Serbest Kürsü Feyza Demir 12 Kasım 2024
Son günlerin konuşulan filmi Cevher (The Substance) seyirci ile buluştu. 2024 yapımı, Coralie Fargeat’ın yazıp yönettiği ve Demi Moore, Margaret Qualley ve Dennis Quaid’in başrollerini paylaştığı bu bilim kurgu, dram ve korku filmi Cannes Film Festivali’nde En İyi Senaryo ödülünü kazandı.
Siz de filmi izlememiş ama sosyal medyada sıklıkla duyup merak etmişseniz önceden belirtmeliyim ki bu yazıda spoiler yer alıyor. Bu nedenle izlemeyi planlıyorsanız yazıyı okumayı sonraya erteleyebilirsiniz. Mutlaka bekleriz, buradayız.
Filmi izlememiş olanlar ve izlemeyi düşünmeyenler için çok kısa özetlemek gerekirse; Hollywood yıldızı ve aerobik eğitmeni Elisabeth Sparkle (Demi Moore) yaşlandığı için artık sektörde “işe yaramaz” muamelesi görmektedir. Çünkü kadınlar genç, güzel, seksi ve gülüyor ise makbuldür. İşini de kaybeden Elisabeth gençleşmek için gizemli bir yönteme başvurur ve bu yöntem sayesinde kendisinin daha iyi bir formunu doğurur. Kahramanın sırtından daha genç halini doğurması gibi birçok etkileyici metafor yer alan filmde, sinematografik olarak da renklerin gücünden yararlanılmış ve mekanların, eşyaların, objelerin (koridor, banyo, billboard, çöken koltuk, tavuk budu) gücü yansıtılmış ekrana.
“Yaşlı ve işe yaramaz” Elisabeth ile “genç ve ilgi odağı” Sue arasında geçen çekişmeli bir savaşın, kan revan içinde son buluşu; çok etkileyici ve detayları düşünülmüş sahnelerle aktarılırken, oldukça abartılı ve ana hedeften kopan kısımlar da insanı rahatsız etmiyor değil.
Eğer film kadın bedeninin metalaştırılması üzerine bir eleştiri amacı taşıyor ise filmde kimi sahnelerin pornografik olup olmadığı da sorgulanmalıdır. Nitekim aerobik sahnelerinde kadın vücudunun gösterilme şekli için seçilen yöntem eleştiriyi tartışmalı hale getirmektedir.
İnsan önce şunu sorguluyor bir fikrin ya da düşüncenin etkili olması için bu kadar abartılması mı gerekiyor? Sosyal medyaya ve şu an benim de bu satırları yazdığıma bakacak olursak; evet, abartının eyleme geçmeye teşvik edici bir etkisi olduğunu kabul etmeliyiz. Ancak senaryonun amacı kadın bedeni üzerinden yapılan cinsiyetçi ayrımın ağır bedellerini anlatmak ise film boyunca da bu sömürünün devam ettiğini söyleyebiliriz.
Filmin çok çarpıcı, akılda kalan mesajlarından bazılarını şu şekilde özetleyebiliriz;
Erkek egemen gösteri dünyasında kadın, genç, güzel, seksi ve gülüyorsa var olabilir.
Kadın kendisini fiziksel güzellik üzerine inşa ettiyse güzelliğin bitişi ile inşası da çöker.
Öyle bir çöküş ki komşusu bile gürültüden rahatsız olduğu için yaşlı haline sayıp söverken, genç haline tüm becerilerini sunma cömertliğinde bulunmak ister.
Açgözlülük ve doyumsuzluk o kadar güçlü duygular ki kendin için kendinden çalmaktan geri duramazsın. Ödediğin bedelin ise geri dönüşü olmadığını bilmen dahi seni durdurmaya yetmez.
“Kadının performansını değerlendiren” erkek egemen sistem için öncelikli kontrol noktaları fiziksel görüntü ve itaat etme becerisidir.
Bence en kilit ve en etkileyici çıkarım ise parıldamak, başkaları tarafından çok sevilmek istemenin sebebinin, kendinden nefret etme duygusu olmasıdır.
Film, kan banyosu ve canavara dönüşen kadın bedeninin meme doğurması gibi hem çok abartılı hem de çok çarpıcı sahnelerle sona doğru ilerlese de benim açımdan çok net bir çözüm önerisi de sunuyor aslında. Çözüm de itiraf edilen duyguda gizli: Kendimden nefret ediyorum.
Eğer kadın, kendini sevmeyi başarabilirse, başkaları onu sevsin diye kendinin daha iyi bir versiyonuna ulaşma uğraşısına girmez. Kendi inşasını tükenecek maddi bir malzemeden değil, yaşadıkça çoğalacak, güçlenecek bir malzemeden yapmayı tercih ederse, yaş almak, güzellik gibi etkenlerden olumsuz etkilenmeyecektir.
Peki bunu nasıl yapacak? Uslu durursa, uyumlu olursa, gülümserse ama kahkaha atmazsa; hep kendine bakarsa, güzel olur, güzel giyinir ve az konuşursa, sevilen, sevildiğini duyan kadın nasıl kendi olacak?
Merak ederse, soru sorarsa, farklı düşünürse, kendi fikrinde ısrar ederse, kilo alırsa, beyaz saçlarını boyatmaz, yüzündeki kırışıklar için estetik operasyon yaptırmazsa sevilmeyecek mi? Yani vaat edilen sevgi koşullu mu? Ve koşullu bir sevgi gerçek olabilir mi?
Soruların birbirine kapı açtığı bu film ile kendimize sormamız gereken belki de en önemli soru şu olmalı: Bedeli nedir? Özgür olmanın, kadın olmanın, kendin olmanın bedeli nedir ve bu bedeli ödemeye hazır mıyız? Bizden sonraki nesiller bu bedeli ödemesin diye kültürel kodları nasıl değiştirebiliriz?
Diyalogların sınırlı olduğu film, izlerken bu ve benzeri birçok soruyu sormak ve düşünmek için zaman tanıyor aslında. Bu güçlü, sert, zor soruların cevaplarını bulmak kolay değil. Eğer bir yerden başlayacaksak kendimize şefkat göstererek başlayabiliriz.
Öz şefkat ve kendimize sevgi besleyerek yola çıkmak,ödenecek bedelin hasarını azaltacak, bizi koruyacak kalkan olacaktır. Kendine şefkat ile başlayacak ben olma hali. Ben olma yolunda filmde de sıklıkla tekrar edilen ikisi de bir uyarısına gerek kalmayacak ve tüm duygularımızın bize ait oluşunu kabulleneceğiz. İç çatışmadan iç huzura bir özgürlük yolculuğuna çıkmış olacağız. Öz şefkatli yolculuklar dilerim.
Editör: Ebru Pektaş
Redaksiyon: Ebru Pektaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖