Köşe Yazıları Müjgan Tekin 16 Nisan 2024
– Ander gaybana1, boyu devrilesiceler, karakoncolos2 kılıklılar, anca afgurun durun. Halkın tek derdi sizi seçmek ya siz de birbirinizi yiyin!
Zeynep, söylene söylene televizyonu kapatıp yerinden kalktı. Görülecek işler bitmiş geriye köpeklerin, Tufi ile Yaman’ın, akşama karnını doyurmak kalmıştı. 18 Nisan erken seçimlerinin üstünden neredeyse bir ay geçmiş, 57. Hükümet hala kurulamamıştı. Ortada hükümet yoktu yok olmasına da yiyecek fiyatlarına “habole zammı kim yapıyordu?” orası muammaydı. Bildi bileli halk böyle ölüm ile dirim arasında yaşıyordu, yaşamak denirse. İki katlı evin bahçesine çıktı. Çektiği onca çileye rağmen, yaşadıklarının günahı vebali o koca diye vardığı Hasan’ın boynuna, onca çekmişliğine rağmen şu bahçeye çıktı mı, ciğerlerini derin bir nefesle doldurdu mu tüm dertler sanki uçup gidiyordu. Bu devinim hani zamandır böyleydi. Uzun yıllardır kafası rahattı. Hasan’ın Almanya’dan geldiği son yazın bitiminde, bu bahçede çoluklu çocuklu bayram etmişlerdi. Hasan’ın her gelişinde kopardığı garagarisler3 o yılın çürük ayı ile bu bahçeden de bir anda çekip gitmiş, evlerine huzur varmıştı. Zordu ya kadın başına beş çocuğu çekip çevirmek, Zeynep başarmıştı. Bamya ekmiş, inek alıp süt satmış, gece gündüz bir kere sızlanmadan bahçeyi işlemiş,eve iş almış, İstanbul gibi yerde çocuklarını aç ve açıkta bırakmamıştı. Allah’ın bildiğini kuldan mı saklayacaktı. Hasan “sizi temelli terk ediyorum, Almanya’dan artık dönmeyeceğim” dediğinde içi cız etmişti ya her gelişi karsanba4, gürültü, patırdı olunca çok da üzülememişti. Hangi kadın isterdi ki böyle olsun! Çocuk yaşta varmıştı Hasan’a. Karadeniz’in yaylalarında koska5 toplayıp yiyen bir kız çocuğuyken kalkıp taaa İstanbul’un bu sahil kasabasına geldiği gün, dün gibiydi. Hey gidinin zamanı, çocukken uçsuz bucaksız sanılan ömür meğer koca evrende bir anmış. Öyle de bir an ki bir bakmışsın yıllar su gibi geçip gitmiş. Şimdiki aklı olsa hiç imamın nikahına razı gelir miydi, gelmezdi. Bu saatten sonra da kim imam nikahı dese ağzının payını verirdi. “Ah kot kafam”6 diye az söylenmedi ya sonra çocuklar büyüyünce, başta kızlar, kendine kızmaktan vaz geçmişti. Onlarla başka dünyaların kapısını aralamıştı. Kızların yeri başkaydı. Sırdaş, candaş, yoldaş her bir şey olmuşlardı Zeynep’e. Ağaçtan bir iki erik kopardı. Avucundaki erikler ile şefkatle konuşmaya başladı. Eee onlar da bir candı Zeynep’e. Hele bir dili olsaydı bahçedeki ağaçların. En iyi onlar bilirdi Zeynep’i.
– Kubani7, ne güzel olmuşsunuz kız siz öyle.
Bir yandan eriklerini severken bir yandan yoldan gelene geçene erik ikram etti, yorulanı bahçeye buyur edip soluklandırdı. İhtiyarı, genci, çoluğu çocuğu bilirdi Zeynep’in misafirperverliğini. Sapa yolda, Papazçeşme Sokak Cami Mahallesi’nde kalan cennetten bir köşe gibiydi Zeynep’in evi. Erik vakti erik, dut vakti dut, armut vakti armut, incir vakti incir, bahçede ne kadar ağaç varsa meyvelerinden yoldan geçen herkes nasiplenirdi. Zeynep’in bahçesinin meyvelerinin tadı bir başkaydı. Bir sandalye çekip güneşe verdi sırtını, gözlerini kapadı. Neden sonra ayağının dibindeki kedi miyavlayınca gözünü açtı, güneş evin üstünden devrilmiş gidiyordu. Bahar serinliği ile içi ürperdi. Feraye’yi bekle ki gelsin de köpeklere haşlamalık makarna getirsin diye aklından geçirdi. Feraye, en küçüğün bir büyüğüydü. Zeynep, onu da üniversiteden mezun edip sonuncuyu, Ali’yi de bir okuttu mu, hepsinin eli ekmek tuttu muydu dünyalar onun olacaktı. En büyüğü Feridun, İstanbul Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliğini bitirmiş, evini barkını kurmuştu. Onun küçüğü Ayça da okul öncesi öğretmenliği okumuş, kurtarmıştı kendini. Diğer kız Gülşen, Feraye’nin eli, ayağı gibiydi. Evliydi ama her gün uğrardı. Koca terkedince, çocuklarını bir gün bile matemli bir evde büyütmeyeceğine söz vermişti Zeynep. Böyle düşününce, içine attığı onca tasaya, kedere rağmen izahı zor bir saadet duygusu yerleşiveriyordu yüreciğine.
Saat epey ilerlemiş, hava günden geceye dönmeye kızıllaşarak hazırlanıyordu. Yerinden kalktı. Bahçe kapısını açıp yolun başına doğru baktı, “ ister misin bunlar yine Leyla ile Münevver’de kalsın. Hafta sekiz gün dokuz başıma bir Münevver’de kalma çıkardılar”. Zeynep, söylene söylene içeri girmeye hazırlanıyordu ki yolun başında Feraye ve Leyla belirdi. Onları görünce Zeynep’in yüzüne istemsizce bir gülücük yerleşti.
Kızlar, İzmit’te Münevver’de kalmamıştı kalmamasına ama vardı bir karın ağrıları. Bilmez miydi Feraye’nin bu hallerini! Ne zaman böyle Zeynep’in kızacağı bir şey söyleyecek olsa galege gibi yerinde duramaz, önce bir saçmalar , saadete bir türlü gelemezdi. Leyla da artık evin bir kızı sayılırdı. Ne iyi olmuştu ikisinin aynı fakülteyi kazanması. Vardı bu iki galegede bir şeyler ya hadi hayrolsun…
– Ben de sizden tam umudu kestiydim da… Münevver’e gitti bunlar, az sonra evin telefonu çalar haber verirler diye bekliyordum.
– Kız Zeynom benim. Tufi ile Yaman’a makarna al demedin mi sen sabah çıkarken, ben ne zaman alırım deyip de gelmedim, dedi Feraye. Bir yandan da Zeynep’in yanaklarını şapır şupur öptü. Leyla’ya göz kırptı.
– Zeynep Teyze, muhlama yapsana bize. Bak sıcak ekmek de aldık. Senin muhlaman gibisi yok. Offff şöyle sündüre sündüre yeriz.
Zeynep, şöyle bir baktı kızlara.
– Bana bakın sizde var bir tuhaflık. Yine bir konsere, mitinge oraya buraya gideceksiniz demi. İznin yolunu yapıyorsunuz.
– Aşk olsun Zeynom ya, tren boyunca muhlamanın hayalini kurduk. Leyla ondan eve gitmedi, bize geldi. Demi Leyla?
– Ayyyy iyice acıktım. Tuzlu tuzlu senin kendi yaptığın tereyağıyla… Ufff… Zeynep Teyze, bugün hukukçu bize sihirli kiraz ikram etti istasyonda. Hem onu da anlatırız. Aşk acısına iyi gelen kirazlarmış. Bizi aşık sandı herhalde.
Zeynep, kızların ağızlarından çıkaracakları baklayı merakla bekleyerek:
– Her şeyiniz tam bir aşkınız eksikti. İyi bakalım. Önce Tufi ile Yaman’ı doyurayım sonra siz.
Önce, Feraye’nin getirdiği makarnaları haşlayıp, Tufi ile Yaman’a yedirdi. Sonra sıra kızların karnını doyurmaya geldi. Feraye ve Leyla sanki kıtlıktan çıkmış gibi hızlı hızlı muhlamayı silip süpürdü. Birbirlerine kaş göz işareti yaptıklarını Zeynep’in görmediğini düşünüyorlardı. Zeynep, aldırış etmedi, ellemedi, bekledi ki dertleri neyse kendileri söylesin. Kısa bir sessizliğin ardından Leyla ikircikli:
– Zeynep Teyze, biz sana daha fazla yalan söylemek istemiyoruz. Feraye ile çok düşündük. Ben anneme de söyledim doğruyu zaten demi Feraye?
Feraye, başı ile Leyla’yı onayladı. Leyla kaldığı yerden devam etti.
– Hani biz İzmit’te Münevver’de kalıyoruz ya aslında biz Münevver’de kalmıyoruz.
Zeynep, şaşırdı. Yorum yapmadan, soru sormadan dinlemeyi sürdürdü.
– Biz aslında Serdarlar var ya işte onlarda kalıyoruz. Münevverler de oraya geliyor. Onların evi okula daha yakın, demi Feraye?
– Oldukça, çok , hatta daha nasıl diyeyim bizim şu yolun başı kadar yakın. Ders çalışıyoruz zaten!
– Vizelere toplu çalışmak iyi oluyor, Zeynep Teyze. Hem ha Münevverler ha Serdarlar ne fark eder ki hepimiz aynı sınıftayız. İletişim Felsefesi çalışıyoruz. Bak dinle Zeynep Teyze, bir böcek bir cam şişenin içine girdiyse ve kapağı kapalıysa o şişeden çıkma ihtimali var mıdır? Çıkarsa nasıl çıkar? İnsan tek başına bu soruların cevabını bulamıyor. Kalabalık, kızlı erkekli düşününce farklı bakış açıları çıkıyor demi Feraye?
– Doğru diyor, Leyla doğru diyor. Kadın beyniyle erkek beyni üstüne yapılan araştırmalarda şey çıkmış. Ne çıkmıştı Leyla?
– Şey işte ikisinin beyni bir araya gelince ohoooo sınavlarda kim tutar onları gibi bi şey.
Zeynep, sağ avucu çenesinin altında, kaşları kalkık kızlara önce sakin sakin baktı. Sonra hiddetle:
– Ola sizin karşınızda çocuk mu var daaa. Siz giderken ben geliyordum. Yok beyinmiş yok kızlı erkekli düşünce farkiymiş. Kot kafali kot kafali konuşmayın. Bu Serdarların evi Hereke’de mi şimdi? Güvenilir mi, sağlam mi?
Feraye ve Leyla gözlerine ışık tutulmuş fare gibi kalakaldılar. Feraye kendine bir çimdik attı.
– Yok Kirazlıyalı’da aslında Zeynep Teyze.
– Ola hani şu yolun başı kadar yakındı okula! Hereke nere Kirazlıyalı nere?
Feraye iki kolunu olabildiğince açıp:
– Ha bu kadar haaa bunun iki katı kadar. İkisi de yakın değil mi? Yani nerden baktığına bağlı olarak da olabilebilir tabii.
– Ben sizi bir yakın yapacağım ya… Koluyu komşuyu toplanıp rahatsız etmiyorsunuz değil mi? Olur da bir araya gelip kudurganlık yapıp etrafı bir rahatsız ettiğinizi duyayım… Az duymuyoruz evini öğrenciye verenlerden, o zaman külahları değişiriz. Milletin başını ağrıtmayın! Gece on ikiyi geçti mi gürültüyü patırtıyı azaltın.
Feraye, Zeynep’in boynuna dolandı.
– Kızmadın mı anne?
– Dur koca sıpa dur. Söylemeseniz Münevver’de kaldığınızı sanmaya devam edecektim. Daha kötü. Havalar iyice ısınınca şu Serdarları, Münevverleri toplayıp bahçeye getirin. Bir mangal yakayım, şişedeki böceği çıkarabildiniz mi bir sorayım da? Ufkumuz genişlesin. Sizi boşuna okula yollamıyoruz. Komşuda pişer bize de düşer… Eeee ne demişler ar ǩibrişe cexťaşa digurare8… Evelallah daha dişlerimin hepsi yerli yerinde.
***
Anlaşılan Feraye ile Leyla mezun olana kadar Zeynep’e rahat yoktu. Kızlar durmuyordu. O konser senin bu eylem benim soluksuz sokaklardaydılar. Bak saat kaç olmuş hala yoklar! Üniversite kapandı, az erken gelirler diye sevinirken daha da beter oldular. Gelip gelmeyeceklerini de haber vermek yok! Saat gece yarısını geçerken Zeynep, camdan dışarı baktı. Böyle olunca yüreğine bir sıkıntı çörekleniyordu. Dakikalar ilerledikçe Zeynep’in gözlerine bir ağırlık çöktü. Bir iki esnedi. Gece de pek ay, aydınlıktı. Camdan içeri erken açan Yaseminlerin kokusu dolmuştu. Zeynep, sessizlikte geceyi dinliyordu ki ev telefonun avaz avaz bağıran sesi ile irkildi. Tahmin ettiği gibi Feraye. Son otobüse kalmışlar, Piyade Okulu Lojmanları’na yaklaşıyorlarmış… Kalk Zeynep kalk!
Zeynep, mutfağa gidip her zaman yaptığı gibi Trabzon bıçağını beline, eteğinin içine koydu. Kızları geç dönüşlerinde hep böyle almaya giderdi. Yol ıssızdı. İnsan kılıklı çok mahlukat vardı sokaklarda. Bunlar gecenin karanlığını da pek bir seviyordu. Allah esirgesin, o mahlukatardan biri pusuda bekleyip kızlara saldırsa… Belindeki bıçağa sımsıkı kavradı. Anahtarı aldı, kapıyı usulca kapatıp eli eteğinin belinde yolun başına doğru yürümeye başladı. Belediye bir türlü şu eksik yanan lambaları yapmıyordu. Kendi kendine çocukluktan kulağında kalma Lazca ile mırıldandı.
– Belediye başkanına uci mo meçam če? Himuk ixi ksinums!9
Kızlar, otobüsten inmiş ana yolun kenarında Zeynep’i bekliyordu. Zeynep söylene söylene yanlarına vardı.
– Düşün bakayım önüme, yine nereyi kurtardınız? Bıktım ula sayenizde uykusuz kalmaktan. Uyusam uykumu bölüyorsunuz sonra sabaha kadar yorgan didiyorum. Uyumasam beklerken bol bol sizi kalaylıyorum.
Feraye ve Leyla birbirinin koluna girmişti. Feraye ve Leyla her zamanki gibi olayı dramatikleştirerek üste çıkma girişimi ile ardı ardına konuşarak durumu Küçük Emrah’a bağlamaya çalışıyordu.
– Anne ama biz napalım. Valla konser bitmeden çıktık Harbiye’den. N’apalım ha n’apalım hiç mi konsere gitmeyelim? Biz genç olmayalım mı?
– Zeynep Teyze on beşinci yıl konserine hazırlık konseriydi bu. Kaçırırsak hiç mi üzülmeyecektin bizim adımıza. Hem sen de seviyorsun…
– Kız Zeynom seni de götürelim mi seneye konsere, birlikte bağıra bağıra en sevdiğin şarkılarını söyleriz.
Zeynep’i yumuşatmak için gecenin karanlığında Feraye ile Leyla durup yolun ortasında dizlerini yere vura vura, kollarını iki yana açıp oynamaya başladı. Zeynep, bir eli belindeki Trabzon bıçağında , bir eli sevdiği türküye eşlik etmeye başladı. Ay aydınlığı gece, üç kadının sesinden , üç kadının gecelere meydan okuyan cesaretinden onlarla birlikte zeybeğe durdu. Yaseminler, ateş böcekleri, börtü böcek özgürlükleri aşkına türküye eşlik etmeye koyuldu.
– Kırlarda şimdi umudun yeli eser / Efem egeye benzer / Kolkola girince biz meyveye döner filiz/ Yayılır konaklardan düze iner sesimiz / Haydi Zeynep Kadın, Haydi efeler… De yürüyün kadın efelerim yeni doğan gün aşkına heyyyyy!
Zeybek, ıssız yolda beliren arabanın ışığı ile son buldu. Zeynep, bıçağını eteğinin cebinden çıkarıp kızları kenara çekti. Araba yavaşça yaklaşıp yanlarından geçip gitti. Zeynep’in bir koluna Feraye bir koluna Leyla girdi. Leyla , Zeynep’in yanağına bir öpücük kondurdu.
– Hani sen bize ekin cadısı Didamangisa’nın hikayesini anlatmıştın ya Zeynep Teyzem, ben de mutlaka bir gün gelecek, geceleri sokakları bize bıraktırmayan, şarkılarımızla, gülüşlerimizle aya eşlik ettiren senin cesaretini tüm kadınlara anlatacağım. Diyeceğim ki biz gece saçlı cazinin kızlarıyız, ne karanlıktan, ne geceden, ne gecelerden bizi silmek isteyenlerden korkarız!
Bizden çok çeken, ömürlük dost Fata’nın annesine…
Yazar Hakkında Bilgi
12 Eylül 1980’de İstanbul’da doğdu. Gazetecilik eğitimi aldığı fakülte yıllarında, mesleği yerinde öğrenmeli diyerek çalışma hayatına atıldı. Yeni Binyıl Gazetesi Kültür Sanat sayfasında başladığı staj eğitiminin ardından 2002 yılının sonunda TV8 belgesel bölümüne geçti. Vildan Tekin ile birlikte yazdığı ¨Karadut¨ isimli romanın yanı sıra ¨Ağıt: Ararat'tan ve Ağrı'dan Yükselen Çığlık¨, ¨Çöldeki Balıklar¨ ve ¨Raman Petrol Kartalları¨ isimli üç kitabı bulunmaktadır. Yazıları çeşitli haber sitelerinde yayımlandı ve hala yazmaya devam ediyor.
Please login or subscribe to continue.
Üye değil misiniz? Üye olun. | Şifremi Unuttum
✖✖
Are you sure you want to cancel your subscription? You will lose your Premium access and stored playlists.
✖