Serbest Kürsü Kübra Evliyaoğlu 16 Şubat 2025
Ben sadece bir Sevgi tanıdım. O da annemdi.
O öldü. Sonra kimse sevgi ne bilemedi.
Şimdi Sevgililer Günü yaklaşıyor. O malum gün… Kapitalizmin aşkı ambalajlayıp vitrinlere dizdiği, sevgiyi tüketimle eşitlediği, duygularımızı kredi kartı limitlerimizle ölçtüğü o kırmızı alarm günü. Her şey kırmızı çünkü başka renk bırakmadılar bize: Damarlarımızda akması gereken sevgi, şimdi market raflarında plastik kalplerin içinde, indirim etiketlerinin altında ezilmiş halde duruyor.
Kapitalist sistemin en büyük marifeti bu işte: En saf, en derin duyguları bile alıp paraya çevirmek. Aşk, şimdi bir alışveriş listesi. “Seviyorsan alırsın” diyen reklamlardan taşan sığlık, her yere bulaşmış. Hediyesiz aşk, kanıksanmayan bir suç gibi. Sevgilisine çiçek almayan erkek, sevgilisinin sosyal medyada paylaşacak fotoğrafı olmayan kadın… Sanki sevgi, kutulu ürün garantisiyle birlikte satılıyor.
Ama mesele burada bitmiyor. Bu sistem sadece sevgiyi metalaştırmakla kalmıyor, özellikle kadınları da bu döngünün merkezine yerleştiriyor. Kadın hem tüketici hem de tüketilen oluyor. Bir gün çiçeklerin alıcısı, ertesi gün o çiçeklerin solduğu bir ilişkiye katlanan taraf. Reklamlar kadına “Değerlisin” diyor ama o değer, fiyat etiketiyle ölçülüyor. En pahalı hediyeyi alan kadın en değerli sayılıyor. Bu yüzden lüks markalar Sevgililer Günü’nde satış rekorları kırıyor çünkü kapitalist sistem kadına şunu fısıldıyor: “Sevgilin sana ne kadar para harcıyorsa o kadar sevilmeye layıksın.”
Ve biz kadınlar, yıllardır bu kısır döngünün içindeyiz. Bir yanımız, sistemin bize sunduğu sahte değer biçme araçlarına isyan ederken diğer yanımız hâlâ o vitrindeki takıya göz ucuyla bakıyor. Çünkü bu sistem sadece cebimize değil, zihnimize de hükmediyor. Aşkı sahip olmaya indirgediği gibi, kadını da bir “alınacak nesneye” çeviriyor. Sevgililer Günü, bu dönüşümün pembe ve kırmızıya boyanmış hali. Fiyatı olmayan kadın yoktur; sadece indirim zamanı bekleyen vardır diyen o arsız bakışlar, vitrinde değil hayatın tam ortasında dolaşıyor.
Ama işin ironisi şu: Benim bir Sevgi’m daha var.
Kızım.
Adı Sevgi.
Kaderin bana oynadığı bir oyun mu, yoksa hayatın bana “Hadi bakalım, şimdi de bunu çöz” dediği bir bulmaca mı? Sevgi’yi büyütüyorum ama ona hangi sevgiyi öğreteceğim? Annemin bana gösterdiği karşılıksız sevgiyi mi, yoksa dünyanın ona dayatacağı koşullu sevgiyi mi? Ona kimsenin kalbine fiyat etiketi yapıştırmasına izin vermemesini nasıl anlatırım? Sevginin bir hediye paketi olmadığını, reklamlardaki gibi “mutluluğun” bir tık uzağında bulunmadığını nasıl gösteririm?
Editör: Ebru Pektaş
Düzelti: Sabâ Esin
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Seslendirme: Filiz Kılıç
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖