Background

Seçme ve Seçilme Hakkımız: 5 Aralık 1934 Milat mı, Kazanım mı?

Cumhuriyet, eski rejimin hayaletlerinden kurtulmak için bir dizi reform yaptı. 1926 Türk Medeni Kanunu, hilafetin kaldırılması, dinsel kurumların kapatılması ve laikliğin tesisi gibi reformlar kadınların özgürleşmesi için çok önemliydi. Ancak kadınlara siyasi haklarının verilmesi, hem Cumhuriyet’in hedefleri bakımından geç bile kalmış bir reformdu, hem de bu kazanım, kadınlara tepeden sunulan bir lütuf değildi, arkasında yıllara yayılan bir mücadele vardı.

Geçtiğimiz hafta 5 Aralık günü, Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme hakkını elde ettiği gün olarak anıldı.  90 yıl önce, 5 Aralık 1934’te Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılan düzenlemeyle kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı “verildi”. O gün bütün TV kanalları ve sosyal medya “Türk kadınının her şeyi Atatürk’e borçlu olduğunu” vurgulayan haber ve mesajlarla doluydu. Onca tantananın arasında kimse, “5 Aralık 1934 tarihi gerçekten bir milat mı, Cumhuriyet ‘altın tepside’ haklarını sununcaya kadar kadınlar öylece beklemiş mi” diye sormadı. 20. yüzyılın başından Cumhuriyet’e kadar, yani kurtarıcı bir devrime ve kurucu öndere kadar kadınların kendileri için ne düşündüğünü, neler yaptığını kimse merak etmedi. Erkek egemen tarih yazımına uygun olarak aydınlanmacı erkekler eliyle kurulan Cumhuriyet’i, resmi tarih yazımına uygun olarak da halk kitlelerinin değil kahramanların yaptığı ihtilali kutsadık bir kez daha. Böylece kadın haklarını savunduğunu düşünen bazı kadınlar, bilerek ya da bilmeden, kadınların tarih yapan özneler değil, tarih yapıcı erkin izinden giden tebaa olduğunu tescil etmiş oldular aslında.

‌Kuşkusuz bu kutsamayı, mevcut rejime olan tepki de tetikliyor. Cumhuriyet’i savunmaya mecbur kaldığımız bu dönemde, haklı ve anlaşılır bir tepki olduğuna da inanıyorum. Ancak şunu da tarihe not düşmek zorunda olduğumuzu düşünüyorum: Kadınlara bu haklar  “tepeden” verilmedi veya “lütfedilmedi”. Cumhuriyetten çok önce, kadınlar kendileri için konuşmaya başlamış ve harekete geçmişlerdi.

Osmanlı Kadın Hareketi: Şükûfezar’dan Kadınlar Dünyası’na 

İkinci Meşrutiyet olarak anılan, aslında tarih kitaplarında yer aldığından çok daha büyük bir tarihsel sıçrama anlamı taşıyan 1908 ihtilali, Anadolu ve Balkanlarda yaşayan bütün din ve milletten insanların yeni bir dünya arayışının sonucuydu. Bütün dünyada olduğu gibi bu bölgede de imparatorluklar yıkılıyor, bağımsızlık savaşları art arda patlıyor ve Fransız İhtilali’nin ateşlediği “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ülküsü her yeri etkisi altına alıyordu. Osmanlı üst kimliği altında yaşayan halklar da artık tebaa değil ulus, cemaat değil cemiyet olmak istiyorlardı. Bütün düzeni yerle bir eden bu sarsıntının içinde, kuşkusuz kadınlar da vardı. Onlar da artık eşit yurttaş sayılmak istiyor, ikinci cins olmaya isyan ediyorlardı.  Bu isyanı da önce dergiler ve ardından derneklerle ortaya koydular.

1886’da yayınlanmaya başlayan Şükûfezar, sahibi ve yazı kadrosunun kadınlar olduğu ilk dergiydi. Dergide, kurucusu olan Arife Hanım ve Münire, Fatma Nevser, Fatma Nigâr gibi kadınlar baba ya da koca adını kullanmaksızın kendi adlarıyla yazıyorlardı. 

Şükûfezar’ı, 1895’te çıkan ve 1908’e kadar toplam 604 sayı yayınlanan Hanımlara Mahsus Gazete izledi. Bu dergide Fatma Aliye, Emine Semiye, Şair Nigâr gibi eğitimli, aydın kadınlar yazı yazıyor, okurları da daha çok aynı sınıftan kadınlardan oluşuyordu.

Aynı dönemde  Mürüvvet, Parça Bohçası, Hanımlara Mahsus Gazete, Demet, Mehasin, Kadın gibi 30 dergi daha yayımlandı. Fakat bu dergiler arasında Kadınlar Dünyası’nın ayrı bir önemi vardı; öncelikle kadın haklarını elde etmek amacıyla 1913’te kurulmuş Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nin (Osmanlı Kadın Haklarını Savunma Derneği) yayın organıydı ve ikinci olarak da feminist bir içeriğe sahipti. Kadınlar Dünyası dergisi tesettüre karşı çıkıyor, kadının çalışma hayatında yer almasıyla birlikte ülkenin de değişip ilerleyeceğini savunuyordu.

Dergi, Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nin de çıkış noktasıydı. Derginin 55’inci sayısında cemiyetin kuruluşu duyurulmuş, sonrasında dergi ile cemiyet çalışmaları birlikte yürütülmüştü. Her ikisinin de imtiyaz sahibi, Ulviye Mevlan Civelek’ti. Yazı kadrosu ve hatta mürettipleri dahi kadın olan dergide, “Kadınların hak ve hukuku tanınmadıkça erkek yazılarına yer verilmeyeceği ilkesi” kabul ediliyor ve “feminizm” sözü tüm eleştirilere rağmen kullanılıyordu. Yayın ilkesini “kadın ile erkek eşitliği için çalışmak” olarak belirleyen Kadınlar Dünyası, (bugün de olduğu gibi) yerli aydın kamuoyundan destek görmediği halde yoluna devam etti. 

Ulviye Hanım, yazılarında kadınların yüksek öğrenim hakkını, eşit işe eşit ücreti, evlilikte ve toplumda eşit hakları savunuyordu. Derginin kampanyaları sonucunda yedi kadın bir telefon ofisinde çalışma hakkı elde etti ve 1914’te kadınların yüksek öğrenim görmesi için İnas Darülfünunu kuruldu. 

Yazı kadrosunda Ulviye Mevlan’ın yanı sıra Mükerrem Belkıs, Nimet Cemil, Nebile Akif, Yaşar Nezihe gibi kadınların bulunduğu Kadınlar Dünyası’nın okur kitlesi Müslüman kadınların yanı sıra Rum ve Ermeni kadınlardan da oluşuyordu. Feminizmi de sosyalizm gibi “ezilen kesimlerin ideolojisi” olarak tanımlayan Mükerrem Belkıs, Fransız Devrimi’nin hürriyet kanatlarıyla insanlığın bütün eskileri çiğnediğini, bu kanatların insanlığı daha özgür âlemlere uçurduğunu, ancak insanların mutluluğa tam anlamıyla ulaşmak için daha ilmi, daha büyük kanatlara gerek duyduğunu, bu iki kanattan birinin sosyalizm, diğerinin feminizm olduğunu söylüyordu.

Kadınlar Dünyası, bir dergi olarak kendini kabul ettirdiğinde, örgütlenme ihtiyacı ortaya çıktı ve 1913’te Ulviye Mevlan öncülüğünde Osmanlı Müdâfaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti kuruldu. Kadın-erkek eşitsizliğine karşı mücadele eden derneğin talepleri arasında ilköğretimin zorunlu olması, kız liselerinin tüm yurda yayılması, kızlara yükseköğrenim hakkı verilmesi, çokeşliliğin yasaklanması, boşanma hakkı yer alıyordu. Bu talepler toplumun çoğunluğu tarafından hoş görülmemesine rağmen hem dernek hem de dergi, bir kadın hareketi yaratmayı başardı. Müslüman Osmanlı kadınlarının kamu kuruluşunda çalışma hakkı, üniversiteye kız öğrencilerin kabul edilmesi ve daha sonra karma eğitimin kabulü derneğin büyük mücadeleler sonucu elde ettiği kazanımlar arasındaydı.

Kadınlar Dünyası mütareke yıllarının zorlu koşullarına ayak uyduramadı ve kapanmak zorunda kaldı ama tıpkı Halide Edip’in dediği gibi kendinden sonrakilerin önünü açan bir işlev gördü.

Beyaz Konferanslardan Halide Edip ve Teali-i Nisvan’a

1911 yılında İstanbul’da bir konakta kadınlar için bir dizi konferans düzenlendi. “Beyaz Konferanslar” olarak planlanan adına uygun, beyaz bir odada, beyaz çarşaflar içinde 300 kadınla gerçekleştirildi. Buluşmalara ait konuşma metinleri, yine İstanbul’da yayınlanan Kadın dergisinde yer alıyordu. Konuşmacı Fatma Nesibe Hanım kadınlık durumunun kader olmadığını, değiştirilebileceğini vurguluyor ve şöyle diyordu: “Ah, yirminci asır! Ey muhterem anat (zamanlar)!.. Ey kadın asrı, seni takdir ederim. Sen, ilk mes’ud mebde’sin [başlangıç noktası]! Seni ta’kib edecek zamanlardan artık eminiz.” 1

Meşrutiyet dönemi kadınların kendilerini toplumsal ve politik bağlamda ifade etmelerinin önünü açmıştı. 1908’de kadınlar Meclis’in açılış görüşmelerini izlemeyi talep ettiler. Bu talep, 17 Aralık 1908 tarihli Servet-i Fünun dergisinde şöyle yer aldı: “Geçen gün İslam kadınları İttihat Terakki Cemiyeti merkezine müracaatle Meclis-i Mebusan’ın resmi küşadıyla (açılış) içtimaında hazır bulunmak istediklerini söylemişler ve eğer Hıristiyan kadınlarının bulunmasına müsaade edilirse kendilerinin de kafes arkasında müzakeratı isti’mallerine (kullanmak/faydalanmak) müsaade edilmesini, Hıristiyan kadınlarına müsaade verilip de kendilerine verilmezse, geçenlerde İngiliz Parlamentosu önünde İngiliz kadınlarının yaptığı gibi, nümayişler icra edeceklerini der-miyan eylemişlerdir (ileri sürmek).”2

Görüldüğü gibi Cumhuriyet’ten çok önce, kadınlar tarihsel bir özne olarak  harekete geçmişlerdi. İstiklal Savaşı sırasında da cemiyet ve hayır kurumları içerisinde savaşta yaralanan askerlere, dul kadınlara, kimsesiz çocuklara yardım eden ve işgale karşı direnişi destekleyen yüzlerce kadın olmasına rağmen, resmi tarih bunlardan sadece bir-ikisinin adını anar. Bildiğimiz gibi, İstiklal Savaşı’nın öne çıkan kadın figürü Halide Edip’tir. Ancak onun hayatına ve eylemlerine dair, meşhur Sultanahmet Mitingi dışında pek bir şey bilmeyiz. Oysa 1913’te kurulan Teali-i Nisvan (Kadınların Durumunu Yükseltme) Cemiyeti’nin başkanı Halide Edip’ti. Cemiyet kadın ile erkeğin eşitliğini, kadınların toplumsal yaşama katılımının sağlanmasını savunuyor ve bunlar için bir toplumsal devrimin gerekli olduğunu ifade ediyordu. Cemiyetin mücadelesi sonucunda 1917’de çıkarılan bir kararname ile evlilik yasal bir çerçeveye bağlandı, erkeğin çok eşliliği kadının rızasına tabi kılındı ve  kadınlara boşanma hakkı tanındı. 

Bu dönemde kız öğrenciler için rüştiyeler (lise) ve ebelik okulları açıldı, dernek kurma hak ve hürriyeti elde edildi. Cemiyet, ırk ve mezhebi farklı kadınların üyeliğine de izin veriyordu. Üye olmanın tek şartı, kadın haklarını savunma amacına sahip olmaktı. 

Halide Edip’in 1913’te söylediği ve kadınları tarihsel bir “özne” olarak kabul eden şu sözler de kadın mücadelesinde önemli bir belgedir:

“Bugün bu saat ben size böyle hitap ederken, siz beni dinlerken şüphesiz biz de tarih yapıyoruz, demektir. Bu tarihçeyi torunlarımız bir konferans dolduracak kadar uzun ve iftiharla yaptıkları zaman bizim aciz fakat hüsn-i niyet (iyi niyet) ve samimiyetle dolu bin müşkülatla (zorluk) elde edilen mücadelemizden de bahsedeceklerdir.”3

Nezihe Muhiddin ve Kadınlar Halk Fırkası

İstiklal Savaşı sonrasında kadınlar doğrudan siyasi bir parti kurdular. Öncülüğünü Nezihe Muhiddin’in yaptığı Kadınlar Halk Fırkası 15 Haziran 1923’te, yani Cumhuriyet ilan edilmeden önce kuruluşunu duyurdu. Kuruluş gerekçesini şöyle açıklıyordu: “Kadın, ülkenin her yerinde yaşanan siyasi, sosyal ve ekonomik sorunların içinde olmasına ve bu sorunlardan etkilenmesine karşın, bu alanlarda gözle görülür biçimde çalışamamaktadır. Amaç, yer yer ortaya çıkan kadın varlığının ve kişiliğinin bir kitle hareketine dönüştürülmesidir.”4

Fakat Dahiliye Vekaleti (İçişleri Bakanlığı) fırkaya izin vermedi, dönemin gazetelerine göre “kadınlar seçme-seçilme hakkına sahip olmadığına göre parti kuramazlar”dı; ayrıca bazı maddeleri de “uygun” değildi.

Nezihe Muhiddin başkanlığındaki fırka, bu kez aynı amaçla Türk Kadınlar Birliği’ni kurdu. 1925’te ve 1927’de kadın mebus adayı göstermeye çalıştı ama sonuç alamadı. Dönemin Cumhuriyetçi “aydın” gazetecisi Yunus Nadi’nin bile, Nezihe Muhiddin ve Kadınlar Birliği’ni sık sık eleştiri ve alay konusu ettiğini, gazetesinde bu kadınları aşağılayan karikatürler yayınlandığını göz önüne alırsak, hakları için savaşan kadınların toplumun muhafazakâr çoğunluğu karşısında ne kadar büyük bir engelle karşı karşıya olduklarını tahmin edebiliriz. 

Basında çıkan alaycı yazılara bir örnek verelim: “Hanımların mebusluğu hiç fena olmaz, Meclis’te sık sık moda etrafında münakaşalar cereyan eder. Hanımların balolarda smokin mi yoksa dekolte tuvalet mi giymeleri daha uygun olunacağına dair, mesela İstanbul mebusesi ile İzmir mebusesi arasındaki hararetli mücadeleyi bütün erkek mebusların merak ve tebessümle dinleyeceğine şüphe yoktur.” (Cumhuriyet, 1927)5

Her şeye rağmen Kadınlar Birliği, Haziran 1927’de birlikteki bazı kadınların Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan milletvekili adayı gösterilmesini önerdi ve bunu kamuoyuna şöyle duyurdu: “Gayemiz gayet sarihdir: Erkekler gibi rey sahibi olmak ve mebus intihab edilmek.” 

Nezihe Muhiddin’e cevap veren dönemin Cumhuriyet Halk Fırkası Reisi İbrahim Tali Bey, kadınların seçime katılması konusunun “henüz olgunlaşmadığını” söyledi.6

Bir süre sonra aleyhte yayınlar ve rejimin olumsuz tutumu sonuç verdi ve Nezihe Muhiddin hakkında soruşturma açılarak Kadınlar Birliği’nden ihraç edildi, birliğin başkanlığına Latife Bekir getirildi. Latife Bekir, birliğin artık siyasal haklarla ilgilenmeyeceğini söylüyor ve “Biz Nezihe Hanım gibi hayaller peşinde koşacak değiliz” diyordu. Yani bütün ihtilalllerde görüldüğü gibi kadın mücadelesinde de radikaller tasfiye edilmiş, uzlaşmacıların önü açılmıştı.

1930’lardan sonra Meclis’te ve basın organlarında şu görüş giderek güçlendi: Cumhuriyet devrimleriyle Türk kadınları her türlü haklarını elde etmiş, erkeklerle eşit olmuşlardır. Kadın Birliği’nin amacı budur, bu amaç gerçekleştiğine göre Birliğin varlığına gerek yoktur. Hâlâ uğraşılması gereken sorunlar da kadın erkek kavgasıyla değil, elbirliğiyle yapılarak çözülür.

Sonunda Türk Kadınlar Birliği, 10 Mayıs 1935’te kendini feshetti. Latife Bekir, fesih kongresinde “Kadın Birliği ülkülerine kavuşmuştur. Türk kadınlığının bütün hakları tanınmıştır. Bundan sonra Kadın Birliği’ne ihtiyaç yoktur” diyerek birliğin feshini ilan etti.7

1935 seçimlerinde, 18 kadın nihayet TBMM’ye girdi ama bu başarının öncülerinden olan Nezihe Muhiddin, değersizleştirilmiş ve unutulmuş bir kadın olarak 1958’de bir akıl hastanesinde öldü.8

İşçi Kadınların Eylemleri

Eğitimli, kentli sınıftan kadınlar, “ikinci cins” olmaya karşı mücadele ederken, emekçi kadınlar da bir başka cephede bu mücadeleyi eyleme döküyorlardı. Meşrutiyet sonrasında yaşanan ve kadın emeğinin yoğun olduğu işkollarında gerçekleşen grevlerde, kadınlar ön saflarda yer aldı. Erkek işçilerin yarı ücretine çalışan, yazın 15, kışın 10 saat mesai yapan, akşam yemeği için sadece 35 dakikalık mola hakkına sahip olan kadın işçiler, ağır çalışma koşullarına sık sık başkaldırıyor, haklarını kazanmak için eylemler yapıyor, greve çıkıyorlardı. Erkek işçilerin yoğun olduğu grevlere de “eş ve anne” olarak destek veren kadınlar, örneğin 1873 Tersane grevinde ellerinde sopalarla grev kırıcılara saldırmışlardı. 1876 Feshane grevi ise, dokuma işkolunda çalışan kadınların öncülük ettiği bir direnişti. 50 kadın işçi, Babıali’ye yürüyerek sadrazamdan ödenmeyen ücretlerini talep ettiler.9

Grev ve direnişlerin yükseldiği 1908 yılında, İstanbul, İzmir, Adana, Selanik, İskeçe, Vidin, Kavala, Drama, Üsküp ve Varna gibi merkezlerde örgütlenen 100’ü aşkın grevden 40’ı kadın emeğinin ağırlıklı olduğu işkollarındaydı. Tütün, dokuma, halı fabrikalarında çalışan kadınlar grev komitelerinde aktif olarak yer aldılar. Çalışma saatinin yazın 9, kışın 8 saate indirilmesi, ücretlerin artırılması, işyerlerinde içme suyu ve havalandırma tesisatı bulundurulmasını talep ediyorlardı.

Aynı yıl Sivas’ta, 16 saatlik mesai sonunda alınan günlük ücretin bir ekmek almaya dahi yetmemesine başkaldıran kadınlar, Sivas Belediyesi’ne doğru yürüyüşe geçip belediye başkanının evini taşladılar ve buğday depolarına el koydular.

1910’da Bursa’da ve Bilecik’te dokuma işkolundaki grevlere de binlerce kadın işçi katıldı. Ertesi yıl, yarısından fazlası kadın olan Cibali Tütün Fabrikası işçileri, sendikalaşma hakkı ve ücretlerin yükseltilmesi için direnişe çıktı. 

Kadınların hakları, hiçbir zaman üretim ve yaşamın içinde daha fazla yer almalarının sonucunda “otomatik” olarak ilerlemedi. Aynı koşullarda çalışan erkeklerin haklarına sahip olmak için daima uzun soluklu mücadeleler vermek zorunda kaldılar.

Tarih Kitaplarının Yazmadığı

Cumhuriyet döneminde kadınların siyasal haklarını alma talepleri, 1923’ten 1934’e kadar olumsuz karşılandı. Birinci Meclis’te alınan ilk kararlardan biri “Her 20 bin erkek bir mebus seçer” ilkesi oldu. Kararın alınması sırasında kadın haklarından söz eden tek kişi olan Bolu Milletvekili Tunalı Hilmi Bey, diğer mebuslar tarafından “nisaiyyundan” (kadın takımından) diyerek alayla karşılandı ve sıra kapaklarına vurularak susturuldu.

Cumhuriyet, eski rejimin hayaletlerinden kurtulmak için bir dizi reform yaptı. 1926 Türk Medeni Kanunu, hilafetin kaldırılması, dinsel kurumların kapatılması ve laikliğin tesisi gibi reformlar kadınların özgürleşmesi için çok önemliydi. Ancak kadınlara siyasi haklarının verilmesi, hem Cumhuriyet’in hedefleri bakımından geç bile kalmış bir reformdu, hem de bu kazanım, kadınlara tepeden sunulan bir lütuf değildi, arkasında yıllara yayılan bir mücadele vardı.

5 Aralık 1934 bir milat değil, bir kazanımdır; bunu unutmamak şartıyla seçme ve seçilme hakkımız kutlu olsun.

Kaynaklar:

  1. Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yay. İstanbul, 2010. ↩︎
  2. Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yay. İstanbul, 2010. ↩︎
  3. Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yay. İstanbul, 2010. ↩︎
  4. Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yay. İstanbul, 2010. ↩︎
  5. https://bianet.org/haber/ve-kadinlar-meclis-te-142587#google_vignette ↩︎
  6. https://www.bbc.com/turkce/articles/c4n7pjnq7zlo ↩︎
  7. https://bianet.org/haber/ve-kadinlar-meclis-te-142587#google_vignette

    https://catlakzemin.com/10-mayis-1935-nezihe-muhiddin-arkadaslarinin-kurdugu-turk-kadinlar-birligi-kendini-feshetti/ ↩︎
  8. https://catlakzemin.com/10-mayis-1935-nezihe-muhiddin-arkadaslarinin-kurdugu-turk-kadinlar-birligi-kendini-feshetti/ ↩︎
  9. https://catlakzemin.com/22-agustos-1876-osmanlida-feshane-iscisi-kadinlar-babialiye-yurudu/#:~:text=Feshane’de%20%C3%A7al%C4%B1%C5%9Fan%2050%20kad%C4%B1n,aba%20ihtiyac%C4%B1n%C4%B1%20kar%C5%9F%C4%B1lamak%20amac%C4%B1yla%20kurulmu%C5%9Ftu. ↩︎

Editör: Ebru Pektaş
Düzelti: Şöhret Baltaş
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation