Background

Erkek Şiddetine Karşı Antikapitalist Feminist Politika ile Mücadelenin Zorunluluğu

Feminist grevler 2016 yılında Polonya’dan başlayarak İspanya, Arjantin, İsviçre gibi ülkelerde feminist hareket ve sendikalar işbirliğiyle farklı ölçeklerde ve etki alanında örgütlendiler. Önümüzdeki günlerde de Bask’ta bakım için feminist grev1 planlanıyor. Kadınlar, feminist grev günlerinde bir günlük bir ücretli iş bırakma eyleminden öte, kapitalist patriyarkanın kadınlardan beklediği ev içinde çocuk ve yaşlı bakmak, yemek yapmak, partnerleriyle cinsel ilişkiye girmek ve hatta gülümsemek gibi her tür ücretsiz ve duygusal işi de durduruyor. Kısacası, İspanya’daki feminist grevin sloganında ifade edildiği gibi, kadın durunca dünyanın durduğu açıkça ortaya konuyor. Peki erkek şiddeti, kadın cinayetleri, kürtaj kısıtlamaları gibi patriyarkal baskı biçimlerine karşı neden örgütlü işçi sınıfı hareketinin kapitalist sömürüye karşı örgütlediği tipik eylem biçimi olan greve başvuruluyor?

Bu sorunun cevabını ancak tarihsel olarak kapitalizmin patriyarkanın toprağında nasıl kök saldığını2 açıklığa kavuşturarak bulabiliriz. Kapitalizmin devamlılığı için devlet eliyle yürütülen patriyarkal stratejiler ile kadınları baskı altında tutmaya duyduğu sistematik ihtiyacı görerek, erkek şiddetiyle mücadelenin somut kazanımlarla devam etmesinin yolunun da anti-kapitalist feminist bir pratikten geçtiğini savunuyoruz. Çünkü, sınıf mücadelesi kadın mücadelesidir, kadın mücadelesi sınıf mücadelesidir! 

Kapitalizm, Patriyarkal Şiddete Neden İhtiyaç Duyar?

Kapitalizmin, kadınların rıza veya zor yoluyla eve kapatılmasından edindiği devasa faydayı anlamak için öncelikle Marksist ilkel birikim tartışmasının Marksist Feminist kritiğine başvurmakta fayda var. Silvia Federici, Avrupa’daki cadı avlarını kadınların toplumsal ve iktisadi güçlerinden koparıldığı bir çitleme hareketi olarak ele aldığı Caliban ve Cadı3 [Caliban and the Witch (2004)] isimli çalışmasında, ilkel birikim tanımını Marx’tan iki anlamda ayırdı.

İlkel birikimi, öncelikle, ücretli erkek işçi sınıfının ve meta üretimi ilişkilerinin oluşumundan öte, emek gücünün üretilme ve yeniden üretilmesini belirleyen koşullarının da dönüşümü olarak ele aldı. Bu dönüşüm, (i) kadınların emeğini ve üreme fonksiyonunu boyunduruk altına alan yeni bir cinsiyete dayalı iş bölümünün kurulması, (ii) kadınların ücretli işten dışlanması ve erkeklere tabiiyeti üzerine kurulu yeni bir patriyarkal düzenin inşası (iii) proleter bedenlerin mekanize olması ve kadın bedeninin işçi üreten bir makinaya dönüştürülmesi eksenlerinde gelişti. İkinci olarak, tıpkı Maria Mies, Veronila Bennholdt Thomsen ve Caludia Von Werlhof gibi Federici de, ilkel birikimin yalnızca kapitalizmin şafağına özgü bir birikim biçimi olmadığını, kapitalizmin ilkel birikimin en vahşi ve saldırgan biçimlerine tekrar tekrar başvurup birikim krizlerini aşarak varlığını sürdürdüğünü iddia etti.

Sürekli ilkel birikim analizi, kapitalizm ve patriyarka arasındaki zorunlu ve birbirini sürekli olarak yeniden kuran ilişkiyi anlamanın yollarını açtı. Nitekim, patriyarka feodal ilişkilerin bir kalıntısı değildir, aksine kapitalizm patriyarkanın günümüzdeki ifadesidir (Werlhof 2007).4 

***

Burada, erken dönem toplumsal yeniden üretim (TYÜ) analizinin önemli bir katkısını vurgulamak gerekli. Rosa Luxemburg’un kapitalizmin doğrudan şiddet ve soyguna dayanan sürekli ilk birikim süreciyle, ücretli işçilerin “bilimsel” ve “iktisadi” sömürüsünü bir arada sürdürdüğü iddiası. Buna göre, kadınlar da tıpkı Rosa Luxemburg’un kapitalizm dışı alan olarak tanımladığı sömürgeler ve doğa gibi ilkel birikim sürecinin öncelikli hedefleridir: Kadınların ev içi emeği de tıpkı köylülerin geçimlik emeği, sömürgelerin toprakları veya doğa gibi sıfır maliyetlidir.

Maria Mies, Veronika Bennholdt-Thomsen ve Claudia von Werlhof (1988),5 “buzdağı” metaforunu kullanarak kapitalist ekonomiyi yeniden kavramsallaştırmayı önerip, kadınları ve geçimlik üreticileri analizlerinin ve mücadelenin merkezine yerleştirir. Ücretli emeğin sömürüsü buzdağının yalnızca suyun üzerinde kalan kısmını oluştururken, ekonominin suyun altında kalan ve hem ana akım hem de Marksist iktisat tarafından görünmezleştirilen kısmında kadınların ücretsiz ev içi emeği, bakım emeği ve duygusal emeğinin yanısıra Küresel Güney’in geçimlik üreticilerinin emeği de yer alır. 

Maria Mies, buzdağının suyun altında kalan kadınları, doğayı ve sömürgeleştirilmiş bölgeleri ve insanları barındıran kısmını “beyaz adamın” (batılı sanayileşmiş sistemin) sömürgeleri olarak tanımlar. Ve buradaki toplumsal ilişkinin belirleyeni, buzdağının üzerindeki gibi ücret veya yasal iş kontratı değil, şiddet ilişkisidir (Mies 1998)6. Dolayısıyla da kadın emeğine el koymak, sermaye için gereken emek gücünü yeniden üretmenin en ucuz ve politik olarak en verimli biçimini temsil eder. Bu yüzden de evkadınlaştırma (housewifisation), tarihsel olarak da günümüzde de sermaye için kadınların emeğini değersiz, örgütsüz ve parçalanmış kılma yoludur. Sermaye bu emeğe gerekli gördüğü her durumda maliyetsiz bir biçimde veya en düşük maliyetle erişebilir. Bu yüzden de erken dönem toplumsal yeniden üretim feminizmi, toplumsal cinsiyet ilişkilerin ekonomi dışı, ücret ilişkisine ikincil ve üstyapıya ait olduğu varsayımını reddeder. Oysa kapitalizmin bütüncül bir analizi, baskı ve sömürü arasındaki kavramsal ikiliği aşmayı gerektirir.

Gülnur Acar Savran’ın, Praksis’in 52. sayısında yayımlanan Melda Yaman’la söyleşilerinde7 ifade ettiği gibi, kapitalizm patriyarkayla birlikte şekillenmiş ve onun sunduğu imkanlarla oluşmuştur. Kapitalist üretimin kârlılığı emek gücünün yeniden üretiminin sermaye ilişkileri dışında sağlanması ve özgür emekçinin yaşamını, üretim sürecinin dışında aile içinde idame ettirmesine dayanır. Emek gücünün yeniden üretimini ya rıza yoluyla ya da patriyarkal araçlarla baskı yoluyla kadının ücretsiz sağlaması patriyarkanın kapitalizme sağladığı bir imkân.

Kapitalist Devlet Erkek Şiddetini Nasıl ve Neden Meşrulaştırır?

Burada kapitalist devletin kilit rolüne de değinmek gerekiyor. İlişkisel Marksist yaklaşım, devleti sınıf mücadelesinin alanı olarak tanımlarken patriyarkal ilişkileri büyük ölçüde arka planda bıraktı. İlişkisel Marksist devlet teorisi de kapitalizmin sürekliliği için nüfusun büyük bir kısmının emeğini ücret karşılığı nüfusun küçük bir kısmına satarak yaşamını sürdürmeye mecbur kaldığı sistemin sürekliliği içinde devleti tanımlarken; buradaki ücretsizlik ilişkisinin sağlanıp korunmasında devletin rolüne değinmedi.

Halbuki, kapitalist devlet, kapitalizme devasa bir fayda sağlayan ücretsizlik ilişkisinin sürdürülmesinde her zaman kilit bir rol oynadı. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da 20. yüzyıl refah kapitalizminin eve ekmek getiren erkek- bakım sağlayan kadın modeline dayalı proleter ailesinden, Küresel Güney’de neoliberalizmin ailenin odaklı sosyal politikalarına uzanan bir dizi örnekte kapitalist devletin ücret ilişkisi kadar aile içindeki ücretsiz toplumsal yeniden üretim emeğinin devamlılığını da garantiye aldığını görebiliyoruz. Nitekim aile, kadınların ücretsiz emeğinin kurumsallaşmasının ya da ücretsiz veya kayıt dışı çalışan kadınların erkeğe ekonomik ve toplumsal bağımlılığının kurumsallaşmış ifadesidir (Federici 2021).8 Devletin aileyi temel alarak yaptığı ekonomik planlamalar, kadınların hem ücretsiz hem de düşük ücretli ve/ya kayıtdışı ücretli işinin patriyarka aracılığıyla doğallaştırılmasının ifadesidir. Kadınların ücretsiz işi kapitalist patriyarkal devletin “evkadınlığı” ideolojisi aracılığıyla doğallaştırılıp sermaye ilişkileri dışında kişisel bir hizmet9 olarak, düşük ücretli ve/ya kayıt dışı işi ise ailenin erkekler tarafından getirilen esas gelirine destek, ek gelir getirici faaliyet olarak tanımlanır.

Devletin bakım ve toplumsal yeniden üretim rollerinin önemli bir kısmından çekilmesiyle karakterize olan mevcut bakım krizi, kadınların ev içi ücretsiz bakım işinin şiddetlenmesini beraberinde getirdi. Kapitalist patriyarkal devlet, bakım ve toplumsal yeniden üretim rollerini hane içine, yani kadınlara devrediyor. Bunun mümkün olabilmesi için kadınların eve kapanmayı kabul etmesi, kabul etmediği durumlarda erkekler tarafından zor yoluyla kapatılmasına ihtiyaç duyan bir devletten bahsediyoruz. Kadınların aile içinde tahakküm altına alınması, patriyarkal baskı kadar sermayenin sınıf stratejisinin de bir tezahürüdür.

***

İktidar güçlerinin, İstanbul Sözleşmesi’ni “kutsal aile”ye karşı bir tehdit olarak düşmanlaştırırken muhafazakâr bir aile savunusuyla neoliberal otoriter devletin sınıf karakterini de ortaya koymuş olması tesadüf değil. Çünkü kapitalizm için biricik meta olan emek gücünün üretildiği ve yeniden üretildiği aile yapısı, sermaye sınıfı için de en az muhafazakâr ideoloji için olduğu kadar “kutsal.” Benzer bir biçimde, “kutsal aile” üzerinden planlanan sosyal güvenlik rejiminde, kadın eve ekmek getiren eşinin sigortasından yararlanırken haneye “ek gelir getirmek için” çalışan kadın emekçiler sermayenin ihtiyaç duyduğu hallerde faydalanabildiği ucuz, güvencesiz ve enformel yedek işgücü ordusu olarak görülüyor. Kadınların ekonomik bağımlılıkları, “kutsal aile” içinde maruz kaldıkları şiddet ve istismar karşısında daha korunmasız hale gelip hane içine hapsolmalarını sağlıyor.

Sosyal güvenlik ve emek rejimlerinin yanında, kamusal olanı ve günlük hayatı tekinsizleştirmek de kadınların hane içine kısıtlanmasının yolunu yapıyor. Cinsiyetlendirilmiş bedenlerin erkek şiddetine karşı savunmasız kalması için, sistematik hale gelen cezasızlık ile faillerin sırtı sıvazlanırken, “orada ne işi olduğu” sorgulanan kadının esas yerinin evinin içi olduğu yargı eliyle de her fırsatta hatırlatılıyor. Kadınların sistematik olarak el çektirildiği her türlü mekân, sokaktan toplu taşımaya; okuldan fabrikaya, geride kalan her kadın için daha da güvensizleşir. Sonuç olarak, erkek şiddeti ve kadın cinayetlerindeki cezasızlığın sınıfsal karakteri de açığa çıkmış oluyor.

Erkek Şiddetine Karşı Feminist Mücadele Neden Antikapitalist Olmalıdır?

Erkek şiddetine karşı verdiğimiz feminist mücadelemiz de özünde, kapitalizmin devamlılığını sağlayan mekanizmaların örtbas edilip görünmez kılınmasına karşıdır. Ücretli emeğin sömürüsüne dayalı kapitalist üretim ile ücretsiz/değersizleştirilmiş yeniden üretim emeği arasındaki bağımlılık ilişkisini kırmak için verilecek kitlesel mücadele kaçınılmaz olarak hem antikapitalist hem de feminist olmak durumunda. Antikapitalist olmayan feminizmin bireysel özgürleşme çabasının ötesine gidemeyeceği gibi, sosyal adaletsizliğin nesilden nesile aktarılmasının önüne de geçemez.

Antikapitalist mücadele, yaşamı yeniden üretebilmek için elzem olan ihtiyaçların piyasalaşıp özelleştirilmesine, satın alabildiğin kadar ve bütçen yettiği ölçüde erişilebilmesinin sistematik bir şiddet aracı haline gelmesine direnmenin de tek yolu. Toprağından sürülen köylünün, hanesinden mahallesinden sürülen kent yoksullarının yaşadığı, kapitalist çitleme mekanizması olarak mülksüzleştirmenin bir tezahürü olduğundan yeniden üretimin yükünü taşıyan kadının gündelik yaşam mücadelesi aynı zamanda sınıf mücadelesidir.

Kapitalizmin sırtını yasladığı erkek şiddetini “münferit” hadiseler olarak görmek, kapitalizmin devamını sağlayan cinsiyetlendirilmiş iş bölümünün ve sermayenin birikim dinamiklerinin yok sayılmasını doğuruyor. % 99 için Feminizm: Bir Manifesto’da10 söylendiği gibi kapitalist toplumun en iyi zamanlarında bile ayakta kalmasının yolu vahşi bir baskı ve imal edilmiş rızanın bir arada olmasıdır (Aruzza, Bhattacharya ve Fraser 2019). Şiddete karşı anti-kapitalist feminist mücadele, ücretli emekten dışlanarak ehlileştirilmeye çalışılan tüm bedenlerin ve yaşamı yeniden üretebilmenin önündeki piyasacı engellere başkaldıranların mücadelesidir.

Not: Bu yazı daha önce 24 Kasım 2023 tarihinde Praksis’te yayınlanmıştır.

Kaynaklar:

  1. https://catlakzemin.com/30-kasimda-baskta-bakim-icin-feminist-grev/ ↩︎
  2. Ece Kocabıçak, “Patriyarkanın toprağında kapitalizm kök salarken”, Tülay Arın’a Armağan içinde, Belge Yay., 2010 ↩︎
  3. Silvia Federici, Caliban ve Cadı, Otonom Yayıncılık, 2022 ↩︎
  4. Maria Mies, Veronika Bennholdt-Thomsen, Claudia Von Werlhof, Son Sömürge:Kadınlar, İletişim Yay., 2018 ↩︎
  5. M. Mies, V. Bennholdt-Thomsen, C. Von Werlhof, a.g.y ↩︎
  6. M. Mies, V. Bennholdt-Thomsen, C. Von Werlhof, a.g.y ↩︎
  7. Gülnur Acar Savran-Melda Yaman, “Kapitalizm ile Ataerkinin Kesişiminde Kadın Emeği”, Praksis, sayı 52 ↩︎
  8. Silvia Federici, Ücret Patriyarkası – Marx, Toplumsal Cinsiyet ve Feminizm Notları, Sel Yayıncılık, 2022 ↩︎
  9. https://libcom.org/article/power-women-and-subversion-community-mariarosa-dalla-costa-and-selma-james ↩︎
  10. Nancy Fraser, Cinzia Arruzza, Tithi Bhattacharya, %99 İçin Feminizm: Bir Manifesto, Sel Yayıncılık, 2021 ↩︎

Editör: Şöhret Baltaş 
Düzelti: Şöhret Baltaş 
Seslendirme: Seda Bedestenci Yegane
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin
 

Kadın Vardiyası – 2023
Bize Ulaşın: [email protected]

Login to enjoy full advantages

Please login or subscribe to continue.

Go Premium!

Enjoy the full advantage of the premium access.

Takipten Çık:

Takipten Çık Vazgeç

Cancel subscription

Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.

Go back Confirm cancellation