Yazar: Nilgün Tutak

Literatürde aileyle ilgili sayısız tanım yer almaktadır ancak neredeyse tüm tanımların ortak paydasının -ki bunlar biyolojik olduğu gibi hukuk zemini de kapsar- resmiyette ve toplumda bir karşılığı olması gerekir. Çağlar boyunca kabul görmüş geleneksel aile yapısına modern dünyanın yaşam koşulları gereği yeni türler eklense de aile denince akıllara hâlâ aidiyet ve aidiyetle oluşmuş bir bütünlük kavramı gelmektedir. Böylelikle aile üyeleri, kendilerinden olmayan diğerlerini dışarıda bırakarak toplumsal normlar ve değerlerle örtüşür biçimde ailenin mahremiyetini korumakla vazifelendirilmiştir. “Kol kırılır, yen içinde kalır,” gibi söylemlerle desteklenen aile mahremiyeti, erkek hegemonyasına bağlı eşitsizlikleri, çocuklarla kadınların oluşturduğu dezavantajlı grupların maruz kaldığı şiddet ve istismarı görünmez…

daha fazla oku

Günümüz az gelişmiş ülkelerinde halen yasalar ve sosyal politikalardaki yetersiz ve cinsiyet temelli uygulamalar sebebiyle devletler, hem özel hem de iş yaşamı başta olmak üzere tüm alanlarda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yeniden üretilmesinde en büyük role sahiptir. Çağlar boyunca dinlerin hegemonyası altında baskılanmış olan “aklın” modernleşme ve sanayileşme ile özgür kılınması sonucu, gerek kadının kendi tercihine dayalı gerek ekonomik koşulların gereği kadına da ekonomik temelli ihtiyaçların karşılanması yönünde sorumluluklar yüklenmiştir. Böylelikle kadınlar iş yaşamında varlık göstermeye başlamıştır. Ancak bu çok da kolay olmamıştır. Özel alan olan ailede başlayarak nesiller boyu aktarılan toplumsal cinsiyet eşitsizliği kadınlar için, kamusal alan olan eğitim süreci…

daha fazla oku