Background

3 Kız Kardeş: “Jin, Jiyan, Azadî”

Saray Rejimi’nin bile isteye uygulamadığı yasalar, takip etmediği soruşturmalar, Türkiye’yi imzacıları arasından çektiği İstanbul Sözleşmesi ve tüm bunların acı verici birer sonucu olarak ihmal ettiği kadınların can güvenliği…

Kadın düşmanı politikaların palazlandırıldığı Türkiye’de bir kadın olarak yaşamanın zorluğunu hepimiz her geçen gün daha da derinden hissediyoruz. Tüm bunlara karşılık; bu ataerkil düzeni el ele, omuz omuza evimizden sıralarımıza, sıralarımızdan kampüslere, kampüslerimizden sokağa kadar sürdürdüğümüz mücadelemizle, gücümüzü birlikteliğimizden alarak er ya da geç yıkacağımızı biliyor ve buna inancımızı mücadelemizden aldığımız güç sayesinde hep taze tutuyoruz.

Ne kadar baskıyla ve zorbalıkla kuşatılırsak kuşatılalım; kadın dayanışmasını sadece fikir olarak dahi olsa bir kişinin daha aklına iliştirebilmek, bir ortamın “tat kaçıran feministleri” olmak, 8 Martlardan 25 Kasımlara meydanları “Kadın, Yaşam, Özgürlük” diyerek doldurmak ve bu kokuşmuş düzeni köklerinden sarsıp baş aşağı devirmek de en maharetli olacağımız, en iyi yapacağımız şeydir.

25 Kasım’a giderken, bu günün anlamını tarihin hangi sayfasından aldığını anmak gerekir.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü, 1960’lı yıllarda Dominik Cumhuriyeti’nin faşist hükümeti ve onun lideri Rafael Trujillo’ya karşı Dominik halkının verdiği mücadelede sembolleşmiş dört kız kardeşten üçünün rejim tarafından katledilmesinden gelir: Minerva Mirabal, Maria Teresa Mirabal ve Patria Mirabal. Özellikle Minerva, seneler boyunca kesintisiz bir mücadele örneği göstermiş ve Trujillo’nun polisleri tarafından da tutuklanmıştı. Minerva, rejimin selameti için “tehlikeliydi”.

Dominik’te diktatör Rafael’e karşı cesurca verdikleri özgürlük mücadelesinden vazgeçmemeleri sonucunda, 25 Kasım 1960’ta hükümetin görevlendirdiği askerler tarafından arabalarından indirilip tecavüz edilerek öldürülmüşlerdi. O dönem, cinayete kaza süsü verilmesiyle birlikte ölümleri kayıtlara trafik kazası olarak geçmiş olsa da, bu örtbas girişimi pek başarılı olamamıştır. Kendisine “El Jefe” (Patron) diye hitap ettiren dönemin diktatörü, Mirabal kardeşlerin öldürülmesi için emir verip bir “sorunu” bertaraf ettiğini sanarken, aslında bilmediği şey, bu emrin aynı zamanda kendi saltanatının bitmesine de zemin hazırlayacak olmasıydı. Katledilen üç kız kardeşten geriye kalan kardeş Bélgica Adela Mirabal Reyes’ın (yaygın olarak Dedé Mirabal şeklinde anılır), üç kız kardeşin kurdukları Clandestine Hareketi ile verdiği mücadele, bu cinayetten bir yıl kadar kısa bir süre sonra Trujillo’nun devrilmesinde önemli bir rol oynadı. Dedé, kardeşlerinin kaybına kadar onların siyasal faaliyetinde etkin rol oynamasa da bu meselenin ardından kardeşlerinin mücadelesini duyurmak için var gücüyle çalıştı. Dedé, bu inatçı mücadelenin mirasının meşalesini taşırken, bir kardeşinin kod adının kelebek olmasından esinlenerek Trujillo muhalifleri olarak kendilerine “Las Mariposas” (Kelebekler) adını verdiler. O günden bu yana bu hareket dünyada Kelebekler adıyla anılmaktadır. 1992-1994 yıllarında Dedé Mirabal, kardeşlerinin verdiği mücadeleyi yaşatmak amacıyla Mirabal Kız Kardeşler Vakfı’nı ve Mirabal Kız Kardeşler Müzesi’ni kurdu. Mirabal, yıllar sonra anılarını kitaplaştırmaya karar verdi ve 2009 yılında Vivas en Su Jardín (Bahçelerinde Yaşıyorlar) adlı anı kitabını yayımladı. 

Dört ana bölümden oluşan bu kitapta Dedé, başta kendisinin ve kardeşlerinin çocukluklarına, aile yaşantısına, fikirlerinin gelişiminde etkisi olan yol ayrımlarına değiniyor; ikinci bölümde bu ayrımları derinleştirip dönemin devrimci hareketine ve baskıların büyümesine odaklanıyor. Üçüncü bölümde üç kız kardeşin katledilmesine, dava sürecine ve siyasetin hayatımıza etkisinden bahsederken son olarak dünyada diktatörlüğe yer olmadığını vurgulayarak kitabını bitiriyor. Tüm bunlar sırasında, üç oğlu ile birlikte kız kardeşlerinin altı çocuğunu da büyütmüştür. Kardeşlerinin mücadelesini yaşatmak için Dedé’nin gösterdiği bu özveri, 25 Kasım’ın başta 1981’de Dominik’te düzenlenen Latin Amerika ve Karayip Feminist Buluşması’nda, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” olarak kabul edilmesinde ve yaklaşık 20 yıl sonra Birleşmiş Milletler tarafından da 25 Kasım’ın aynı şekilde tanınmasında büyük bir rol oynamıştır.

Kadın mücadelesi Türkiye ve dünyada yalnızca toplumsal cinsiyet eşitliği talebinden ibaret değildir; aynı zamanda ataerkiyi kendi içerisinde yeniden üreten, başta “kokuşmuş düzen” şeklinde ifade ettiğimiz kapitalist sisteme, burjuvazinin ataerkil yapı ve kurumlarıyla, onun krizlerini derinleştirerek işçi sınıfının ve baskı altındaki kesimlerin daha da sömürülmesine karşı verilen mücadelenin de bir parçası olduğunu söylemek gerekir. Kadın mücadelesiyle sınıf mücadelesi birbirine içkindir ve etnik kimliklerle onların eşit yurttaşlık mücadelesinin de kesişim noktasında önemli bir yer taşır. 

Bugün yurdumuzda kadın düşmanlığının gerek sanal düzlemde gerekse fiziksel ortamda her zamankinden daha pervasız bir şekilde yayıldığı; akademide, kampüslerde, evde, sokakta, iş yerinde varoluşumuza hunharca saldırıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Evet, Trujillo devrildi ama halefleri tüm dünyada hüküm sürüyor. Halefleri “fıtrat” diyor, “eşit değiliz” diyor, “3 çocuk” diyor; kadınların geceleri yürüdüğü sokakları daha da karartıyor, varoluşumuza düşman olanları uygulamadıkları yasalar ve bu söylemleriyle daha da yüreklendiriyor, etnik kökenlerimizi hedef göstererek verdiğimiz birleşik mücadeleyi parçalamaya çalışıyor. Tüm toplumsal kesimleri kutuplaştırarak kendi atını koşturan Saray Rejimi, son zamanlarda “Jin, Jiyan, Azadî” gibi evrensel olarak kabul görmüş, kadınların özgürlüğü için verdiği mücadeleye mâl olmuş bir sloganı suni bir müdahaleyle, meseleyi bir kimlik meselesine indirgemeye, bunun üzerinden de marjinalleştirmeye çalışıyor. Ataerki nasıl evrenselse kadın mücadelemiz de evrenseldir ve din, dil, ırk ayrımı tanımaz; 25 Kasım’ın adında da geçen “uluslararası” kelimesi kadın dayanışmasının enternasyonal olduğunu vurgular. 

Ne Türk, ne Kürt, ne de göçmen kadınlarının, bu topraklarda kadın oldukları için yaşadığı acılar birbirinden bağımsız değildir, fakat şiddeti üreten sistem aklı bir azınlığın çoğunluğa zulmetmesine, onu sömürmesine bağımlıdır.

Geldiğimiz noktada 25 Kasım, bugün yalnızca bir anma günü olmakla sınırlı değil. Çünkü 64 yıl önce Mirabal Kardeşler’in yaşadığı şiddet biçimleri, 64 yıl sonra da kadınların bire bir muhatap olduğu, yaşadığı, yaşamadıysa da mutlaka şahidi olduğu türden şiddet biçimleridir.

O sebeple 25 Kasımlar bizim için yalnızca birer anma ya da kadına yönelik şiddeti zayıf ya da isteksizce “kınama” günleri değil. Aynı zamanda şiddeti tekrar tekrar üreten bu ataerki başta olmak üzere tüm şiddet biçimlerine karşı onurlu başkaldırı günlerimizdir. Bu sebeple o günden bu yana dünyanın dört bir yanında kadınlarla bir araya gelerek sokakları dolduruyor, sesimizi yükseltiyoruz…

…ve rejimin selameti için hâlâ “tehlikeliyiz”.

Editör: Sinem Yıldız
Düzelti: Sinem Yıldız
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation