Background

Hutbe Diliyle Medeni Kanun’u Çiğniyorlar

Yine Cuma ve yine yeni bir hutbe:
Önce şunu bir kabul edelim; hutbeler sadece dini öğütler değildir, toplumsal zihniyetin ve siyasal yönelimin şekillendirildiği metinlerdir. 15 Ağustos Cuma günü Diyanet’in camilerde okuttuğu son hutbede şu ifade çok dikkat ve çok da tepki çekti:
“Karşılıklı rıza olmadan Yüce Rabbimizin koyduğu miras ölçüsünü değiştirmek ilahî adalete aykırıdır. Dolayısıyla kişinin; kız çocuklarını mirastan mahrum bırakması, kız çocuklarının da Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul hakkıdır.”

Bu sözler biz kadınlara niyetin ne olduğunu açıkça gösterdi: Türkiye’de yaşayan bütün Müslüman kadınların Medeni Kanun’la kazanılmış haklarına açıkça göz dikildi.
Oysa kadınların miras hakkını güvence altına alan yer, “ilahi adalet” söylemleri değil, Türk Medeni Kanunu’nun açık hükümleridir. Kadınlar buradan bir adım geriye gitmeyeceklerdir.
Kanun, kadın ve erkeği mirasta eşit görürken; hutbe diliyle bu hak, “rıza – helallik- kul hakkı” üçgenine sıkıştırılarak dini bir çerçeveye hapsedilmektedir.

Bu yalnızca bir dini öğüt değil; kazanılmış hakların dini söylemlerle gasp edilmesinin ve giderek şeriat düzeninin ayak seslerinin işaretidir.

Kul Hakkı Hutbesiyle Gelen Şeriatın Ayak Sesleri

15 Ağustos’ta okunan hutbenin adı doğrudan “Kul Hakkı Ateşten Gömlektir” idi. Yani mesele bu kez “Hayâ” üzerinden bir öğüt değil, kul hakkı kavramı üzerinden toplumsal, ekonomik ve hukuki ilişkileri tanımlama girişimiydi.
Hutbenin en kritik cümlesi: “Karşılıklı rıza olmadan Yüce Rabbimizin koyduğu miras ölçüsünü değiştirmek ilahî adalete aykırıdır.”

Burada Diyanet, kul hakkı kavramını kadınların miras hakkı üzerinden kuruyor. Oysa biliyoruz ki kadınların miras hakkı Türk Medeni Kanunu ile eşit, tartışmasız ve güvence altında. Ancak hutbe diliyle bu hak, “rıza- helallik- ilahi adalet” çerçevesine çekilerek dini normların üstünlüğü vurgulanıyor.
Dolayısıyla bu hutbe “ahlaki nasihat” değil; hukukun alanını dini hükümle sınırlama girişimidir.

Şimdi hep birlikte bakalım; bu sözler, “Söz konusu olan: Kadının miras hakkını korumak mı, yoksa sınırlamak mı?”  Bu soru, 15 Ağustos 2024 Cuma hutbesinin toplumsal etkisini anlamak açısından kritik bir çerçeve sunuyor. Hutbe, kadınların toplumsal ve yasal haklarını dini kavramlarla sınırlayan bir dil kullanıyor; bu da özellikle miras ve mal paylaşımı gibi temel haklar söz konusu olduğunda dikkatle incelenmesi gereken kadınların geleceği hakkında çok tehlikeli sözler içeriyor.

Hutbenin Analizi: Dini Söylem ve Kadının Hakları

Diyanet’in Kullandığı Dil:
Hutbede “ilahi adalet”, “kul hakkı”, “rıza” gibi kavramlar sıkça öne çıkarılıyor. Bu kelimeler, kadınların yasal güvencelerinin yerine dini yükümlülüklerle tanımlanmasını sağlıyor. Örneğin, “kul hakkını gözetmek” ifadesi, kadının miras hakkını yasal olarak koruyan Medeni Kanun hükümlerini görmezden gelme potansiyeli taşıyor. Medeni Kanun yok sayılarak suç işleniyor.

Kadının Haklarının Dini Çerçeveye İndirgenmesi:
Hutbede kadının hakları, kanun yerine ahlaki ve dini bir çerçeveye hapsediliyor. Bu yaklaşım, kadınların kendi haklarını talep etmesini zayıflatıyor ve erkek egemen miras ile ekonomik düzeni meşrulaştırıyor. Sonuç olarak, kadınların yasal olarak sahip olduğu haklar, toplumda “ilahi adalet” söylemiyle sınırlanmış gibi sunuluyor.

Medeni Kanun ve Kadının Hakları ve Çelişkileri

Türk Medeni Kanunu, kadınların toplumsal ve ekonomik haklarını açıkça güvence altına alır. Öne çıkan maddeler ise şöyledir:

Miras Hakkı: 4721 sayılı Medeni Kanun m. 495 ve devamı, kadınların eşit pay alma hakkını ve sağ kalan eşin mirastan alacağı payı belirler. Kadınların eşit miras hakkı, hutbelerdeki dini yorumlarla çelişiyor.

Sağ Kalan Eşin Miras Hakkı: m. 240 ve 652, boşanmış veya eşi vefat etmiş kadınların evlilik süresince sahip oldukları hakları ve mirastan alacakları payı düzenler.Eşin ve kadının hakları, dini mesajlarla sınırlandırılmaya çalışılıyor.

Diğer Yasal Güvenceler: Medeni Kanun, kadınların boşanma, velayet, çalışma ve eğitim haklarını da güvence altına alır. Bu haklar, hutbelerde sıkça öne çıkarılan dini kavramlardan bağımsızdır.Boşanma, velayet ve iş yaşamında eşit haklar da hutbede öne çıkan dini kavramlar nedeniyle toplumda doğru algılanamayabiliyor.

Kadınlar, Medeni Kanun sayesinde yalnızca miras değil, iş yaşamında, boşanma ve velayet süreçlerinde de eşit haklara sahiptir. Hutbe ile verilen mesaj, kanunla sağlanmış hakların üstünde dini bir yorum gibi sunulmakta ve toplumsal algıyı yönlendirme amacı taşımaktadır. Sonuç olarak, bu yaklaşım hukuk ve dini yorum arasında bir çatışma yaratıyor ve toplumsal bilinç üzerinde etkili bir manipülasyon aracına dönüşüyor.

Stratejik Manipülasyon ve Toplumsal Algı

Hutbelerdeki mesajların, dini bir perspektif üzerinden kadınların haklarını sınırlayan bir üslup kazandığı açık. Bu yaklaşım yalnızca bireysel dini sorumluluklarla sınırlı kalmıyor; toplumsal düzeyde bir algı yönetimi aracı hâline geliyor. Kadınların yasal hakları, dini yorumlar üzerinden “farklı bir norm” gibi sunulduğunda ortaya çıkan etkiler:

Hakkın Üzerine Dini Yorum Koymak: Kadınların Medeni Kanun ile sağlanmış hakları (miras, boşanma, velayet vb.), hutbede dini bir bağlamla yorumlanıyor. Örneğin “kul hakkı gözetmek” veya “rıza” kavramları, kadınların eşit hak talebini bir “ahlaki sorumluluk” hâline getiriyor. Bu da kanunla güvence altına alınmış hakların toplumda “isteğe bağlı” veya “dini sorumlulukla bağlantılı” gibi algılanmasına yol açıyor.

Toplumsal Algıyı Yönlendirmek: Hutbe dili, kadınları pasifize eden ataerkil bir mesaj içeriyor. Kadın haklarının dini yorumla sınırlandırılması, erkek egemen düzeni meşrulaştırıyor ve kadınların yasal hak talebini zorlaştırıyor.

Stratejik Plan Parçası: Hutbe ile verilen mesaj, kanunla sağlanmış hakların üstünde dini bir yorum gibi sunuluyor. Bu, toplumsal normların dini yorumlar üzerinden yeniden şekillendirilmesine ve yasal hakların görmezden gelinmesine hizmet ediyor.

Tarihsel ve Toplumsal Bağlamda Kadın Hakları ve Dini Söylem

İlk olarak, 1926’da yürürlüğe giren 4721 sayılı Medeni Kanun, kadınların miras, boşanma ve evlilik içi eşitlik haklarını güvence altına almıştır. Bu yasalar, kadını toplumsal ve ekonomik yaşamda görünür kılmış ve eğitim ile iş hayatına katılımını güçlendirmiştir.

Ancak hukuki güvenceye rağmen, dini söylem çoğu zaman kadınların haklarını kullanmasını zorlaştırmıştır. Örneğin, köylerde hutbelerde sıkça duyulan: “Kadının görevi evindedir, miras talepleri kocasına ve ailesine zarar verir” veya “Kadın, Allah rızası için sabretmeli, hak iddia etmekten kaçınmalıdır” gibi ifadeler, hukuken sağlanmış hakların önüne geçmiştir. Bu durum, hukukun toplumsal bağlamda tek başına yeterli olmadığını, dini ve kültürel algıların da kadın haklarının uygulanmasını etkilediğini göstermektedir.

Tarihsel olarak, 20. yüzyıl boyunca kadın hakları ve dini söylem arasındaki gerilim, yerel uygulamalardan ulusal politikaya kadar birçok alanda kendini göstermiştir. Örneğin 1950’lerde köylerde yapılan miras dağıtımlarında, kadınlar Medeni Kanun’un sağladığı haklarını kullanmak istediklerinde, dini liderlerin ve toplumun baskısıyla çoğu zaman geri adım atmak zorunda kalmıştır.

Bu bağlamda, hutbelerde ve dini söylemlerde biçimlendirilen miras anlayışının toplumsal etkilerini, tarihsel ve siyasal örnekler üzerinden görmek mümkün.

Tarihsel ve Siyasi Bağlamda Kadın Hakları ve Dini Söylem

Necmettin Erbakan, Türkiye’de Milli Nizam Partisi ile siyaset sahnesine çıkmış, radikal sağcı bir görüşü temsil eden önemli bir figürdü. Oğlu Dr. Fatih Erbakan ise, Yeniden Refah Partisi’nin bugünkü genel başkanıdır. Bu bağlamda, hutbelerdeki miras anlayışını benimseyen kişilerin, aile içindeki miras anlaşmazlıklarında da benzer tutumlar sergilemesi dikkat çekicidir.

Örneğin, Necmettin Erbakan’ın kızı Zeynep Erbakan, babasının mal varlığının kendisine eksik verildiğini iddia ederek, kardeşleri Fatih ve Elif Erbakan ile eniştesi Mehmet Altınöz hakkında dava açmıştır. Zeynep Erbakan, yaklaşık 50 milyon lira değerindeki miras payının ödenmediğini belirterek, mahkemeye başvurmuştur.1

Bu dava süreci, sadece aile içindeki bir anlaşmazlık olmanın ötesine geçerek, Türkiye’deki kadın hakları ve dini söylemler arasındaki gerilimi de gözler önüne sermektedir. Zeynep Erbakan’ın açtığı davalar, kadınların miras haklarını kullanma konusunda karşılaştıkları zorlukları ve bu hakların toplumsal algıdaki yeri üzerine önemli bir tartışma başlatmıştır.

Bu bağlamda, hutbelerde kadınların miras hakları üzerine yapılan vurguların, yasal hakların ötesinde dini ve toplumsal bir baskı aracı olarak kullanıldığını göstermektedir. Kadınların, Medeni Kanun ile güvence altına alınmış haklarını kullanmaları, bazen dini söylemler ve toplumsal normlarla engellenmeye çalışılmaktadır. Bu durum, kadınların ekonomik ve toplumsal bağımsızlıklarını kazanma yolunda önemli bir engel teşkil etmektedir.

Sonuç olarak, Necmettin Erbakan’ın mirası üzerindeki tartışmalar, sadece bir aile meselesi olmanın ötesine geçerek, Türkiye’deki kadın hakları, dini söylemler ve toplumsal normlar arasındaki karmaşık ilişkiyi açıkça gözler önüne sermektedir. Bu durum, kadınların yasal haklarını kullanma konusunda karşılaştıkları zorlukları ve bu hakların toplumsal algıdaki yerini sorgulamayı gerektiriyor.

Toplumsal Çelişki: Diyanet’in Sessizliği ve Seçici Söylemi

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF) Başkanı Canan Güllü, ANKA Ajansı’na verdiği açıklamada2 hutbede kullanılan miras hakkı söylemlerinin toplumsal gerçeklikle çeliştiğini vurguladı. Güllü, “Ülkemizde her gün kadınlar öldürülüyor, çocuklar çoklu cinsel saldırılara uğruyor. Şiddet mağdurları adalet önünde yalnız bırakılırken, eşitsizlik, adaletsizlik, ilkesizlik, liyakatsizlik konularında ses yükseltmeyen Diyanet, sadece kadınlar üzerinden toplumu terbiye etmeye çalışıyor” diyerek, çelişkinin derinliğine dikkat çekti.

“Bu çelişki, sadece toplumsal vicdana değil, hukukun üstünlüğü ilkesine de aykırıdır. Miras hakkına dair dini söylemleri gündeme taşırken, kadın cinayetleri, çocuk istismarları, cinsel şiddet vakaları karşısında derin bir sessizliğe bürünmek, toplumun en kırılgan kesimlerini korumak yerine onların haklarını budamaktır.”

Güllü yaptığı açıklamada: “Oysa kadınların yaşam hakkı, çocukların korunma hakkı, hem Anayasa hem de uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmıştır. Bizler, kadınların yaşam hakkı için, çocukların güvenliği için ve şiddetsiz bir toplum için verilen mücadeleyi zayıflatacak her söylemin karşısında durmaya devam edeceğiz. Unutulmasın; kul hakkı önce yaşam hakkıyla başlar” dedi.

Burada asıl sorun, Diyanet’in yalnızca “kadınlar üzerinden toplumu hizaya sokmaya çalışmasıdır.” Bu durum, adeta “Tanrı’yı temsil etme iddiasıyla” bir kurumun toplumsal düzeni yeniden tanımlama çabasına dönüşmektedir. Oysa hiçbir kurumun böyle bir yetkisi yoktur, olamaz da.

Bu tablo, yalnızca bir hukuki tartışma değil, aynı zamanda toplumsal hafızanın derin yarasıdır. Kadınların adalet arayışı, sistemin duvarlarına çarptıkça daha da büyüyen ama duyulmak istenmeyen çatlayamayan bir çığlık olarak karşımıza çıkıyor. Çocuk istismarları ve kadın cinayetleri karşısında toplumun çoğu zaman görmezden geldiği gerçekler ise, adeta her gün yeniden yüzümüze vuran sürünerek direnen bir hafıza.

Gender (Gerçek Eşitlik Nerede Derneği) ise hutbeyi Anayasa’ya ve Medeni Kanun’a aykırı bularak şöyle dedi: “Hayatın öneminden söz edip ‘kul hakkı’ kavramıyla sonra kız çocuklarının miras hakkına saldırmak, laik hukuk sistemini yok saymaktır.”3

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, hutbedeki ifadeyi “kadınların ekonomik özgürlüğüne darbe” olarak değerlendirdi: “Bu haklar ne fetvalarla ne toplumsal baskıyla gasp edilemez.”

EŞİK (Eşitlik İçin Kadın Platformu):
“Diyanet İşleri Başkanlığı 1 Ağustos 2025 tarihinde kadınların kıyafeti konusunda büyük tepkilere ve kadınlara yönelik yeni saldırılara neden olan bir Cuma Hutbesi yayınlamıştı. Bugünkü hutbesinde de kadınların miras hakkına saldırıyor.”4

Bu tepkiler, sadece hukuki dayanaklara değil aynı zamanda laiklik, toplumsal cinsiyet eşitliği ve devletin temel işleyişine yapılan vurguya dayanıyor. Bugün hutbelerde kullanılan dini söylemler ile Anayasa’nın eşitlik ilkesi arasındaki gerilim, tam anlamıyla gerçeğin deprem hattını işaret ediyor. Ve Diyanet’in sessiz kaldığı kadın cinayetleri, çocuk istismarları karşısında toplumun vicdanı giderek düşük voltajla çalışan bir elektrik hattına dönüşüyor.

Çatlayan Hat, Yükselen Ses

Diyanet’in 1 Ağustos 2025 hutbesi…
Kadınların kıyafetlerini hedef alan bu metin, yalnızca bir dini söylem değildi, toplumsal barışı zedeleyen bir siyasal manifestoydu.“Giyinik çıplaklar” diyerek kadınları toplumsal alandan dışlamayı hedefleyen bu hutbe, sokaklarda şiddeti körükledi. Nitekim kısa süre sonra bir kadının şort giydiği için saldırıya uğraması, söylemin nasıl şiddete dönüştüğünü acı biçimde gösterdi.

Ama yalnızca onlar değil…
CHP’li Aylin Nazlıaka, “Kadınların ne giyeceğine Diyanet karar veremez” dediği için hedef gösterildi. Feminist yazar Berrin Sönmez, başörtüsünü çıkararak hutbeyi protesto etti. Sokakta, sosyal medyada, ekranlarda kadınlar tehdit edildi.

Bir yanda kadınların sokağa çıkma, var olma, kendi bedenleri ve hayatları üzerinde söz söyleme hakkı; diğer yanda bu hakkı “hayâ, edep, fıtrat” gibi kavramlarla kontrol altına almak isteyen bir anlayış. İşte Türkiye’nin en kritik fay hattı burada: Anayasa’nın eşitlik ilkesiyle hutbelerin buyurgan dili arasındaki gerilim hattı.

Dahası var.

Eski AKP Milletvekili Yasin Aktay’ın “Afganistan dünya cenneti bir yer” sözleri, Taliban’ın kadınlara reva gördüğü karanlığı bile makul göstermeye çalıştı. Bu sözler bile iktidar tarafından kınanmadı. Kadınların cehennemini, erkeklerin cenneti kılmak isteyen bir bakış açısı, siyasetin merkezinde kendine yer bulabildi.

Bu tablo yalnızca birkaç hutbenin tartışması değil.

Bu, toplumsal hafızanın en derin yaralarındandır. Kadınların adalet arayışı, sistemin duvarlarına çarptıkça büyüyen bir çığlık. Her bastırıldığında, daha da çoğalan bir direniş olarak ortaya çıkıyor.

EŞİK Platformu’nun tepkisi yerindeydi: Hutbeler üzerinden kadınların hakları kısıtlanıyor, laiklik zedeleniyor, eşitlik ilkesi yok sayılıyor. Platform, yalnızca kadınların değil, tüm toplumun özgürlüğünün daraldığını hatırlattı.

EŞİK’in çağrısı aslında hepimizin sorumluluğu: “Kadınların eşit yurttaşlık hakkı için, laiklik için, şiddetsiz bir toplum için direnmek. Çünkü mesele sadece bir kıyafet değil; mesele, bu toplumda kimin sözünün geçeceği.”

Eşik (Eşitlik İçin Kadın Platformu) Sitesinde;5 ”: Diyanet’ten Kadınların Miras Hakkına Saldırı” başlığıyla ve özetle aşağıdaki konulara dikkat çekti.

“Diyanet İşleri Başkanlığı, 1 Ağustos 2025’te kadınların kıyafeti üzerinden büyük tepki çeken bir Cuma hutbesi yayınlamıştı. 15 Ağustos hutbesinde ise bu kez kadınların miras hakkına açıkça saldırıldı. Hutbede “kul hakkı” vurgusu yapılırken, örnek olarak yaşam hakkı ve Gazze’nin ardından kadınların miras hakkı hedef alındı: “Kız çocuklarını mirastan mahrum bırakmak, Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmamak kul hakkıdır” denildi. Böylece Anayasa’nın 10. ve 41. maddeleri ile Medeni Yasa’nın eşit miras ilkesi yok sayılmış, kadınların mirastaki paylarının erkeklerin yarısı oranında kabul etmesi istenmiş oldu.

Siyasi iktidar, arabuluculuk sistemini tapu işlemlerine sinsi biçimde genişleterek kadınların haklarını gasp etmeye çalışırken, Diyanet bunu tüm mirasa yayarak kadınların eşit miras hakkını fiilen ortadan kaldırmayı amaçlıyor.

Eşik Gönüllüsü Avukat Hülya Gülbahar katıldığı İlke TV programında çok net ifadelerle açıkladı; “90 bin camide Cemaatin %99,99 olan erkek cemaatine 15 gün önce fetva kıyafet hutbesi üzerinden verildi. Bugün Cuma hutbesinde kadınların miras hakkına saldırıldığını gördük. Hutbenin İkinci maddesi kadınların miras hakkında oldu yine. Diyanetin ikinci maddesi kadınların miras hakkı olabilir mi? Sert kelimelerin kul hakkına girdiğini ifade ettiler. Ortada miras hakkına eşitlik getiren yasa var. Orada Anayasa’nın 10. maddesi var, Anayasa’nın 41. maddesi var, Anayasa’da Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu söyleyen 3. maddesi var. Anayasal bir kurum Diyanet İşleri Başkanlığı Cumhurbaşkanlığına bağlı. Bütün bunları bir çırpıda çiğneyip geçemez. Diyanet kendi kafasına göre yeni bir anayasa yazamaz. Kendi kafasına göre yeni bir medeni yasa yazamaz. Bugün Anayasa ve yasalarımız mirasta eşitlik hakkından bahsediyor. Hutbe bunu çiğnemiş geçmiş.

Neden? Çünkü Adalet Bakanlığı da geçtiğimiz torba yasalardan birinin içine pat diye, hisseli tapularda arabuluculuk yoluyla çözüm diye bir formülasyon atıp ayet hileli bir şekilde ve gayet sinsi bir şekilde tapu mirasında kız ve erkek çocuklarının ortak hakkını gasp etmeye çalıştı. Bunu açıkça yazamadıkları için basın açıklamalarıyla “aile içinde kavga olmayacak, kardeşler arasında çekişme bitti” şeklinde yandaş medyaya servis ettiler. Kavga olmayacak demek kadınlara eşit miras hakkından vazgeçin demek. Bu tartışmalı bir konu ve hiç kimse tapuda bu haklarına dokunamazlar.

Adalet Bakanlığı’nın bu girişiminden sonraki 15 Ağustos hutbesi sadece bu değil; mirasta her şeyde yarısını alacak kadınlar diyor. Bu haddinize değil sizin. Gerçekten Anayasa’dan bahsediyoruz, Medeni Kanun’dan bahsediyoruz. Cuma hutbeleriyle bunları yürürlükten kaldıramazsınız. Kadınlar gram vazgeçmeyecektir.

Ailelerde kız çocuklarına ve kadına aile içi şiddetin dolaylı ve doğrudan bir şekli de kadınların miras hakkına el koymaktır. Bugün Karadeniz’de, Doğu Anadolu’da, Ege Bölgesi’nde kadınlar mirastan eşit hak alabilmek için mücadele ediyorlar. Miras mücadelesinde hayatlarını ortaya koyuyorlar. Aileden kalan miras çok önemli oluyor.

Onun için Diyanet bu hutbesini derhal düzeltmelidir. Kendi kafalarına göre kuralları dayatmak isteyen, onları yasa yapmak isteyenlerin “Şeri düzen istiyoruz” diyen politikalardan bir an önce vazgeçilmeli.

Diyanet, doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlı anayasal bir kurum olarak Anayasa ve yasalara uymak zorundadır. Yayınladığı hutbelerle kadınların eşit haklarını yok sayması kabul edilemez. Sorumlular derhal anayasal ve yasal sınırlarına çekilmelidir. Miras da dâhil, hiçbir anayasal ve yasal hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz. Kadınların ve kız çocuklarının haklarını ortadan kaldırmaya yönelik kışkırtıcı tutumlara karşı durmaya devam edeceğiz.”

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu İzmir Temsilcisi Tülin Osmanoğulları, hutbenin yalnızca kadınların miras hakkını değil, yaşam hakkını da tehdit ettiğini söyleyerek şu sözlerle tepki gösterdi: “Bu saatten sonra öldürülen her kadının, şiddete uğrayan her kadının faili aynı zamanda bu hutbeyi verenlerdir. Onlardan da hesap soracağız.”

Bu cümle, sadece bir öfke haykırışı değil; “çatlayamayan çığlık” haline gelmiş kadınların adalet arayışının ifadesidir. Çünkü dini kavramlarla meşrulaştırılan eşitsizlik, hızlıca toplumsal şiddeti körükleyen zemine dönüşmeye doğru yol açıyor.

Diyanet’in son zamanlardaki bu dili yalnızca miras konusunda veya hayâ konusunda değil, kadınların bedenleri ve yaşam tercihleri üzerinde de baskı kuruyor. Hatırlayalım 2 Mayıs 2025’te okutulan ‘Nefsi ve Nesli İfsat Eden Büyük Günah: Zina’6 hutbesi bunun en somut örneği. Burada kadınların yaşam tarzı, giyimi, ilişkileri doğrudan ‘hayasızlık’ kavramı içine sıkıştırılıyor. Oysa biliyoruz ki, ‘zina’ ya da ‘namusgerekçesiyle öldürülen, şiddete uğrayan kadınların sayısı her geçen gün artıyor. Yani hutbede kurulan dil, yalnızca bir ahlak dersi değil; doğrudan kadınların yaşam hakkını tehdit eden bir söylem.

Diyanet’in 2 Mayıs 2025 tarihli “Nefsi ve Nesli İfsat Eden Büyük Günah: Zina” başlıklı cuma hutbesinde şu ifadeler öne çıkıyor: “Zina; aile kurumuna yapılan en büyük saldırıdır. Gençlerin umutlarını karartan, hayallerini yıkan apaçık bir hayâsızlıktır… İster gerçek hayatta ister sanal âlemde… zina yoluna giden davranışların tamamı haramdır.”

Bu söylem, dini çerçevenin sınırlarını aşarak toplumsal davranış biçimlerini yasaklayıcı bir kavrayışa dönüşüyor. Yasal olarak ise, bir bireyin zımni bir fiil işlememesi, onun yaşama, çalışma ya da miras hakkını engellemez. Fakat bu hutbe, zina kavramını genişletip toplumsal alanlara müdahale etme potansiyeli taşıyor.

Aynı metinde, gençlerin evli olmaksızın yalnız kalmalarının da şeytani bir risk olduğu vurgulanıyor: “… Hiçbir erkek, mahremi olmayan bir kadınla yalnız başına kalmasın; zira yanlarındaki üçüncü kişi şeytan olur…”

Bu tavsiye, yasal evliliklerle tanınan toplumsal ilişkileri “esaret” boyutuna çekerken, bireysel özgürlüklerin bile dini çerçeveye indirgenmesine yol açmaktadır. İşte “2025: Aile’nin Yılı’mı, Hakların Tasfiyesi Yılı mı” yazımda7 topluma Hutbeler ve fetvalar yoluyla empoze edilenlerden birkaçını aktarmaya çalıştım. Çünkü Hakların Tasfiyesi yılına dönüşen “Aile Yılı’nda” en çok da kadınlar ve LGBTİ+ lar hedefte.

Dini Söylem ile Hukuki Gerçeklik Arasında Tarihi Gerilim

Cumhuriyet öncesi dönemden bu yana Türkiye’de dini normlarla modern hukukun gerilimi sürekli var olmuştur. 1926 Medeni Kanun’u, kadınların miras, boşanma, velayet gibi önemli haklarını güvence altına alırken; bu tür dini söylemler, bu kazanımları toplumsal anlamda zayıflatabilme potansiyeli taşır.

Hutbe diliyle yapılan bu vurgu, kadınların kamusal alanda var olma hakkına dolaylı biçimde müdahale anlamına gelmektedir. Bunun, “kadınları koruma” bahanesi altında gerçekleşen bir toplumsal kontrol stratejisi olduğu alenidir.

Kadınların yaşamı, emeği ve bedeni üzerindeki tahakküm, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir sorundur. “Zina” ya da “miras kavgası” bahanesiyle öldürülen kadınlar, patriyarkal sistemin kadınların üzerindeki baskısını açıkça ortaya koymaktadır. Her vakada, kadınların bağımsız karar alma hakları hedef alınmakta, erkek egemenliğini yeniden üreten bir şiddet döngüsü sürdürülmektedir.

Diyanet’in toplumu yönlendirme çabaları, “Tanrıyı temsil” iddiasıyla sunulan hutbeler ve söylemler üzerinden, kadının konumunu belirlemeye çalışmakta; kadın haklarını ve eşitliği geri plana itmektedir. Bu yaklaşım, dini gerekçelerle toplumsal mühendisliğin bir aracına dönüşmektedir.

Oysa kadınların eşit haklara sahip olması, yalnızca bireysel adaletin değil, toplumsal adaletin de teminatıdır. Patriyarkal dayatmalara karşı kadınların sesi yükseldiğinde, toplumun gerçek anlamda eşit ve özgür bir geleceğe adım atma şansı vardır.

Diyanetin fetvaları sadece Kadınlara olmamalı

Oysa ülkenin gündeminde çözüme muhtaç başka felaketler var: Açlık, yoksulluk, çocuk ölümleri… Orman yangınları, iklim krizi, sahil yağmacılığı, ağaçların bir avuç maden için kurban edilmesi… Cerrattepe’de, İkizköy’de yaşananlar da aynı biçimde kul hakkının gaspıdır.

Ama Diyanet, toplumsal mühendislik adına kadının yaşamı ve bedeni üzerinde hâkimiyet kurmayı tercih ediyor. Kadınların hakkını savunmak, sadece bir cinsel ahlak meselesi değil; adalet, eşitlik ve insan onuru meselesidir. Bugün “zina” ya da “miras” “giyim kuşam” gerekçesiyle öldürülen, saldırıya uğrayan kadınların sesi duyulmazsa; yarın bu sessizlik, toplumun tüm haklarının gasp edilmesiyle sonuçlanacaktır.

Kadınların özgürlüğünü hedef alan her müdahale, aslında toplumsal felaketleri görmezden gelmektir. Açlık ölümlerini durdurmak, çocukların yaşam hakkını korumak, doğayı ve ekosistemi savunmak varken; kadın bedeni üzerinden güç gösterisi yapmak, hangi vicdanla açıklanabilir?

(…..)
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.
(.....)
Saraylar saltanatlar çöker
Kan susar bir gün
Menekşeler de açılır üstümüzde
Leylaklar da güler
Bugünlerden geriye
Bir yarına gidenler kalır
Bir de yarınlar adına direnenler.

Adnan Yücel’in “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” Şirinden…

Bilgi Notu ve referanslar:

Türk Medeni Kanunu – Madde 495: Mirasçılık

Madde 495 – Miras bırakanın birinci derece mirasçıları, onun altsoyudur. Çocuklar eşit olarak mirasçıdırlar. Miras bırakandan önce ölmüş olan çocukların yerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır.

Türk Medeni Kanunu – Madde 240: Aile Konutu Üzerinde Sağ Kalan Eşe Hak Tanınması

Madde 240 – Sağ kalan eş, eski yaşantısını devam ettirebilmesi için ölen eşine ait olup birlikte yaşadıkları konut üzerinde kendisine katılma alacağına mahsup edilmek, yetmez ise bedel eklenmek suretiyle intifa veya oturma hakkı tanınmasını isteyebilir; mal rejimi sözleşmesiyle kabul edilen başka düzenlemeler saklıdır.

Türk Medeni Kanunu – Madde 652: Aile Konutu ve Ev Eşyasının Sağ Kalan Eşe Özgülenmesi

Madde 652 – Eşlerden birinin ölümü halinde tereke malları arasında bulunan eşlerin birlikte yaşadıkları konut veya ev eşyası varsa; sağ kalan eş, bunlar üzerinde kendisine miras hakkına mahsuben mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir.

Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Millî Nizam Partisi (1970-1971) Millî Selamet Partisi (1973-1981) Siyasi yasaklı dönemi (1981-1987) Refah Partisi (1987-1998) Siyasi yasaklı dönemi (1998-2003) Saadet Partisi (2003-2011)

Kaynakça:

  1. https://www.cumhuriyet.chaber/necmettin-erbakanin-cocuklari-miras-kavgasina-tutustu-843614?utm_source ↩︎
  2. https://ankahaber.net/haber/detay/turkiye_kadin_dernekleri_federasyonundan_diyanete_miras_tepkisi_256225 ↩︎
  3. https://bianet.org/haber/diyanetin-miras-hutbesine-tepki-artiyor-kadinlarin-esitlik-hakkina-acik-saldiri-310470 ↩︎
  4. https://esikplatform.net/kategori/basin-aciklamalari/74647/diyanet-isleri-baskanligi-ndan-kadinlara-karsi-bir-hutbe-daha-bu-kez-miras-hakkimizi-yariya-indirmek-istiyorlar/ ↩︎
  5. https://esikplatform.net/kategori/basin-aciklamalari/74647/diyanet-isleri-baskanligi-ndan-kadinlara-karsi-bir-hutbe-daha-bu-kez-miras-hakkimizi-yariya-indirmek-istiyorlar/ ↩︎
  6. https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/37604/cuma-hutbesi-nefsi-ve-nesli-ifsat-eden-buyuk-gunah-zina ↩︎
  7. https://kadinvardiyasi.org/kose-yazilari/2025-ailenin-yili-mi-haklarin-tasfiyesinin-yili-mi/ ↩︎

Ayrıca: Bianet ve Cumhuriyet gazete haberlerinden ve İlke TV kayıtlarından faydalanılmıştır.

Yazıda geçen 1 Ağustos 2025 Cuma günü, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından “Hayâ: Allah’ın Emri, Fıtratın Gereği” başlığıyla hazırlanan hutbe ile ilgili okuma önerisi:

Editör: Müjgan Tekin
Düzelti: Müjgan Tekin
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Seda Bedestenci Yegâne, Sinem Yıldız
Seslendirme: Filiz Kılıç

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation