Köşe Yazıları Şöhret Baltaş 24 Mayıs 2025
27 Mayıs 1995: Bir grup insan saat 12.00’de Galatasaray Meydanında, gözaltında kaybolan insanların bulunması, sorumluların ortaya çıkarılarak yargılanması ve artık kimsenin gözaltında kaybolmaması talebiyle oturdu.
Bugünlerde gündemi işgal eden başlıca iki konu var; adına taraflarca farklı adlar verilen -muhtemelen- farklı içerikler yüklenen “barış süreci” ve 19 Mart’la birlikte başlayan anti-demokratik sürece karşı yürütülen mücadele. İkisi de bu ülkenin peşinden koştukça uzaklaşan hayali adeta.
AKP öncesinde iyi kötü bir hukuk sisteminin var olduğu doğru ama kanımca yargıdan eğitime kadar devletin tüm hücrelerine nüfuz ederek ele geçirme imkânı olsaydı cuntacı Kenan Evren de, “bana ülkücüler adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyen Demirel de, “öldürme” talimi yapılan komando kamplarının başbuğu Türkeş de, gerine gerine memleketin bütün kamusal servetini özelleştiren Özal da bayıla bayıla böyle bir iktidarın başı olmayı isterlerdi.
AKP’nin geçmiş iktidarlardan birçok ayırıcı özelliği var elbette, ama yine kanımca en önemli farkı emperyalist güçlerin ve sermayenin büyük desteğiyle yargıdan eğitime, ordudan bürokrasiye kadar her alana nüfuz etme imkânı bulması. Bu güç sayesinde AKP aslında bize bir gerçeği açıkça gösteriyor: Devletin üzerine sarıp sarmalanmış örtülerin hepsi artık yerlerde. Devletin açık yüzüyle karşı karşıyayız, bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki egemenliği esastır, bunu sağlayan hukuk, eğitim, yürütme gücü, emniyet teşkilatı, medya vb. hepsi bu egemenliğin aracıdır.
Devletin, 12 Mart’ın Ziverbey Köşkü işkencelerinden 12 Eylül’ün zindanlarına, Susurluk skandalındaki tetikçilerin “kahraman” ilan edilmesinden JİTEM’in karanlık suçlarına uzanan tarihine bakıldığında görürüz ki, bu ülkede istisnai olan, kısacık demokrasi ve barış dönemleridir. Devletin “kendinden olmayanlara” karşı gösterdiği yüzü zaman zaman sertleşip yumuşayabilir ama ardındaki temel karakter hep aynıdır; baskı ve imha siyaseti.
Bu yüzden sosyalistler, Kürtler, Aleviler için sıra dışı olan geçici ve sınırlı hürriyet rüzgârlarıdır; sıradan olan ise baskı, zulüm, işkence, zindan, katliamlar ve politik cinayetler… Dersim’den Maraş’a, Sason’dan Roboski’ye, 1 Mayıs 77’den 2013 Gezi’ye kadar bu devlet hiçbirimize adil ve merhametli davranmamıştır.
Karanlık Yıllar
1990’lar, yakın tarihimize “faili meçhul” sözcüğüyle kazındı. Elbette, “meçhul” değildi failler, ortaya çıkarılmadılar, uyduruk soruşturmalarla serbest bırakıldılar, zamanaşımı gerekçesiyle tahliye edildiler, korunup kollandılar.
Faillerin bu kadar rahatça cinayet işleyip elini kolunu sallayarak yaşamaya devam etmesini sağlayan rejimin adı OHAL’di. Devletin “Olağanüstü Hal Bölgesi” ilan ettiği Kürt illeri, tam 23 yıl boyunca bu rejimle yönetildi. Devreye sokulan koruculuk sistemi, TSK bünyesinde kurulan Özel Harp Dairesi hep bu hukuk dışı statünün gereklerini yerine getirdiler. Bunların yanına herkesin bildiği ama inkâr ettiği JİTEM kontrgerilla yapılanmasının yürüttüğü zorla kaybetme ve cinayetler eklendi. JİTEM gözaltına aldığı insanları bindirdiği beyaz Toros’larla bölgede dehşet saçtı.
Faili meçhul siyasi cinayetler 1991’de Halkın Emek Partisi (HEP) İl Başkanı Vedat Aydın’ın öldürülmesiyle başladı ve giderek sistematik bir hal alarak 1994’te iyice yükseldi. Söz konusu dönemde işlenen faili meçhul cinayetlerin sayısı farklı kurumların verilerine göre 2000 ile 5000 arasında. Gözaltında kayıplar ise 1000’i aşıyor. Boşaltılmış köylerden ve su kuyularından çıkarılan kemikler, resmi olarak “kayıp” diye anılan pek çok kişinin aslında “ölü” olduğunu ortaya çıkardı.
Hasan Ocak, Rıdvan Karakoç, Kayıplar…
Hasan Ocak 21 Mart 1995 günü evine gelmedi. Hasan evine hiç gelemedi.
12 Mart 1995’te Gazi Mahallesi’nde, Alevilerin çoğunlukta olduğu bir kahvehaneye bir taksiden ateş açılmasıyla başlayan provokatif saldırı sonucu insanlar sokağa çıkmış, protestolar şehrin her yerine yayılmıştı. 15 Mart 1995 itibariyle, sadece üç günde 22 kişi ölmüş, yüzlerce kişi yaralanmış ve tutuklanmıştı. Hasan Ocak, Gazi protestolarına katılan Dersimli bir Aleviydi. 21 Mart’ta gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamadı. Hasan’ın annesi Emine Ocak, ailesi ve arkadaşları 55 gün boyunca Hasan’ı aradı. Sonunda 15 Mayıs 1995’te Hasan’ın işkence edilerek öldürülmüş bedeninin İstanbul Beykoz ormanlarında bulunup kimsesizler mezarlığına gömüldüğünü öğrendiler. Beykoz ormanında köylüler tarafından fark edilmeseydi, anne Emine Ocak muhtemelen yıllarca oğlunun bir gün bir yerden çıkıp geleceği inancıyla kapısını kilitlemeyecekti. Hâlâ evladını arayan birçok annenin yaptığı, ya da yapmadan edemediği gibi.
Rıdvan Karakoç’un evine ise 1994 Temmuz’unda polis baskın yaptı, onu bulamayınca kardeşini götürdü. Rıdvan hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı. Bu süreçte avukatına telefonda, “Sizi her hafta arayacağım, eğer aramazsam bilin ki beni gözaltına aldılar ve öldürdüler” dedi.
Rıdvan’dan en son 20 Şubat 1995’te haber alındı. Ağabeyini aramış, söylediği yere bir iki elbise ile biraz harçlık bırakmasını istemiş, ama bırakılan emaneti almamıştı.
Bir süre sonra Hasan Ocak’ın ailesi oğullarını ararken Adli Tıp kayıtlarında Rıdvan’ın resmini buldu ve böylece ailesi, kaybolduktan üç ay sonra Rıdvan’ın ölüsüne ulaşabildi. O da Beykoz’da bir ormanda köylüler tarafından bulunmuş, 26 Mart’ta Adli Tıp’a teslim edilmiş ve ardından kimsesizler mezarlığına gömülmüştü. 28 Mayıs’ta Rıdvan’ın ailesine haber verildi, ailesi 3 Haziran’da onun ölü bedenini kimsesizler mezarlığından aldı ve Gazi Mahallesi’nde defnetti.
Arkadaşıma Dokunma
4 Eylül 1993’te Mardin DEP milletvekili Mehmet Sincar, Kürt bölgesindeki faili meçhul cinayetleri araştırmak üzere gittiği Batman’da vurularak öldürüldü. Sincar’ın cenazesi için Ankara’ya gelen otobüslerde arama yapılırken kimliklere bakılarak Kürt olanların polis tarafından otobüsten indirilmesi üzerine, insan hakları ve feminizm mücadelesi içindeki bir grup kadın, DEP İstanbul örgütünü ziyaret ederek dayanışma için partiye üye oldu.
9 Mart 1994 tarihinde çoğalarak 104 kişi olan bu kadınlar Cumhuriyet gazetesinde bir ilan yayınladılar: “Biz Kürt olmayan kadınlar, nüfus kâğıtlarımızın bize verdiği ayrıcalıktan utanç duyuyoruz.”
Bu ilandan sonra dayanışma ağı genişledi, kampanyanın adı, Fransa’da 1984-85’te aktif olan ırkçılık karşıtı hareketin sloganı olan ve tüm Avrupa’ya yayılan “Touche pas a mon pote!” sözünden alındı: Arkadaşıma Dokunma!
Kampanya kendini şöyle açıklıyordu:
“Arkadaşıma Dokunma kampanyası ırkçılığa ve milliyetçiliğe bir karşı duruştur. Gerek resmi politikaları biçimlendiren, gerekse bu politikaların yönlendirmesiyle tek tek insanların önyargılarında yaşayan, kimi zaman açık, kimi zaman örtülü ırkçılığı ve milliyetçiliği reddetmeye bir çağrıdır.”
Galatasaray Meydanında İlk Eylem
27 Mayıs 1995’te hâlâ Rıdvan Karakoç’un ailesi insan hakları mücadelesi veren bir grupla birlikte Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemi yapmış, Rıdvan’ın ve onun gözaltında kaybedilen gençlerin akıbetinin ortaya çıkarılması ve sorumluların yargılanması talebini dile getirmişti.
“Arkadaşıma Dokunma” kampanyası sürerken, bir toplantıya Hasan Ocak’ın işkence edilmiş bedeninin bulunduğu haberi geldi. Toplantıda Galatasaray’da yapılan oturma eyleminin sürekli hale getirilmesi fikri çıktı.
Galatasaray Meydanı’nda ilk kez 30 kişi bir araya geldi ancak her hafta eyleme katılanların sayısı arttı.
Sessizlik grubun kesin ilkesiydi; slogan atılmıyor, herhangi bir pankart, flama veya bayrak da açılmıyordu; yarım saat sessizce oturduktan sonra basın açıklamalarını okuyorlardı. Her hafta bir kayıp öyküsü anlatılıyor, sorumlulardan hesap sorulması talep ediliyordu.
Polis, her hafta kayıplara, faili meçhullere dikkat çekmek için meydana gelen kayıp yakınlarına ve İnsan Hakları Derneği’ne tepki vermekte gecikmedi. Oturma eylemini önce engellemeye, katılanları gözaltına almaya başladılar; sonra eylemin yanı başına Kayıplar Otobüsü’nü çekerek oradan anons yaptılar: “Gözaltında kayıp diye bir şey yoktur. Kayıp diye anılanlar yasadışı örgütlere katılmıştır. Devlet bunun dışındaki kayıpların aileleri ile iş birliği içindedir. Siz de kayıp aileleri olarak devletle iş birliği yapın.”
Polisin şiddetine ve gözaltı terörüne rağmen topluluğun sayısı binlere ulaştı. Her cumartesi Galatasaray’da sessizce oturan ve çocuklarının katillerini soran bu insanlardan, basın “Cumartesi Anneleri” adıyla söz etmeye başlayınca, sürekliliği, kalıcılığı ve yan yana duruşuyla solun tarihinde pek rastlanmayan bir hareket ortaya çıkmış oldu: Cumartesi Anneleri / İnsanları.
1999’a kadar, tam dört yıl, polis şiddetine rağmen sürdürülen oturma eylemine, 203. buluşmada ara verilmek zorunda kalındı. Polis eyleme katılan ve çoğu orta yaşlı ve yaşlı insanları döverek gözaltına alıyor ve göz yaşartıcı gaz sıkıyor, insanlar en az bir gecelerini gözaltında geçiriyorlardı. Katılanların güvenliği açısından alınan bu kararla Cumartesi Anneleri, 10 yıllık bir geri çekilme dönemi yaşadı. Ama bu bir yenilgi değildi; her hafta Galatasaray’a gelen insanların öncülüğüyle başlayan, hukuksuzluğa ve gözaltında kayıplara karşı kampanya toplumun çok daha geniş kesimlerine yayıldı, insan hakları ihlalleri ile ilgilenen pek çok dernek kuruldu, konu medyanın gündemine girdi.
31 Ocak 2009’da Cumartesi Anneleri oturma eylemlerine yeniden başladılar. Bu süreç içinde İnsan Hakları Derneği’ne 1200 kayıp başvurusu yapılmış, 70 kadar kayıp insanın kemiklerine ulaşılmıştı. Oturma eylemi ilk başladığında çocuk yaşta olan kayıp yakınları büyümüş, evlenmişlerdi ve şimdi çocuklarıyla birlikte geliyorlardı eyleme. İlk dönemi başlatan ve simgeleyen isim Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç oldu. İkinci dönemin simgesi ise darbeden bir gün sonra, 13 Eylül 1980’de Kars’ta gözaltına alınan ve 8 Ekim günü sorgusunun yapıldığı binadan kaçtığı ailesine bildirilen ve bir daha haber alınamayan oğlu Cemil Kırbayır’ı arayan Berfo Ana’ydı. Ne Hasan Ocak’ın babası, ne de Berfo Ana, oğullarının katillerinin yargılanıp ceza aldığını göremediler.
1995’ten bu yana, on yıllık ara dışında, tam 20 yıl boyunca her hafta taleplerini dirençle dile getiren bu eylem, toplumun çok geniş kesimlerinde hak ihlalleriyle ilgili bir bilinç oluşturdu. Eylül 2013’te Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nü alan Cumartesi Anneleri’nin ödülünü, eylem adına Hanım Tosun, İkbal Eren ve Emine Ocak aldı.
O ilk hafta Galatasaray Meydanına giden hiçbir anne, bunun Türkiye tarihinin en uzun süreli eylemlerinden biri olacağını tahmin edemezdi. 20 yıl her hafta, tam 1040 defa yakınlarının akıbetini sormak ve sorumluların cezalandırılmasını talep etmek için yağmur çamur, soğuk sıcak demeden oraya toplandı insanlar. Her defasında yeni gelenler oldu, eksilenler oldu; ölenlerin yerini yeni doğanlar, yaşlıların yerini gençler doldurdu; ama sorulan soru hep aynı kaldı: Çocuklarımıza ne yaptınız?
20 yıldır bu soruyu görmezden gelen devlet aklı iktidarlardan umudu kesmek için yeterli…
Ve 20 yıldır geri çekilmeyen bu direniş insandan umudu kesmemek için yeterli…
Cumartesi Anneleri için…
Şarkılar: Ahmet Kaya – Beni Bul Anne; Bandista – Benim Annem Cumartesi, Grup Vardiya – Cumartesi Anneleri, Sezen Aksu – Cumartesi Türküsü
Filmler: 30 Yıl 1 Gece (Mehmet İsmail Çeçen), Bıraktığın Yerden (Volkan Güney Eker), Boran (Hüseyin Karabey), Hiçbiryerde (Tayfun Pirselimoğlu), Küf (Ali Aydın), Berxwedana 33 Salan-DayikaBerfo / 33 yıllık Direniş – Berfo Ana (Veysi Altay), İstanbul’un Kaçık Kadınları / Lesfollesd’Istanbul, Bernard Debord
Kitaplar: Cumartesi Anneleri (Berat Günçıkan), Gözaltında Kayıp Onu Unutma (Yıldırım Türker), Cumartesi Anneleri Anımsamanın Zaferi (Aydın Öztürk), Cumartesi Anneleri Fotoğraf Albümü (Aclan Uraz), Cumartesi Anneleri – Galatasaray Meydanı’nda 1000 Hafta (Serdar Korucu)
Editör: Müjgan Tekin
Düzelti: Müjgan Tekin
Tasarım ve Sosyal Medya: Melike Çınar, Sabâ Esin, Sinem Yıldız
Seslendirme: Filiz Kılıç
Yazar Hakkında Bilgi
İzmirli. 1986’da Ege Üni. Basın Yayın Yüksekokulu’ndan mezun oldu, İstanbul’a yerleşti. Yayıncılık alanında çalıştı. Gündem gazetesi, Kadınlara Mahsus Gazete Pazartesi, Kahverenkli, Mesele, Feminist Politika dergilerinde yazdı. 2007’de Koşarken Yavaşlar Gibi, 2014’te Annemle Konuşmalar kitapları yayınlandı. Okumaya, yazmaya, düşünmeye devam ediyor...
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖