Background

Küresel Dünya, Küresel “Wife”

Kutsal Aile Söylemi Dış Mihrakların Oyunu mu?

“Evleneceğiz, çalışmayacağız, kocamıza yemek pişireceğiz, çocuklar yetiştireceğiz!” Yaklaşık beş altı yıl önce Amerikan sosyal medyasında başlayan ve son zamanlarda Türkiye’de de yaygınlaşan Tradwife “devriminin” sloganı bu. Tradwife, geleneksel ataerkil değerleri benimseyen kadın eşlere deniyor. Bu akım, Amerika’da kendi yetiştirdiği domates, patlıcanla, kendi sağdığı ineğin sütüyle, topladığı tavuk yumurtasıyla yemekler hazırlayan, bir yandan da çocuklarına bakan ve her daim kusursuz bir güzellikte olan kadınların sunduğu steril köy hayatı estetiğiyle hayat buldu. 

1800’lerden kalma elbiselerin günümüz nostaljik film/dizilerdeki haline benzer kıyafetler, kusursuz makyaj, kısmî dekolte, köy evinden çok banliyö villalarına benzer evlerde yeni ve tertemiz mutfaklar, son model mutfak eşyaları, vs. ile bezeli bu tradwife estetiği bazen yapay zekayla oluşturulmuş iri memeli, ince belli ve büyük kalçalı kadınların seksi iç çamaşırları ve topuklu ayakkabılarıyla süt sağdığı bir fanteziye de kayabiliyor. Bir yandan çocuk bakar, bir yandan ekmek hamuru yoğururken diğer yandan kusursuz görünmeye devam eden ve yüzünde yoğun sedatif kullananlarda görülen gülümsemesi eksik olmayan bu kadınlar, “çalışmamanın” kendi seçimleri olduğunu söylüyor.

Evdeki Melek 

2000’li yılların en distopik hikâyeleri bana kalırsa Stepford Wives (2004), Don’t Worry Darling (2022), Wifelike (2022) gibi, kadınların erkek fantezisine göre biçimlendirildiği bir yeni teknoloji çağında geçen “ev hanımı” anlatıları oldu. Bu hikâyelerde kadınlar, ya yapay zekâ kullanılarak ya da çeşitli telkin ve biyolojik müdahalelerle evde kocasına hizmet etmekten zevk alan, temizlik-yemek-çocuk bakımı döngüsünde ömür geçiren ve diğer yandan hiç yaşlanmayıp, kilo almayıp, sarkmayıp, surat bile asmayıp çekiciliklerini koruyan syborg’lara dönüşürler. Tradwife akımı, bu distopik anlatıların coşkuyla kabul edilip yüceltildiği bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Yine hayat, kurgudan daha olağanüstü olmayı başardı yani.

Yine de bu anlatılarda kadınlar evin içinde kalmaktan bunalır, sorgular ve nihayet bir çıkış/kaçış yolu bulurken gerçeklik bundan çok daha korkunç görünüyor. Tradwife’lar, her ne kadar çalışmadıklarını ve evi geçindirenin kocaları olduğunu üstüne basa basa belirtseler de binlerce takipçili sosyal medya hesapları sayesinde dünyanın en çok okunan gazete ve dergilerine verdikleri röportajlarda, bu hayat tarzının ne kadar şahane olduğundan ve bunu kendileri seçtiği için aslında “feminist” olduklarından bahsediyorlar. 

Feminizmin “kadının kendine yakışanı giymesi”ne indirgendiği pop kültür dünyasında “kadınlar bunu istiyorlarsa bunu yaparlar, özgür irade” diyerek işin içinden çıkabileceğimizi düşünmüyorum. Zira küresel kapitalist dünya, yeniden üretim krizine girdiği için bu akımın yükseldiğini söylemek hiç de abartı olmaz. Burada yeniden üretim krizi derken hem işçinin -yani insanın- yeniden üretimini (çocuk doğurma) hem de gündelik bakım emeğinin yeniden üretimini kastediyorum. Hızla yaşlanan nüfus, kadınların iş gücüne katılması, bakım emeğinin ücretsiz karşılanabildiği bu senaryoyla kıyaslandığında sosyal devlet olmak ve kreş, yaşlı bakım evi gibi hizmetler vermek zorunda kalmak devletlere pahalıya patlıyor. Tabii küresel şirketlerin daha çok kâr elde edebilmesi için tüm imkânları seferber etmek varken neden bütün özelliği çocuk doğurmaktan ibaret olan kadınların emeğini ücretsiz sömürmeyelim ki? Sonuçta yüzlerce yıldır çalışan bir metot, öyle değil mi?

Küresel Kapitalizmin Aile Söylemi 

Bu yüzlerce yıllık metot “geleneksel aile” kutsallığı adı altında özellikle 80’lerde yükselen neo-muhafazakâr siyasal iktidarlarca korunmaya çalışılsa, Türkiye’de de hükümet tarafından sürekli aileyi koruma adı altında kadınlara ve LGBTİ’lere saldırılsa da ne hikmetse bu propaganda dış kaynaklı görülmüyor, ABD’nin oyunu olarak algılanmıyor. Oysa asıl tradwife akımı ve kadınları eve hapsetmeyi kültürel bir seçim olarak sunan bu söylem küresel kapitalizmin ortak söylemi ve tam da kadınların ekonomik olarak güçlenmeye başladığı bir tarihi anda ortaya çıkıyor. 

Türkiye özelinde, zaten evlilik hayatın “doğal” bir evresi olarak siyaset-dışı konumlandırılan, makbul ve kutsal bir kurumken yeniden “evleneceğiz” diye bağırmanın herhangi bir isyana tekabül etmediğini görmek çok zor değil. Evlenmeyen, evlenip çocuk yapmayan kadınların her gün en üst perdeden aşağılandığı bir toplumsal yapıda, hele ki ekonomik olarak orta sınıf denen kesimin bile yoksullaştığı bir atmosferde evde çocuk yapıp huzurla büyütmenin bir ideal olarak sunulması, olsa olsa bir kaçış olarak okunabilir. Genç işsizliğinin gitgide yükseldiği bu ortamda, kadınlar için kapitalizmin iki reçetesi var gibi görünüyor: Onlyfans hesabı aç ya da zengin koca bul. 

Sindrella, Gitme Baloya…

Collette Dowling’in Sindrella Kompleksi: Çağdaş Kadının Bağımsızlık Korkusu1 adlı kitabında bahsettiği gibi, özellikle genç kadınlar her ne kadar ev içinde, tarlada, bahçede sürekli çalışıyor olsalar da modern kapitalist düzenin yırtıcılığından kaçınmak için “güvenli alan” olarak gördükleri ve şiddet dolu olsa, emeklerini sömürse de bilindik olduğu için vazgeçemedikleri ev içinde çıkışı buluyorlar. Kadınların özne konumunu yitirdiği, dışarıdaki hayatı deneyimleme ve kendini gerçekleştirme gibi amaçları es geçersek –ki erkekler için bile şu ortamda bu o kadar kolay görünmüyor- kendi adına karar verebilme gücünü elde edebilecekleri bir ekonomik kazançlarının olmadığı, en basitinden bir harcama için kocanın eline bakmak zorunda olduğu; üstelik çocuk doğurma, bakım, ev işi gibi ücretsiz emeklerini “yüzlerinde gülümsemeyle” feda ettikleri bu senaryonun kadınların lehine olmadığı aşikâr. Nitekim yıllarca evi terk edecek maddi gücü olmadığı için ev içi şiddete, bazen tecavüze, bazen aşağılanmaya katlanmak zorunda kalan büyük annelerimiz bu bilgiye haizdiler ve hep “Aman oku da elin ekmek tutsun, kimseye muhtaç olma” dediler. Deneyimden elde edilen bu bilgi, sosyal medyanın estetik yalanlarından daha gerçekçi değil mi?

Sosyal medyada hevesle kucaklanan bu akımın kısmen kapitalist iş ortamının eziciliğinden kaçmak, kısmen sunulan estetik kelepçenin bir kelepçe olduğunu fark edememek, kısmen de siyasi bir ajandaya bağlı olarak köpürtülen bir söyleme kapılmakla alakalı olduğunu düşünüyorum. Tabii diğer yandan özellikle kadınlara ve çocuklara yönelik ev içi şiddetin gün be gün ifşa olması, güncel bir örnek olan 8 yaşındaki Narin’in katledilmesinde olduğu gibi bütün aile üyelerinin bu suça ortak olması, aile üzerindeki kutsal halenin gitgide silinmesi de aile için böyle bir PR çalışmasını gerekli kılıyor zannımca. Yani feminist hareket güçlenip de kadınlar ev içinde yaşadıkları şiddeti sokağa taşıyıp ifşa ettikçe muhafazakâr karşı atak da bir o kadar kuvvetli oluyor.

Yazıyı dağıttım, toparlayalım. Özellikle ergenlik çağındaki genç kızların geleceğin belirsizliği ve kaotik sosyo-ekonomik durumla başa çıkabilmek için sığındıkları bu Sindrella masalının maskesinin düşmesi gerek. Cebimizde yeterli para olmadığı için istediğimiz an çekip gidemeyeceğimiz hiçbir yer bizim evimiz değildir. 

  1. Colette Dowling, (2020), Sindrella Kompleksi: Modern Kadının Bağımsızlık Korkusu, Afrika Yayınları. ↩︎

Editör: M. Hazal Çakmak
Redaksiyon: M. Hazal Çakmak
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation