskacında tutulduğu zamanları siyasetle aşma eğiliminden bu yana mücadelede kadınlar da var. 91’de kurulan Yurtsever Kadınlar Derneği bunun ilk “kamusal” pratiği. Aynı süreçte Kürtlerin siyaset yaptığı parti HEP var, kadınlar bu siyasi parti içinde de yer aldı. HEP’in 91’deki SHP ittifakıyla seçime katılması aslında Kürt kadınlar açısından önemli bir eşik oldu. Leyla Zana ile Kürt ve kadın özneliği siyasette görünürleşti.
HADEP’le ise Kürt ve kadın kimliğinin daha kolektif-geniş bir zemini açığa çıktı. Bu dönem Kürt kadınların Kürt kimliği kadar kadın olmaya dayanan ayrımcılık biçimlerine karşı örgütlendiğini görebiliriz. Ben bu süreci ulusal ve sınıfsal sorunların cinsiyetinin ne olduğunun keşfedildiği, bunun politik söyleme dönüştürüldüğü ve bu farkındalığın da yürütülen mücadelenin niteliğini arttırdığı bir dönem gibi okuyorum. Nitekim DEHAP’ta ve en nihayetinde DTP’de, siyasette kadın görünürlüğünü arttırma hamleleri de bence bu farkındalıkla gelişti. Partinin yönetimlerde %40 kadın kotası uygulaması ve artık kadın kolları değil kadın meclisleri şeklinde örgütlenmeye geçiş de DTP ile başladı, kurumsallaştı diyebiliriz. Zaten devamında eş başkanlığın yasal güvenceye alınması için imza kampanyaları yapıldı ama sanıyorum yasallaşmasaydı da o noktadan sonra kadınlar eş başkanlıktan geri adım atmayacaklardı.İlk kadın eş genel başkan olan Aysel Tuğluk bu açıdan Kürt kadınların siyasetinde çok özel bir yerde duruyor.
Özel bir yerde duruyor çünkübu zorlu süreci Kürt kadın hareketiyle birlikte göğüsledi, ortada bir zihniyet sorunu olduğunun farkındaydı. Karşılaştığı bireysel saldırıların aslında kadın varoluşuna dönük olduğunu çözümleyebildi. Bir de eş başkanlığı beraber yürüttüğü isim, Ahmet Türk gibi toplumda karşılığı olan, mevcut siyasette kabul görmüş gibi bir erkekti.Yani Aysel, siyasi-entelektüel donanımını, kadın bakış açısını, toplumsallaşma iddiasını topluma kabul ettirmeye çalışırken; kadınların-kadın hareketinin siyasette karar verici pozisyonlarda olmasını da örgütlemek zorundaydı.
Eş Başkanlık Gelirse Parti Kapatılır
Mücadelenin kazanımlarını arka arkaya sıralayınca hiç sorun yaşanmamış sanılabiliyor.Kürt kadınlar olarak özellikle parti içinde eş başkanlığa karşı çok büyük bir erkek direnciyle karşılaştık. Sanki onca partimiz kapatılmamış gibi; “eş başkanlık gelirse parti kapatılır” dendi, iktidarın baraj sorunu yokmuş gibi “oy kaybederiz” dendi, sanki dünyanın yarısı değilmişiz gibi “o kadar kadını bulamazsınız” dendi. Bunları söyleyenler de öyle mütevazı ilçe örgütü yöneticileri değildi, siyasetimizde kabul görmüş erkeklerdi. Ama Kürt kadınların ısrarı ve kararlılığı birçok şey gibi erkekleri de dönüştürdü.
Erkekler dönüşmek, kadınlar da dönüştürmek zorundaydı. Çünkü Kürt kadınlar ve erkekler 80’lerde işkencelerden beraber geçtiler,90’larda faili meçhul cinayetlerle arkadaşlarını, akrabalarını birlikte kaybettiler. Ev içinde annelerinin, kız kardeşlerinin ve kendilerinin yaşadıkları şiddetten beraber rahatsız oldular, itiraz ettiler. Köylerinden göçertilirken topraklarını beraber kaybettiler; hafızalarını kaybetmemek, aslında kendi varoluşlarını, kültürlerini, taşıdıkları değerleri kaybetmemek için birbirlerinin hafızalarına ve dayanışmasına ihtiyaçları vardı.
Siyaset dediğimiz yaşamdır. Yaşamak için de siyaset yapıp beraber kurtulmak için de birbirlerine ihtiyaçları vardı. Tabi tüm bunlara rağmen erkek arkadaşlarımız çok uzun bir zaman, “siz toplumsal çalışma yürütün, örgütleyin ama biz yönetiriz” gibi yaklaşımlarla erkekliğin konfor alanlarına veda etmemek için direndiler.
Geldiğimiz noktada; Kürt siyasetinde kadınsız bir karar alınmayışı, kadınsız herhangi bir mekanizma kurulmayışı, aksi takdirde kararların da mekanizmaların da meşru görülmediği bir sistemimiz var. Bu sistem aynı zamanda hem içte hem dışta devam eden erkek egemenliğine karşı da en etkili öz savunmamız.
Kadınlar özellikle belediyelerde ve yerel yönetimlerde aktif görev alıyor. 2016 sürecinde başlayan kayyım atama politikaları ile kayyum atanan her belediyede ilk önce kadın kazanımlarına saldırıldığını biliyoruz.Kayyım politikalarından bölgedeki kadınlar nasıl etkilendi?
Kürt kadın hareketi de genel olarak Kürt hareketi de gücünü toplumdan, toplumsallıktan alan hareketler. Burjuva siyaseti yürütmediği gibi bizzat bunun karşısında durdu. Kadınları, işçileri, gençleri ya da halkları elitler yönetmesin toplum kendini yönetsin diye oluştu bile diyebiliriz. Bunun yolu da en küçük toplulukların bile kendilerine ve yaşadıkları ülkeye dair kararları verebilmelerinden, bu kararlara katılabilmelerinden, sorun nedir, çözüm ne olmalıdır sorularına kendi cevaplarını verebilmelerinden ve bu cevaplarla hayatı şekillendirmelerinden geçiyor. Bilhassa kadınların yok sayıldığı, yası bile tutulmayan oldukları toplumlarda öylesine hayati ki bu tutum.
Belediyeleri de kapsayacak şekilde yerel yönetimlere bakış açımızı ve politikalarımızı çok uzun zamandır bu yaklaşımla oluşturuyoruz. İşin bir tarafında eş başkanlar, belediye meclis üyeleri, seçimler varken çok daha büyük bir kısmını toplumun sadece seçerek değil bizzat katılarak yürüteceği yerel siyaseti üretmek oluşturuyor. Bunu yapabilmek için toplumu tanımak, sorunları bilmek kadar özgünlüklerini de görmek gerekiyor. Yani bırakın Serhat’ın, Botan’ın bölgesel özelliklerini, Amed’de Bağlar ve Kayapınar arasındaki farklılıklar bile yerel siyasette incelikle ele alınmak zorunda. Tabii ortaklıklar, kültürel tarih ve varlıkların korunması da bunun bir parçası.
Mesela bir köyün yola ihtiyacı var diye oraya asfalt döşemek, büyük açılışlarla gösteriş yapmak değil yerel yönetim politikamız. O köyde var olan her şeyi gözetmek; sadece insanların, erkek insanların değil kadınların, çocukların, florasının ve faunasının gözetilmesi. Ya da yardımlaşma adı altında insanlara eşyalar dağıtılmasından ibaret değil tam da dayanışmanın, ortak yaşamın üretilmesi için çamaşır evlerinin, tandır evlerinin, eğitim destek evlerinin, kreşlerin, kütüphanelerin, kadın merkezlerinin, kadın kooperatiflerinin kurulması. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmaya dayanan katılımcı, demokratik yerel yönetim modeli dediğimiz de bir sistem inşası.
Aslında kayyum atamaları ve politikaları da buna dayanıyor. Genelde toplumun kendini yönetmesi özelde ise toplumda kadınların özgürleşerek kendini yönetmesi tehlikeli bulunuyor. Tam da belirttiğiniz gibi yerel yönetimlerde de kadınlar ve kadın özgürlükçü yaklaşım belirleyici bir güç. Evet, belediyelerimizin kadın müdürlükleri ve kadın daire başkanlıkları var, buralarda çalışan yüzlerce kadın var. Aynı zamanda imarda da ihale birimlerinde de park bahçe işlerinde de yani bütün çalışma alanında kadınlar var. Anlayış kazandırmak kadar politikaların uygulanmasında da etkili bir katılımı var kadınların.Tehlikesi buradan.Haliyle iktidarlar için işe terörle mücadele demek daha konforlu. En konforlu, en denetimsiz oldukları iş kayyum ataması. Çok bilinen, ifade edilen bir durum ama kayyumların önce kadın merkezlerini, Jin kartları yani doğrudan kadınlara dair hizmetleri engellemesi de buna dayanıyor.
Kayyum politikaları, Kürt kadınların direniş kültürünün de etkisiyle önce büyük bir öfke uyandırdı diye düşünüyorum. Öfke hızlıca örgütlendi. Günlerce, haftalarca kadınları belediyelerinin önünde eylem yaptılar. Kadınlar hâlâ erkek-devlet şiddetine uğrarken; başvurabilecekleri mekanizmalar üretilmek zorundaydı. Yeniden kadın dernekleri, kooperatifleri gibi kadın kurumları açıldı, hukuki, psikolojik, ekonomik desteklerin verilmesi için diğer kadın ağları oluştu.
Kayyumun Kadınlara Hediyesi: Çeyiz, Evlilik, Düğün Kursları
Ama kayyum da boş durmadı. Engellediği kadın çalışmaları yerine dinci, milliyetçi, cinsiyetçi aklı üretecek ve toplumda yaygınlaştıracak çalışmalar yaptı. Çeyiz, evlilik, düğün, kuran kursları bunlardan sadece birkaçı. Bizim dayanışma dediğimiz yerde kayyumlar Kürt toplumu dilencileşsin istedi, muhtaçlık kültürü oluşturmak istedi. Her biri kadın özgürlüğünü-eşitliğini savunan çalışanlar yerine kendi aklının temsillerini belediyelere yerleştirdi. Kalanları da işleriyle ve ekmekleriyle sonsuz bir mobbinge maruz bıraktı. Kürtçe tiyatroyu, müziği, dahası Kürtçe hizmeti engelledi.
Kayyumlar, derin kadın yoksulluğunu kendi lehine kullanarak kadınların sokağa çıkma koşullarını bile ortadan kaldırdı. Dolmuş, otobüs parası olmayan kadın gerçekliğinden bahsediyoruz. Ev içi şiddet karşısında gidebilecekleri, gittiklerinde rahatça kalabilecekleri sığınma evlerini de oralara giden yolları da kapattı.
Ama Van ve Mardin büyükşehir belediyelerine atanan son kayyumlar üzerinden düşünelim. Sokağa çıktığınızda Neslihan’ın da Devrim’in de hâlâ o kentlerin eş başkanları olarak görüldüğünü hemen anlarsınız. Diğer belediyeler için de bu durum geçerli. Gülistan, Saniye, Birsen eş başkanlığın kadınlar öncülüğünde kazanılmış toplumsal bir değer haline geldiğinin önemli örnekleridir.
Günün sonunda kayyumun engelleyemediği eş başkanlık sistemi ve Kürt kadınların belediyeleri yeniden kazandığı mücadele oldudiyebiliriz. Kürt kadınların 50 yıllık politik serüveni, seçimlerde de tekrar tekrar belirleyici güç oldu. Makamlara oturabileceklerini ama Kürt kadınları engelleyemeyeceklerini, yönetemeyeceklerini, en azından bunu rızayla yapamayacaklarını anladılar.
Kürt kadın hareketi; bugün Türkiye’de ve dünyadaki kadın hareketleri içindeki dönüştürücü gücü en yüksek hareketlerden. Bu dönüştürücü gücün Ortadoğu özelinde de su yüzüne çıktığını görüyoruz. Rojava’da IŞİD’e karşı yükselen kadın mücadelesini ve Türkiye’ye yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt kadın hareketi ulus devlet sisteminin dayandığı tekçi politikaların hepsine, güçlü dayanaklarla itiraz eden bir hareket. Tabii sadece itiraz etmiyor, alternatifini de sunuyor, örgütlüyor. Türkiye toplumunu düşünelim. Bunca çeşitliliğin ve farklılığının, sırf kontrol altında tutulmak adına güvenlik, istikrar, terörle mücadele gibi gerekçelerle tek tipleştirilmeye çalışılması içinden çıkamadıkları ekonomik ve siyasal krizin asıl sebeplerinden. Farklı inançlardan, kültürlerden, etnik kimliklerden milyonların yaşadığı bir ülkeyi, sınırlarımı koruyorum siyasetiyle yönetmek toplumda çok büyük tahribatlara sebep oldu. Güvenlikçi politikalar ve çıkar savaşları ile sınır ötesi ve ülke içinde yapılan operasyonlara devasa bir bütçe ayrıldı, böylelikle toplum da kadınlar da derin yoksulluğa sürüklendi. Kadınları, halkları, hareketleri denetim altında tutmak adına şiddet aracı kontrolsüz bir şekilde kullanıldı, ifade özgürlüğü, örgütlenme hakkı, siyasete katılım aslında anayasal düzen askıya alındı. Türkiye’de bu şekilde somutlaşan sorunlar dünyadaki bütün ulus devletlerde de başka başka somut deneyimlerle sürüyor.
Ulus devlet politikaları sahiden de ölüm ve çözümsüzlükte ısrar anlamına geliyor. Bunun karşısında ise tıpkı Türkiye’deki diğer iktidar karşıtı toplumsal hareketler gibi bizler de mücadele ediyoruz. Ama çok önemli bir çalar var bence. Çözüm öneriyoruz. Demokratik ulus, ulus devletli sistemlerin tekçi politikaları karşısında özgürlük, eşitlik, adalet gibi değerlere dayanarak demokrasi, kadın özgürlükçülük ve ekolojik yaşam için tüm toplumsal kesimlerin yaşama da yönetime de farklılıklarıyla dahil olacağı yeni bir ulus modeli anlamına geliyor. Toplumdaki en küçük topluluklardan en geniş bileşenlere kadar yaşamın birlikte inşası için yan yana gelmek, soyut-kutsal devlet fanatizminden kurtarır diyor. Kaldı ki bu iddia ülkelerin, kadınların, eşyanın etrafına örülen sınırların hiçbir zaman özgürlük ve eşitlik koşulları sağlamadığına ve sağlamayacağına da dayanıyor.
Soruda bahsettiğiniz; Türkiye ve dünyadaki kadın hareketlerini dönüştürücü güç bence demokratik ulus perspektifine ve bu perspektifin hayata geçirilmesi için yürütülen örgütlenme çalışmalarından geliyor. Kürt kadın hareketi, Kürt kadınların varlık-yokluk kıskacındaki gerçekliğini görerek, mücadelesini Kürt kimliğinin savunusuyla başlattı ama çok kısa bir sürede kadın kimliğinin inkâr ve imha politikalarındaki belirleyiciliğini de kimlik mücadelesine dahil etti. Bunun hakkını verebilmek, soyut belirlemelerin ötesinde inşasını sağlamak dünyanın her yerindeki kadınlarla birlikte mücadele etmeyi, kadın sistemini beraber inşa etmeyi gerektiriyor. Yani kadınların ittifak politikalarını oluşturmak ve hayata geçirmek zorundayız. Feminist, sosyalist, demokrat, Müslüman, Ezîdî, Süryani, Arap, yerli, Tunuslu, Faslı, Lübnanlı, Avrupalı ya da tüm diğer aidiyetler içinde kendini ifade eden bütün kadınlardan oluşan kadın ulusundan bahsediyoruz.Sınırlara hapsedilemeyen ve yaşamı ilgilendiren her konuda birlikte ve özgün olarak siyaset üretmek ve hayata geçirmek.
Ütopya Gerçeğe Dönüştü
Elbette Ortadoğu, kadınlar açısından da insanlığın oluşumu açısından da daha özgün tarihsel anlamlar barındırıyor. Kadın-tanrıça kültürünün filizlendiği, geliştiği ve toplumları ilk elden etkilediği bir coğrafya. Bu sebeple erkek egemen ve kapitalist savaşların peşini bırakmadığı bir coğrafyaya dönüştürülmeye çalışıyor. Ama bitiremedikleri bir direniş damarı var. Kadınlar bu coğrafyada tarihsel yaratımlarını farklı farklı yöntemlerle korudular.Rojava’daki ve İran’daki direnişleri mevcut sistemlere karşı açığa çıkardıkları pratikleri kadar bu direniş kültürünün dayandığı kadın bilgisiyle de okumak gerektiğini düşünüyorum.
Rojava’da devam eden kadın devrimi ve İran’da yükselen JinJiyanAzadî devrimi dünya kadınları açısından kritik momentler oluşturdu.Kadın ve yaşam arasındaki tarihsel, felsefi bağa dayanarak direnirsek bu ceberut erkek egemen ve kapitalist sistemi ters yüz edebileceğimizi gösterdi. Böylelikle ütopya gerçeğe dönüştü.Dünyayı etkiliyor oluşumuzu bundan bağımsız görmüyorum.
Kürt kadın hareketi aslında çok uzun yıllardır kadınlarla ve kadın hareketleriyle ortak sorunlara karşı dayanışma duygusuyla yan yana geliyor. 97’den bu yana Türkiye’de bilhassa feministlerle birlikte hareket ediyor. Güçlü bağlarımız var. Ama kadın ittifakıyla demokratik ulusu inşa etmek, dayanışmanın ötesinde bir iddia bizler açısından. Yaşamı da yaşadığımız coğrafyaları da birlikte yönetmeye girişmek, bunun sorumluluklarını almak gibi görevleri var. Sadece ortaklıkların değil farklılıkların da bizi birlikte hareket etmeye sürüklemesi gerekiyor. Sadece itiraz ederken ve direnirken değil; inşa ederken de birlikte olmayı içeriyor.
Şiddet yaşayan kadının kapıyı çekip gidebileceği yerler oluşturmak, yoksullukla, açlıkla cebelleşenlerin ulaşacağı kolektif mutfaklar oluşturmak, yoksul bırakılan kadınların üretime dâhil olacağı, üreteceğini belirleyeceği, yöneteceği alanlar oluşturmak; ama bilime, sanata, şifaya, kültürüne ulaşabileceği komünleri meclisleri de oluşturmak demek özsavunma. Dünyanın her yerindeki kadınların birbirleriyle bütünlük içinde ve kendi yerellerinde, özgünlükleriyle bu sistemi inşa etmesi, kadınların kurtuluşudur diyoruz.
Kadın kırımının bütün politikalarına; savaş ve çatışma ortamına, tutuklamalara, cinayetlere, asimilasyon girişimlerine rağmen hâlâ ayakta olmak hem bizleri hem de dünya kadınlarını etkiliyor, yürüyüşümüze devam edebilmenin gücünü ve inancını veriyor.
Kürt kadın hareketi için Jineolojî’nin önemli olduğunu biliyoruz. Jineolojî neyi hedefler ve Kürt kadın hareketi içindeki önemi nedir?
Üzerine birçok kitap yazılmış, şimdiden yüzlerce çalışma yapmış, bu bilimsel çıkışı tek bir cevapla anlatmak sahiden de çok zor. Ama şununla başlayabilirim; “Kadın etrafında gelişecek bilim, doğru sosyolojiye atılmış ilk adımdır”, belirlemesi benim açımdan bir milat. Kadın varoluşunu, içinde mücadele ettiğim hareketi, sosyolojiyi, bunca yıldır sistemin okullarında, inşa edilen kadınlık ve erkeklik normlarıyla öğrendiğim, bireysel yaşamımda deneyimlediğim her şeyi yeniden gözden geçirmemin miladı. Sanıyorum hayatına jineolojî girmiş her kadın için benzer etkileri vardır.
Jineolojî 2008’de Öcalan’ın önerisiyle Kürt kadın hareketinin gündemine girdi. Tabi kökenleri çok daha eskiye dayanıyor. Kürt kadın hareketi her zaman bir yandan eylem halindeyken diğer yandan da kendi teori-kavram-kuram setini oluşturan bir hareket oldu. Yani dayandığı toplumsal ve ahlaki temelleri, tarihsel kökenleri kapsayan bir bilimsellik içinde büyüdü. Kadın kurtuluş ideolojisi, sonsuz boşanma, kopuş, erkeğin değişimi ve dönüşümü projesi, özgür eşyaşam, demokratik aile bunlardan bazıları. Jineolojî’de Kürt kadın hareketinin bu hem tarihsel hem de diyalektik yolculuğunun toplamına işaret ediyor diyebiliriz. Demokratik siyaset, ekonomi, felsefe, eğitim, sağlık gibi alanlaşmış çalışmalardan biri değil. Aksine bilimin dayattığı parçalılığa karşı bunların toplamının bilgisini ve eylemini kapsayan bir bütünlük. Tüm bu alanlara, dayandıkları geçmişe, örüldükleri zihniyete kadın odaklı yeniden bakışı ve gördüğüyle alternatif yaşamı örmeyiöneren bir bilim iddiası.
Mevcut pozitivist bilimin cinsiyetçi, karşıtlıklara dayanan, yabancılaştıran, maddesel ve deneysel yöntemlerle manipüle ettiği bilgi, yöntem ve sonuçlarına esaslı bir itiraz. Bilginin toplum için olduğunu, toplumdan çıkması gerektiğini, toplum tarafından denetlenmesi gerektiğini ve toplumda olması gerektiğini söylerken mevcut bilgilere şüpheyle bakmak gerektiğini de öneren bir yerde duruyor.
Bu aynı zamanda erkek egemen ve kapitalist sistemin tarihine karşı yeni bir kadın tarihi, toplumlar tarihi, siyaset tarihi yazmaya girişmek de demek. Haliyle kadınların kendi olma (Xwebûn) iradesini kapsıyor. Erkeklerin, devletlerin yarattığı kadınlığın, kadın tarihinin kadınlarda ve toplumda yarattığı tahribatı doğru, bilimsel çözümlerle onarma ve kader olarak sunulmuş her şeyin değişebileceğini düşündürüyor. Kürt kadın hareketinin, kadın varoluşuna dönük sistemsel bir saldırı olduğu tespiti aynı zamanda sistemsel bir müdahaleye ihtiyaç olduğunu da kapsıyor diye düşünüyorum. Bunun da cevabıbizim açımızdan yerel-bölgesel-enternasyonal demokratik kadın konfederalizminin inşasında. Jineolojî dekendisini alternatif sistemin dayanacağı bilim olarak konumlandırıyor, buna doğru yol alıyor diyebiliriz.
Tabii jineolojî kapsamında yapılan çalışmaların hiçbiri neticelendirilmiş değil şüphesiz dayandığı ilkeler var ama mutlaklıkları yok, yolculuğu devam ediyor.Yapım aşamasındaki devrim, inşa edilen devrim bu. Tek bir anı değil bitmeyen bir süreci ifade ediyor, devrim bizler için.
Bir yandan teori-kavram-kuramı toplumla birlikte üretirken diğer taraftan bunların eylemini, inşasını gerçekleştirmek demek. Bu yolculuk aslında her coğrafyada çeşitlilik ve farklılık taşıyor. Türkiye’de dergi çalışması, atölyeler, paneller, çalıştaylarla devam eden bir yolculuğu varken İspanya’da, İtalya’da, Latin Amerika’da enternasyonallerin de katıldığı kamplar yapılıyor. Rojava’daakademileşti ve aynı zamanda eğitim sisteminin müfredatına girdi. ABD’de, Avrupa’da akademik tez konuları haline geldi. Güney’de araştırma merkezi kuruldu. Kendini sosyalist ve devrimci olarak da ifade eden bir hareket olarak Kürt kadın hareketi,Jineolojî’yi başta feminist hareket olmak üzere iktidar karşıtı tüm toplumsal hareketlere açtı.
Jineoloji’nin geliştirdiği,“barış, toplumun yeniden inşasıdır” tespiti, içinden geçtiğimiz dönemde bir reçete olabilir mi? Bu bağlamda;Jineoloji’nin önerdiği kadın merkezli toplum modeli, klasik barış teorilerinden nasıl ayrılıyor?
Türkiye’de Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ile yeniden barış tartışmalarının başladığı bu süreçte aslında neden ve nasıl bir barış istiyoruz sorusunun yanıtlarını birlikte düşünmek ve ortak yanıtlarda buluşmak çok önemli. O kadar uzun zamandır savaş ve çatışma ortamındayız ki savaşa karşı mücadele eden halimiz “nasıl bir barış” sorgulamalarımızın yaygınlığını da etkiledi.
Çünkü bu deneyim maalesef terörle mücadele adı altında bir yanıyla sınır ötesi operasyonları, ülke sınırları içindeki saldırıları kapsarken diğer taraftan iktidar politikalarına karşı duranlar kadar tüm toplumsal kesimlerin de doğrudan ve dolaylı olarak temel hak ve özgürlüklerinin askıya alındığı, olağanüstü olanın olağanlaştırıldığı bir hale getirildi. Kadın erkek-eşitliği-özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme hakkı, siyasete katılım, işkence ve ayrımcılık yasağının çok farklı uygulamalarla yok sayıldığı 10-15 yıllık bir süreçten bahsedebiliriz ama bunun cumhuriyet tarihi açısından 100 yılı aşkın, erkek egemenliği ve kapitalizm açısından ise 5000 yılı aşkın bir geçmişten geldiğini görmek gerektiğini düşünüyorum.
İnsanın doğaya tahakkümü, erkeğin kadına tahakkümü, devletli sistemin başta kadınlar olmak üzere tüm toplumsal kesimlere tahakkümü aslında deneyimine deneyim ekleyerek bir sarmal halinde kendini bugüne getirdi.
Savaş Kendini Kadın Kırımıyla Ayakta Tutuyor
Barışmanın koşulları olarak gördüğümüz anayasal statü, TMK ve infaz kanunu gibi yasaların kaldırılması, hasta mahpusların serbest bırakılması gibi taleplerin yerine getirilmesi durumunda barışın kendiliğinden geleceği ve kalıcılaşacağı yanılgısına kapılmamak gerekiyor.
Savaş ve krizlere karşı barışın toplumsallaştırılması ama örgütlenirken savaşın ideolojilerini ifşa etmek, barış süreçlerinde de devlet aklının toplumsal değerlerden ne koparırsam diyerek hareket edeceğine karşı hazırlıklı olmak ve başka-karşı bir zihniyet örmemiz gerekiyor.
Savaş kendini tahakkümle, hiyerarşiyle, ekolojik yıkımla ve kadın kırımıyla ayakta tutuyor. Toplum ucuz-ücretsiz iş gücü olarak kullanılıyor. Açlık sınırının altında yaşıyor. Çocuklar beslenemiyor. Ama bu ülkenin bütçesinin %10’undan fazlası, toplam 1 trilyon 608 milyar lira savaşa, “savunma ve güvenlik” harcamalarına gidiyor.
Kadınlara karşı statülendirilmemiş bir savaş yürütmek, üniformalı şiddetiyle, cezasızlık politikalarıyla kadınları bu tahakküm piramidinin en altında tutmak. Yani geldiğimiz aşama kendisini sömürü, güvenlik politikaları ve kapatma kültürü üzerinden inşa eden kapitalist modernitenin ve onun kurumlarının dayandığı pozitivist bilim, erkek egemen bakış açısı ve sömürgeci karakterin krizden geçtiğini ispatlar nitelikte. Kadına bedeniyle ve yaşamıyla; doğaya tüm unsurlarıyla sınırsız sömürü yaşatmak, yaşamı olabildiğince parçalamak, birbirinden ayırdığı parçaları zor aygıtıyla tekelinde tutmak, bilgi ve teknolojiler ile hükmetmek aslında doğal olan, toplumsal olan, toplumu bir arada tutan tüm değerlere savaş açmak anlamına geliyor.
Kendisini sürdüremeyen sistemin mevcut haliyle zor araçları; şiddet, yargı tacizi, ayrımcılık, güvenlikçi politikalar toplum nezdinde ifşa olmuş durumda. Bu haliyle devletli, sınıflı tarih boyunca krizi krizle çözen bu aklın karşısında toplumun içinde tutulduğu cendereden çıkması, mücadelesini ve yeni yaşam perspektifini neye dayandıracağı ve nasıl örgütlendireceği sorununu çözmek de artık iktidar karşıtı toplumsal hareketlerin üstlenmesi gereken bir sorumluluk olarak kendisini dayatıyor.
Ve evet Jineolojî, “barış, toplumun yeniden inşasıdır” derken kendini ürettiği, yapmayı hedeflediği bütünlük içerisinde aslında erkek egemen ve kapitalist zihniyetin dönüşmesi ve dönüşen kadın özgürlükçü zihniyetle toplumsal bir sistem kurmaya doğru yürüyor, bunun bilgisinin, kurumlarının peşinde. Yani kurumların adını, bilginin tekelleştiği cinsiyeti, ulus devleti yönetenleri değiştirmeye çalışmıyor. Tahakküm ve hiyerarşiyle, sonsuz kâr amacıyla, cinsiyetçi, dinci, milliyetçi, kaba insan merkezci ideolojilerle toplumun kâbusu olan sistemi alaşağı ederek yeni bir yaşamı, çakılları döşeme aşamasından itibaren oluşturmaya çalışıyor
Halklar, kimlikler ve tüm diğer oluşlar arasındaki yarılmaların kapatılarak beraber yaşamın değerlerinin yeniden ortaya konacağı, inşasının da yolunun yönteminin birlikte bulunabileceği bir zemin anlamına geliyor.
*Fotoğraf: Gazeteci Şehriban Aslan- Jin News
Editör: Müjgan Tekin
Düzelti: Müjgan Tekin
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Seslendirme: Ekin Yıldıran
Yazar Hakkında Bilgi
Okumaya, yazmaya, düşünmeye müptela. 2018'den beri İleri Haber sitesinde kitap eleştiri yazıları yazıyor. Yürüyerek kitap okumayı çok seviyor ve polisiye romanlarda katili hiçbir zaman bulamıyor.
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖