Background

“Gözlerinde Kara Sevda var” 

Suat Derviş ve kadınların aşkları

1970’lerin başında Demokratik Devrim Derneği bir toplantı düzenlemektedir. Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Reşat Fuat Baraner’in eşi anons edilir. Hemen ayağa kalkıp “hayır!”der kadın, “Ben, yazar Suat Derviş.”1

Aslında Suat Derviş’in hem egemenler hem de muhalifler tarafından unutuluşunun nedenine işaret ettiği gibi, yaşamındaki en önemli iki belirleyene işaret eder bu olay; kendine yaptıklarına düşüncelerine olan güven ve olanı olduğu gibi görebilmekte ve yansıtmakta gösterdigi cesaret ve özen.2 Bu özen Suat Derviş’i kendisinin bir parçası olmadığı hiçbir toplumsal grubu ya da kişisel olarak tanığı olmadığı olayları yazmaktan alıkoyar. Romanları aynı zamanda kendi yaşam öyküsünün izini sürebileceğimiz bir izlek haline gelir. İlk romanlarında çevre yüksek muhitlerdir. Çay toplantıları, balolarda kahramanları kadın olan aşk hikâyeleri dinleriz Suat Derviş’ten. Bu kadınlar, evet yüksek tabakanın kadınlarıdır ama yerleşik değer yargılarını yargılamaktan, bu yargılardan kurtulmak yolunda bir çıkış aramaktan geri durmazlar. Verili toplumsal cinsiyet rolleri, çoğunlukla bu kadınlara bir beden dar gelmiş görünmektedir. Şüphesiz kahramanlarımız kadın özgürlüğünün öncüleri rolüne de soyunmuş değillerdir ama teslim olmuş da görünmemektedirler… Suat Derviş’in sık sık belirttiği samimiyeti kendisini kadın özgürlüğü için savaşan ideal kadın örnekleri çizmekten alıkoyar, toplumun ideal kadınının karşısına başka bir model koymaktan ısrarla kaçınır. Onun yerine bu kadınlar dönemlerinin kanlı canlı tanıklarıdır ve tüm zaaflarına aşka teslim oluşlarına rağmen onları sevmekten ve anlamaktan alıkoyamayız kendimizi.  Ama aynı anda, aynı romanlarda toplumun çizdiği ideal kadın-kadının verili toplumsal cinsiyetine de saldırmaktan gerikalmaz Suat Derviş.

 Hiçbiri kadın kahramanların romanıdır. Bu kadınlar genellikle İstanbul’un eski ailelerine mensupturlar ve kendi sınıfsal konumları icinde bir hayat sürdürürler. Kadın karakterler tüm yönleri, iç dünyaları, zayıf ve güçlü yanları ile daha net bir şekilde çizilirken, erkekler bu kadınları izleyen silik figürlerdir ve ancak bir kadın onlara aşık olduğunda okuyucunun da görüş alanına sokulurlar. Hiçbiri romanında örneğin Cavide onun annesi Şefika halası Suzan halasının kızı Neriman kadınlar dünyasının unsurlarıdır. Roman asıl olarak Cavide’nin üzerine kuruludur ancak romanda annesi Şefika’nın kızını yani Cavide’yi ve ısrar çaresizlik ve şaşkınlıkla evlendiği kocasını geride bırakarak ilk âşık oldugu adama, kocasının yakın akrabası Danyal’a kaçmasıyla sonuçlanan öykü uzun uzun anlatılır. Bu olay Cavide’yi derinden etkilemiştir. Annesinin aşkı bir “ilk bakışta aşk”tır. Saadet ve refah içinde her isteğini gerçekleştirerek büyüyen bir genç kız olan Şefika Fener de ki bir araba gezisinde rastladığı uzun boylu, iri yapılı, sarışın bir adama aşık olur. Bu aşk onun “fazla bir şeyle meşgul olmadan” geçen hayatını tümüyle doldurur. Zira “annesinin tüm gayretlerine rağmen hiçbir şeyle fazla meşgul olmamıştır. “Mesela piyanoyu güzel çaldığı, musikinin ne demek olduğunu bildiği halde musikişinas olmamıştı. Ve tahsiline pek çok itina edilmiş olduğu halde, mütalaadan mütelezziz olan olan kadınlardan da değildi. Az çok her şeyi bildiği halde hiçbir şeye bağlanmamıştı.”3 Bu hiçbir şeye bağlanmayan genç kadın yaz günlerinde Fener’de yapılan arabalı gezilerde gözgöze geldiği adama çılgınca bağlanır. Gözgöze geldikleri anlarda tüm diğer varlıklar silinir, yalnız o kalır, “onu gördüğü zaman gözlerinin önünden etrafı dolduran insan kümesi siliniyor, ona hitap eden sesleri kendi âleminden çok alçak bir âlemden yükseliyormuş gibi, yukarıdan dinliyordu.”4  Bu aşkın doğal naturalist bir yanı vardır. Kendiliğindendir, anidir, hesaplanmak bir yana hatta muhatabının adını bile öğrenme şansı tanımamıştır ve bu yanıyla da eşsiz hayatta yalnız bir kere yaşanacak bir aşktır; “onu hayatta bir kere hissedilen sade felsefesiz, tahlilsiz bir aşkla; bütün hayatına hükmeden, geçmeyen, sonsuz ve kudretli bir aşkla sevmişti.”5 Şefika’nın aşkı aynı anda kendi döneminin mariz bir beyin hummasına dönüşen aşklarından da farklıdır. Karşısındakini “ve aşkı tanıyarak tahlil ederek bilerek anlayarak sevmemiştir” Şefika. Onun aşkı “ilk insanın hissettiği iptidai fakat sıhhatli bir aşk”6   tır. Birdenbire doğan bu aşk ona düşünmek için fırsat bırakmamıştır. Onu iyi veya fena olduğu için şöyle veya böyle düşündüğü için, güzel veya çirkin gördüğü için değil sadece sevmek için sevmiştir. Satırların arasında yazarın hastalıklı bir beyin humması saydığı aşktan, bu ilkel ve sağlıklı saydığı aşka daha yakın olduğunu sezmek olası. Yaz bitiminde aşkından ayrı kalan Şefika’ nın onu bulmasının bir olasılık olup olmadığını bilmiyoruz. Aşkını bir sır olarak saklaması odasında ağlayarak geçirilen günler Şefika’ya birdenbire bütün dünyayı çırılçıplak ve kimsesiz gösteren onun eksikliği… Annesinin ölümüyle birkez daha derinden sarsılan Şefika bu şaşkınlığı içerisinde “şedit bir kin, kuvvetli bir aşk hissedebilmek kabiliyetinden mahrum, ciddi ve çalışkan bir adamla”7   Ali ile evlendirilir. Bir kızları olur. Şefika tüm ruhuyla lakayt kaldığı bu adamın yanında sesiz sabur yaşar.  Ta ki ilk aşkı kocasının dayızadesi olarak çıkıp gelene dek. Bu andan sonra Şefika gerçek saadet karşısında hayali saadetlere razı olmaya isyan eder ve öykünün sonunda kocasını onunda ötesinde kızını arkasında bırakarak aşkının peşine düşer. Evlat sevgisinin feda edildiği bir aşkın kahramanı olan Şefika bu nedenle yargılanmaz romanda. Annelik gibi kadınlardan fedakârlığın en büyüğünün beklendiği bir durumda, Şefika tüm bu toplumsal bindirmelerin üzerine basarak ve eğer gitmezse varlığının, içinde olduğu hayata katlanmasının mümkün olmadığına karar vererek kendi istediği hayata koşar. Şefika’nın kendi varlığını bir başkasının varlığıyla kurması açıkta kalan bir sorudur ama kahramanımız döneminin kahramanıdır ve kendi döneminin içinde bir ötekiliği temsil eder. Romanın asıl kahramanı Cavide her şeyden çok kendini seven genç bir kadındır. Çocukluk yıllarında annesinin ve babasının  kendisini bırakıp gittiği Suzan Hala’sının evinde sevgi görmeden geçirdiği yıllar onu, kimsenin kendisini incitmesine izin vermemek üzere inşa ettiği bir kimlikle karşımıza çıkartır. Hayatta kimseyi sevmeyen ve artık sevilmek ihtiyacı da duymayan kendi tabiriyle hodbin bir genç kızdır. Bu görünüşün altında sevilme ihtiyacı derinden hisseden duyarlı bir kadın vardır. Halasının kızı Neriman tüm kurallara uygun davranan, uyumlu herkesin güzel bulduğu ideal kabul ettiği bir kadın olarak döneminin ideal kadınına ait tüm özellikleri yansıtır. Hayattaki amacı uygun biriyle evlenip hayatını sükûnet içinde sürdürmektir. Büyük bir evin sahibesi olmayı o eve nezaret etmeyi düşler. “Kulaklarının dibinde ona daima aşk terennüm edecek bir erkekle bir ömür geçirmeyi”8  ister. Evlilik fikri genellikle uyumsuz kabul edilen ve çevre tarafından hâkim güzellik kriterlerine pek de uygun bulunmayan Cavide’yi yalnız güldürür. Evlenen kadınların hayatının kilerle beşik arasında geçtiğini düşünür. Bunun üstüne bir de kulaklarına aşk sözleri fısıldayan küstah bir kocanın hayali eklenince evlilik fikri Cavide için büsbütün katlanılmaz olur. 

Neriman ile aralarındaki gerilim her alanda kendini dışarıya vurur. Nerimanın talibi olan İhsan ve bir arkadaşı ile kendisini çekiştirmelerine ve güzelliği ile alay etmelerine daha doğrusu kendisini çirkin bulup alay etmelerine kulak misafiri olan Cavide İhsan’ı kendine aşık etmeye karar verir ve bunu kısa zamanda başarır. Ancak bu oyun kendisine pahalıya mal olur. Sokakta görüp etkilendiği ve daha sonra annesininkine benzer ilkel bir duyguyla aşık olduğu orta yaşlı adamın İhsanın babası olması onun hayatının akışını değiştirir. Bu kez aşk evlat sevgisine galip gelemez. Kendi yaşlılık korkularını da evlat sevgisinin arkasına saklayan Selim Paşa Cavide’nin aşkını feda eder. Cavide iki soru arasında asılı kalır. Evlat sevgisi aşka galebe çalıyorsa affetmiş olduğu annesi neden kendini bırakıp gitmiştir? Eğer aşk evlat sevgisinden üstünse Selim niye kendisini İhsan’a bırakmaktadır. Hiçbiri onu sevmemiştir. Ve Cavide de hiçbiri diyecektir, “Hiçbiri beni sevmedi,” diyecek ve kendi dışında hiç kimseyi sevmemeye geri dönecektir. 

Suat Derviş hayatının babasının ölümüyle başlayan döneminde fakirlikle yüzleşir. Bu yüzleşme 1937 yılında Tan Gazetesi için yaptığı röportajlar yoluyla karşılaştığı İstanbul’un kenar semtlerinde yaşayan, çalışan fakirlerlerin hayatına tanık olamakla daha da keskinleşir. . Gazetecilik mesleği bu noktada hayatını kökünden değiştiren bir işlev üstlenir.9 Kadınlar Nasıl İş Bulurlar? adlı bir yazı dizisinde Suat Derviş her kesimden kadınların hayatını yansıtır satırlara. On iki yaşında kurdela fabrikalarında işe başlayan kız çocukları10 Derviş’in Bu Roman Olan Şeylerin Romanı adlı tefrika romanında, romanın baş kahramanı. Nazlı olarak karşımıza çıkarlar.11 Nazlı yaşadığı muhitten nefret etmekte ve bu hayattan kurutulmak istemektedir. İçkici bir baba ve sakat bir kızkardeşi vardır. Babası Nazlı’nın parasına el koymakta zaman zaman onu dövmektedir. Nazlı güzel kızdır. Bunu söylemekten de çekinmez. “Ben bu mahallenin en güzel kızıyım,” der. “Arabacıların Seher’den de Kunduracıların Hanife’den de güzelim. Sanki müdürün karısı benden daha mı güzel?…”12 Bu güzelliğini kullanmaktan çekinmez. İşyerinde öğle yemeği verilmez. Zaten çok az paralar kazanan işçiler çoğunlukla bu öğünü kuru ekmekle geçirirler. Sokağın karşısına gelen seyyar köfteci durumu daha da zora sokar, özellikle çocuklu anneler için. İşçi kadınlardan birinin kızı köfte için ağlamaya başlar, kadın onu susturmak için, babasının akşam eve et getireceğini söyler. Küçük kız isyan eder, “Babam eve et getirmez,” diye bağırır. “Ne zaman getirdi ki?” Nazlı dayanamaz ve duruma müdahale eder. Köfteci ile kız için bir köfte parçası kopartmaya çalışarak flört eder. Fakat başaramaz. Yine de güzelliğini yaşadığı hayattan kurtulmanın bir yolu olarak kullanacaktır. Sevdiği adamı bir kenara bırakır ve kendisine daha iyi bir hayat sağlayacağını düşündüğü Mürettip Salih’in metresi olur. Aşk on iki yaşından beri çalışan, gün yüzü görmemiş Nazlı için gerektiğinde arkada bırakılan yaşamsal olmayan bir şeydir. Çeşitli adamların metresi olarak bir zaman yaşar. Bir akşam evine giren bir adamı karanlıkta göremeden başına vurarak öldürür. Işığı açınca öldürdüğü adamın, kendisine sakat kızkardeşinin ölmek üzere olduğunu haber vermeye gelen babası olduğunu farkeder. Bu noktadan sonra Nazlı’nın tek pişmanlığı hayatın karşısında ailesini yalnız bırakmaktır.

Suat Derviş’in en bilinen eseri şüphesiz, filmi de olan Fosforlu Cevriye’dir. Fosforlu Cevriye istenmeyen bir öteki sayılacak her özelliğe sahiptir. Bir kere annesiz ve babasızdır. Yerden adeta bir mantar gibi bitmişe benzer ama o yıldızlardan düştüğüne inanmayı sever. Bir sokak çocuğudur. İstanbul’un yangın yerlerinde köprü altlarında büyümüştür. Büyür büyümez fahişeliğe başlar. Bu, onun için bir iştir. Hayatını sürdürmesi gerekir ve bunun için ne gerekiyorsa onu yapar. Meşgalesinden utanmaz. İyi ahlak sahibi fakirler kategorisinin tamamen dışındadır. “Erkeklere karşı bigâne bir kız değildir, onlara sade menfaati için, bazen de gönül eğlendirmek için sokulurdu. Ve her zaman menfaat beklediği için vücudunu onlara vermezdi. Bazen karayağız bir oğlan, bazen sarışın bir delikanlı, bazen kumral bir babayiğit hoşuna gider ve sırf hoşuna gittiği için ona sokulur, birkaç saatini veya bir gecesini onunla geçirirdi.”13 Şefika’nınkine benzeyen bir ilkellikle biçimlenen bu bedensel aşklar gelip geçicidir. Onlardan hiçbirini bir kez daha görmek istemez. Fosforlu Cevriye aşkı imkânsız bir yerde bulur. Kendisini donmaktan kurtaran, evine götüren, ona bakan, ona siz diye hitap eden, onun bir fahişe olduğunu bildiği halde kendisinden bu hizmeti talep etmeyen, kendi toplumsal konumuna çok uzak, adını bile bilmediği bir adamda. Bu adam muhtemel ki politik bir kaçaktır ve idama mahkûmdur. Fosforlu, pervanelerin ateşe koşması gibi bu adam koşar. Ama diğer yandan aşkla temizlenmiş ya da fahişeliği bırakmış değildir. Birden, aşkla ideal bir kadına dönüşmez Fosforlu; yaşamak zorundadır ve yaşamak içinde en iyi bildiği işi yapar. Aşkı karasevdaya dönüştükce efkârını âlemlerde sarhoş olarak dağıtır ama içinde bir sızı da taşır. Yangın yerlerinin, mezarlıkların, Galata’nın, köprü altlarının, Tekfur Sarayı’nın anlı şanlı orospusu Fosforlu Cevriye bu adamın yanında utanır. Bu utanma hissi onun aşkının hem emaresi, hem sebebidir. Hem kendisini bir kadın olarak sevmesini, arzulamasını ister bu adamın, hem de kendisine bir arzu nesnesi olarak davranmadığından sever bu adamı. Cevriye yaşamayı sever her şeyden çok. Bu yüzden kendisi ölünce kayacağını düşündüğü yıldızını gökkubbeye çivilemeyi hayal eder. Ölmeyi hiç istemez. Ama gözlerinden akan bu karasevda, bu imkânsız aşk için en sevdiğinden vazgeçer; hayattan… Cevriye’nin yıldızı arkasında büyük bir fosfor halesi bırakarak kayar.  Suat Derviş Fosforlu’yu romanının kahramanını, hem bir kadın, hem de ötekiler arasından bir kadın olarak seçer, onu yargılamaz. Tam tersine, neredeyse onu sevmemek imkânsızdır. Cevriye’yi, kendimizi sevmekten alıkoyamadığımız bir öteki olarak karşımıza çıkaran Suat Derviş bu seçimiyle dönemindeki diğer yazarlardan da farklılaşır.

Suat Derviş samimiyet ve gerçeklik kaygısıyla kahramanlarını kadınlar olarak seçmiş ve bu kadınların hayatlarında da aşk önemli bir yer işgal etmiştir. Zaman zaman aşk kadınların hayattaki rutinlerini sürüp giden hayatlarını radikal şekilde değiştirmelerinin bir vesilesi olmuştur. Aşk vesilesi ile kadınlar bazen Şefika’nın hikâyesinde olduğu gibi toplumca en önemli görevleri sayılan anneliği hiçe saymışlar, kendilerine biçilen kalıpları zorlamışlar, zaman zaman da aşkı Nazlı’nın hikâyesinde olduğu gibi, daha iyi bir hayat uğruna feda etmişlerdir. Aşk bazen bir utanmanın hem vesilesi hem sonucu olmuş; aşk uğruna her şeye rağmen sürdürülen yaşama güdüsü ortadan kalkmış, feda edilmiştir. Suat Derviş kadın kahramanlarının tüm hikâyelerinde vardır. Kendisi de çapkın bir kadındır. Seyfi Cenap Berksoy, Selami İzzet Sedes, Nizamettin Salih Tepedelenli, Reşat Fuat Baraner olmak üzere dört kocası olmuş; bunun yanına Nazım Hikmet gibi ünlü sevgilileri de eklemiştir hayatına.14 Keşke kendi anılarından kendi aşklarını da okuyabilseydik. Belki de ondan kalanlar da az değildir, belki de aşkların Suat Derviş’e getirdikleri, romanlarından yüzümüze yansıyan kadın kahramanlarını aydınlatan ışıktır.

*Bu yazı 2006 yılında Pazartesi Kadına Mahsus Dergi’de yayınlanmıştır.

Kaynakça:

  1. Fatmagül Berktay, “İki Söylem Arasında Bir Yazar: Suat Derviş,” Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Problemler, Araştırmalar, Tartışmalar, (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999), s. 289.
    ↩︎
  2. Çimen Günay, “Toplumcu Gerçekçi Türk Edebiyatında Suat Derviş’in Yeri,” Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi, Haziran 2001, p. 25.
    ↩︎
  3. Suat Derviş, Hiçbiri, (İstanbul:Doğan Kitapçılık, 2004), s. 12.
    ↩︎
  4. Ibid, s. 15 ↩︎
  5. Ibid., s. 16.
    ↩︎
  6. Ibid., s. 16. ↩︎
  7. Ibid., s 18.
    ↩︎
  8. Ibid., s. 60.
    ↩︎
  9. Zehra Toksa, “Yazan Yazılan Silinen ve Yeniden Yazılan Özne: Suat Dervişin Kimlikleri,” Toplumsal Tarih, No. 39, Mart 1997, s. 17.
    ↩︎
  10. Suat Derviş, “Kadınlar Nasıl İş Bulur: Küçük Yaşta İşçi Olan Bir Kızcağız,” Tan, 13 Ocak 1937, p. 7.
    ↩︎
  11. Bilge Seçkin, “Hanging Around From Mansions To Shanty Houses: The Discourse Of Poverty In The Works Of Suat Derviş”, Yayınlanmamış Makale.
    ↩︎
  12. Suat Derviş, “Bu Roman Olan Şeylerin Romanı,” Tan, Tefrika No. 3, Mart 1937.
    ↩︎
  13. Suat Derviş, Fosforlu Cevriye, (İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2000), s. 73. ↩︎
  14. Fatmagül Berktay, “İki Söylem Arasında Bir Yazar: Suat Derviş,” s. 290.
    ↩︎

*

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation