Background

Söylem Savaşları İçinde “Emekçi Kadın”

Ebru Pektaş

Son yazımda, 8 Mart’a ilişkin sıra dışı bir tartışma iştahı olduğundan bahsetmiştim. Gerçekten de başka örneği yok. 8 Mart’ın adı, tarihi, kökeni, erkekli mi erkeksiz mi olacağı, emekçi kadın mı yoksa kadın mı denileceği, hangi gündemlerin ya da hangi ruh hallerinin (matem, ciddiyet, kadın neşesiyle başkaldırı, ironi, mizah) güne uygun olup olmadığı gibi konular ilgi çekmeyi sürdürüyor. Bunu iyiye yoruyor, biz kadınlar adına bir mevzi konusu olarak görüyorum. Üstelik dünyada ve ülkemizde coşkuyla geçen ve yasaklamalara rağmen kitleselliği süren bir 8 Mart’ın ardından, özellikle “emekçi mi değil mi?” tartışmasının bir de bugünden değerlendirilmesini yararlı buluyorum.

Daha önce de yazıldı, tekrar olacak ama şu bilgilerle başlamak gerekiyor. 

İlk International Woman’s Day (Uluslararası Kadın Günü) 23 Şubat 1909’da Amerika Birleşik Devletleri’nde düzenlendi. Ağustos 1910’da Kopenhag’da düzenlenen İkinci Enternasyonal’in genel toplantısından önce gerçekleştirilen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Toplantısı’nda, Louise Zietz ertesi yıl bir Uluslararası Kadın Günü düzenlenmesini önerdi ve Clara Zetkin bu öneriyi destekledi. Ancak belirli bir tarih belirtilmedi. Avrupa’daki ilk Uluslararası Kadın Günü kutlaması ise 18 Mart 1911’de Viyana’da, Komünün 40. Yıldönümüne denk getirilerek, Paris Komününde yaşamını yitirenleri anan kırmızı bayraklarla gerçekleştirildi. Rusya’da Şubat Devrimi’ni de tetikleyen kadın eylemleri oldu. Nihayet 1921 yılında Moskova’da yapılan Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı’nda 8 Mart tarihi Uluslararası Kadınlar Günü olarak ilan edildi. 1

Sonrasında bildiğiniz gibi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etti. Böylece 8 Mart tüm ülkelerde dünya kadınlar günü olarak kutlanmaya başlandı.

Dikkat ettiyseniz Clara Zetkin’in adlandırmasında da sonraki adlandırmalarda da “emekçi” diye ek bir ifade yok. Feminist bir tarihçi arkadaşımın da ifade ettiği gibi kimi çevirilerde “emekçi” ifadesi eklense de sözgelimi Sovyetler Birliği’nin 8 Mart afişlerinde de “emekçi kadın” diye bir ifade yok.

Merak edip bakınca gördüm ki Sovyetik gelenekten TKP’nin İlerici Kadınlar Derneği de 1978’de “dünya kadınlar günü” ifadesiyle yayın yapmış.

Kısacası izini sürebildiğim kadarıyla 1980 öncesinde  8 Mart’a “emekçi” ifadesi eklenmesi gibi bir durum ya da tartışma yok. Yine de bu konuda bilmediğim bir olgusal hakikat varsa da bağlamımızı pek etkilemeyecektir. Sonuçta “emekçi” ekinin hikayesi ağırlıkla son 30-40 yıla dayanıyor.

Peki neden?

Bu konularda çeşitli yazılardan anlaşıldığı kadarıyla bu eklemenin bir nedeni, 8 Mart’ın kapitalizm tarafından tüketim gününe, nesnesine dönüştürülmesine tepki vermektir. Gerçekten de fabrikalarında kadınların tuvalet sürelerine bile karışan holdinglerin 8 Mart’larda kadınları reklam yüzü haline çevirdiklerini ya da kozmetik markalarının 8 Mart’a özel indirim kampanyalarını görüyoruz. Buna tepki duymak elbette yerindedir. Yine de sormaya devam etmek gerekiyor:

Kadına “emekçi” ifadesi eklenerek oluşturulmak istenen antikapitalist tepki, gerçekten de sınıf mücadelesinin bir parçası olabilmiş midir?

Yoksa bu hamle, sınıf hareketi geriye çekildiğinde boşluğu doldurmanın, arayıp bulamadığını çağırmanın (“emekçi”), liberalizmin tüm planlarını bir kavram ekleyerek bozabileceğini sanmanın ya da sınıf mücadelesini “farkındalık mücadelesine” çevirmenin bir örneği midir?

Sınıf mücadelesinin yüksek seyrettiği dönemlerde bu tartışmanın olmaması çok anlamlıdır. Hatta öyle görünüyor ki “emekçi”diye diye ısrar ederek iman tazelemek, geriye çekilmenin bir semptomu olarak belirmiştir. Nitekim sınıf politikası üretmekle zerrece ilgisi olmayanların sınıf diye diye sınıftan kaçmalarına benziyor bu durum ya da sahayı, örgütlenmeyi bilmeyip, basiretsizliğini de hani neredeyse ayda bir grev ilan ederek örtmeye çalışanlara. Biliyorsunuz, ne hayatı ne çalışmayı durdurabilen, yaptıkları küçük basın açıklamalarına da grev adını verenler gibi işte. Grev denince grev olmadığı gibi, emekçi denince de sınıf olmuyor.

Peki, patriarkayı bir kenara koyarsak(!), kadını “emekçi” ifadesiyle işaretlemek, sınıf mücadelesinde mesela holding reklamcılarını da şaşırtan bir hamle olabiliyor mu? Maalesef hayır, “dünya emekçi kadınlar günü” reklamcıların epeydir radarında.

Söylemle (“emekçi”) sınıfını kurmaya çalışan solcuya, “yapıbozumculuk öyle değil böyle olur” diyen holding reklamı şoku!  Şaka bir tarafa, “dünya emekçi kadınlar günü” ifadesini kullanan pek çok şirket, holding, sermaye var bugün! Reklamcıların genelde eski solcu olduğu söylenir, belki oradandır ama bu gözler “dünya emekçi kadınlar günü” ifadesi kullanan MHP’li belediye afişi de gördü!

Bunu geçelim ama yine de sorgulanmaya değer başka bir konu daha var. Kadını soldan işaretleyen bu “emekçi” ifadesinin kapsamı tam olarak nedir? Bu soru önemlidir zira sosyalistler arasında “sınıf” denildiğinde anlaşılan şeyler birbirinden farklı olabilmektedir. Sözgelimi bugünün sınıf kompozisyonuna bakıldığında artan beyaz yakalı, gri yakalı ağırlığı düşünüldüğünde, kimi zaman mavi yakaya daraltılan “emekçi kadın” tipolojisinin çoktan değiştiğini söyleyebiliriz.  Plaza işçisi kadınlar, sera işçisi kadınlar, AVM’lerde çalışanlar, hastane çalışanları, özel okul öğretmenleri  vb. ile kadınların sınıflaşması zengin bir profil sunmaktadır. Dolayısıyla “emekçi” argümanında, ücretli kadın işçilerin tamamının kapsanıp kapsanmadığı bile şüpheliyken, istihdamın dışında kalanların (ülkemizde formel kadın istihdamının yüzde 30 civarında olduğunu da hatırlayalım)  8 Mart’tan dışlanması daha da ciddi bir sorun olarak karşımızdadır.

Evin dışına çıkamayan, çalışamayan, baba eline, koca eline, üç kuruşluk nafakaya muhtaç bırakılmış, sosyal yardım kuyruklarında ömür tüketen milyonlarca kadın “emekçi” olarak kabul ediliyor mu? Tüm yaşamı boyunca türlü nedenlerle bazen sevgi için bazen şiddet görmemek için hijyenden hasta ya da çocuk bakımına, beslemekten iyileştirmeye büyütmeye binbir emek sarf eden kadınlar da “emekçi” mi?

Demek ki sınıf konumu gereği kadınların büyük kısmı kapitalist sınıf ilişkileri içindeki tipik “emekçi kadın” olmaktan çok Marksist anlamda “toplumsal proletarya” olmaya daha yakındır.

Ama yetmez. Zira tüm bu tartışmalar içinde ataerkiyi/patriyarkayı kısmen, olabildiği kadar askıya aldık. Böyle olabilir mi? Örneğin zorla evlendirilen yüzbinlerce kız çocuğu hangi sınıf ilişkilerine indirgenerek “emekçi kadın” davasına eklemlenecektir? Tacize tecavüze uğrayan, aile içinde sistematik şiddet gören kadınların politik varlıklarını ısrarla “emekçi kadın” oluşlarıyla ya da “görünmeyen emekleriyle” mi anlamlandıracağız?

Tam da bu nedenle 8 Mart’ın biricik mücadele hedefi patriyarkaya karşıdır. Yani burada kapitalizm ve sınıflı toplum gerçeğiyle bütünleşse de onu tarihsel olarak önceleyen ve ayrı bir dinamik olmayı sürdüren patriyarkadan bahsediyoruz. “Emekçi” tartışmasından hareketle diyebiliriz ki burada kapitalizm ve ataerkiyi birlikte düşündüğünü söyleyenler, bu birliktelikten yalnızca kapitalizmi ve sınıfı anlamaktadırlar. Eski İngiliz evlilik kanunlarında “karı ve koca birdir ve bu bir kocadır” der. İşte burada da kapitalizm ve ataerki birdir ve bu bir kapitalizmdir, denilmektedir. Eğer böyle düşünüyorsanız 8 Mart’ı farklı sınıflardan kadınların maazallah kaynaştığı bir alan olarak görüp, “emekçiyi” itinayla ayırmaya çalışabilirsiniz! Hatta bu durumda “kadın” ya da 8 Mart demenize de gerek kalmayacaktır!

Böyle olmak zorunda değil. Sosyalist feminist bir perspektif, ataerkiyi kapitalizme ya da kapitalizmi ataerkiye indirgemeden, her ikisini de hedef alarak, bu hedefi somut bir toplumsal formasyonda, belli bir iktidar hedefiyle bütünleştirerek yapmaya imkân sağlar. Bu stratejide sosyalizm hedefi, patriyarkanın lağvedilmesi için asgari koşuldur. Yani kapitalizm koşullarında erkek egemenliği yenilemez, sosyalizm koşullarında ise erkek egemenliğini yenmek için çok daha güçlü araçlarımız olacak. Nitekim bugünün mücadelesi, devrime en ileri noktadan başlama hedefiyle ilgilidir. Bugünden erkek egemenliğini ne kadar zayıflatırsak, devrime o kadar ileri bir ülke armağan edeceğiz. Tüm bu politik çerçeveyi teyit etmek içinse “emekçi, emekçi, emekçi” diye sayıklamamıza gerek yok.

Ülkemizde kadınların kendilerine “emekçi” denilip denilmemesinden daha büyük sorunları var. Zira emek ekseninde bile kadınlar erkeklerden farklı olarak önce “özgür işçi olma eşiğini” geçmeye çalışıyor. Bu eşikte erkek şiddeti, taciz, cinsel saldırı “ekonomi dışı zor” olarak iş görüyor. Şiddet hâlâ kadının emeğini de varlığını da ciddi biçimde belirliyor. Yaşam hakkının sistematik ihlali, özgürlüklerin kısıtlanması, laikliğin yok edilmesi, zorbalık ve emeğe el koyma henüz eşikteki konularımız.

Biz kadınlar, kadın olduğumuz için eziliyoruz, sömürülüyoruz. Bunun sınıfsal, tarihsel ve toplumsal katmanları olduğunu, adıyla patriyarka dediğimiz bir sisteme dayandığını biliyoruz. Hatta tüm bu belirlenimler nedeniyle kadınlar, egemen sınıflar içinde de ciddi biçimde azınlık konumda kalıyorlar. Kuşkusuz bu durum, onların burjuvalıklarına halel getirmez ama başka bir şeyi teyit eder: Dünyamızda kadın olduğu için ezilen, sömürülen, baskıya, şiddete uğrayan; üstelik bunlarla baş etmek için sınıfsal ayrıcalıkları da bulunmayan kadınlar, kendi aralarında evrensel bir “kardeşliği” işaret edebilecek kadar büyük bir ölçeği doldururlar. İşçi sınıfı nasıl “yurttaşlık hakkını” talep ettiğinde kendi sınıfını bir evrensellik sahnesine yerleştirdiyse, kadınlar için de iddia bu olmalıdır! Bu türden bir politik iddia ve iktidar perspektifi, “kız kardeşliği” hangi burjuva kadınların nasıl kirlettiğine odaklanmak yerine, ezilenleri birleştirecek argümanları gündemimize taşıyacaktır.

Kadın adıyla kurulan hegemonyayı, ezilenler adına öne sürülen evrensellik iddiasını, patriyarkaya karşı, sınıfsallığın da ötesindeki ezilme ve sömürüye karşı bir araya gelmeyi; dünyanın en az yarısı adına yaşam hakkını, eşit işe eşit ücreti, yasa önünde tam eşitliği tereddütsüz savunacak mıyız yoksa bir avuç burjuva kadın suyu bulandıracak korkusuyla kadın davamızın evrensel iddiasına şerhler mi düşeceğiz?

Kaynaklar:

  1. Temma Kaplan, “On the Socialist Origins of International Women’s Day”, Feminist StudiesVol. 11, No. 1 (Spring, 1985)
    8 Mart’ın kökeni ile ilgili çoğu zaman sorgulanmadan kabul edilmiş bir mit var. Buna göre 8 Mart 1857 yılında New York’ta bir tekstil fabrikasında direnişe başlayan çoğu kadın 40 bin işçi, polisin saldırısı sonucu fabrikada kilitli kalıyor. O sırada fabrikada çıkan bir yangında dışarı çıkamayan 120 işçi (bazı kaynaklarda 129 işçi) o gün can veriyor. Bu olay dönemin haber kaynaklarına bakıldığında ise bulunamıyor. Bu efsanenin nasıl geliştiği ve neden bu kadar tuttuğu ise başka bir tartışma konusu ancak 1857 efsanesinin çıkışı 1955 yılına dayanıyor. Fransız L’Humanite gazetesi, 8 Mart’ı, 1857’deki kadın işçi eylemleriyle düz biçimde rabıtalandırsa da yangın ve can kaybı gibi eklemeler yıllar içinde oluyor. Hatta bir iddiaya göre Uluslararası Kadınlar Günü’nün Sovyet tarihinden koparılarak ona daha uluslararası, Bolşevizm’den daha eski, bir kongre kararından ya da Parti’ye bağlı kadınların girişiminden daha spontane bir köken kazandırılması hedefleniyor. Ve hatta 1857 tarihinin ise, o yıl doğan Clara Zetkin’e bir saygı duruşu olarak seçilmiş olabileceğini belirtiyorlar.
    ↩︎

Düzelti: Sinem Yıldız
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Saba Esin, Sinem Yıldız
Seslendirme: Melike Çınar

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: kadinvardiyasi@gmail.com

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation