Serbest Kürsü Feyza Demir 21 Kasım 2024
Yemek yemekle aram iyiydi de şu yemek yapma işi olmasa. Kendimi bildim bileli çalışıyordum ve pratiğim olmayan bir işte çok da iyi değildim. Belki ilham olur da bir şeyler öğrenirim diye bir yemek programı açtım. Ama işte, çok da hevesli olmadığımdan mı, yoksa biraz sonra duyacaklarımın etkisiyle mi bilemiyorum, hangi tarifi yapıyorlardı hatırlamıyorum bile.
Samimi, keyifli bir programdı; çünkü bu anlattığım olay yıllar öncesine ait. Şimdiki gibi şiddet, yozlaşma içeren programlardan değildi. İki kadın hem muhabbet ediyor hem de yemek pişiriyorlardı. Doğal olarak da aralarında sıcak, dostane bir sohbet vardı; ta ki o cümleye kadar. Bir cümle ile buz gibi oldum, kör bir bıçağın yüreğime saplandığını hissettim.
Yemeği yapan kadın bir anısını, aslında anı kılığındaki acısını akıtıyordu damla damla yemeğe. “Kayınvalidem ile hamur açıyorduk, dalmışım hamurdan bebek yapmışım, kayınvalidem elime vurup kızınca farkına vardım, daha 12 yaşındaydım” dedi. Şu satırları yazarken dahi aynı iç sızısını, kalp acısını hissediyorum.
Oyun hamuru ile oyun oynayacakken elinin hamuru ile sayısız tacizin mağduruydu. Acısı o kadar derin ve eski, aynı zamanda bir o kadar tazeydi ki sesinden anlamamak için kalbin sağır olması gerekirdi. Neredeyse 30 yıl sonra bir televizyon programında olağan ve sıradanmış gibi dökülen o kelimeler aslında yaşanan ve atlatılamayan uzun soluklu bir mağduriyetin çığlığı gibiydi.
Sayılar bazen anlatamaz, yeterli olmaz, ifade edemez hisleri, arzuları, hayalleri. 12 yaşında bir çocuk ne düşünür, ne ister, neden korkar, nerede mutludur? Bu sorulara her çocuğun cevabı farklı olabilir olmasına da, nerede olmaması gerektiği konusunda cevap tektir: Bir erkeğin yatağında değildir çocuğun yeri.
Hiç o tuzağa düşmeyeceğim. Kayınvalideye sayıp sövmek ve kadının acısı için kadını suçlamak kolaycılığına sığınmayacağım. Çocuk yaşta evlendirilen kadının “eş!” ini düşündüm uzun uzun. Bir erkek nasıl olur da korunmasız, korkan, titreyen bir çocuktan… Benim yazmaya elim varmıyor da sen nasıl yapabildin ve aynaya bakabildin be insan evladı!
Sorun şu ki bu, yıllar önce izlenen bir programda kalan, 40-50 yıl öncesinde yaşanıp bitmiş bir sorun değil. Bölgesel değil, yöresel değil, tüm dünyada tüm kadınların sorunu. Yıllardır devam eden bir sorun. Düşünün, UNICEF 2023 raporlarına göre dünyadaki her 5 kadından 1’i 18 yaşın altında evlenmiş ve bu soruna daha etkili bir müdahalede bulunmaz isek bu ivme ile çocuk yaşta evliliklerin bitmesi için 200 yıl gerekiyor.
Bu soruyu düşününce de şu farkındalığa ulaşıyorum. Benim için tahammül edilemez olan fikir, başkası için normal. Tıpkı şu an çok saçma gelen ama yüzyıllarca çok mantıklı olduğu savunulan kölelik gibi. Sadece beyaz olduğu için kendinden farklı her renge karşı üstünlüğünü ilan eden zihniyet, yine yüzyıllardır olduğu gibi sadece erkek olduğu için kadından üstün olduğunu düşünüyor. Kadının erkek ile eşit haklara sahip insanlar olduğunu, erkeğin kölesi olmadığını anlatmamız gerekiyor. Ancak bu, “biz eşitiz” diyerek sağlayabileceğimiz bir konu değil. Bize farklı bir anlatım yolu, bambaşka bir dil gerekiyor.
Çözümü düşünürken yaşananlar hız kesmeden artarak ve yayılarak devam ediyor. Pakistanlı bir göçmen İngiltere’de bir kız çocuğuna tecavüz ediyor. Mahkemedeki ifadesinde “Benim ülkemde bu normal, anlamadım ben ne suç işledim?” diyordu. Bu noktada da ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye değişen ahlak anlayışını nasıl ortak bir etik anlayışı çerçevesinde toparlayacağız konusuna odaklanma ihtiyacını net görüyoruz. Evrensel bir dil, evrensel bir etik gerekli kadınlar için.
Olanı biliyoruz, acıya şahidiz, tanığı ve tarafıyız. Bizim etik değerlere sahip erkekler yetiştirmemiz, insanda önce etik değerlere bağlılığı aramamız, kız kardeşlerimize sahip çıkmamız, yalnız bırakmamamız gerekiyor. Biz bunları yaparken yetişkin erkeklerin de sorumluluk alıp bizim yanımızda yer alması insan olmanın bir gerekliliği olarak şart. Çünkü bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen de en az o yılan kadar zehir saçıyor, durdukça ve sustukça.
Bir başka haber bu zihniyetin ne kadar ileri gittiğini gösteriyor. Irak’ta evlenme yaşını resmi olarak 9 yaşa indirme teşebbüsünün sebeplerini, kayıt dışı evlilikleri engellemek ve kız çocuklarının ahlakını korumak olarak açıklama cesareti gösterebiliyorlar. Kötülüğe kılıf uyduruyorlar.
Sahra Altı Afrika ülkelerindeki 18 yaş öncesi evlilik oranları ise kan donduruyor. Nijerya’da kadınların %62’si 18 yaşından önce evleniyor.
Hangi yöne baksak başka bir acının, kahredici haberin detayları ile karşılaşıyoruz. Yine hepimizi sarsan başka bir haber de İran’dan geldi. Ahlak polisinin baş örtüsünü düzeltmesi için uyarıda bulunulmasına dayanamayan, aslında sürekli uyarılmanın, kontrol edilmenin, kendi bedeni ve kendi kıyafeti üzerinde söz hakkı dahi olmamasının ağırlığından bunalan genç bir kadın, tüm kıyafetlerini çıkartıp meydanda sakince yürüdü. O kadar sarsıcı bir görüntüydü ki tüm dünyada konuşuldu, yazıldı, çizildi, paylaşıldı.
Sessiz, sözsüz, çok güçlü, çok cesur bir eylemdi bu. Bu bambaşka bir dildi. Şiddet içermeyen ama büyük bir şiddet ile erkek egemenliğini sarsan, meydan okuyan. O kadar büyük bir meydan okuma ki genç kadını akıl hastanesine yatırdılar. Çünkü aklı başında birinin bunu yapamayacağı, aklın böyle bir başkaldırıya cesaret edemeyeceği mesajını vermek istediler. Büyük ihtimalle işkence ve çok ağır şartlar altında şu an Ahoo Daryaei.
Şimdi kadınlar daha cesur, sistem ise endişeli. Sistem daha da sertleşip, daha korkutucu olmak için elindeki gücü arttırarak kullanmaya devam edecek. İran’da başörtüsü takmayı reddeden kadınların ‘psikolojik tedavi’ görmesi için “Hijab klinikleri” açılması planlanıyor haberi de yayılmaya başladı.
Ancak korku duvarları yıkılıyor, eşikler aşılıyor. Bize başka bir dil gerek. Ve biz el yordamı ile yeni bir dil buluyoruz. Belki de aslında kullanmamız gereken dil bildiğimiz bir dildir de hatırlamamız gerekiyordur.
Rosa Paker, Montgomery otobüsünde beyazlar için ayrılan yere oturduğunda amacı bir eylem değildi. Sadece çok yorgundu ve onu kaldırmak isteyen beyaza sadece baktı. Yerinden kalkmadı. Tutuklandı. Bu tutuklanma sonrası Martin Luther King o ünlü konuşmasını gerçekleştirdi: “Benim bir hayalim var.” Ardından siyahiler bir yıldan fazla süre boyunca otobüsleri kullanmadılar. İşlerine yürüyerek gittiler. Bu düşününce çılgınca, inanılmaz gelen eylem sakin, sessiz, şiddetsiz ve kararlı bir şekilde gerçekleşti ve tarihe geçen en büyük kitlesel eylem oldu. O kadar kararlı ki sistemin dengesini bozmayı başardı.
200 yıl daha çocukların travma yaşamasına göz mü yumacağız? Dünyanın her yerinde devam eden, son dönemde bulunduğumuz coğrafyada evlilikten öte, tecavüz sonrası yaşam hakkını da elinden alma cüretini gösteren bu kötülüğe dur demek zorundayız. Bu sadece bir cinsiyet sorunu değil, bir insanlık sorunu. Bu nedenle insan olabilmek, insan kalabilmek için tüm aklı başında kadın ve erkeklerin bir arada sorunu çözmek için harekete geçmesi gerekiyor.
İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe girmesi ve uygulanmasının sağlanması gibi elimizde çok güçlü, net çözümler varken nereden başlamamız gerektiği de ortaya çıkıyor. Önce mevcudu geri getirip uygulayarak yaşam hakkını korumalı, sonra adım adım kadının var olma mücadelesinde eşit haklar için her alanda talep ve iddiamızı sürdürmeliyiz.
Yemek programlarından haberlere her alanda gündem kadınların yaşadığı acılar, ölümler değil yaşamın kendisi, enerjisi, mutluluğu, neşesi, renkliliği, geleceği ve umudu olmalı. Nefes aldıkça umut var; en güzel günler henüz yaşanmamış olan günlerdir; gelecek güzel günlere olan inanç ve inadımızla…
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖