Background

Görünmeyen Kadınların Hikâyesi

2025 yılında 403 kadın katledildi.
Bu kadın cinayetlerinin yalnızca bir kısmı manşetlerde yer alıyor. Nadiren de olsa toplumsal infial yaratıyor ama yüzlerce kadının katledilişi gazetelerin satır aralarında, haber bültenlerinin altyazılarında kayboluyor, sosyal medyanın gündeminde yer bulamıyor. Kadınların hayattan koparıldığı hikâyeler karanlıkta kalıyor. Bu sessizlik sadece medyanın sessizliği değil; sistemin bilinçli bir tercihi olarak dayattığı sessizlik.

Medyada sesi duyulmayan kadınlar, başına bir şey geldiğinde arkasında durulmayacağını düşünür hale geliyor. Suçlu bulunan tarafın fail değil kendisi olacağına inandırılıyor. Ataerkil düzenin bu baskısı kadınları sessiz kalmaya mahkum bırakıyor. Yargı failin sırtını sıvazlamaya, kravat indirimleri vermeye devam ettikçe kadınların sesi kısılıyor.

Kadın cinayetleri, aile içi trajedi ya da bireysel öfke patlamaları olarak adlandırılabilecek olaylar değildir; kadın cinayetleri politiktir. Kadın cinayetleri; yaşama hakkını hiçe sayan, kadınları namus-ahlak-itaat kalıplarının içine sıkıştıran, ataerkil düzenin sürdürülebilmesi için üzeri kapanan suçlardır. Medyanın suçları kişisel hikayelere çevirmesi, sistemin sorumluluğunu göz ardı ettirmeyi amaçlayan bir çabanın ürünüdür. Haberlerde geçen “bir cinnet anı” veya “kıskançlık krizi” gibi ifadeler, şiddetin politik boyutunu görünmez kılan bahanelerdendir. Kadın cinayetlerinin üzerini örten bir başka şey de medyanın kullandığı dildir. Haber başlıklarında erkek egemenlik normalleştirilir, şiddet olağanlaştırılır, kadın suçlu, erkek ise mağdur rolünde sunulur. Bu sunuş, topluma sessizliği kabul ettirmenin en yaygın ve etkin yoludur. Hayatın olağan akışında karşılaştığımız her türlü şiddet, kamuoyunun gözünde kabul edilebilir hale getirilir, sessizlik pekiştirilir.

Bahsi geçen sessizlik, sistemin en güçlü denetim aracıdır. Kadınların “başıma iş gelmesin” diye kendini sınırlamasına yol açar. Ev içinde, okulda, işte, sosyal medyada, sokakta… Her alanda kadının varlığı denetlenir, baskılanır, sesi kısılmaya çalışılır. Böylece görünmez hâle gelen şey sadece kadınların şiddete maruz kalması, katledilmesi olmaz. Kadınların başarıları, gündelik hayattaki direnişi, hayatta kalma çabası, özgürlük talebi de gölgede bırakılır. Sesini çıkarmayan kadınlar sistemin istediği şeydir; en büyük hedefidir. Sistem, kol kırılır yen içinde kalır diyerek aile içi istismarın önünü açar, kadınları ucuz iş gücü olarak kullanmayı hedefler, yönetim mekanizmalarında yer almasını -en naif ifadeyle- uygun bulmaz. Alanında parlayan, öne çıkan her kadın sistem için bir tehdittir. Sistem, kadınları, sokakta giydiği kıyafetten sohbet ettiği insana kadar hesap vermek zorunda bırakmaya çalışır. Bu bakış açısını yaygınlaştırmanın en kolay yolu ise bunu medya aracılığıyla yapmaktır. Tüketilen içeriklerin dili, kadını haksız bulmaya ve suçlu göstermeye yönelik belirlenir.

Bilinçaltına işleme yoluyla veya açıkça belli ederek kadın devamlı olarak hatalı konumda lanse edilir. Trafik kazası yapan sürücü kadın ise “’kadın şoför’ kaza yaptı” başlıkları atılması veya bir kadın cinayeti haberini “kıskançlık can aldı” başlığıyla sunmak da bu konuya dair sıklıkla karşılaştığımız en gündelik örneklerdendir.

Ele alınması gereken bir başka başlık ise kadın cinayetleri ile sermaye arasındaki ilişkidir. Katledilen kadın kentli, eğitimli yani toplumun gözünde statü sahibi bir insan olduğunda haber başlıklarının rengi değişir. Bu haberin “ses getirme” potansiyeli olduğu baştan sezilir ve haberler buna göre şekillenir. Öldürülen kadın yoksul, göçmen, LGBTİ+ bir birey ise bu ölümler haberleştirilmez veya ajanslarda çok kısa süre yer alır. Bu da medyada sistematik bir biçimde gösterilmeyen haberler silsilesi oluşturur. Medya, sermayenin çıkarlarına veya reklam veren şirketlere aykırı konuları sansürler. Böylece politik ve ekonomik yapının kadın cinayetleri üzerindeki etkisi görünmez hale getirilmeye çalışılır. Şöyle ifade edebiliriz; sermayenin medyası kadın cinayetlerinin yapısal sorunlardan kaynaklandığını tartışmak yerine olayı kişisel, dramatik, tekil bir mesele olarak sunar ve sorumluluktan kaçar. Sessizlik bir politik tercihtir. Toplumsal bir tepkinin örgütlenmesi medya ve sermaye eliyle engellenir. Sermaye kadın üzerindeki tahakkümünü korur. Sonuç olarak mesele sadece haber değerinden ibaret değil aynı zamanda iktidar, medya ve sermaye ilişkisinin bir yansımasıdır.

Giséle Pelicot, 9 yıl boyunca evli olduğu Dominique Pelicot tarafından gizlice ilaçlar ile uyuşturularak failin internet üzerinden tanıştığı erkekler tarafından tecavüze uğradı. Utancın mağdurdan faile geçmesi gerektiğini savunarak davanın kapalı kapılar ardında yürütülmesini reddetti. “Utanç taraf değiştirmeli” dedi. İşte bu hareket istismara uğradığı için suçun kendinde olduğunu düşünen binlerce kadına cesaret olan bir uluslararası dayanışmaya dönüştü. Aile içi istismara uğrayan ve -aile içi istismar vakalarının büyük çoğunluğunda karşılaştığımız gibi- bunun farkında bile olmayan kadınlara güç verdi, farkındalık kazanmalarını sağladı. Sesini çıkaran bir kadının, bin kadının çığlığı olabileceğini bir kez daha göstermiş oldu.

Kadınların sokaktan, üniversitelerden, karar mekanizmalarından, kamusal yaşamdan dışlanması yönünde saman altından veya açıkça dile getirilen söylemler kadına yönelik şiddeti doğrudan besler. Özgürce bir yaşamı ahlaki bozulma olarak gören zihniyet, güvenlik güçlerinden idari yapılara kadar iktidarın tüm aygıtlarında yankılanır halde sesini gittikçe arttırmaya devam ediyor.

452 kadının katledildiği 2024 yılı biter bitmez gözümüzü “aile yılı” denen zırvalığa açtık. Aile içi istismar vakalarıyla sarsıldığımız, kız kardeşlerimizin intihara sürüklenme haberlerini aldığımız, kadına yönelik şiddetin tavan yaptığı bu sene, aile yılı olarak adlandırıldı. Şerife Çeliktaş, 17 sene boyunca evli olduğu Ömer Çeliktaş’ın sistematik şiddetine, ölüm tehditlerine maruz kaldı. Tehditler artık ailesine kızına ve yakınlarına yönelik olmaya başlayınca Ömer Çeliktaş’ı öldürdü. Ardından kendini ihbar etti ve tutuklandı. Camdan bakması bile şiddet sebebi olan Şerife Çeliktaş, kaldığı koğuşun camından avluya bakarken ilk defa bu kadar özgür hissettiğini anlatıyor mektubunda. “Keşke sıradan bir hayatım olabilseydi” diye de ekliyor devam eden satırlarına. “Benim kötü olmadığımı bilsinler, bana yeter” diyor; hayatta kalmanın saklayamadığı sevincinden bahsediyor. Şerife Çeliktaş’ın demir parmaklıklar ardında özgür hissettiği bir yılı aile yılı olarak kabul etmiyor, aksine “mücadele yılı”nda olduğumuzu en güçlü biçimde haykırıyoruz.

Tarihin en yüksek kadın ölümü oranına sahip olan 2024 yılının 25 Kasım’ında, İstanbul’da 100 kadın gözaltına alındı. Geçtiğimiz günlerde neredeyse 1 sene önce gözaltına alınan kadınlara dava açıldığı haberini aldık. Tam da 25 Kasım öncesinde açılan bu davaların eylemliliklerimizi sönümleme amacıyla yapıldığını çok net görebiliyoruz. Sistemin görünmez kılmaya çalıştığı tüm kadınların sesi olmaya devam edeceğiz. Bu oyunların kadın mücadelesini durdurabileceğini düşünenlere karşı haykıracağız.

Susmuyoruz!
Korkmuyoruz!
İtaat etmiyoruz!

Kaynaklar:

Editör: Sinem Yıldız
Düzelti: Sinem Yıldız
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Seda Bedestenci Yegâne, Sinem Yıldız
Seslendirme: Şadan Genç

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation