Background

Genç, Bekar, Emekçi Kadının Çelişkisi Üzerine

Kadına biçilmiş roller üzerine kuşkusuz binlerce yazı yazılmıştır. Benim bu yazıda söz edeceklerim ise kadına biçilen rollerin pek de alışık olmadığımız kimi noktalarına dikkat çekmeyi amaçlıyor.

Her daim güçlü kadın olma fikriyle yoğurulmuş bir kadın portresi üzerinden gitmek isterim. Öyle ki bu portre, önünde sonunda tükenmiş bir kadına tekabül eder. Yanlış anlaşılma olmasın, niyetim yürüdüğü dikenli yollardan bahsedip okuyucuyu duygulandırarak ve onu kendiyle ortaklaştırarak güçlü kadın imajı devşiren bir yazı ortaya koymak elbette değil. Daha ziyade “emeğin cinsiyetli yüzü kavramından” hareketle, yaşamın içinden somut ve alternatif bir deneyim aktarmak.

Genç, bekar ve emekçi bir kadın olmak, çalıştığınız iş ortamında çeşitli sorunları da beraberinde getiriyor. Hikâyeyi öncelikle çalışan kadınlar arasındaki ilişkiler ve iş yerinin niteliği üzerinden anlatmak istiyorum. Üniversite hastanesi içinde faaliyet gösteren, çoğu kadın emekçiden oluşan taşeron bir laboratuvarı ele alalım. Kadın emekçiler, çalışma hayatının farklı noktalarında yer alıyor: Kimisi çocuklu bir anne, kimisi yeni evli, kimisi ise ailesinden bağımsız yaşayan, bekar bir kadın. Bu şekilde bir çalışma ortamında, uzaktan bakıldığında tahmin edilecek olanın aksine genç, bekar kadın olmak pek çok açıdan dezavantajlı.

Konuyu açmak gerekirse, bu iş yerindeki kadınlar içerisinde son derece iyi niyetli bir dayanışma hakim. Ancak bu dayanışma, tüm iyi niyetine rağmen, hikayeye içkin bazı eşitsizlikleri, ülkemizde fazlasıyla alışık olduğumuz eşitsizlikleri, beraberinde getiriyor. Bildiğimiz hikayede işyerlerinde genelde çocuklu kadınların yaşadığı dezavantajlı konumlanışı konuşuruz. Bir örnekle anlatmak gerekirse çocuklu olan kadın emekçilerin yaşadığı en büyük zorluklardan biri olan çocukları ile ilgili çeşitli hastalık, veli toplantısı vb. gibi durumlarda sürekli izin almak zorunluluğu oluşması -ki bu gibi görevleri kadının üstlenmesi bambaşka bir yazının konusu olabileceği için burada ayrıca tartışmayacağım- ve bu nedenle iş yerinde gerek iş arkadaşları gerekse patron tarafından baskı ve zorlamaya tabi tutulmasından söz edebiliriz. Ancak burada tam tersi bir durum söz konusu. Taşeron firmanın merkezinin farklı bir kentte olmasından kaynaklı olarak, bu iş yerinde çalışanların “başında” herhangi bir amir, müdür yok. Dolayısıyla çalışanlar sıklıkla inisiyatif alarak ve sözgelimi birbirlerini idare ederek çalışıyorlar. Birbirini idare eden iyi niyetli kadınların bulunduğu bu çalışma ortamında yaşanan güçlükler ise, diğer kadın emekçilerin biriken iş yükünü devralmaları beklenerek çözülüyor.

Çeşitli nedenlerle çocuklarıyla ilgilenmek zorunda olan ve çocuklarına gece gündüz vakit ayırdığı için her daim yorgun ve meşgul olan anne, bu dayanışma ortamı ile birlikte en azından iş yerinde bir nebze olsun rahat edebiliyor, iş arkadaşları nezdinde de daha imtiyazlı bir yerde konumlanabiliyor. Benzer şekilde, evlilik aşamasında olan bir kadının da kimi imtiyazlar edinmesi ve kendisine evlilik hazırlıklarını tamamlayabilmesi için çeşitli kolaylıklar sağlanması söz konusu oluyor. Burada yaşananlarda patronun emekçilerin tepesinde olmaması avantaja çevrilerek, işten “izin” almaksızın erken çıkmak veya işe geç gelmek şeklinde, kadınların kendi aralarında inşa ettikleri bir dayanışma biçimi ortaya çıkıyor. Bu dayanışma biçimi kuşkusuz hem emek hem kadın mücadelesi, bilinci bağlamında oldukça değerli, nadir cinsten. Ancak madalyonun diğer yüzünde bekar kadınlar var.

Toplumun kadınlara biçtiği evlenme ve çocuk yapma gibi rolleri üstlenmeyen bir kadın, bu çerçevede dahi problem yaşamaya başlıyor. Bir kadın için evli ve/veya çocuk sahibi olmak, her zaman bekâr bir kadına göre toplumda daha “makbul” bir kadın olmak anlamına geliyor. Bu nedenle de bahsettiğim gibi bir çalışan ve bekâr bir kadınsanız ne yazık ki inşa edilen dayanışmanın dışında kalıyor, yığılan iş yükünü üstlenmek zorunda kalıyorsunuz. Kısacası evlilik ve annelik rollerini üstlenmediğinizde, toplumdaki ve iş yerindeki dinamiklerin sizi nasıl ötekileştirdiğiyle yüzleşiyorsunuz. Yani bekâr bir kadın olarak çalışıyorsanız, diğer kadınların “ailevi” meşguliyetlerini telafi etmek adeta sizin göreviniz gibi görülüyor.

Bir diğer örneği de başka bir iş yerindeki bir olay üzerinden paylaşmak isterim.

Bu iş yeri üç vardiyayla çalışan, standart bir fabrika. Bu fabrikada beyaz yaka olarak çalışmakta olan laboratuvar personeli de benzer bir durum yaşıyor. Sektörde çalışan emekçiler, kadın-erkek fark etmeksizin üretimin asla kesintiye uğramaması gerektiğinden bahisle, beyaz yaka olarak istihdam edilseler bile yine de üç vardiya düzeninde çalıştırılıyorlar. Ancak bir istisnası var: Eğer evli bir kadınsanız ve eşiniz gece vardiyasında çalışmanıza izin vermiyorsa, doğrudan 08.00-17.30 saatleri arasında, gündüz çalışabilme imtiyazına erişebiliyorsunuz. Bu şekilde, gece vardiyasında çalışan kadın emekçilerin tümü genç ve bekâr kadınlardan oluşuyor.

Meselenin “Kadın kadının kurdudur.” vecizesine indirgenmemesi için belirtmekte yarar var: Burada işçilerin emek süreçlerini düzenlemek için kendi aralarında geliştirdikleri dayanışma biçimlerini ya da otorite yokluğunu bir sorun haline getirmek mevzu değildir. Kimi zaman işçiler arasında kimi zamansa vardiyaları düzenleyen sermaye mantığı tarafından kadınlara sağlanan kimi “ayrıcalıklar” büyük resimde sermayenin değil işçinin alanını daraltan bir niteliktedir. Her iki örnekte de kadına yüklenen annelik rolü pekiştirilmekte ve bunun maliyeti yine bir başka kadın işçiye yüklenmektedir. Dolayısıyla bu sorunların sorumlusu, elbette ki emek havzalarındaki evli ve/veya çocuklu kadınlar değildir. Talep edilmesi gereken ve bir şekilde patronlar tarafından engel olunan kazanım, bir iş yerinde çalışan tüm işçilerin ve dahi kadınların, medeni hâlleri ne olursa olsun eşit koşullarda çalışmasıdır. Patronların iş yerindeki istihdam biçimini kurgularken bunu bir zorunluluk olarak gözetmesi, tüm iş yerlerinde kreş hakkının güvence altına alınması ve mücbir durumlarda ebeveyn işçilerin çocukları ile ilgilenebilecek zamana sahip olabilmesi için yürütülecek bütüncül bir mücadele, hiç olmadığı kadar önemli bir gereklilik hâline gelmiştir.

Bu bağlamda “güçlü kadın” algısı, kimi zaman genç ve bekâr kadınların ayrımcılığa ve ağır çalışma koşullarına maruz bırakılmalarından besleniyor. Oysa gerçek anlamda dayanışma, ancak emeğin cinsiyetli yüzünü sorgulamak ve sosyal haklar yönünden eşit çalışma koşulları için mücadele etmek ile mümkün.

Editör: M. Hazal Çakmak
Düzelti: M. Hazal Çakmak
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin
Seslendirme: Filiz Kılıç

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation