Yazar: Ebru Pektaş

Son yılların, ayların ve haftaların –malesef– en bereketli gündemi olarak “faşizm”, çeşitli biçimlerde tartışılmaya devam ediyor. Elbette okurken de yazarken de çok şey öğreniyoruz ve fakat görüyoruz ki faşizmle ilgili pek çok klasik metinde, kadının adı dahi geçmemektedir. Belki de bir yerlerde Horkheimer, “Erkek egemenliğinden söz etmek istemeyen kişi, faşizmi ağzına almamalıdır,” demiştir. Belki de Dimitrov, “En gerici, en mizojin, en ataerkil, en erkek üstünlükçü unsurların açık diktatörlüğü olarak faşizmden” bahsetmek gereğini söylemiştir. Ama ben göremedim! Evet, şaka bir yana, aslında ortada bir de “faşizm ve kadınlar sorunu” bulunmaktadır.1 O halde, “faşizm ve kadınlar sorununu” bir soruyla tanımlamaya çalışalım. Klasik…

daha fazla oku

Özellikle son on yılda neofaşizmin yükselişi pek çok semptomu ile ortadadır. Neoliberal paradigmanın kitleleri siyaset hakkından menetme girişimleri, 2008 krizini izleyen halk ayaklanmaları ile ters yüz edilmiş ama orada kalmamış “müesses nizama” başkaldırdığını iddia eden reaksiyoner mayalanma da bu akıntıda yerini almıştır. Son yıllarda artan faşizm tartışmaları neredeyse kendi başına bir literatür oluşturmuş durumda. En son Avrupa Parlamentosu seçimleri dolayısıyla bu tartışmalar bir kez daha alev almışa benziyor. Malumunuz, AP seçimlerinde neofaşist ya da “aşırı sağcı” denilebilecek partiler rekor düzeyde başarı kazandılar. Bunu nasıl yorumlamak gerekir? Mevcut tartışmaların üzerinden dolaşarak bazı serbest soruları sıralayalım: Öncelikle, 2010 sonrasının Trump, Bolsonaro, Milei,…

daha fazla oku

“Yaz geliyor. Evet, yaz geliyor, geldi bile farkında mısınız? Peki yaza hazır mısınız?” Bu soruları çok duymuşuzdur. Kozmetik endüstrisinin, moda ve tekstilin, reklam şirketleri ve estetik cerrahinin aç kurtlar gibi üstümüze saldığı sorulardır bunlar. Ritüel gibi şaşmaz biçimde mevsim geçişlerinde peyda olurlar.  Efen’im neymiş, yaza hazır mıymışız? Misal cildimiz, saçımız, tırnağımız, kaz ayaklarımız, portakal kabuğu görünümündeki selülitlerimiz, çatlaklarımız, oramız ve buramız ne alemdeymiş? Peki “istenmeyen tüyler, lekeler, sorunlu bölgeler” gibi kırıcı ifadelerle(!) piyasayı canlandırmaya çalışanlara ne demeli? “Pardon ama siz biraz krem satacaksınız diye niye benim ba(ğ)zı yerlerim ‘sorunlu’ oluyormuş?”  Şaka kısmı bir tarafa, piyasanın mottosu pek korkunç: Her şeyimiz…

daha fazla oku

Geçen hafta “çıkma teklifi geri gelsin” isimli yazıma gösterilen ilgiden anlıyorum ki aşkı daha fazla konuşmaya, tartışmaya ihtiyacımız var.  Belli ki “cinsel devrimden”, seks pozitif takılma kültürüne ve oradan günümüzün yoğun teknolojili dijital flörtleşmelerine aşkta şirazesi kayan şeyler yaygın biçimde hissediliyor. Seks çeteleleri tutmanın, türlü boşlukları kapatan ve “sara nöbetini” andıran orgazmların; “çift olmak zorundasın” baskılarının, tüm bunlara koşut, yalnızlığın değersizleştirici, yabancılaştırıcı süper ittirmelerinin sorgulanması gerekliliği çok açık. 1 Sorgulamak kaçınılmaz ama bunu yapabilmek göründüğünden daha zor. Zira günümüzün sosyal medya belirlenimli ortamlarında, karşılıklı tezleri çarpıştırmaktan imtina ediliyor. Bir fikri kuramsal ve politik derinliği içinde savunmak ya da çürütmek yerine “laf…

daha fazla oku

Çalınan dikkatler, kaybolan bağlar, yorgun bedenler, telefon ekranında sürüklenen hayatlar, binbir filtreye boca edilmiş suratlar, duygu ve empati simülasyonları ve üstelik tüm bunlara basılmış erkek egemenliği filtresi… Burada aşktan çok; ölü, donuk, buzlu gözlerle üstümüze abanan bir “duygu vampirliği” varolabilir. Biraz da aşktan bahsedelim mi sevgili okur? Evet, gündemimiz yoğun, telaşımız çok ama ne zaman değildi ki? Yine de “Şimdi aşkın sırası mı” diyenleri duyar gibi oluyorum bunu yazarken. Üstelik bayram değil, seyran değil, “14 Şubat Sevgililer Günü” hiç değil. Öyle ya Sevgililer Günü olsa makul bir giriş yapabilirdik! Biliyorsunuz, erkek bireyinde “antikapitalist bilincin” yıl içinde en yüksek olduğu gün…

daha fazla oku

Tüm emek süreçlerini baskı altına alan bir ücret politikası olarak “asgari ücret”, emeğin yeniden üretimi sürecini de oldukça sert biçimde baskı altına alıyor. Hijyenden beslemeye ve bakıma evde dönen işler, emeğin yeniden üretim sürecini gittikçe daha ve daha ucuz hale getirmek zorunda kalan kadınlar ordusunun omzunda yükseliyor.  Gündemin en önemli konularından biri malumunuz, asgari ücrete yıllık tek zam artışı önerisi ve hazırlıkları. Barikatı şimdiden en güçlü (yani örgütlü) biçimde örmek önemli, çok önemli.  Zira çok hareketli ama az örgütlü bir dönemin; kendiliğinden hareket repertuarının zengin olduğu bir dünya, Türkiye sahnesinin (2008’den beri en az) bizleri bir kez daha izleyici konumuna…

daha fazla oku

2024 Yerel seçimlerine ilişkin çeşitli değerlendirmeleri okuyoruz. Belli ki mevcut tablo daha pek çok yönüyle çeşitli yorumlara açık olacaktır. Yine de burada öne çıkan yorumlardan biri, “boş tencerenin” bu seçimde -nihayet!- sözünü söylediği yönünde. Kuşkusuz, tarih, boş tencerenin türlü “hikmetleriyle” doludur…Boş tencere, guruldayan, açlık kokan midedir; yorgun bedenler, feri kaçmış gözler, dişsiz ağızlar, kayış gibi ellerdir onun suretleri. Onu işte bu türlü halleriyle barikatta, sandıkta, mecliste, kürsüde görürüz. Onu bu biçimlerde hemen bilir, tanırız. Onun görünmeyen suretlerinde ise kadınlar vardır; dolmayan tencerenin, olmayan yemeğin, konmayan etin şiddeti vardır. Pişmeyen aşın ve yoksul başın derdi buradadır. Nitekim tüm bu “hikmetlerden” olsa…

daha fazla oku

İşe gitmek için evden çıktığımızda, belki yarım kalmış uykunun mahmurluğuyla, belki geç kaldım telaşıyla, belki köşedeki simitçiden bir simit ve üçgen peynir almayı düşünürken, işte tam o anda, vurulup oracıkta kanlar içinde yatarken de sınıfı yine biz mi bölüyoruz?

daha fazla oku

Ne kadın düşmanlığı ne de LGBTİ+ karşıtlığı yeni değildir. Ancak buradaki yenilik, hakim ataerkil vasatın, neoliberal paradigmaya ve bu paradigmanın tüm düşünsel varyantlarına uyumlu hale gelmesidir. Sevgili okur, yeniden merhaba! Kadın Vardiyası’nın bu köşesinde ben de zaman zaman gündemi değerlendirmeye çalışacağım. Kadınların aklına, üretimine, yazısına, sözüne, su gibi ekmek gibi ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde Vardiya’yı ben de omuzlayacağım. Yolu açık olsun Vardiya’mızın… Bu ilk yazıda kadınların cephesinden biraz kuşbakışı bir manzaraya bakalım. Dünyamızda ve Türkiye’de özellikle 2008’den sonra kendini gösteren “otoriter kapitalizmler”, “Reis’li” rejimler (Putin’ler, Tayyip’ler, Modi’ler vs) dönemini, bütüne bakmak için ele alınabilecek en yakın dönem olarak görebiliriz. Pek…

daha fazla oku