Emeğin Cinsiyetli Yüzü M. Hazal Çakmak 16 Aralık 2024
Emeğin Cinsiyetli Yüzü söyleşilerimizde; kadın emeğinin özgüllüklerini, kadınların emek etkinliklerinde yaşadıkları sömürü biçimlerini ve emek süreçlerinin cinsiyetçi iş bölümünü kadınların yaşam öyküleri içinde takip ederek görünür kılmayı amaçlıyoruz. Kadınlar, bir yandan hane içindeki ekonomik faaliyetleri, bakım işlerini, evin fiziki işlerini yerine getiriyor, günün her anı yaşamı devam ettirecek gündelik gereksinimleri emek güçleriyle, bir ücret karşılığı olmadan yaratıyor ve örgütlüyor. Öte yandan, kadınların ücretli emek alanları da bu ataerkil ilişkiye içkin cinsiyetçi iş bölümünün uzamında kadınların emek gücünün erkeklerden farklı biçimlerde sömürülmesine olanak sunuyor.
DİSK/Genel-İş İstanbul Anadolu Yakası 1 No’lu Şube’nin Kadıköy Belediyesi ile 6 aydır yürüttüğü toplu iş sözleşmesi (TİS) üzerinde anlaşılamaması ile belediye işçileri 18 Kasım günü grev kararı aldı. Aynı gece saatler 00:00 olduğu sırada belediye binasından grev pankartını sallandıran işçilerin telefonuna 1 dakika sonra işveren tarafından sendika genel merkeziyle anlaşma sağlandığına yönelik mesaj gönderildi ve grev boşa düşürüldü. Bunun üzerine şube yönetimi kendilerini sürecin dışında bırakarak belediye yönetimini temsilen Sosyal Demokrat Kamu İşverenleri Sendikası (SODEMSEN) ile çerçeve sözleşmeyi imzalayan Genel-İş Genel Merkezi’ni istifaya davet etti ve 20 Kasım günü şube yönetimi olarak istifa ettiklerini duyurdu. Şube Başkanı Nazan Gevher Çam Ay ve Sayman Semra Çelebi ile hem istifaya giden süreci hem de sendikal mücadelenin cinsiyetli yüzünü konuştuk.
İstifaya giden süreci soracağım. Nasıl gelişti bu süreç?
Nazan: Kadıköy Belediyesi işçilerinin örgütlü olduğu DİSK’e bağlı Genel-İş Anadolu Yakası 1 No’lu şube yönetimiyiz biz. Şube yönetiminde ilk defa, bence Genel-İş tarihinde de ilk, şube başkanının kadın olduğu, şube sekreterinin kadın olduğu ve tüm 15 kişilik yönetim listesinde kadın kotasının uygulandığı bir liste çıkardık. Yaklaşık 2 bin 200 işçi var, 700 işçi kadın ve siz bu kotayı uygulama politikasını işçiye anlatabilmişsiniz aslında, mesele bu.
Bizim istifa sürecine gelmemiz tamamen toplu sözleşmemizle ilgili ama gelinen süreçte Genel-İş’in Genel Merkezi’nin aldığı tavır, yani sadece Kadıköy özelinde değil; Kartal, Ataşehir, İzmir’de yaşananlar… Bunların tümü, şubelerin yok sayıldığı, şubelerin hiçbir yetkisinin olmadığı, özgür toplu sözleşme haklarının elinden alındığı ve bence en önemlisi grev haklarının elinden alındığı bir yöne sürüklendi. Daha doğrusu sürüklenmedi, bu tercih edildi. CHP Genel Merkezi ile Genel-İş Genel Merkezi arasında toplu sözleşmeler yapıldı. Halbuki Genel-İş’in geleneğinde böyle bir şey yok.
Şubeler çok önemlidir; seçimle gelirler ve seçimle gelen şubenin kararları tanınır. Aslında herkes hatırlayacaktır, 2021’de Kadıköy’de 3 günlük bir grev oldu. O grevde de Genel-İş Genel Merkezi müdahale etmişti. Ama bu müdahalenin nasıl olduğunu biz hiç bilemedik. Ne yazık ki o süreçten bu yana hiçbir şube yöneticisi ya da şube başkanı bu konuyla ilgili açıklama yapmadı; işçiler ne olduğunu ya da böyle bir sürecin olup olmadığını bilmiyor. Bence bizim en önemli özelliğimiz şu, bütün toplu sözleşme sürecini şeffaf bir şekilde yansıtmaya çalıştık. Gelinen süreçte de o şeffaflığın sonucu olarak işçi iradesinin yok sayıldığını gördüğümüz noktada o koltuklarda oturmanın bir anlamı yoktu. Bizim açımızdan mesele bu. İkinci kritik ve bence sendikal tarih açısından çok önemli mesele de şu: Saat 00:00’da biz grev pankartını sallandırdığımız dakikalarda işçilerin telefonuna bir mesaj geldi: “Sendikamız ve işverenimiz anlaşmıştır.” Bu mesajı atan bizim işverenimiz. Çok trajik, tanımlanamaz bir durum bence. Beni zaten en çok etkileyen o oldu. Yani keşke sendika genel merkezim atsaydı o mesajı. Mesajı işverenin atması CHP’yle Genel-İş’in kurduğu bağı çok güzel özetliyor, artık bu kadar aşikâr durumda. Aynı şey Kartal’da, Ataşehir’de, İzmir’de de yaşandı. Çerçeve toplu sözleşmeyi imzalamak başarı değil. Bütün şube başkanlarının farkına varması gerekiyor. Buradan bir başarı çıkarmaya çalışırsanız işçinin gözünde hiçbir değeriniz, hiçbir güvenirliğiniz kalmayacak. Çünkü bu bir başarı değil. Çerçeve sözleşme yapılan bir yerde, şube başkanının imza atması, o genel sistemi kabul etmesidir. Ama bizim bu sistemle mücadele etmemiz gerekiyor. Çünkü Genel-İş’in geleneğinde, devrimci işçi sendikalarının geleneğinde böyle bir şey yok. Özgür, bağımsız şubenin yaptığı toplu sözleşmeler var. Sonuç olarak biz de 15’li şube yönetimi olarak istifa ettik.
Saat 00:00’da grev pankartı asılırken mesaj atılması Kadıköy açısından çok simgesel. Bu bize özel bir süreç olarak işletildi, Kadıköy şubeye özel. Bazı yerlerde greve çıkarttı, grevde görüşmeler sağlattı. Ama bizimle hiç muhatap olmadan 00:01’de grevi bitirdi, bence Kadıköy işçisine özel bir mesaj.
Sizin greve çıkacağınızı bile bile, grev pankartı sallandırılırken işverenin bu mesajı atmasını sağlayan arka plandaki görüşme ağı genel merkez tarafından nasıl örülebiliyor? Hiç mi hesap verilebilirlik yok?
Nazan: Hiç yok. Benim o gün en son görüşmem toplu sözleşme daire başkanıyla. Bana mesaj attı masaya oturduğumuzda, saat 15:30’du. 16:00 gibi bana, “Masaya oturdunuz mu Nazan Başkan, nasıl gidiyor?” diye bir mesaj attı. Ben de, “İşveren gelmedi masaya, biz de onları bekliyoruz,” diye bir mesaj attım. Ondan sonra hiçbir şekilde benimle iletişime geçilmedi. İkincisi çok trajik bir konu bu. Şube başkanı olarak genel yönetim kurulundaki arkadaşları arıyorum, hiçbiri telefona bakmıyor, açmadılar bilinçli olarak.
Semra: Yani hesap verilebilirliğin ötesinde muhatap almamak.
Nazan: Bir de saat 00:00’da grev pankartı asılırken mesaj atılması Kadıköy açısından çok simgesel. Bu bize özel bir süreç olarak işletildi, Kadıköy şubeye özel. Bazı yerlerde greve çıkarttı, grevde görüşmeler sağlattı. Böyle bir şeyi de yaptı yani. Ama bizimle hiç muhatap olmadan 00:01’de grevi bitirdi, bence Kadıköy işçisine özel bir mesaj.
Ne demek istiyor bu mesajda?
Ve hiçbir şekilde iletişime geçmeyerek de “Ben sizin iradenizi hiçbir şekilde tanımıyorum,” mesajını verdi. Çok açık, aleni, sınıf sendikacılığıyla hiç alakası olmayan, belediye işçisinin çıkarını hiçbir şekilde düşünmeyen, tamamen CHP Genel Merkezi’yle yapılan anlaşmalar çerçevesinde bir toplu sözleşmeye imza attı. Bu da onların utancı olsun diyelim.
Nazan: “Ben karar veririm. Şubenin, seçtiğiniz iradenin benim açımdan hiçbir önemi yok.”
Semra: Şöyle aslında; Kartal grevi sırasında biliyorsunuz 2 gün yasal grev oldu, sonra genel merkez müdahale etti ve işçilerin istemediği şekilde ya da işçilere danışılmadan imzalandı toplu sözleşme. Ardından, dış temizlik işçileri 2 gün daha fiili direnişe geçti. O dönem, ki evveliyatı da var, biz 4 şube yönetimi; Ataşehir, Maltepe, Kartal ve Kadıköy birlikte hareket etmeye çalıştık. Çünkü genel merkezin bu tavrını zaten Kadıköy 3 yıl önce yaşamıştı. Diğerleri de bunun çok farkındaydı ve biz toplu sözleşme daire başkanı ve uzmanına aylar öncesinde şunu söylemiştik: “İşçilerin müthiş bir tedirginliği var. Biz bu kadar uğraşıyoruz, toplu sözleşme hazırlıyoruz ama genel merkez gelip müdahale edecek tedirginliği var. Sizi şimdiden uyarıyoruz.” Sonrasında da Kartal’da korktuğumuzun başımıza gelmesiyle birlikte orada dörtlü şube yönetimi tekrar bir açıklama yaparak Kartal işçisinin yanında olduğumuzu, birlikte hareket edeceğimizi deklare ettik. Ama maalesef Kartal’da direnişe geçen işçilerin işten çıkartıldığı haberleriyle birlikte o süreç biraz baltalandı. Bu noktada dört ilçedeki belediye başkanlarının, Kartal ile dayanışma ve özgür toplu sözleşme hakkı için iş bırakacak işçilere, “İşten çıkarılırsınız,” tehditli mesajları göndermesinin de etkisi oldu. Ve biz dört şube, Kartal’daki işçilerin işe geri alınması ve ek protokol yapılacağı sözü üzerine bu eylemden vazgeçtik. Aslında burada hem sendika genel merkezimiz hem de CHP’li işverenlerimizin bu birlikten ne kadar rahatsız olduklarını ve topyekûn bu birliği bozmaya çalıştıklarını da görmüş olduk. Maalesef başarılı da oldular. Genel-İş Genel Merkezi bu birliğin oluşmasında Kadıköy’ün rolünün çok farkındaydı, o yüzden de Kadıköy hedefteydi. Kartal’daki süreçte maalesef o dörtlü şube yönetiminin birlikte hareket etmesi kararının devamının gelmemesiyle birlikte o irade kırıldı. O zaman şubeleri yalnızlaştırmış oldu. Bunda bizim de hatalarımız var, bütün şube yönetimlerinin özeleştiri vermesi gereken yerler var.
Velhasıl, ondan sonra biz Ataşehir ve Maltepe süreçlerine şahit olduk. Ataşehir’de aynı gece imzalandı ama orada bizden farklı olarak şube yönetimiyle görüşülerek imzalandı. Kartal’da dediğim gibi grevlere götürülerek imzalandı. Maltepe’de Esin Başkan’ın biraz daha sosyal demokrat olmasıyla alakalı olduğu söylenen bir süreç işledi. 2 günlük grevin ardından Esin Başkan’ın şube yönetimini çağırması ve onların çerçeve sözleşmeyi kendilerinin imzalaması şeklinde gelişti. Yani her şubede başka bir yöntem izlendi aslında. Ve bütün bunlar yaşandıktan sonra biz Kadıköy şube yönetimi olarak, “İşçinin İradesine Dokunma” pankartını belediye başkanlık binasında açtık ve 10 gün boyunca oturma eylemi yaptık. Bu hem CHP Genel Merkezi’nde hem Genel-İş Genel Merkezi’ne dönük, “Sizin ne yapacağınızı görüyoruz, Kadıköy’de bunu yapma,” demenin bir yoluydu. Dolayısıyla zaten genel merkezle karşı karşıya gelmiştik. Ama bu kadarını tahmin ediyor muydunuz, diye sorarsanız ben şahsen etmiyordum. İnsanlar sürekli şunu söylüyorlar: “Bunu tahmin etmiyor muydunuz? Niye önlem almadınız?” Bir kere alınabilecek önlem yok. Çok daha iyi bir örgütlülük ve diğer şubelerle birlikte hareket etmek gerekiyordu ancak bunun provasını Kartal’da yapmıştık ve devamını getiremedik. Şube olarak zaten 10 gün eylem yapmışız. Eğer gerçekten demokratik bir yönetim olsa bundan azıcık utanır ve bir yola sokmaya çalışır. “Bunu en azından Kadıköy’de başka bir şekilde kotarmaya çalışayım,” der. Nazan’ın dediği gibi bizimle görüşerek, belki şubeyi de dahil etmeye çalışarak ilerler. Ama şunu çok iyi biliyordu tabii, bu çerçeve sözleşmeyi Kadıköy yönetimi hiçbir şekilde kabul etmeyecektir. Bunu bildiği için böyle bir yola girmediğini düşünüyorum. Ayrıca şunu da düşündüm: Kayyumların geleceğini bildiğimiz halde biz demokratik kamuoyu yıllardır seçimlerde aday oluyoruz, oy kullanıyoruz görev alıyoruz, o sandıkları korumaya çalışıyoruz. Kürdistan bölgesinde insanlar, bütün askeriyle, tankıyla, tüfeğiyle o seçimlere müdahale eden iktidara karşı yine de o seçime gidiyor ve 3 ay sonra kayyum geliyor, değil mi? Yani bu böyle bir şey değil. Sadece bir şubenin öncesinde önlem alarak gelecek olanı engellemek gibi bir durumu olamaz zaten. Özetle genel merkez Kadıköy’ü bir dakikalık greve çıkartmış oldu, o yönden simge oldu. Ve hiçbir şekilde iletişime geçmeyerek de “Ben sizin iradenizi hiçbir şekilde tanımıyorum,” mesajını verdi. Çok açık, aleni, sınıf sendikacılığıyla hiç alakası olmayan, belediye işçisinin çıkarını hiçbir şekilde düşünmeyen, tamamen CHP Genel Merkezi’yle yapılan anlaşmalar çerçevesinde bir toplu sözleşmeye imza attı. Bu da onların utancı olsun diyelim.
O toplu sözleşmede bence en büyük kazanımlardan bir tanesi kreş oldu. Meseleyi sadece kadın işçilere kreş verilmesi üzerinden tartışmadık, çalışan tüm işçilere kreş ücretsiz oldu Kadıköy’de. Çünkü çocuk bakımının sadece kadın işçiye atanan bir görev olamayacağını erkek işçilerin de bunun paydaşı olduğunu göstermek istiyorduk ve bunu da kabul ettirdik
Sizin çerçeve metin olarak bahsettiğiniz toplu sözleşme dışında başka bir öneriniz, alternatif bir hazırlığınız vardı. Çerçeve metne girmeyen talepler nelerdi? Biraz da mor listeden bahsedelim hatta.
Semra: Biz bütün temsilcilerle (her birimin temsilcileri oluyor, bir temsilciler kurulumuz var, komitelerimiz var, meclisimiz var, kadın meclisi gibi) tek tek görüşmeler yaparak 6 ay boyunca, eski toplu sözleşmemizi güncelledik. 2 yıl boyunca sahada gördüğümüz sorunları uygulamada nasıl aşabiliriz diye düşünerek hazırladığımız maddeler vardı.
Nazan: Biz Kadıköy Belediyesi’nde çalışan kadınlar olarak 2019’daki şube seçimlerine sadece kadınlardan oluşan bir listeyle girdik ve kendimize “Mor Liste” adını verdik. 30 kişilik şube yönetimine aday listemizin tamamı kadınlardan oluşuyordu. Aslında biraz orada tamamı kadınlardan oluşan bir liste olduğuna, sendikalarda kadın çalışması yürüten bir ekip olduğuna kamuoyunun dikkatini çekmek istedik. Sendikanın daha çok kadın temsiline, delegeye, öncü işçiye ihtiyacı olduğunu hep birlikte konuştuk. Aslında yaptığımız en güzel çalışma, dünyadaki bütün toplu sözleşmeleri tarayarak hem feminist hareketi hem akademisyenleri hem de emek hareketini yan yana getirebilecek bir düzenek oluşturmaya çalışmak oldu. Burada amaç, kadın işçilerinin sorunlarının toplu sözleşmelerde yer almasını sağlamaktı. Bir il başkanının, “8 Mart’ı tatil ilan ediyorum” demesinden ziyade; regl izninin olması gerektiği, mobbing kurulunda kadın kotasının uygulanması gerektiği, kadınların her yerde yaşadığı sorunlara dair yeni maddeler koymaktı. Bunun saha çalışmasını da yaptık. Kadıköy’de o zaman yaklaşık 600 kadın arkadaşımız vardı. Dış birimlerde veya ana binada konuştuğumuz bütün kadınların taleplerini toparlamaya çalıştık. Ve yaptığımız maddelerin tamamının altına kadınlardan imza aldık. Mor Liste’den sonra bu maddeleri şube yönetimine ilettik ve toplu sözleşmede yer almasını istediğimizi belirttik. O toplu sözleşmede bence en büyük kazanımlardan bir tanesi kreş oldu. Meseleyi sadece kadın işçilere kreş verilmesi üzerinden tartışmadık, çalışan tüm işçilere kreş ücretsiz oldu Kadıköy’de. Çünkü çocuk bakımının sadece kadın işçiye atanan bir görev olamayacağını erkek işçilerin de bunun paydaşı olduğunu göstermek istiyorduk ve bunu da kabul ettirdik. Başta bir kreş işçilere ücretsiz ayrılırken artık Kadıköy’de iki kreş işçi çocuklarına hizmet veriyor. Bu büyük kazanımı elde ettik. İkincisi, Mobbing Kurulu’nda kadın kotasının uygulanması, bütün taciz davalarında hem işveren hem sendika tarafından kadınların bu kurula giriyor olması, İstanbul Sözleşmesi’nin tanınması, regl izni, 8 Mart izni, disiplin dosyalarının takibinde de kadın kotasının uygulanması gibi kazanımlar elde ettik ilk toplu sözleşme sürecinde. Şube yönetimine geçtikten sonra hazırladığımız toplu sözleşme metninde de kadın meclisindeki arkadaşların hazırlamış olduğu talepleri değerlendirdik. Bir de bizim bir buçuk-iki yıllık süreçte heybemize koyduğumuz çok önemli maddeler vardı, onları ekledik. Boşanan kadın işçiye izin, boşanan kadın işçiye para, LGBTİ+ bireylerin onur yürüyüşünde bir gün ücretli izinli sayılmaları, HPV aşısı gibi maddeler bizim özgür toplu sözleşmemizde yer alıp masada kalanlar. Ne yazık ki geçirmediler.
Burada biraz DİSK’in genel bakış açısını sorgulamak gerekiyor. Ne yazık ki 170.000 üyesi olan Genel-İş’te pandemi ile ilgili çerçeve bir madde hazırlayıp bütün toplu sözleşmelere bu maddeyi koymaktan imtina etmeyen Genel-İş Genel Merkezi yönetimi, kadınların tamamını ilgilendiren maddelerin konulmasında kadın politikasını gözeten bir süreç yürütmüyor. Zaten genel yönetim kurulunda sadece bir kadın var. Ne yazık ki Genel-İş’te kadının adı yok. Dolayısıyla kadının adının olmadığı, kadının yönetmediği bir yerde bu maddelerin hiçbirinin geçmesi kolay olmuyor.
Semra: Şunu da eklemek isterim. Sahada yaşadığımız bir süreç olduğu için çok önemsiyorum. Bizim iki kadın arkadaşımızın ikiz bebeği vardı. Normalde iş yasasında günlük bir buçuk saat emzirme izni var, bunu toplu olarak da kullanabiliyorsunuz. Bizim toplu sözleşmemizde 2 saatti. Ama bu ikiz bebeği olan 2 arkadaş da bizi ayrı ayrı arayıp, “Ben ikiz bebekleri emzirmeyi 2 saate sığdıramıyorum. Toplu kullansam da sıkıntı oluyor,” gibi dönüşlerde bulundu. Bu sıkıntıyı uygulama içinde çözmeye çalıştık. Ama bunu toplu sözleşmeye de geçirmemiz gerekiyordu ve neyse ki müzakere masasında bu kabul edildi. Böylece ikiz çocuğu olanlar için emzirme izni 2 yerine 3 saate çıkarıldı ve aslında bu düzenlemeyle süre, iş yasasının 2 katına çıkmış oldu. Bunun önemli bir kazanım olduğunu düşünüyorum. Öte yandan 25 Kasım’da kadın işçilere kolaylık sağlanması da öyle.
Bunun yanı sıra önemli bir tartışma konusu da 8 Mart’ta kadınlara bir yıllık ped ücretinin ödenmesi talebimizdi. Kadınlara 8 Mart’ta para ödenmesi gibi değil, kadınların zaruri ihtiyacı olan ped ücretine politik bir kararla belediye yönetimi tarafından bütçe ayrılması şeklinde yazmıştık. Bu çok tartışma konusu oldu. Yönetim bunun mücadelesinin dışarıda iktidara karşı yapılması gerektiğini söyledi. Biz de bunun lüks tüketim vergisine tabi olmasına karşı dışarıda bir mücadele yürütüldüğünü ve tam da bu yüzden bunun bu masada tartışıldığını savunduk. Kadınların mücadelesi aynı zamanda kadın işçilerin çalıştığı yerdeki mücadelesiyle bağlantılı. Bunun orada tartışılmasının bile çok kıymetli olduğunu düşünüyorum çünkü o toplantılara kısmen işçiler de gelip izleyebiliyor ve gündemlerine giriyor. Zaten 52 kişilik temsilci grubumuz var. Nazan da bahsetti, eskiden bir iki kadın varken bu sayı çok arttı ve işçiler kadın temsilci seçmeye başladı. Çerçeve sözleşme olmasaydı boşanma iznini, ped ücretini, HPV aşısını mutlaka alacağımızı düşünüyorum.
Yönetimle görüşmeler sırasında yaşadığımız ilginç bir olaydan da bahsetmek isterim. Tabi ki yönetimde de bir kadın arkadaşımız var ve doğum izni için çok bastırdık. Normalde devlet 8 artı 8, toplam 16 hafta izin veriyor ve ondan sonra işe başlamamız gerekiyor, bizim önceki toplu sözleşmede kazanılmış artı 7 haftamız vardı ve biz bunu artırmayı hedefledik. Çocuklar 2 yaşına gelene kadar bakım yükü sebebiyle kadınlar tam anlamıyla işe dönemiyor. Ve her ne kadar toplu sözleşmede “0-2 yaş çocuklara kreş sağlanır” diye bir madde olsa da kreşler buna elverişli olmadığı için 2 yaşından itibaren başlatılıyor çocuklar. Dolayısıyla kadın arkadaşlarımız çocuklar kreşe gidecek yaşa gelene kadar izin konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyorlar. Biz de hem o ücretsiz iznin süresini hem de ücretli doğum izninin süresini artırmak için baya bir çaba sarf ettik ve ücretli izne 3 hafta eklemeyi başardık. Ücretsiz izni de 12 aya kadar çıkartmak konusunda masada anlaşmıştık fakat maalesef gördük ki çerçeve sözleşmeye geçmemiş. İşveren masasındaki kadın arkadaş, “Ama siz kadını iş gücünden uzaklaştırmış olmuyor musunuz? Doğru bir yöntem mi?” diye bir eleştiri getirmişti. Hayır, sen ona üçüncü aydan itibaren kreş sağlarsan zaten o kadın gelecek. Ama sen 2 yaşına kadar kreş sağlamıyorsan, bu talebi kadını iş gücünden uzaklaştıracak bir madde olarak yorumlayamazsın. Kaldı ki işe alırken de kadın yeni evli mi, doğum yapacak, yapmayacak mı diye bir sürü muhasebe yapıyor işveren. Kadın işe girerken zaten zorlanıyor. Mesele sonrasında, evlendiğinde, çocuk yaptığında da o istihdam içinde kalma güvencesini sağlamak…
Kadın belediye işçileri ekonomik kriz ve güvencesiz çalışma koşullarından daha özgün ve derin bir şekilde etkileniyor. Sizce bu sorunlar sendikal mücadelede ne ölçüde yer buluyor? Aslında meselenin sizin mücadele hattınızda neye tekabül ettiğini ve nasıl bir yol izlediğinizi anlatmış oldunuz. Ancak daha genel cevaplarsanız, kadın işçilerin salt kadın olmaktan kaynaklanan özgül sorunları sendikal mücadelenin tamamında yer bulabiliyor mu? Yoksa bunlar birkaç “kurtarılmış bölgede” mi konuşuluyor?
Nazan: Genel-İş Genel Merkezi’nin bu konuyla ilgili politikası yok ve kadın şube başkanlarının da gündemi şununla sınırlı: “25 Kasım’da ne yapıyoruz?”, “8 Mart’ta ne yapıyoruz?” Senin özgür toplu sözleşme hakkın var, sen bunu söyleyemezsin. Bunu özgür toplu sözleşme yapamayan diğer sendikalar bırak düşünsün. 8 Mart’ta sen kadınları Feminist Gece Yürüyüşü’ne davet edersin. Gerçekten biraz feminist mücadelenin içinden gelmiş ve feminist görüşe hâkim olan insanların yönetmesi gerekiyor. Yoksa o kadınlar da erkekleşiyor zaten. Yani kadın işçilerin sorununun sadece kadın işçiyi ilgilendirdiğini düşünüyor, niyetten öte bir şeyden söz ediyorum. Yoksulluk ne kadar beni ilgilendiriyorsa, regl izni de o kadar erkek işçiyi ilgilendiriyor. Sancım oluyor, performansım düşüyor ve bu da yan yana çalıştığımız diğer arkadaşlarımıza dert olmalı. Bunu böyle anlatmak yerine hoop regl izni diye geçti. Yani reklam gibi, vitrin gibi görüyorlar. Hayır, bunlar politika. Sosyal demokratım diyen belediye başkanının, çerçeve metin imzalanıyor bile olsa, bunları takır takır hayata geçirmesi gerekiyor. Ben burada işverenime büyük öfke duyuyorum. Eğer sen Kadıköy belediye başkanı olmaya adaysan LGBTİ+ların toplu sözleşmede yer almasından korkmayacaksın. Eğer sen Kadıköy’de belediye başkanlığı yapıyorsan ve kadın işçine bu hakkı vermiyorsan kadın hareketinin bangır bangır platformlarda, Yoğutçu Parkı’nda, orada burada yaptığı eylemlerde öne geçmeyeceksin. Bu ikiyüzlülük çok tehlikeli bir şey. Binalarınızdan, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!” diye pankart sallandırıp sonra da, “Boşanan kadın işçinin neyi var ya, arkadaşlar hepimiz aynı ücreti alıyoruz,” demeyeceksin. Genel-İş Genel Merkezi’nin kadın bakışı olmadığını zaten biz biliyorduk, o yüzden sürekli kafamızı yoruyoruz buraya ne madde eklemeliyiz, burada neyi yapmalıyız diye. Ama sen siyasi irade olarak masaya gelip, “Ben kadın arkadaşlarımın yıllık ped ücretini karşılıyorum kardeşim. Bununla ilgili soruşturma mı geliyor? Gelsin. Ben veriyorum,” demeliydin.
Semra: Ben de şunu vurgulamak istiyorum: Önceki toplu sözleşmede İstanbul Sözleşmesi vardı ama ILO 190 yoktu. Bu toplu sözleşmede ILO 190’ı da geçirdik. Bir de sadece yüz kızartıcı suçları olanlar işe alınmazken, bu toplu sözleşmede “Kadına ve çocuğa şiddet suçu işleyenleri” de ekledik. Bu maddeler boşanmaya dönük taleplerin falan gerisinde kalmış gibi hissediyoruz ama düşününce aslında toplu sözleşmeler açısından ileri maddelerdi. LGBTİ+lara gelince de masada şöyle bir direnç vardı, çok ciddi bir dirençti bu. AKP-MHP’nin LGBTİ+larla ilgili politikasının aslında nasıl CHP’ye de tezahür ettiğini gösteren çok net davranışlardı. İfade olarak kadın-erkek eşitliği yerine toplumsal cinsiyetin geçmesini kabul ediyor ama orada, “LGBTİ+” ifadesinin olmasını istemiyor. Çok simgesel bir dirençti bence. CHP’nin normalleşme politikasıyla iyice sağa kayması, iktidara yürümesi vesaire. Ben şöyle düşünüyorum açıkçası: Belki 2 yıl önceki Mor Liste sürecinde bu daha kolay olabilirdi, o dönemin siyasal koşulları altında LGBTİ+ları eklemek.
Çünkü şunu yaşadık biz yani, 2014-2015-2016 süreçlerinde Kadıköy’de Onur Ayı’nda billboardlar yapılırdı, hatırlarsınız. Kadıköy Belediyesi linç edilirdi yine de sonuna kadar savunurdu sosyal medyasından. Trans görünürlüğü ile ilgili müthiş billboardları oldu. Belediyede eşitlik birimi vardı, bunlar da çok işlevsiz kılındı. Yani bütün o toplumsal olarak geriye gidişi biz hem belediyede hem de sendikal süreçte bizzat yaşadık.
2018’de biz KHK ile geçtikten sonra üye sayıları inanılmaz şekilde arttı. Bu artışı yönetebilme gücünün tasarlamak yerine şubeler tek tek bölünmeye başlandı. Eğer CHP, DİSK’e çerçeve sözleşmeyle ilgili bir dayatmada bulunuyorsa sendika olarak emekten gelen gücünü kullanman gerekiyor. Bu güçle aynı anda grevi asma kararını, aynı anda masaya oturma kararını kastediyorum örneğin. Bir tarafta 4 tane şubeyi yan yana getirmek için çabalayan şube başkanları bir tarafta da “Yok siz yan yana gelmeyin, iyice ayrılın ki ben elimdekini rahat rahat imzalayayım” diyen bir genel merkez. O zaman sen bu süreci zaten yürütemedin.
Her ne kadar devam edememiş olsa da bahsettiğiniz o Ataşehir, Maltepe, Kartal ve Kadıköy şube yönetimleri arasında sağlanan dörtlü irade çok kıymetli. Bunu süreklileştirmenin, büyütmenin, birleşik bir mücadele hattı örmenin önündeki engeller neler sizce?
Nazan: Butik sendikacılık. Şöyle açıklayayım: Mesela 1 No’lu Şube, çok eski bir tarihi olan, uzun zaman önce kurulmuş bir şube. Devlette kadrolu olan işçiler var. Bizim belediyede sayı olarak az kişi kalmış olsalar da onların toplu sözleşmesini de Genel-İş yapıyor uzun yıllardır. 2018’de biz KHK ile geçtikten sonra üye sayıları inanılmaz şekilde arttı. Biz ilk geçtiğimizde 1 No’lu şubede Kadıköy, Kartal, Ataşehir Belediyeleri vardı. Yani bir şube üç belediyenin işçilerinden sorumluydu. Bu artışı yönetebilme gücünün tasarlamak yerine şubeler tek tek bölünmeye başlandı. Eğer CHP, DİSK’e çerçeve sözleşmeyle ilgili bir dayatmada bulunuyorsa sendika olarak emekten gelen gücünü kullanman gerekiyor. Bu güçle aynı anda grevi asma kararını, aynı anda masaya oturma kararını kastediyorum örneğin. Bir tarafta 4 tane şubeyi yan yana getirmek için çabalayan şube başkanları bir tarafta da “Yok siz yan yana gelmeyin, iyice ayrılın ki ben elimdekini rahat rahat imzalayayım” diyen bir genel merkez. O zaman sen bu süreci zaten yürütemedin. Şu da olabilir. Belediye şirket işçilerinin çalıştıkları iş kolları aşağı yukarı aynı, maaşlar arasında büyük bir fark olmasın istiyorsundur, olabilir. Ücrette buna göre düzenleme yaparsın, bu ayrı bir şey. Ama sen bunun şubedeki yetkisini alıyorsun, götürüp genel merkezde bu işi çözüyorsun. İtiraz ettiğimiz konu bu. Yani bunu Hak-İş’in yapması beni rahatsız etmez, zaten öyle yapıyor. Yıllardır kan ağlıyor Üsküdar Belediyesi’nde, Sancaktepe Belediyesi’nde çalışan işçiler. Günlük brüt 1.200-1.250 liraya imza attı Hak-İş. O atar zaten, biz ondan ummuyoruz ki herhangi bir şey. Toplu sözleşmede kazanım elde etmişsindir, işçiler bir süre sonra bunu olumlu da karşılayabilir. Ama senin yönteminle ilgili sıkıntıyı biz konuşmayacak mıyız? Bunun özeleştirisini vermeyecek misin? Biz istifa ederken önce Genel-İş Genel Merkezi’ni, genel yönetim kurulunu istifayı çağırdık. İstifa etmesi gereken onlar. Yürütemedikleri süreçle ilgili özeleştiri vermesi gereken makam onlar. Buna DİSK genel başkanı da dahil. DİSK nereye, nasıl bir yöne doğru gidiyor? Büyük ihtimalle şöyle gelişecek: “Bunlar kim bilir hangi siyasi partili? Bunların amacı farklı.” O zaman AKP’nin diliyle seninki arasında bir fark kalmıyor ki.
Geçtiğimiz eylül ayında DİSK çarşamba günü 15:00’te Büyük İşçi Buluşması konulu bir miting düzenledi. Türkiye’deki tüm emekçilerin ekonomik krizden, enflasyondan kan ağladığı bir dönemde, Türkiye’nin en büyük sendikası haftanın ve günün tam ortasında büyük işçi buluşması yapıyor. Kaç işçi katılabildi? Benzer bir şey Çukurova’da da oldu. İklim koşullarını bilen bilir. Buradan hareketle bir önceki soruma dönecek olursak, imkanları sanırım sendikacıların iradesinden biraz daha ötede aramak gerekiyor. Çünkü siz bile yönetimin size sağlaması gereken hareket alanının gasp edildiğini belirterek istifa ettiniz. Dolayısıyla belli ki bu yönetimden doğru çözülebilecek bir şey değil. Yani aslında daha çok tabandan bir örgütlenmeden, sendikalar üstü bir şeyden bahsediyorum. Bunun önü nasıl açılır, mümkün mü? Bunun üzerine biraz düşünelim, konuşalım isterim birlikte.
Nazan: Kadıköy’de bizim seçimi almamız küçük bir örnek. 53 şube var diye biliyorum değişmediyse; 53 şubede itiraz eden şube yok yapılanlara, kimse sorgulamıyorsa teknik olarak bir sorun vardır. Zaten sendika bürokrasisi diye bahsettiğimiz şey işçiyle arasına bir duvar örmüş. Genel merkez imzaladı toplu sözleşmeyi, gelip işçiye anlatmıyor, işçilerin arasına giremiyor. O kadar sınıftan kopmuş bir yapı var ki, bence şube başkanları da aynı şeyi yaşıyor. İşçiyle oturup işçiyle muhabbet edeceğin alan sadece toplu sözleşme değildir ki; işçinin politikleşmesi için adımlar atar sendikalar. Ben öyle biliyorum. İşçi hareketinin geliştiği, yükseldiği dönemler böyle dönemlerdir. Akşam eve gidince kahvede emek hareketiyle ilgili konuşulur. Annem yıllarca Eğitim-Sen içinde barındı, korkunç süreçler yaşadı. Biz nereye sürüldüysek akşam annem gider mahallenin çocuklarına ders verirdi. Yani böyle bir politikleşme sürecinden kopmuş, tabanla bağını tamamen kesmiş bu yapıyı değiştirmek ve dönüştürmek her belediyede taban örgütlenmesiyle olur. Ama bu taban örgütlenmesinin politik olarak sınıf sendikacılığına çevirecek bir anlayışla yapacak öncü işlerin çoğalması gerekiyor.
DİSK topluma mal olmuş, sola mal olmuş bir sivil toplum kuruluşudur. Bu düzeyde bir özeleştirel süreç örgüt içi süreçler gibi işletilemez. DİSK eleştirilir. Biz zaten Hak-İş’i, Türk-İş’i eleştiriyoruz ama DİSK de eleştirilir. Dokunulmaz olması adından kaynaklanmıyor. Sistemsel bir sorun olduğunu söylüyoruz. Eleştiren herkes DİSK düşmanıdır diye bir şey yaratmaya gerek yok, yönetemiyorsunuz. DİSK yönetemiyor. Koskoca konfederasyonun başında bir kadın var ama sendikanın kadın politikası yok. Neden ILO 190 için sokağa çıkmıyor kadınlar? Neden DİSK’li kadınlar 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nde yoklar? O zaman burada herkesin o politikaları sorgulaması gerekiyor. Gerçekten öyle düşünüyorum ama nasıl değişir, dönüşür… Çok ciddi zaman alacak ve tabandan bir örgütlenmenin olduğu bir yapı kurmak gerekiyor.
Semra: Sendikaların durumu genel olarak muhafazakarlaşma, geriye gitme, örgütsüzleşme, örgütsüzleşmenin teşvik edilmesi, bireyselleşme vs… bütün bunlardan bağımsız değil. Bir de tabi ki 22 yılda oluşturulmuş bir Tek Adam Rejimi var. Gerçekten bu, en ufak iktidar alanı yakalayan herkesin içine nüfuz eden bir durum. Çünkü bununla çok daha kolay yönetilebilirlik gücüne sahip olabileceğini gördü insanlar. Çoğulculuk, demokrasi, bütün düşüncelere hak verme, meclislerle bunu yapma falan gibi yaklaşımlar, Gezi’den sonra bir süre daha devam etti ve bitti. Ondan sonra bu sola, sosyal demokrasiye, devrimci demokrat yapılara bile sirayet etti artık. Bu her alanda görebildiğimiz çok ciddi gerileme halini sendikalarda da görüyoruz. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun devrimciliğinden ne kadar bahsedebiliyoruz? Genel-İş’in DİSK’in finansmanı için çok ciddi bir kaynak olması ve buradan çok ciddi güçlenmesi, muhalefetteki bir sendika iken iktidardaki bir sendika, ana akım bir sendika haline gelmeye başlaması işçi sınıfının çıkarlarının iyice geriye itilmesine sebep oldu. Çünkü oranın sorgulanabilirliği, hesap sorulabilirliği, orada bir şeyleri değiştirebileceğine inanma gücü vs. öylesine kırıldı ki, belediye işçilerinde müthiş bir hayal kırıklığı var. Tüm bu şube seçimi süreçlerinde biz bin bir güçlükle işçinin güvenini tekrar tesis etmiştik, ancak hepsi yıkıldı. Bu genel merkezin umurunda değil. Sistem çok ciddi bir konfor alanı yaratıyor o koltukta oturana. Şu anki sendikal sistem, sendikalar yasası, genel merkezlerin tüzükler ile zaten aşılabilecek bir süreç olduğunu düşünmüyorum. Tabii ki tabandan bir örgütlenme olmalı. Yine yönetimlere gelinebilir, yine savaşılabilir ama tek başına değil. Bütün Türkiye çapında bu zihniyetteki, bu anlayıştaki şubelerin bir araya gelerek tabandan işçinin zorlamasıyla ancak yakalanabilecek bir altüst oluşla işçi sınıfı yeniden gücünü kazanabilir. Dediğin o kadar haklı ki. Bir eylem örgütleniyor, şubelerin sadece yapması gereken şey bu eyleme işçi getirmek. Bir eyleme karar veriliyor, şubelere mesaj atılıyor ve buraya işçi getirin deniyor. Örgütlenme böyle bir şey olabilir mi? DİSK beşli yönetim olarak Ankara’ya yürüyor, biz neredeyiz? Bunca insanız, belediye işçilerinin çok ciddi bir kadro sorunu var, biz hâlâ taşeronuz. Genel-İş’in şu an en büyük mücadele alanı bu olmak zorunda. 90’larda, 2000’lerin başında gece gündüz, yağmur demeden direndi insanlar. DİSK bunun yerine tamamen konforlu eylemler yapıyor ve yapmış olmak için yapıyor. Biz bunu da hep eleştirdik. Bu kadar sorun, bu kadar ciddi yoksullaşma, bu kadar hak gaspı varken, hadi genel grevi geçiyorum, Türkiye çapında bir genel direnişi sırf vergi için bile olsa neden organize etmiyorsun? Bölge mitingleri yapıyorsun, katılım sayısı ortada. Bence bizim istifamız şunu göstermesi açısından önemliydi: Bu koltuklar konfor alanı değildir; sendikalar, şube yönetimleri işçi sınıfı mücadelesinin araçlarıdır. Eğer o araçlar işlevsiz kılındıysa oraları terk edip başka alanlarda mücadele etmek zorunludur.
Dizi Editörü: Özgür Genç
Editör: M. Hazal Çakmak
Düzelti: Sabâ Esin
Seslendirme:
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin
Yazar Hakkında Bilgi
Okur, düşünür, tartışır, bazen yazar. İçinde hissettiği yangının adını feminizm koyduğu ilk yer olan Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden 2015 yılında mezun oldu. 2017 yılında hocaları KHK silsilesiyle akademiden uzaklaştırılınca arkadaşlarıyla birlikte “alternatif bir akademi tahayyülü” yaratmak üzere Universus Sosyal Araştırmalar Merkezi’ni kurdu, çeşitli pozisyonlarda görevler aldı ve burada araştırmalar yürüttü. 2019 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji bölümünde yüksek lisansını tamamladı. 2021 yılından bu yana İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde doktorasına devam ediyor. Özne, kültür, toplumsal kırılma, değişim gibi ucu bucağı olmayan konulara kafa yoruyor, bunları makro siyaset içinde konuşmayı dert ediyor. En sevdiği özelliği, kendisini rahatsız eden her konuda fikir beyan etme isteği.
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖