DosyaKasım 2025 Hatice Özbay 15 Kasım 2025
1923 Ekim’inde ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, yalnızca Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi gövdesinin sona ermesi değil, aynı zamanda “milletin egemenliği” ve “laik devlet” ilkelerinin yeni bir siyasal zemin üzerine inşası anlamına geliyordu. Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde yürütülen Cumhuriyet devrimi, yalnızca bir siyasal rejim değişikliğini değil; din ve devlet ilişkilerinin halk egemenliği, akıl ve bilim temelinde yeniden tanımlanmasını da içeriyordu. Ancak laiklik, tek bir liderin iradesiyle değil, modernleşme, eşit yurttaşlık ve özgürleşme talep eden geniş bir toplumsal hareketin ortak ürünü olarak biçimlendi. Bu yönüyle devrim, yalnızca bir yönetim biçimi değil; halkın, özellikle de kadınların kamusal alanda görünürlüğünü ve hak talebini mümkün kılan bir toplumsal dönüşüm süreciydi.
Saltanatın 1 Kasım 1922’de kaldırılmasıyla başlayan bu yeniden yapılanma, 3 Mart 1924’te kabul edilen kanunlarla derinleşti. Aynı gün hem Hilâfet makamı kaldırıldı hem de Şer‘iyye ve Evkâf Vekâleti lağvedilerek, yerine Diyanet İşleri Reisliği kuruldu. Böylece, dinin devlet üzerindeki vesayeti sona erdirilirken, din hizmetleri laik bir devlet yapısı içinde yeniden düzenlendi.
429 sayılı kuruluş kanununda Diyanet’in görevi, “İslam dininin inanç ve ibadetle ilgili işlerini yürütmek, din kurumlarını idare etmek” şeklinde tanımlanmıştı. Bu tanım, yeni rejimin din ile devlet işlerini birbirinden ayırma iradesini yansıttığı kadar, aynı zamanda din hizmetlerinin devletin gözetimi altında yürütüleceğini de ifade ediyordu.
Cumhuriyet’in ilk döneminde laiklik, dinin toplumsal etkisini sınırlayan bir denetim mekanizması olarak ele alındı. Ancak zaman içinde bu denetim, yerini dinin devlet eliyle yeniden örgütlenmesine bıraktı. Diyanet, kuruluşundaki nötr konumdan giderek uzaklaştı; siyasal iktidarların ideolojik yönelimine göre şekillenen bir kurum haline geldi.
Laik Denetimden Dinsel Hegemonyaya
1924 Anayasası’yla kurulan Diyanet İşleri Reisliği, din hizmetlerini merkezileştirmek ve mezhep farklılıklarını ortadan kaldırmak amacıyla oluşturulmuştu.1 Bu adım, Cumhuriyet’in laiklik anlayışı içinde hem dinin siyasetten ayrılmasını hem de Osmanlı’daki ulema sınıfının etkisinin sınırlandırılmasını hedefliyordu. Böylece Diyanet, devletin din üzerindeki denetimini kurumsallaştıran bir yapı haline geldi.2
Ancak 1950’de çok partili hayata geçişle birlikte bu denge değişti. Demokrat Parti döneminde Diyanet, “halkın manevi ihtiyaçlarını karşılayan” bir kurum olarak yeniden tanımlandı.3 Sonraki her iktidar, Diyanet’i kendi siyasal meşruiyetini güçlendiren bir araç olarak kullandı.
1980 darbesiyle birlikte “Türk-İslam Sentezi” devletin resmi ideolojisine dönüştü ve Diyanet bu ideolojinin başlıca taşıyıcısı haline geldi.4 Artık kurum, yalnızca din hizmeti değil; ulusal kimliğin dinsel temellerle yeniden inşasında da etkin bir rol üstleniyordu.
Bu çizginin en belirginleştiği dönem ise 2000 sonrasıdır. AKP iktidarı, Diyanet’i hem siyasal meşruiyet üretiminin hem de toplumsal dönüşüm projelerinin merkezine yerleştirdi.5
Toplumsal Tepki ve Laiklik Tartışmaları
Bu süreç, laiklik tartışmalarını ve toplumsal tepkileri yeniden gündeme taşıdı. Laikliğin yalnızca anayasal bir ilke değil, toplumsal eşitliğin de temeli olduğu vurgulandı. Eleştiriler iki eksende yoğunlaşmaktaydı:
Kadın örgütleri, Diyanet’in “kadının toplumsal rolü”ne dair açıklamalarını “cinsiyetçi, kadın emeğini ve toplumsal eşitliği yok sayan” şeklinde nitelendirdi. 2017’de “kadının çalışması aile bütünlüğünü zedeler” yönündeki açıklama, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı ve yoğun tepki topladı.
Bu söylemler, Diyanet’in yalnızca dini değil, aynı zamanda politik bir ajandayı da temsil ettiğini gösteriyor. Artık kurum, devletin değil, iktidarın sesi olarak algılanıyor.
Bu dosya, Diyanet’in Cumhuriyet’ten günümüze uzanan dönüşümünü tarihsel bir çerçevede ele alırken, özellikle son 25 yıldaki kurumsal ve ideolojik değişimi belgelemeyi amaçlıyor. Bir “kurum tarihi” sunmaktan ziyade; Diyanet’in nasıl bir ideolojik aygıta dönüştüğünü, bu dönüşümün toplum, kadın ve siyaset üzerindeki etkilerini ve laiklik ilkesinin nasıl araçsallaştırıldığını ortaya koymayı amaçlıyor.
Çalışma; resmi raporlar, bütçe verileri, hutbeler, TBMM tutanakları, akademik araştırmalar ve sivil toplum raporlarına dayanıyor. Kurum söylemindeki değişim, eleştirel söylem analizi yöntemiyle inceleniyor.
Diyanet’in kuruluşundan 1980’e uzanan ilk dönem, laiklik ilkesinin devletin dini kontrol altına alarak yeniden tanımlandığı bir süreci temsil eder.
Cumhuriyet’in kuruluşu, yalnızca siyasal değil, dini alanda da köklü bir dönüşüm getirdi. 3 Mart 1924’te Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak Diyanet İşleri Reisliği (bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı) kuruldu. Amaç, dini ortadan kaldırmak değil, merkezi ve devlet denetiminde bir yapıya dönüştürmekti. Ancak Diyanet, laiklik ilkesine rağmen, zamanla siyasal iktidarların ideolojik yönelimleri doğrultusunda şekillendi.
1920-1940: Din eğitimi sınırlandırıldı, cami sayısı azaldı. 1940’ların sonunda çok partili hayata geçişle birlikte dini görünürlük yeniden arttı.
1950-1960 (Demokrat Parti dönemi): Başbakan Adnan Menderes’in “halkın dini duygularına saygı” söylemiyle birlikte Diyanet’in yetkileri genişletildi. İmam-hatip okulları açıldı, ezan yeniden Arapça okunmaya başlandı, din dersleri seçmeli hale getirildi. Diyanet, “toplumsal ahlakın” korunmasında etkin bir rol üstlendi.
1960-1980: 27 Mayıs 1960 darbesiyle iktidara gelen Milli Birlik Komitesi, Demokrat Parti dönemine son verdi. 1961 Anayasası ile Diyanet anayasal bir kurum haline geldi. Bu dönemde Diyanet, “ahlaki ve milli değerleri koruma” misyonuyla konumlandırıldı.
1960’lardan itibaren devletin milliyetçi-maneviyatçı yaklaşımı “Türk-İslam Sentezi”ne dönüştü. Cuma hutbelerinde “ahlaki çöküş” ve “milli birlik” temaları öne çıktı; kadın ise aile ve itaat merkezli bir kimlikle tanımlandı.
1971 Muhtırası ve artan sağ-sol çatışmaları sırasında Diyanet, “toplumsal huzuru sağlama” ve “ideolojik yönlendirme” görevini sürdürdü. 1972’de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarının ardından hutbelerde gençlere itaat ve sabır çağrısı yapıldı.
1975’te Diyanet Vakfı, Başkan Hüseyin Mutlu döneminde kuruldu. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ve Başbakan Süleyman Demirel’in desteğiyle, vakıf hem toplumsal denetim hem de ideolojik yönlendirme aracı işlevi gördü. Finansmanı zekât, kurban, bağış ve Diyanet bütçesiyle sağlandı; eğitim, kadın-aile destek programları ve yardım projeleri yürütüldü.
1970’lerin sonunda Diyanet, devletin ideolojik bütünlüğünü koruyan bir “manevi güvenlik aygıtı” haline geldi. Böylece, 1980 askeri darbesiyle birlikte resmileşecek olan Türk-İslam Sentezi politikalarının kurumsal altyapısı fiilen oluşturulmuş oldu.
2. Bölüm: Türk-İslam Sentezi ve 1980 Sonrası Dönüşüm
12 Eylül 1980 askeri darbesi, Türkiye’nin siyasal rejimini ve devletin toplum mühendisliği araçlarını kökten dönüştürdü. Kenan Evren liderliğindeki Milli Güvenlik Konseyi, “istikrar” söylemiyle toplumsal düzeni yeniden inşa ederken, özellikle sol hareketleri, sendikaları ve öğrenci örgütlenmelerini hedef aldı. Binlerce kişi gözaltına alındı, tutuklandı ve uzun süreli cezalara çarptırıldı.
Bu dönemde Diyanet, devletin “milli birlik ve ahlak” eksenli ideolojik yeniden yapılanmasında merkezi bir rol üstlendi. Kenan Evren’in “Bir elinde Kur’an, bir elinde bayrak taşıyan gençlik istiyoruz” sözü, Türk-İslam Sentezi’nin resmî ideolojiye dönüştüğünü sembolize ediyordu. Din, bireysel inanç alanının ötesine geçerek milli kimliğin kurucu unsuru haline geldi. 1982 Anayasası’yla “din kültürü ve ahlak bilgisi” dersleri tüm okullarda zorunlu hale getirildi; böylece dinsel eğitim devlet eliyle yaygınlaştırıldı.
1980-1990 arasında Diyanet’in personel sayısı 45 binden 80 bine yükseldi. İmam-hatip liseleri ve Kur’an kursları hızla çoğaldı. Hutbeler ve yayın organları aracılığıyla topluma “itaat, milli birlik ve ahlaki değerler” aşılandı; Diyanet, artık devletin diğer bastırma aygıtları kadar etkili bir ideolojik aygıt haline gelmişti.
1983’te Turgut Özal’ın iktidara gelişiyle Diyanet’in işlevi neoliberal bir boyut kazandı. Din, bu dönemde toplumu disipline eden bir araç olmasının yanı sıra “kültürel sermaye”ye dönüştü; piyasa ilişkilerinin ahlaki zemini haline geldi. Diyanet Vakfı, eğitim, yayıncılık, burs ve uluslararası yardım projeleriyle devlet-din ittifakını pekiştirdi. Özal döneminde “dindar modernlik” kavramı, hem bireysel huzurun hem de ekonomik başarının teminatı olarak sunuldu.
1990’larda siyasal İslamcı hareketlerin yükselişiyle Diyanet, merkezi otoritenin dini sesi olmayı sürdürdü. 1997’deki 28 Şubat süreci, kurumun tarikatlar üzerindeki denetimini güçlendirdi, ancak devlet eliyle yürütülen dinselleşme politikası kalıcı hale geldi. Bu yıllarda “dindar yurttaş” modeli sistematik biçimde inşa edildi: inançlı ve sorgulamayan, ahlaklı ve politik olmayan, milli ve evrensel değerlere mesafeli bir birey tipi hedeflendi.
Diyanet, cami hutbeleri, eğitim programları ve sosyal projeleri aracılığıyla devletin dini kimliğini toplumsal olarak meşrulaştırdı. 1980-2000 arası dönem, bu yönüyle siyasal İslam’ın toplumsal altyapısını hazırlayan bir zemin oluşturdu. 2000’lere gelindiğinde kurum, AKP iktidarı için hazır bir ideolojik ortak haline gelmişti; “dindar nesil” projesi, aslında 1980’lerden itibaren örülen bu ideolojik hattın devamıydı.
3. Bölüm: 2000-2010 / AKP Dönemi ve Diyanet’in Kurumsal Yükselişi
2002’de AKP’nin iktidara gelişi, Türkiye’nin yalnızca siyasal dengelerini değil, devletin ideolojik omurgasını da yeniden biçimlendirdi. Bu dönemde Diyanet İşleri Başkanlığı, siyasal dönüşümün en etkin laboratuvarlarından biri haline geldi.
1980’lerde şekillenen Türk-İslam Sentezi, AKP iktidarıyla birlikte devlet ideolojisinin çekirdeğine yerleşti. Böylece Diyanet, “laik devletin dinsel kurumu” olmaktan çıkarak “dindar devletin laiklik vitrini”ne dönüştü. Antonio Gramsci’nin hegemonya aygıtı kavramı açısından bakıldığında, Diyanet artık yalnızca dinin değil, siyasal meşruiyetin yeniden üretiminde merkezi bir araç haline gelmişti (Gramsci, 1971).
Ekonomik Güçlenme ve Bütçe Patlaması
AKP döneminde Diyanet’in bütçesi katlanarak büyüdü: 2002’de yaklaşık 550 milyon TL olan bütçe, 2010’da 3,2 milyar TL’ye ulaştı. Bu artış, birçok temel kamu hizmeti bakanlığının bütçe artış hızını geçti. Kaynakların büyük bölümü cami inşaatlarına, yayıncılığa, imam kadrolarına ve propaganda faaliyetlerine yönlendirildi.
2005-2010 arasında Türkiye genelinde 3 binden fazla cami inşa edilirken, Diyanet ile belediyeler arasında güçlü mali-siyasi bağlar kuruldu. Diyanet Vakfı ve yurtdışı temsilcilikler üzerinden kurumun mali özerkliği derinleşti (Kurt, 2020).
Kadrolaşma ve İdeolojik İnşa
2003-2010 arasında personel sayısı 82 binden 118 bine yükseldi. Atamalarda cemaat ve tarikat referansları belirleyici oldu. Bu dönemde Diyanet’in söylemi “itaat”, “sabır”, “milli birlik”, “ahlak” ve “kutsal aile” ekseninde şekillendi.
Kadın vaizelerin sayısının artması, görünürde bir temsiliyet kazanımı olsa da kadınların “aile içi rehberlik” alanına sıkıştırıldığı patriyarkal bir temsil modeli ortaya çıkardı (Eren, 2019). İlahiyat fakülteleri ve imam hatip okulları bu ideolojik inşanın kadro kaynağı haline geldi.
Yasal Düzenlemeler ve Yetki Genişlemesi
2003 tarihli 5002 sayılı Kanun, Diyanet’in görev alanını genişleterek “toplumu dini konularda aydınlatma” yetkisini tanımladı (Resmî Gazete, 2003). Bu düzenleme, kurumun yalnızca ibadet değil, değer üretimi ve toplumsal yönlendirme işlevini üstlenmesini sağladı.
2006’dan itibaren Diyanet, yurtdışı temsilcilikler kurarak Türkiye’nin “dini yumuşak güç” stratejisinin aracı haline geldi. AB süreci tartışmaları sırasında, Diyanet’in “ılımlı İslam modeli” üzerinden güçlendirilmesi, laiklik ilkesinin içini boşaltan bir politik uzlaşı alanı yarattı (Aydın, 2019).
Küresel ve Yerli Dindarlık Politikaları
2010’a kadar Ali Bardakoğlu’nun daha diplomatik ve akademik dili, Mehmet Görmez’in milliyetçi-dindar çizgisiyle yer değiştirdi. Diyanet, içeride “yerli ve milli dindarlık” söylemiyle emekçi sınıfların siyasal sadakatini pekiştirirken, dışarıda “ümmet dayanışması” retoriğiyle Türkiye’nin dış politikasına ideolojik zemin hazırladı.
Bu politika, sınıf temelli eşitsizlikleri dini retoriklerle meşrulaştırarak, kültürel birlik ve kader ortaklığı miti üzerinden toplumsal rızayı yeniden üretti (Gramsci, 1971).
Medya ve Eğitim Aracılığıyla Toplumsal Kuşatma
2000’li yıllarda Diyanet, yalnızca cami eksenli faaliyetlerle sınırlı kalmayıp, medya ve eğitim alanlarında da belirleyici bir güç haline geldi. 2005’te Diyanet Radyo yayın hayatına başladı; 2008’de TRT ile ortak Ramazan programları hazırlanırken, 2009’da kurumun ilk resmî internet portalı faaliyete geçti.
Bu kanallar, dini içeriklerin yanı sıra iktidarın kültürel ve ideolojik kodlarının dolaşıma sokulduğu mecralara dönüştü. Eğitimde ise MEB protokolleri ile imam hatiplerin yaygınlaştırılması ve “değerler eğitimi” kavramının müfredata dahil edilmesi, laik eğitimin dinselleştirilmesinin kurumsal zeminini oluşturdu. Böylece çocuklar ve gençler, “itaat” ve “sabır” gibi dini değerler üzerinden biçimlendirilen pedagojik bir disiplin altına alındı (Aydın, 2019).
Kadın ve Aile Politikaları
2003’te kurulan Kadın ve Aile Dairesi Başkanlığı, “aile değerlerini koruma” söylemi altında toplumsal alandaki Diyanet etkisini yaygınlaştırdı. Kadın, bu söylemde modern yurttaş değil; “ailenin ahlaki bekçisi” olarak tanımlandı (Eren, 2019). Bu yaklaşım, kadın emeğinin kamusal üretimden çekilerek ev içi ücretsiz emek biçimine hapsedilmesiyle sonuçlandı. Aile hem ekonomik hem siyasal krizlerin tampon alanı olarak yeniden inşa edilirken, devletin ideolojik denetimi dinsel meşruiyetle güçlendi.
Uluslararası Faaliyetler, “Din Diplomasisi” ve Hizmet İhracı
2000’lerin ortasından itibaren Diyanet’in faaliyet alanı Türkiye sınırlarını aştı. Balkanlar, Afrika ve Orta Asya’da cami inşaatları, imam eğitimi programları ve dini yayınlarla Türkiye merkezli bir “din diplomasisi” stratejisi izlendi.
2006’da başlatılan Uluslararası İlahiyat Programı ile yurtdışından öğrenci kabul edilerek Sünni-Hanefi normlarına dayalı bir din eğitimi modeli ihraç edildi. 2008 itibarıyla Diyanet, 90’dan fazla ülkede temsilcilik veya koordinasyon merkezi aracılığıyla faaliyet yürütür hale geldi (Kurt, 2020).
Toplumsal Etki
2000–2010 dönemi, Diyanet’in yalnızca kurumsal değil, ideolojik olarak da en güçlü olduğu dönemdir. Medya, eğitim ve aile politikaları aracılığıyla toplumun dinselleştirilmesi, siyasal iktidarın kültürel hegemonya alanını derinleştirdi. Diyanet, bu yıllarda yalnızca inanç otoritesi değil, devletin ideolojik aygıtı olarak hem yerel hem küresel ölçekte hegemonya üreten bir güç merkezi haline geldi.
4. Bölüm: 2010-2020 / Toplumsal Alanın Dinselleşmesinin Derinleşmesi
2000-2010 dönemi, Diyanet’in yalnızca kurumsal olarak büyüdüğü değil, toplumsal dokuyu dönüştürecek ideolojik stratejisini inşa ettiği evredir. 2010 sonrasında Diyanet artık klasik bir kamu kurumu değil, toplumsal yaşamın dinsel çerçevesini kuran merkezi bir ideolojik aygıt haline geldi.
Dönemin Genel Çerçevesi
2010-2020, toplumsal alanın dinselleşmesinin en görünür olduğu dönemdir. AKP’nin “dindar nesil” vizyonu, Diyanet’in artan kapasitesi ve ideolojik yönelimiyle birleşerek devlet politikalarının merkezine yerleşti. 2017 Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş, Diyanet’in yürütmeye bağlı ideolojik aparat olarak konumunu güçlendirdi.
Kadın ve genç nüfusun kamusal görünürlüğü arttıkça Diyanet, bu alanları “ahlaki ve toplumsal rehberlik” politikalarıyla yeniden disipline etti. Sivil toplumun heterojenleşmesi ile Diyanet’in medya ve eğitim alanındaki etkisi çelişkili biçimde gelişti, kadın görünürlüğü, aile ve gençlik politikaları ekseninde yeni çatışma biçimlerini doğurdu (Soyer, 2021; Aksoy, 2018).
Diyanet İşleri Başkanları ve Politik Yönelimleri (2010-2020)
Prof. Dr. Mehmet Görmez Dönemi (2010-2017)
Bu dönemde Diyanet, klasik dini hizmet kurumundan çıkarak toplumsal ve ideolojik yönlendirme merkezi hâline geldi.
a. Kurumsal ve Mali Güçlenme: Bütçe 2,6 milyar TL’den 7 milyar TL’ye yükseldi; kaynaklar maaş, toplumsal rehberlik projeleri, dijital yayıncılık ve yurtiçi-yurtdışı faaliyetlere yönlendirildi (Sayıştay, 2018).
b. Personel Genişlemesi: 118.000’den 135.000’e; Kadın ve Aile Hizmetleri Dairesi, gençlik koordinatörlükleri ve Avrupa din hizmeti ataşeliklerinde kadrolaşma gerçekleşti (Diyanet, 2016).
c. İdeolojik Kurumsallaşma: Diyanet, toplumsal değerlerin belirleyicisi haline geldi; aile ve kadın temaları ideolojik omurgayı oluşturdu. Kadın, “annelik” ve “ahlaki sorumluluk” üzerinden tanımlandı (Çalışkan, 2019). Kamusal alandaki kadın görünürlüğü dini normlarla sınırlandırıldı; “iffetli kadın -güçlü aile” modeli toplumsal rehberlik anlayışının temelini oluşturdu.
Yayın organları ve TRT işbirliğiyle hazırlanan dini programlar, “dindar nesil” vizyonunun kültürel altyapısını kurdu.
d. Toplumsal Eleştiri: Bu politikalar, emekçi sınıfların dini söylem aracılığıyla disipline edilmesini ve kadın emeğinin ev içi yeniden üretim sürecine yönlendirilmesini sağladı. Diyanet’in ideolojik etkisi, yalnızca bireylerin inanç alanına değil, toplumsal ve kamusal alanın örgütlenmesine kadar uzandı. Medya, eğitim ve aile politikaları aracılığıyla toplumun dinselleştirilmesi, siyasal iktidarın kültürel hegemonyasını derinleştirdi (Soyer, 2021; Aksoy, 2018).
Prof. Dr. Ali Erbaş Dönemi ve Kamusal Alanın Dinselleşmesi (2017-2020)
Ali Erbaş dönemi, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası otoriterleşmenin ve OHAL rejiminin belirleyici olduğu bir siyasal iklimde başladı. Bu dönemde Diyanet, “milli ve manevi bütünlüğün koruyucusu” kimliğiyle devletin ideolojik aygıtı olarak kamusal alandaki etkisini artırdı (Soyer, 2021).
a. Kurumsal ve İdeolojik Gelişim
Hutbeler, “şehadet”, “itaat”, “birlik” ve “milli irade” temaları etrafında şekillendi; dini söylem güvenlikçi bir dilin uzantısına dönüştü. “Dindar nesil” hedefi kurumsal bir stratejiye büründü. 2020 itibarıyla bütçe 10,9 milyar TL’ye, personel sayısı 137.563’e ulaştı, ideolojik yayılmanın maddi zeminini güçlendirdi (Sayıştay, 2020; Diyanet, 2020). Kadın hakları, LGBTİ+ bireyler ve laiklik konularında muhafazakâr bir söylem kurumsallaştı; toplumsal normlar dini referanslarla yeniden tanımlandı (Aksoy, 2018).
b. Kamusal Alana Sessiz Kuşatma
Kamusal alan, bireylerin ve fikirlerin etkileştiği ortak yaşam alanlarını kapsar. Son yirmi yılda, Diyanet’in dini referanslarla yeniden örgütlenmesiyle alan, sessiz ama derin bir dönüşüm geçirdi. Eğitimden aileye, medyadan sağlığa her alanda dini ahlak dili belirleyici hale geldi, kadın ve gençlerin kamusal görünürlüğü bu dil ile sınırlandırıldı (Çalışkan, 2019).
c. Genişleyen Yetki ve Toplumsal Etki
Bütçe ve personel artışı, Diyanet’i devasa bir kurumsal güç haline getirdi. Eğitim, gençlik, aile, medya ve sosyal yardım politikaları ideolojik etki alanına açıldı. Kadın politikalarında “aileyi koruma” söylemi merkezileşti; istihdam ve siyasal temsili “ahlaki denge” kavramlarıyla sınırlandırıldı. Medya ve dijital platformlarda üretilen içerikler, dini söylem ile neoliberal değerleri birleştirerek toplumsal eşitsizlikleri “sabır”, “kader” ve “itaat” kavramlarıyla görünmez kıldı. Bu süreç, neoliberal dönüşümün toplumsal maliyetlerini dinsel söylemle meşrulaştıran, kamusal alanı dini normlarla yeniden şekillendiren bir toplumsal mühendislik pratiğiolarak değerlendirilebilir (Soyer, 2021; Aksoy, 2018).
2010-2020: Eğitim, Medya ve Yerel Yönetimlerde Dinsel Hegemonya
| Yıl | MEB Bakanı | Diyanet Başkanı | Öne Çıkan Uygulamalar / Projeler | Notlar / Etki |
| 2010 | Nimet Çubukçu | Ali Bardakoğlu | Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi yaygınlaştırıldı; imam-hatip desteklendi | 4+4+4 öncesi hazırlık |
| 2012 | Ömer Dinçer | Mehmet Görmez | 4+4+4 uygulandı; zorunlu din eğitimi genişledi | 9 yaşından itibaren imam hatip yönlendirmesi başladı |
| 2013 | Ömer Dinçer | Mehmet Görmez | Müfredat yenilendi; evrim teorisi çıkarıldı | Diyanet müfredat onay sürecinde danışman oldu |
| 2014 | Nabi Avcı | Mehmet Görmez | Okul-Cami Kardeşliği projeleri | İlkokul öğrencilerinin camilere götürülmesi kurumsallaştı |
| 2015 | Nabi Avcı | Mehmet Görmez | Değerler eğitimi protokolleri MEB ile imzalandı | İmamlar “manevi danışman” olarak görevlendirildi |
| 2016 | Nabi Avcı | Mehmet Görmez | 15 Temmuz sonrası ideolojik sıkılaşma | Dindar nesil vurgusu güçlendi; müfredat ve öğretmen atama politikalarında kontrol artırıldı |
| 2017 | İsmet Yılmaz | Ali Erbaş | Din Kültürü dersleri yeniden düzenlendi | Kız öğrencilere yönelik “iffet” ve “aile onuru” temaları öne çıktı |
| 2018 | İsmet Yılmaz | Ali Erbaş | Diyanet personel ve bütçe artışı | Bütçe: 8,3 milyar TL; personel: ~82.000 |
| 2019 | Ziya Selçuk | Ali Erbaş | Müfredatta dini içerikler artırıldı | İmam-hatip öğrenci sayısı 1,2 milyon; ortaöğretimde %20+ |
| 2020 | Ziya Selçuk | Ali Erbaş | Değerler eğitimi kılavuzları güncellendi | Diyanet ideolojik rehberliği pekiştirdi; sorgulamayan, biat eden gençlik hedefi korundu |
1. Eğitim Alanında Dini Hegemonya
4+4+4 Sistemi (2012): Çocuklar 9 yaşından itibaren imam hatip ortaokullarına yönlendirildi, düz liseler neredeyse ortadan kalktı.
Müfredat Yenilenmesi: Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri “değerler eğitimi” başlığı altında genişletildi; evrim teorisi çıkarıldı, toplumsal cinsiyet eşitliği vurgusu azaltıldı (Diyanet, 2016).
Diyanet’in Rolü: Okul-cami kardeşliği projeleri ve “manevi danışman” uygulamaları ile pedagojik alan ideolojik rehberlik alanına dönüştürüldü.
Öğretmen Politikaları: Atamalarda dini referanslar öne çıktı, laik öğretmen sendikalarının etkisi azaltıldı, eğitim eleştiri yerine itaat ve dini sadakati öğreten bir mekanizma haline geldi.
2. Medyada İdeolojik Yeniden Üretim ve Laiklik Boyutu
Medyada İdeolojik Yeniden Üretim: 2010 sonrası kamu yayıncılığı, özellikle TRT ve Diyanet TV aracılığıyla, devletin ideolojik hattını dinsel bir çerçevede yeniden üretmeye başladı. Ramazan ve kandil programlarıyla başlayan süreç, diziler, yarışmalar ve sabah programları üzerinden “aile değerleri”, “kadının iffeti” ve “itaatkâr evlat” temalarını yaygınlaştırdı.
2013’te kurulan Diyanet Radyo ve aynı yıl test yayınına başlayan Diyanet TV, 2018’de HD yayına geçerek geniş bir kitleye ulaştı. Bu mecralar, pandemi döneminde çevrimiçi vaaz ve rehberlik yayınlarıyla ev içi ideolojik etkiyi artırdı. Eğitim politikalarıyla eşgüdümlü biçimde, MEB protokolleri aracılığıyla dini-moral mesajlar okullarda ve medya içeriklerinde paralel biçimde işlendi. Medya, yalnızca dini mesaj ileten bir araç değil, aynı zamanda toplumsal yönlendirme ve politik sadakat üretiminin merkezi haline geldi. Böylece laik kamusal alanın sınırları daralırken, toplumsal davranışlar “dindar nesil” ve “itaatkâr gençlik” ideali etrafında biçimlendi.
3.Yerel Yönetimlerde Dinselleşme ve Manevi Rehberlik
Dinselleşme 2010’lu yıllarda merkezi kurumların ötesine geçerek yerel yönetimlere yayıldı. Belediyeler, klasik kamu hizmetlerinin yanında manevi rehberlik, aile irşat büroları ve din odaklı sosyal yardım uygulamalarıyla toplumsal normların yeniden üretiminde etkin rol üstlendi.
Manevi Rehberlik Süreci
Başlangıç (2010-2013): Cezaevleri, hastaneler ve öğrenci yurtlarında pilot uygulamalar.
Kurumsallaşma (2013-2016): Müftülükler ve belediyelerle işbirliği içinde “Aile ve Dini Rehberlik Büroları” kuruldu.
Yaygınlaşma (2017-2020): Üniversiteler, belediyeler ve sosyal yardım kurumlarında “manevi danışmanlık” uygulamaları başlatıldı; Manevi Danışmanlık ve Rehberlik Dairesi Başkanlığı kuruldu.
Bu uygulama, bireysel destekten öte, toplumsal rıza üretimi ve muhalefetin sınırlandırılması işlevi gördü. Kadınlar ve gençler üzerinde ahlaki-dini disiplin mekanizmaları kuruldu; ekonomik eşitsizlikler “sabır” ve “tevekkül” söylemleriyle yumuşatıldı. Kamusal hizmetler dini-ahlaki normlarla yeniden yorumlanarak yurttaş, “dini referanslara açık bir toplumsal özne” haline getirildi.
Belediyeler, sosyal hizmetleri dini-ahlaki rehberlik biçiminde sunarak, hak temelli yaklaşımdan uzaklaştı. Sonuç olarak, 2010-2020 arasında yerel yönetimler, Diyanet ile koordinasyon içinde, sosyal politikaların dinselleştirilmesi ve ideolojik yeniden üretim süreçlerinin temel aktörlerine dönüştü. Kadın, aile ve gençlik, “manevi istikrarın taşıyıcısı” olarak konumlandırıldı. Bu süreç, toplumsal mühendislik ve neoliberal otoriter politikaların, ideolojik dikkat üretimi ve kamusal alanda yönlendirme mekanizmalarıyla birleştiği bir dönemi temsil eder (Soyer, 2021; Aksoy, 2018).
4. Aile Danışma Merkezleri: Hak Arama Alanından İtaat Odaklı Rehberliğe Dönüş
Türkiye’de aile danışmanlığı hizmetleri, 1990’ların sonundan itibaren kadın odaklı sosyal hizmet modeli olarak gelişti. Başlangıçta bu merkezlerin amacı, şiddete uğrayan veya ekonomik-sosyal desteğe ihtiyaç duyan kadınlara hak temelli danışmanlık sağlamaktı. 2006’da Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nün başlattığı Aile Eğitim Programı ve Aile Rehberlik Merkezleri projeleriyle birlikte devlet politikası, kadını bireysel hak öznesi olmaktan çıkararak aile bütünlüğünün sürdürücüsü olarak konumlandırmaya başladı.
2010 sonrası, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sürece doğrudan dahil olmasıyla bu yönelim kurumsallaştı. Diyanet’in Aile ve Dini Rehberlik Büroları (ADRB) aracılığıyla sunulan danışmanlık, psikososyal destekten çok dini değerlerle uyumlu rehberlik biçimine dönüştü. Belediyelerle yapılan protokoller, bu yapının ülke geneline yayılmasını sağladı; kadınların hukuki ve sosyal destek talepleri “sabır, kanaat ve dua” retoriğiyle karşılanır hale geldi.
Hak Temelli Sosyal Hizmet Dönemi (2000-2010)
2000’lerin başında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ve büyükşehir belediyeleri öncülüğünde kurulan Aile Danışma Merkezleri, laik, profesyonel ve Avrupa Birliği uyum yasalarına dayalı sosyal hizmet anlayışını temsil ediyordu. Şiddetle mücadele, boşanma süreçlerinde destek ve psikososyal danışmanlık hizmetleri, toplumsal cinsiyet eşitliği çerçevesinde yürütülmekteydi.
Diyanet’in Müdahalesi (2010-2013)
Diyanet’in 2010-2014 Stratejik Planı ile “aile ve dini rehberlik” kurumsal hedef olarak belirlendi. Müftülüklerde açılan Aile İrşat ve Rehberlik Büroları, aile içi iletişim, çocuk terbiyesi ve evlilik öncesi eğitimleri dini referanslarla yürütmeye başladı.
2012’de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile imzalanan protokol, kadın sorunlarını “aile içi uyum meselesi” olarak çerçeveledi. Böylece kadın hakları söylemi geri çekildi; yerini “fıtrat, adalet, aile bütünlüğü” eksenli bir dil aldı.
Evlilik eğitimlerinde “kadının fedakârlığı” ve “erkeğin reisliği” öne çıkarıldı; boşanma danışmanlığı ise bireysel güvenlik yerine aileyi koruma amacına indirgendi.
Kurumsallaşma ve Söylemsel Dönüşüm (2013-2020)
2013’te Aile İrşat ve Rehberlik Büroları, Aile ve Dini Rehberlik Büroları (ADRB) adıyla müftülüklere bağlı resmî birimlere dönüştürüldü. 2014 itibarıyla her ilde ve 500’den fazla ilçede ADRB açıldı; personelin büyük bölümü kadın ilahiyatçılardan oluşturuldu. Belediyelerle yapılan işbirlikleriyle laik sosyal hizmet uzmanları, dini otoritelerle ortak görev yapmaya başladı.
2016 sonrası, “Toplumun Manevi Rehberliği Projesi” çerçevesinde toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı terk edilerek yerine “toplumsal cinsiyet adaleti” getirildi. Kadının asli rolü annelik ve eşlik, boşanma ise mekruh ama mübah olarak tanımlandı. Kadın danışma merkezleri, “aile destek merkezi” veya “manevi rehberlik ofisi” adlarıyla yeniden yapılandırıldı; danışmanlık hizmeti hak temelli olmaktan çıkarılarak itaat ve uyum odaklı hale getirildi.
Sonuç: Sosyal Hizmetten İdeolojik Denetime
2013-2020 arasında Diyanet’in rehberliği altında aile danışmanlığı sistemi, kadının özerkliğini sınırlayan dinsel aile politikasına dönüştü. Kadın hakları dili dini-ahlaki normlarla yer değiştirirken, şiddet, yoksulluk ve eşitsizlik gibi yapısal sorunlar “ahlaki sapma” veya “manevi eksiklik” olarak yorumlandı. Sosyal hizmet, kadınların güçlenme aracı olmaktan çıktı; itaat, sadakat ve sessizliği ödüllendiren bir denetim mekanizması haline geldi.
5. Aile ve Dini Rehberlik Bürolarının Yaygınlaşması ve Kadın Politikalarının Dönüşümü (2013-2020)
2013 sonrası dönem, Diyanet’in aile politikalarındaki rolünün kurumsallaştığı, kadın danışma merkezlerinin giderek manevi rehberlik merkezlerine dönüştüğü bir evreyi temsil eder. Bu süreçte hak temelli sosyal hizmet anlayışından, ahlaki-dini düzenin korunması yaklaşımına geçildi (Diyanet İşleri Başkanlığı, 2014).
Kurumsal Yaygınlaşma (2013-2016)
2013 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı, Aile İrşat ve Rehberlik Büroları’nı Aile ve Dini Rehberlik Büroları (ADRB) olarak yeniden yapılandırdı. 2014 Diyanet Faaliyet Raporu’na göre, her ilde ve 500’ü aşkın ilçede ADRB kuruldu. Personelin çoğunluğu kadın ilahiyatçılar ve vaizlerden oluştu; böylece kadınlara yönelik dini rehberlik misyonu kurumsal bir yapı kazandı (Diyanet İşleri Başkanlığı, 2014).
Temel görev alanları şunlardır:
Konya, Kayseri, Gaziantep ve Erzurum gibi illerde belediyelerle imzalanan “manevi destek protokolleri”, büroların sosyal hizmet merkezleriyle entegrasyonunu sağladı. Diyanet personelinin belediye danışma birimlerinde doğrudan görev alması, hizmetin laik-psikososyal çerçeveden çıkarılıp dini otoriteye devredildiğinin göstergesi oldu.
Söylemsel Dönüşüm (2016–2020)
2016 sonrası Diyanet’in söylemi “Toplumun Manevi Rehberliği Projesi” altında merkezileşti. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı terk edilerek yerine “toplumsal cinsiyet adaleti” getirildi. Kadının asli rolü annelik ve eşlik olarak tanımlandı; boşanma ise mübah ama mekruh olarak yorumlandı. Şiddet karşısında sabır, dua ve manevi dayanışma öğütlendi; modern yaşam “aile değerlerini zayıflatan” bir unsur olarak kodlandı (Diyanet İşleri Başkanlığı, 2017).
Niceliksel olarak gelişmeler şunlardır:
2017 tarihli Diyanet rehberi, “kadının özgürlüğü ile ailenin istikrarı arasındaki denge” vurgusuyla eşitlik söyleminin reddedildiğini belgeliyordu. Böylece kadınların hak talepleri, aile içi dengeye tehdit olarak yeniden tanımlandı (Diyanet İşleri Başkanlığı, 2017).
Belediyelerle Kurumsal Entegrasyon
2018 sonrası yerel yönetimler, bu ideolojik çerçeveyle uyumlu hale geldi. Kadın danışma merkezleri çoğu yerde “aile destek merkezi”, “manevi rehberlik birimi” veya “aile koordinasyon ofisi” olarak yeniden adlandırıldı. Sosyal hizmet uzmanları ile müftülük personeli birlikte ev ziyaretleri yürüttü. Danışmanlık hizmetleri “boşanmayı önleme”, “aile değerlerini güçlendirme” ve “evlilik öncesi eğitim” başlıkları altında şekillendi; hak temelli yönünü büyük ölçüde yitirdi. Bu dönemde kadın özerkliğini sınırlayan, aile birliğini merkeze alan dinsel kadın politikası kurumsal standart haline geldi (Diyanet İşleri Başkanlığı, 2018).
Diyanet’in Sosyal Politika Aktörü Olarak Kurumsallaşması (2014-2020)
2014 sonrası Diyanet, yalnızca manevi rehberlik yapan bir kurum olmaktan çıkarak, sosyal hizmet ve aile politikalarının yürütücüsü konumuna yükseldi. Müftülüklerde görevli vaizler, belediyelerin kadın danışma merkezleri, huzurevleri, çocuk esirgeme kurumları ve cezaevlerinde görevlendirildi. Sosyal hizmetin dili hak temelli değil, ahlaki-dini normlar üzerinden kuruldu.
Bu dönemde şiddet ve yoksulluk, ekonomik eşitsizlik değil, “kader” ve “iman zayıflığı” olarak yorumlandı. Devletin kadın politikası, dini referanslarla çerçevelenen bir toplumsal disiplin mekanizmasına dönüştü; ev ziyaretleri, manevi rehberlik ve ahlaki telkin süreçleri kadınların yaşamına doğrudan müdahale biçimlerini aldı (Diyanet İşleri Başkanlığı, 2019).
Sonuç olarak, 2013-2020 dönemi, Diyanet’in devletin resmi sosyal politika aktörüne dönüşmesi kadar, kadınların yurttaş değil, aile düzeninin taşıyıcısı olarak yeniden tanımlandığı bir dönem oldu.
Toplumsal Denetim ve Devletin Manevi Seferberliği (2014-2020)
2014 sonrası, Diyanet’in aile ve kadın politikalarındaki rolü sadece rehberlik ile sınırlı kalmadı; devletin toplumsal denetim ve ahlaki düzen üretiminde merkezi bir aktör hâline geldi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte, Diyanet’in toplumsal etkisi daha da kurumsallaştı. Müftülüklere nikâh kıyma yetkisi verilmesi, cezaevleri, hastaneler ve yurtlara manevi rehberlik hizmetlerinin yaygınlaştırılması, devletin dinsel meşruiyet üretimini kurumsallaştırdı (Diyanet İşleri Başkanlığı, 2018).
Yerel yönetimlerle işbirliği ile açılan Aile Eğitim Merkezleri ve çevrimiçi manevi destek hatları (2020), dini rehberliği sosyal hizmet alanına entegre etti. Kadın, aile, gençlik ve medya alanındaki tüm politikalar “ahlaki düzenin korunması” misyonuyla tanımlandı; toplumsal cinsiyet eşitliği “fıtrata aykırı” olarak sunulurken, kadınların kamusal görünürlüğü dini referanslarla sınırlandırıldı.
2016’daki darbe girişimi sonrası başlatılan “manevi seferberlik” programları, devletin güvenlik söylemiyle dini denetimi birleştirdi. Cami, okul, kışla ve hapishane arasındaki sınırlar, “iman-itaat-milliyet” ekseninde ideolojik olarak örüldü. Böylece aile ve kadın politikaları, yalnızca sosyal hizmet değil, toplumsal disiplin ve ideolojik yönlendirme aracı haline geldi.
Uluslararası Yayılım ve Sosyal Politikada Yeni Dönem (2010-2020)
Uluslararası Yayılım ve Hizmet İhracı
2010-2020 arasında Diyanet, Türkiye sınırlarını aşarak küresel ölçekte kurumsallaştı. 2010’da yaklaşık 60 ülkede faaliyet gösterirken, 2017’de 102 ülke ve 2.000 din görevlisine, 2020’de ise 142 teşkilata ve 423 kadrolu personele ulaştı. “Yerel işbirliği” modeliyle sahadaki etkinliğini artıran kurum, Türkiye kökenli dernek ve vakıflarla koordineli çalışarak dini diplomasi alanında merkezi bir aktöre dönüştü.
Yurtdışı bütçesi 2010’da 70 milyon TL iken, 2020’de 600 milyon TL’yi aştı; bu kaynak cami inşası, personel giderleri, eğitim, burs, medya ve kültürel diplomasi projelerini kapsadı. Tiran, Priştine, Mogadişu, Accra ve Bişkek gibi şehirlerdeki cami ve kültür merkezleri, Türkiye’nin “yumuşak güç” stratejisinin simgesi haline geldi. Diyanet, diaspora topluluklarında Sünni İslam’ın Türkiye merkezli yorumunu kurumsallaştırarak bu toplulukları Ankara’ya kültürel ve politik olarak bağladı (Diyanet İşleri Başkanlığı, 2019).
Kadın Yoksulluğu ve Ahlaki Denetim: Sosyal Yardımın Dönüşümü
2013-2020 arasında sosyal yardım politikaları kadın üzerinden yürütüldü. Kadınlar, “yardım alıcısı” olmaktan çok, “aile düzeninin bekçisi” rolüne taşındı. Diyanet’in Aile Sosyal Destek Programı (ASDEP) ve Aile Eğitim Programı (AEP), sabır, kanaat ve şükür temalı rehberlik oturumlarıyla aile içi uyumu, ekonomik desteğin önüne yerleştirdi.
Kadına yönelik şiddet ve yoksulluk bireysel inanç eksikliğiyle açıklanırken, yardım hak olmaktan çıkarılıp ahlaki bir ödül haline geldi. Kayyum atanan belediyelerde kadın dayanışma merkezlerinin kapatılıp “aile danışma büroları”na dönüştürülmesi, bu ideolojik kaymanın somut göstergelerindendir. Kadın üç düzeyde denetlendi: ekonomik yük, siyasal sadakat ve kültürel-dini terbiye. Böylece dini rehberlik, dayanışma yerine itaat odaklı bir toplumsal mekanizma haline geldi.
DİGEM ve Gençlik Programları
2012-2020 arasında Diyanet, gençliği ideolojik öncelik olarak ele aldı. Diyanet Gençlik Merkezleri (DİGEM) aracılığıyla sekiz yıl içinde 256 merkeze ve 724 gençlik/ofis mekânına ulaşıldı. Yaz kampları, gönüllülük projeleri ve okuma atölyeleri, genç kuşaklarda dinî-sosyal aidiyet ağı oluşturdu.
Bu yapı iki işlev gördü: gençlerin dini-pratik tutumlarını biçimlendirmek ve yerel düzeyde devlet destekli sosyalizasyon alanları oluşturmak. DİGEM, laik eğitim kurumları ile cemaat yapıları arasında üçüncü bir alan yaratarak, itaat ve cemaat sorumluluğu kavramlarını normalleştirdi. Eleştirel düşünme ve politik farkındalık alanı daraldı; gençlik politikaları tek tip bir kültürel norm etrafında standardize edildi. Pandemi sonrası dijital içerikler ile bu etki daha da güçlendi, dini sosyalizasyonun sürekliliği sağlandı (Diyanet İşleri Başkanlığı, 2020).
5. Bölüm: Yeni Türkiye’de Diyanet’in Siyasi Temsili (2020-2025)
Yeni Rejim ve Dinin Kamusal Kurumsallaşması
2017 referandumu ile yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, yürütmeyi merkezileştirirken ideolojik alanı da tekleştirdi. Bu dönemde Diyanet İşleri Başkanlığı, yalnızca hutbeler yayımlayan bir kurum olmaktan çıkarak rejimin meşruiyet üretim aygıtı ve “moral düzenin bekçisi” konumuna yerleşti. Seküler kamusal alan, giderek “ahlaki devlet” retoriği ile yer değiştirdi.
“Kindar ve dindar nesil yetiştireceğiz” söylemi, eğitim, sosyal yardım, aile politikaları ve medya stratejileri ile uyumlu bir yurttaş profili inşa etmeyi hedefledi (Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, 2020). 2017-2024 arasında Diyanet bütçesi yüzde 400’ün üzerinde artarken, personel sayısı 150 bini geçti ve yurt dışı temsilcilikler 500’ü aştı (Diyanet Strateji Geliştirme Raporu, 2024).
Diyanet’in dili, Cumhurbaşkanlığı’nın “değerler siyaseti” ile bütünleşmiş; din hem kamusal meşruiyetin hem de siyasal rızanın ana taşıyıcısı haline geldi.
Ali Erbaş Dönemi: İdeolojik Yüz ve Kurumsal Yaygınlaşma (2017-2025)
Ali Erbaş’ın başkanlığı, Diyanet’in rejimin toplumsal hegemonyasının ana aracı haline geldiği evredir. 15 Temmuz sonrası başlatılan “manevi seferberlik” programlarıyla cami, okul, cezaevi ve yurtlarda yürütülen dini rehberlik faaliyetleri, toplumsal itaat ve milliyetçiliğin yeniden üretilmesini sağladı.
2018-2019’da Diyanet’in belediyelerle işbirliği artarken, sosyal yardım ve aile danışmanlığı merkezleri dini rehberlikle bütünleştirildi. Kadınlara yönelik programlarda “sabır, kanaat, itaat” temaları öne çıktı; 2019-2020 döneminde medya ve dijital platformlar üzerinden bu söylem gençlik ve aile politikalarına yayıldı.
Yeni Rejimde Diyanet’in Yeniden Konumlanışı: 2017 Kırılması
2017, Diyanet açısından rejimle tam bütünleşmenin başladığı yıl oldu. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçişle Diyanet doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı; bürokratik özerkliğini kaybetti. Ali Erbaş’ın atanması, kurumun “hutbe kurumu” olmaktan çıkarak yaşam rehberliği ve toplumsal düzen kuruculuğu işlevini üstlenmesinin dönüm noktası oldu.
“Manevi rehberlik” sistemi, cezaevlerinden yurtlara, hastanelerden sosyal yardım merkezlerine kadar genişletildi. Kadınlara yönelik faaliyetlerde “fıtrat, huzur, sabır” temaları öne çıktı. Dış politikada Diyanet, Balkanlar, Afrika ve Orta Asya’daki din hizmetleriyle rejimin yumuşak güç stratejisinin dinsel ayağı haline geldi. Pandemi dönemi (2020-2022), bu ideolojik bütünleşmenin toplumsal düzeyde sınandığı süreç oldu. Online hutbeler ve uzaktan “manevi destek hatları” ile yurttaşın gündelik hayatındaki etkisi genişletildi.
Rejime Hizmet Eden Maneviyat Politikaları
Pandemiyle birlikte Diyanet, rejimin ideolojik ve toplumsal meşruiyet üretim merkezine dönüştü. “Manevi seferberlik” söylemi, kamusal ve özel alanın tamamına dini rehberlik yoluyla müdahaleyi meşrulaştırdı.
Kriz, “iman testi” olarak çerçevelendi; ekonomik yıkım, yoksulluk ve ölüm dini bir sınav biçiminde anlatıldı. Sağlık alanında manevi danışmanlık hizmeti yaygınlaştırıldı; dijital vaazlar, kadın emeğini görünmez kılan ve ev içi şiddeti “sabırla aşılacak imtihan”a indirgeyen yeni bir kamu dili yarattı.
Bütçe verileri (TL):
2020’de 11,5 milyar, 2021’de 13 milyar, 2022’de 16,1 milyar olan Diyanet bütçesi 2024 yılında 91,8 milyar olarak 15 bakanlığın bütçesini aşmış ve Türkiye’nin en yüksek bütçeli 6. kurumu olmuş durumda. Personel sayısı yaklaşık 170 bin (Diyanet Bütçe Raporu, 2024). Pandemi, Diyanet’in kurumsal güçlenmesinden öte ideolojik merkezileşme dönemi oldu. Devletin neoliberal krizini dinsel meşruiyetle kapattığı bu süreçte her yurttaş “sabırla sınanan kul” konumuna indirgendi.
6.Bölüm: Laikliğin Aşınması ve Hakların Tasfiyesi (2020-2025)
Diyanet’in Genişleyen Yetkisi ve Protokol Ağı
Pandemi döneminde “manevi destek” adı altında kurulan ağ, Diyanet’in kurumsal yetkilerini olağanüstü biçimde genişletti. 2020-2025 arasında kurum, Sağlık, Adalet, Aile ve Sosyal Hizmetler, Gençlik ve Spor, Milli Eğitim bakanlıkları, AFAD ve belediyelerle 15’in üzerinde protokol imzaladı. Bu süreç, klasik anlamda laik bürokrasinin çözülmesini, sosyal hizmetin ve kamusal bakımın dinselleşmesini gösterir.
Diyanet personeli yalnızca camilerde değil, hastane, cezaevi, okul, yurt, huzurevi, kadın konukevi ve afet bölgelerinde görev aldı. Böylece kamusal hizmetler, dinsel çerçeveyle doğrudan denetlendi.
“Aile Yılı” ve Laik Sosyal Devletin Dönüştürülmesi
Cumhurbaşkanlığı’nın 2025’i “Aile Yılı” ilan etmesi, bu dönüşümün doruk noktasıdır. Görünürde aileyi koruma amacı taşıyan bu kampanya, gerçekte laik sosyal hizmet anlayışının dinsel temellerle yeniden tanımlanması anlamına gelir.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Diyanet’in ortak yürüttüğü “manevi rehberlik modeli”, psikososyal destek hizmetlerinin yerini alarak yurttaş-devlet ilişkisini “inanç” ve “itaat” temeline taşıdı. Kadın ve çocuk hakları, laik hukuk yerine dini telkin sistemi içinde eridi.
Kadın Haklarının Dinsel Söylemle Gölgeleştirilmesi
2020-2025 döneminde kadın hakları alanında belirgin bir gerileme gözlendi. Diyanet’in “fıtrat”, “mahremiyet”, “aile birliği” vurguları, kadın haklarını “aileyi tehdit eden bireycilik” olarak kodladı. Kadına yönelik şiddet vakalarında “sabır, dua, tevekkül” dili hâkim oldu; İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme, 6284 sayılı Kanun’un işlevsizleşmesi ve toplumsal cinsiyet kavramının müfredattan çıkarılması bu ideolojik hattın kurumsal tezahürleridir. Kadınlar artık laik hukuk tarafından değil, Diyanet’in “manevi rehberlik” sistemiyle muhatap alınan özneler haline getiriliyor.
Laiklik, kadınlar açısından yalnızca bir anayasa maddesi değil, kamusal yaşamın kapısını aralayan bir özgürlük zeminidir. Günümüz Türkiye’sinde dinsel normların eğitimden istihdama, toplumsal görünürlüğe kadar her alana sızması; kadınları yeniden “kutsal aile” çemberine hapsetmektedir. Kadın emeğinin evle sınırlandırıldığı, kamusal alanın ahlaki denetim altına alındığı bu düzende laiklik, bir hak olmaktan çok bir direniş hattı haline gelmiştir.
Sosyal Devletten Manevi Rehberliğe: Hakların Sessiz Tasfiyesi
Ekonomik kriz koşullarında iktidar, politik çözüm yerine dini telkin mekanizmalarını devreye soktu. “Sabır, kanaat, helal rızık” söylemiyle yoksulluk kaderleştirilirken, sosyal adalet politikaları “manevi telafi” sistemine dönüştü. Böylece sosyal devletin yerini “manevi devlet” modeli aldı.
2020-2025 dönemi, hakların genişlemediği, aksine sessizce tasfiye edildiği bir evreye işaret eder. Kadın, çocuk ve gençlerin laik hukuk güvenceleri zayıflarken, yurttaşlık kavramı “iman” ve “itaat” temelli bir bağlılığa dönüştü.
Bugün laikliği savunmak, yalnızca mevcut düzeni koruma meselesi değil, bu erkek egemen ve ataerkil rejim ideolojisini aşma mücadelesidir. Diyanet eliyle örülen “manevi refah” söylemine karşı, kadınların, emekçilerin ve gençlerin eşit yurttaşlık hakkını yeniden kurma zorunluluğudur.
2025: Diyanet’in Konumu ve Laikliğin Sembolik Tasfiyesi
2025 yılı, Diyanet’in hutbe dili aracılığıyla toplumsal düzenin normatif çerçevesini yeniden tanımladığı bir dönüm noktasıdır. Hutbeler, yalnızca dini rehberlik metinleri olmaktan çıkarak devlet ideolojisinin yeniden üretildiği siyasal bildiriler haline gelmiştir.
Bu yıl içinde öne çıkan hutbeler ve temaları:
16 Mayıs 2025, “Peygamberimiz ve Aile Ahlakı”: Aileyi “imanın ve fıtratın gereği” olarak tanımlayarak LGBTİ+ bireyleri hedef aldı.
1 Ağustos 2025, “Haya: Allah’ın Emri – Fıtratın Gereği”: Kadın bedenini kamusal ahlakın merkezine yerleştirerek bireysel özgürlüğü sınırladı.
15 Ağustos 2025, “Kul Hakkı – Miras ve Adalet”: Eşit miras hakkını dolaylı biçimde eleştirdi; dini normu hukukun üstünde konumlandırdı.
12 Eylül 2025, “Aile: Güven, Sadakat ve Merhamet Yuvası”: Aileyi “milletin manevi direnişi” olarak sundu, itaat ve sadakati kadınlıkla özdeşleştirdi.
Bu hutbeler, yalnızca bireysel ahlakı düzenlemekle kalmayıp devlet ideolojisinin dinsel zeminini güçlendiren sembolik bildiriler olarak işlev gördü. Hutbeler 90 bin camiden eş zamanlı okunarak merkezi ve yerel düzeyde toplumsal denetimi pekiştirdi.
İdeolojik ve Toplumsal Sonuçlar
Diyanet’in dili, modern yurttaşlık kavramının yerine “imanlı vatandaşlık” anlayışını geçirdi. Kadınların medeni hakları, “aile bütünlüğü” gerekçesiyle dinsel bir çerçeveye hapsedildi; toplumsal cinsiyet eşitliği, “fıtrata aykırı” bir Batı etkisi olarak tanımlandı.
Laikliğin kamusal alandaki normatif gücü, “fıtrat”, “emanet”, “sadakat”, “haya” kavramları üzerinden aşındırıldı; yurttaşlık yerine “kulluk”, eşitlik yerine “emanet”, hak yerine “sadakat” hâkim oldu. 2025, yalnızca “Aile Yılı” kampanyasının yürütüldüğü yıl değil, laikliğin sembolik düzeyde tasfiye edilmesinin açıkça gözlemlendiği bir kırılma noktasıdır.
Aynı dönemde gündeme gelen 11. Yargı Paketi taslağı, kadın ve LGBTİ+ hakları açısından ciddi endişeler doğurdu, pakette yer alması beklenen düzenlemelerin kadın mücadelesini bölmeyi amaçlayan bir ideolojik yönelim barındırdığına işaret edildi (15 Ekim 2025, Bianet). Ayrıca, LGBTİ+ bireyleri hedef alan ve cinsiyet uyum sürecini zorlaştıran hükümler içerdiği yönündeki açıklamalar, uluslararası insan hakları denetleyicilerinin de dikkatini çekti.
Böylece “manevi devlet” modeli, kadınların ve LGBTİ+’ların yaşamlarını denetim altına alan, laikliği ve toplumsal eşitliği sessizce tasfiye eden erkek egemen ve ataerkil bir ideolojik kuşatma biçimine dönüşmüş oldu.
Dipnotlar:
Dayanak Notları:
Editör: Şöhret Baltaş
Düzelti: Şöhret Baltaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sâba Esin, Seda Bedestenci Yegâne, Sinem Yıldız
Seslendirme: Seda Bedestenci Yegâne
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖