Mart Yasemin Dildar 10 Mart 2025
Bu seneki 8 Mart’a, devletin kadınların yeniden üretim emeği gaspını derinleştireceği bir dizi programla ve tam bir ideolojik kuşatma altında giriyoruz. Daha önce, 2015 yılında ilan edilen Ailenin ve Nüfusun Dinamik Yapısını Koruma Programı ile ortaya konulan strateji, Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı (2024-2028) ile yeni bir seviyeye taşınmış oldu ve iktidar bu seneyi “Aile Yılı” ilan etti. Aile Yılı kapsamındaki ilk destek paketi açıklanarak, 2008’de başlayan pronatalist söylem politikaya dönüştürüldü. Destek kapsamında, ikinci, üçüncü ve daha fazla sayıda çocuk için ailelere maddi yardım sağlanacağı duyuruldu.1
Öte yandan, Yargı Reformu Stratejisi (2025-2029) kapsamında aile hukuku, boşanma, nafaka, aile içi şiddet ve evlilik konularında çeşitli değişiklikler öngörülüyor. Nafaka süresinin sınırlandırılması ve nafakası sona eren kadınlara Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından sosyal yardım sağlanması planlanıyor.2 Ayrıca, aile mahkemelerinin yapısının değiştirilmesi ve şiddet içermeyen uyuşmazlıklarda arabuluculuk sisteminin getirilmesi hedefleniyor.3 Tüm bu yasal düzenlemelerin, çoğunlukla kadınlar tarafından alınan boşanma kararlarını azaltacağı varsayılıyor. AKP, boşanmaların yeni yeni artmaya başladığı 2015’te bir Meclis Araştırma Komisyonu kurarak bu strateji üzerinde çalışmaya başlamıştı.4
Son olarak, iktidarın kalkınma planları ve Ulusal İstihdam Stratejisine (2025-2028) baktığımızda, kadınları ekonomik olarak güçlendirmenin bir öncelik olmadığını, bu alanda da asıl hedefin ailenin korunması olduğunu görüyoruz. Bu strateji ve vizyon belgelerinin somut hedeflerini kısaca özetlersek iktidarın kadın politikasının çerçevesi de ortaya çıkıyor.
Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Belgesindeki “ailenin korunması” perspektifi, ne pahasına olursa olsun kadını aile içinde ve geleneksel rollerde tutmakla sınırlı. Bu, evlilik oranlarını artırma, boşanma oranlarını düşürme ve ebeveynlik tutumlarını değiştirme ekseninde tasarlanmış bir toplum mühendisliği projesi.
Saha araştırmaları, eğitimler ve algı ile tercihleri yönlendirme gibi yöntemler ağırlıklı olarak ideolojik bir müdahaleye odaklanıyor. Üç stratejik hedef çerçevesinde belirlenen 13 faaliyetin büyük çoğunluğu, algı ve tercihlerin anlaşılması ve dönüştürülmesine yönelik. Bunun tek istisnası, Faaliyet 1.6 kapsamında evliliklerin maddi yardımla desteklenmesi. Yeni evlilikleri teşvik etmek amacıyla, yeni evlenen çiftlere 2 yıl geri ödemesiz, 48 ay vadeli, 150.000 TL faizsiz evlilik kredisi verilmesi planlanıyor.
İdeolojik müdahalenin yanı sıra, kadını aile içinde tutmanın en etkili yollarından biri de çıkış seçeneklerini ortadan kaldırmaktır. Bunun iki temel boyutu var: ekonomik bağımsızlık ve boşanmanın yasal düzenlemeleri. İktidar, kadın istihdamını artıracak etkili politikalar tasarlamayı seçmeyerek bir yandan ekonomik bağımsızlık yolunu tıkıyor, diğer yandan ise boşanma ve nafaka süreçlerini zorlaştırarak kadının aile içinde kalmasını dayatıyor.
Türkiye’de kadın işgücüne katılım oranı, ekonomik ve sosyal modernleşmeye rağmen hala oldukça düşük. 2023’te bu oran %35,8 olarak kaydedildi. Ulusal İstihdam Stratejisi ve 12. Kalkınma Planı’nda 2028 için belirlenen kadın istihdam hedefi %40,1. Ancak, bu oran hala OECD 2023 ortalaması olan %53,8’in altında ve daha da önemlisi, bu hedefin bile tutturulabileceği oldukça şüpheli.
Ulusal İstihdam Stratejisi belgesinde kadın istihdamını artırmaya yönelik dokuz eylem belirlenmiş. Bunların üç tanesi girişimcilik kültürünü geliştirmeye yönelik bilinçlendirme, iki tanesi hali hazırda çalışan kadın personelin liderlik özelliklerini geliştirme, iki tanesi sendika ve kooperatiflerde kadın varlığını artırma, bir tanesi bilişim sektöründe mesleki eğitimi desteklemeye yönelik. Bir tane de çocuk bakım hizmetleriyle ilgili eylem var, ancak o da hala durum tespiti ve öneri geliştirme ile sınırlı: “Eylem 2.1.6: Kurumsal çocuk bakım hizmetleri alanında mevcut durumun ve ihtiyaçların tespit edilmesi, sorun ve çözümlerin belirlenmesi amacıyla teknik çalışma grubu oluşturulacak, kadın istihdamına destek sağlanması için politika önerileri geliştirilecektir.”5
Kadın istihdamını artırmanın olanakları ve fırsatları mevcut; hangi politikaların etkili olacağına dair yeterli bilgi ve deneyim de var.6 Ancak, politika yapma iradesi yok. Kalkınma planı ve ulusal istihdam strateji belgelerini yıllar içinde incelediğimizde, bu alanda bir geriye gidiş olduğu görülüyor. Örneğin, On Birinci (2019-2023) ve On İkinci Kalkınma Planlarında (2024-2028) önceki planların aksine toplumsal cinsiyet eşitliğine hedef olarak yer verilmiyor, temel hedef ailenin güçlendirilmesi. 2008 yılında kadın ve genç istihdamını doğrudan artıracak teşvikler işverenlere sağlanmıştı, ne kadar etkili oldular tartışılabilir ancak bugün böyle bir proje yok. Doğum oranlarının beklenilenden hızlı düşmesi nedeniyle, kadın emeğinin öncelikli amacı toplumsal yeniden üretimi güvence altına almak olarak belirlenmiş durumda. Şu anda bilinçli bir şekilde, daha önce etkilerinin marjinal olduğu görülen girişimcilik teşvikleri ve el becerisi geliştirme kursları gibi politikalarla oyalanıyorlar. En etkili müdahalenin okul öncesi çocuk bakımı ve kreş desteği olduğu biliniyor ve bu, resmî belgelerde de kabul ediliyor. Ancak, bunun finansmanını ne devlete ne de işverene yüklemek istemedikleri için somut adımlar atılmıyor.7
Peki, kadınlar ne istiyor?
Son dönemde sosyal medyada, çalışma hayatının zorluklarından bunalan bazı kadınların geleneksel rollere özlem duyduğunu görebiliyoruz. Ev hanımı olmanın daha huzurlu olduğunu savunan, gerekmedikçe patrona hizmet etmektense eşine ve çocuklarına hizmet etmek için evde kalmayı tercih edebileceğini dile getirenler var. ABD’de yükselen tradwife (geleneksel eş) akımının bu trendleri şekillendirmede etkisi olduğu söylenebilir. Ancak hem ABD’de hem de Türkiye’de bu yönelimin temelinde, reel ücretlerin erimesi, servet eşitsizliğinin derinleşmesi, borç yükünün artması ve sosyal harcamaların azalmasıyla birlikte gençlerin kendilerini işle özdeşleştirmeyi ve sömürüyü reddetmeleri yatıyor. Kadınlar için ise “çocuk da yaparım, kariyer de” liberal kurtuluş reçetesinin zaman yoksulluğuna, eşitlik yerine daha derin bir toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve tükenmişliğe yol açtığını görmeleri yatıyor. Öte yandan Türkiye’de zaten en yüksek ücretli işlerde çalışan eğitimli profesyonel kadınların bile “geleneksel eş” olmaktan kurtulamadığı bir maddi kültürel gerçeklikte yaşıyoruz. Bu akımın bizim için en tehlikeli yanı, kadınların gerçek mutluluğu itaatte bulacakları iddiası ve dişil enerji söyleminin pazarlanması olabilir.
Ama bu yüzeyde görülen eğilimler kimseyi yanıltmasın. Dip dalgası bize başka bir şey gösteriyor. Doğum oranları hızla düşüyor. Kadın nüfusunun yarısından fazlasının istihdamda olmadığı bir ülkede boşanmalar artıyor, evlilik oranları geriliyor. Yani, “Aile Yılı”nı ilan etmelerinin sebebi, ailenin çözülmesini engelleyememeleri, mevcut haliyle ailenin ve toplumsal yeniden üretim rejiminin sürdürülemez hale gelmesi.
Peki, aile neden çözülüyor? Çünkü patriyarkal pazarlık artık işlemiyor. Bunun birçok nedeni var ama en önemli iki sebebi şunlar: Birincisi, patriyarkal aile kadınlara artık hiçbir şey vaat edemiyor. Devlet, kadınların can güvenliğini bile garanti altına almak istemiyor; İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme bunun en açık göstergesiydi. İkincisi, erkekler de artık isteseler bile ailenin ve kadınların ekonomik güvenliğini sağlayabilecek durumda değiller. Bütün dünyada neoliberal politikaların getirdiği yoksullaşma, aile ücreti kavramının ortadan kalkması gibi gelişmelere Türkiye’nin başta konut ve gıda enflasyonu olmak üzere kendine özgü ekonomik krizleri eklendikçe geleneksel tek gelirli ailenin ayakta kalması imkânsız hale geldi. Kaldı ki aileyi çıkmaza sokan şiddet ve ekonomik güvencesizlik bu raddeye gelmeseydi bile, kadınlar bu pazarlığı reddetmeye başlamışlardı çoktan. Ekonomik özgürlüğünü kazanan kadınlar için bireysellikten ve kişisel özgürlüklerden vazgeçmeye değer bir vaadi yoktu zaten patriyarkal ailenin.
Tablo böyleyken, önümüzdeki dönemde devletin ideolojik ve zor aygıtlarının kadınları dört koldan kuşatacağını öngörmek zor değil. Yaptıkları cüzi para yardımları doğum oranlarını artırmaya yetmeyecek; bunu başka ülkelerin deneyimlerinden çıkarabiliriz. Doğum oranlarındaki düşüşü tersine çevirmek kolay değil. Sosyal politika açısından daha gelişmiş kapitalist ülkelerde bile, daha uzun ebeveyn izni, çocuk vergi kredileri, ucuz konut kredileri, sübvanse edilmiş çocuk bakımı gibi daha cömert “aile dostu” teşviklerinin başarısız olduğu görülebiliyor. Bu durumlarda Amerikan tarzı daha zora dayalı bir yaklaşım benimsenebiliyor. Kadınların kürtaja ve doğum kontrolüne erişimi engellemek daha hızlı bir “çözüme” dönüşebiliyor. Bunlar bizim için yakın dönemde çok geçerli tehlikeler. Kürtaja erişimin devlet hastanelerinde ciddi şekilde kısıtlandığını biliyoruz zaten ama doğum kontrolüne de müdahaleler olabilir. Çocuksuz kadınların sadece kültürel olarak yadırgandığı değil, doğrudan devlet tarafından da dışlandığı yeni kadın düşmanlığı biçimleri ortaya çıkabilir. Bunların da zaten ülkemizde çok ciddi boyutlara ulaşmış olan kadınlara yönelik şiddeti daha da normalleştirmeye hizmet edeceği açık. Yani kısaca, kadın mücadelesini mümkün olan her cephede yükseltmekten başka çaremiz yok.
Sonuç olarak, kadınların emeğine ve yaşamlarına yönelik ideolojik ve yapısal müdahaleler, mevcut toplumsal yeniden üretim rejiminin kriz içinde olduğunu gösteriyor. Devletin önceliği, kadınların toplumsal eşitliğini sağlamak değil, aileyi ve patriyarkal düzeni ne pahasına olursa olsun korumak. Ancak, patriyarkal pazarlığın artık kadınlara sunduğu bir gelecek yok. Devletin kısıtlamalar ve teşviklerle kadınları aile içinde tutma çabası, onların bireysel ve kolektif direnişiyle karşılaşacak. 8 Mart’a girerken, bu ideolojik kuşatmaya karşı kadın mücadelesinin her alanda büyütülmesi kaçınılmaz bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor.
Figür 1: Toplam doğurganlık hızı
Not: Toplam doğurganlık hızı, bir kadının 15-49 yaş arasında mevcut doğurganlık oranlarına göre doğurması beklenen ortalama canlı doğum sayısıdır.
Figür 2: Kaba boşanma oranı
Not: Kaba boşanma oranı, her 1.000 kişi başına düşen boşanma sayısını ifade eder.
Figür 3: Kaba evlenme oranı
Not: Kaba evlenme oranı, her 1.000 kişi başına düşen evlilik sayısını ifade eder.
Kaynaklar:
Editör: Ebru Pektaş
Düzelti: Ebru Pektaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Seslendirme: Beyza Çizmeci
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖