Köşe Yazıları Ebru Pektaş 24 Nisan 2024
Tüm emek süreçlerini baskı altına alan bir ücret politikası olarak “asgari ücret”, emeğin yeniden üretimi sürecini de oldukça sert biçimde baskı altına alıyor. Hijyenden beslemeye ve bakıma evde dönen işler, emeğin yeniden üretim sürecini gittikçe daha ve daha ucuz hale getirmek zorunda kalan kadınlar ordusunun omzunda yükseliyor.
Gündemin en önemli konularından biri malumunuz, asgari ücrete yıllık tek zam artışı önerisi ve hazırlıkları.
Barikatı şimdiden en güçlü (yani örgütlü) biçimde örmek önemli, çok önemli.
Zira çok hareketli ama az örgütlü bir dönemin; kendiliğinden hareket repertuarının zengin olduğu bir dünya, Türkiye sahnesinin (2008’den beri en az) bizleri bir kez daha izleyici konumuna ittirmesi mümkündür. Seçim tablosunda gördüğümüz tepkinin, kırk yıllık yobaz kayaları çatlatan, ufalayan tepkinin bir versiyonu bu kez düpedüz asgari ücret meselesiyle gündeme gelebilir.
Örgüt-hareket diyalektiği, sosyalist hareketimizdeki çeşitli Leninizm yorumları, sendikal yapılar, uvriyerist otonom hareketler, günümüz dünyasının nitelikleri vb. uzun, meşakkatli, zor konular. Bu yazıda buraya girmeyeceğiz. Ne var ki bir yanda yaşam pahalılığının diğer yanda pulları bir bir dökülen şatafatlı Saray rejimi gerçeğinin üstüne binecek bir asgari ücret krizinin, bütün boyutlarıyla değerlendirilmesi de önemli olacaktır. 1
Peki asgari ücret krizinin “bütün boyutları” ne demektir? Elbette her şeyden önce, tereddütsüz biçimde “asgari ücret” sınıflar mücadelesinin bir konusudur. Günümüz Türkiye’si için özellikle geçerli olmak üzere konunun politik öznesi, işçi sınıfın bütünüdür.
Pek çok kez ifade edildiği gibi asgari denilen şey ortalama haline gelmiştir. Bu “ortalama ücret” altını ve üstünü belirlemektedir; dikey anlamda ilişkiseldir. Bunlar gayet açıktır.
Asgari ücretin “örtük” olarak bulunduğu ilişkiler ise çok daha kapsamlıdır.
Bu anlamda örneğin “beyaz yakalının” artık gidemediği tatillerinde, aşırılaşmış zaman yoksulluklarında, üç kişinin işini yaptığı için yogayla atlatamadığı tükenmelerinde hep onun etkisi vardır.
Ama daha ötesi de vardır…
Asgari ücret, yatay olarak da ilişkiseldir. Emeğin mekanlarını kateder; ev ile iş yerini, özel ile kamusalı ve tüm bu yüzeylere yapışan cinsiyet çatışmalarını. Bu nedenle “asgari”, ortalama ya da başka bir şey olarak “ücret”, başından beri cinsiyetli bir konudur. Yoksa iki yüz yıldır devam eden “eşit işe eşit ücret” talebi nereden çıkmıştır? Eşitsizlik başından beri vardır.
Günümüz Türkiye’sinin sınıf profilinden bakarsak, “asgari ücret” meselesi tüm ağırlığıyla kadın emeğinin üstüne yığılmış haldedir. Sayılar çok açık: Bir DİSK raporuna göre, çalışan kadınların dörtte biri asgari ücret dahi alamıyor. Asgari ücrete erişemeyenlerin oranı genelde yüzde 18 iken kadınlarda bu oran yüzde 25’i aşıyor.
Asgari ücret düzeyinde ve daha düşük ücret alanların oranı genelde yüzde 34 iken, kadınlarda yüzde 43’e yükseliyor.
Asgari ücret civarında bir ücret ile çalışan kadınların oranı yüzde 60! 2
Bunlar sayıların anlattıkları ve yine yeterince açık ki burada cinsiyetli bir katman bulunuyor. Ama burada da bitmiyor…
Tüm emek süreçlerini baskı altına alan bir ücret politikası olarak “asgari ücret”, emeğin yeniden üretimi sürecini de oldukça sert biçimde baskı altına alıyor. Hijyenden beslemeye ve bakıma evde dönen işler, emeğin yeniden üretim sürecini gittikçe daha ve daha ucuz hale getirmek zorunda kalan kadınlar ordusunun omzunda yükseliyor.
Sömürü vahşileşiyor. Hayatlar, neşeler, dinç bedenler, iştahlar, huzurlar, arada öyle hesapsızca kendini koyvermeler bir bir soluyor. Yataklardan mutfaklara, sıkış tıkış otobüslerden tezgahların arkasına, market kuyruklarından pazarlara taşınan varisler, gözlerdeki uykusuzluk halkaları, mutsuz ve sarkmış suratlar…
Zira hayat yalnızca pahalanmıyor, kadınları marketlerin indirim kuyruklarına sürüklüyor, yoruyor, yıpratıyor. Boş tencerenin en uygun biçimde doldurulması için daha çok çalışıp didinmek, hiçbir zahmetten kaçınmamak, bedenleri, elleri hırpalamak gerekiyor. Biraz daha pratik ama masraflı olacak şeylerden (hazır yemek almak, kuru temizleme yaptırmak ya da kullan at temizleyiciler kullanmak vb.) kaçınmak şart oluyor.
Pandemide bile kârlarına kâr katarak astronomik oranlarda büyüyen sermaye yapılarının vazgeçilmezi “asgari ücret” oldu. Ama bu cümle eksiktir. Asgari ücretin de vazgeçilmezi, milyonlarcası “kutsal fabrikaların” ücretsiz çalışanı haline getirilmiş kadınlardır, kadının yeniden üretim emeğidir.
Bunlara kayıt dışı çalışma, esneklik gibi kuralsızlaştırmalar eklendiğinde asgari ücret baskısının tüm mahiyeti cinsiyetli katmanıyla daha iyi anlaşılacaktır.
Sonuç olarak…
Elbette asgari ücretle ilgili mücadele bugün sınıf politikasının en önemli gündemlerinden biri olmak zorundadır. Ancak ücret talebini yükseltirken, yeniden üretimdeki ikincil sömürüleri de hedef almak kaçınılmaz olmuştur. Temel tüketim ürünlerindeki vergilerin kaldırılması ve asgari ücret zammı ücret baskısının cinsiyetli kör testeresini bir nebze yumuşatacak, hak mücadelesi için yeni bir eşik oluşturacaktır. Bu anlamda emeğin yeniden üretim alanındaki sosyal politikaları ücret mücadelesinin ayrılmaz parçası olarak görmek gerekir.
Kaynaklar:
Yazar Hakkında Bilgi
Sosyalist feminist yazar. 2001 Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji mezunu. İleri Haber portalında toplumsal cinsiyet odaklı köşe yazarlığı yaptı.(2014-2023) Toplumsal Cinsiyetin Anahtar kavramları: Cinsellik, Şiddet, Emek adlı kitabı 2017 yılında İleri Kitaplığı Yayınevinden çıkmıştır. İleri Kitaplığı Yayınevi'nden çıkan ve makaleleriyle katkıda bulunduğu kitaplar şunlardır: Türkiye'nin Laiklik Kavgası, Sosyalizmin Yön Arayışı, Lenin Okuma Kılavuzu, Engels Okuma Kılavuzu, Marx Okuma Kılavuzu, Direngen Komüniste Yazılar. Kadın Kurtuluş Hareketi, Ütopyalar ve Devrimler adlı kitabı ise 2021 yılında Yordam Kitap'tan yayınlanmıştır.
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖